Faaliyet gösterdikleri alanın genişliği ve faaliyet sürelerinin uzunluğu bağlamında
Osmanlı dönemi tasavvuf hayatında önemli bir yere sahip bulunan Hindî tekkelerinin
tarihçelerini ortaya koymak, tekkelerde görev yapan şeyhlerin isimlerini tespit etmek,
tekkelerin gelir kaynaklarını belirlemek ve en önemlisi bu tekkelerin kendi
aralarındaki ilişkileri bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirmek amacıyla bu çalışma
meydana getirilmiştir.
Çalışma neticesinde ilk olarak Hindî tekkelerinin, Şam ve Kudüs’teki tekkeler örneğinde olduğu üzere inşa tarihleri Osmanlıların Suriye, Filistin, Mısır ve Hicaz’a hakim oldukları 1516-1517 senelerinden öncesine uzanmak suretiyle Ortadoğu coğrafyasının Hindistan ile dini-tasavvufî ilişkiler başta gelmek üzere ticari ve kültürel alanlarda temas kurmasında önemli bir role sahip oldukları anlaşılmıştır. Bu çalışmada Şam ve Kudüs’teki Hindî tekkelerinin tarihçesine dair yer verilen bilgiler, Suriye ve Filistin’in 1917 senesinde fiilen Osmanlı hakimiyetinden çıkması ile sonlandırılmıştır.
Bununla birlikte Kudüs’teki tekkenin Hindistan devletine ait resmi statüde bir bina olarak hala kullanılır durumda olması, bu binanın tarihte ve günümüzde sahip olduğu rolü şüphesiz, yansıtan bir ayna durumundadır.
Bu çalışmada, 1925 senesinde tekke-zaviyelerin ilga edilmesine dair kanunu merkeze
alan bir yaklaşımla Hindî tekkelerinin tarihçelerine dair anlatım sonlandırılmış
olmakla birlikte Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalanlar da dahil olmak
üzere tekkelerin bir kısmı en azından yapı olarak ayakta kalmış ve Horhor ve
Konya’daki Hindîler Tekkesi örneğinde olmak üzere buralarda Hind asıllı kimseler
yaşamaya devam etmiştir.
Hindî tekkelerinden Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Şam ve Halep’teki tekkeler, bölgede Osmanlı hakimiyetinin son erdiği tarihten sonra en azından yapı olarak ayakta kalmış olsalar bile Suriye’de sürmekte olan iç savaş sebebiyle günümüzde harabe halde olmaları muhtemeldir.
Bu iki tekkenin dışında, Irak’ta Bağdat ve Süleymaniye’de bulunan Hindî tekkelerinin de bölgede uzun dönem boyunca yaşanan savaşlar ve kargaşalar esnasında harap hale gelmeleri ihtimal dahilindedir. İslam dünyasının ve medeniyetinin bir anlamda kalbi ve
merkezi durumunda bulunan Mekke ve Medine’deki Hindî ribat ve tekkeleri ise hac
vazifesini yerine getirmek amacıyla bu merkezlere gelip gitmeye devam eden Hintli
ve Pakistanlı hacıların, sufilerin ve alimlerin barınma mekanları olarak hizmet
vermeye devam etmektedir.
Hindî tekkeleri içerisinde faaliyet gösterdikleri sürelerin uzunluğu bakımından dikkat çeken iki tekke olan Bursa’daki ve Horhor’daki tekkeler ise 15. yüzyıl ortalarında güçlü bir Kalenderî geleneğin gölgesi altında inşa edilmiştir.
Faaliyetlerindeki süreklilik bakımından Bursa’daki Hindîler Tekkesi daha istikrarlı
bir yapı görünümü arz ederken Horhor Hindîler Tekkesi’nin faaliyetlerinde kesilmeler yaşanmıştır.
Bununla birlikte Horhor’daki Hindîler Tekkesi’nin içerisinde yer aldığı İstanbul’a ait olan ve on bir binden fazla cilde karşılık şer’iyye sicillerinin henüz yüzde bir civarında bir kısmının neşri yapılmıştır. İstanbul şer’iyye sicilleri üzerine yapılacak yeni ve kapsamlı çalışmalarla birlikte Horhor Hindîler Tekkesi’ne dair olmasa bile İstanbul’daki Hintli şeyhlerin faaliyetlerine dair yeni verilere ulaşılacaktır.
Horhor’daki Hindîler Tekkesi, bir merkez tekke (Âsitâne) olarak diğer
bölgelerdeki Hindî tekkeleri nezdinde bir otoriteye ve güce sahip olsa da tekkenin bu
duruma gelmesinde en önemli etken tekkeden uzun bir süre görev yapan Hacı
Ahmed Efendi’nin faal şahsiyetidir.
Kendisinin ve halefi İbrahim Hakkı Efendi’nin şeyhliği döneminde tekke, diğer Hindî tekkeleri nezdinde önemli bir güce erişmiştir. Hindî tekkelerinin tarihçeleri genel bir değerlendirme tabi tutulduğunda, 17 ve 18. yüzyılların önemli bir döneme karşılık geldiği anlaşılmaktadır. Bu iki yüzyıllık süreçte altısı 17. yüzyılda altısı da 18. yüzyılda olmak üzere on iki yeni Hindîler Tekkesi faaliyete geçmiştit.
17. yüzyılda faaliyete başlayan Hindî tekkeleri içerisinde Adana’daki Hindîler Tekkesi gelir kaynaklarının çeşitliliği ve müştemilatının büyüklüğü açısından öne çıkmıştır. Tarsus’taki tekke ise burada bulunan Hindli nüfusun sayıca çok olması sebebiyle Abdulkayyum isminde varlıklı bir Hindli şeyhin yönetiminde Danyal Aleyhisselam Türbesi’nin bitişiğinde ikinci bir
yapıda faaliyet göstermeye başlamış ve Adana’daki tekkede olduğu gibi önemli bir
iktisadi güce sahip olmuştur.
Bu yüzyılda Bağdat, Haleb ve Urfa’da Hindî tekkelerinin inşa edilmiş olmaya başlamaları ise şüphesiz, bu güzergahtaki ticarikültürel faaliyetlerde artış olmasını göstermesi bakımından önemlidir. 17. yüzyılda Anadolu’daki birçok yerleşim yerinin harap hale gelerek terk edilmesi; Samsun ve Tokat mevlevihânelerinin faaliyetlerinin durması gibi durumlar göz önüne alındığında Bağdat, Haleb ve Urfa’da Hindî tekkelerinin faaliyet göstermeye
başlamış olmaları dikkat çeken bir gelişme olmuştur.
Osmanlı dönemi Anadolu’su ile Suriye ve Irak şeklinde coğrafi olarak adlandırılabilecek olan bölgelerin sosyal ve ekonomik yapılarını üzerine ilerleyen yıllarda yapılacak karşılaştırmalı çalışmalarla Bağdat, Haleb ve Urfa’da faaliyet göstermeye başlayan Hindî tekkelerine dair
bilgilerin daha sağlıklı bir zeminde yapılmasına imkan tanıyacaktır.
17. yüzyılda faaliyet göstermeye başlayan Hindî tekkeleri içerisinde en dikkat
çekici olanı ise faaliyetlerindeki dalgalanmalar sebebiyle Edirne’deki tekke olmuştur.
Buradaki tekkeyi, faaliyete geçtiği ilk dönemlerdeki şeyhlerinin Hindî nisbesini
taşımamaları sebebiyle Cafer Hindî isimli şeyh tarafından tekrar inşa edilip faaliyete
geçtiği döneme kadar Hindîler Tekkesi olarak değerlendirmek mümkün
görünmemektedir.
Tekkede Hind asıllı şeyhler, Cafer Hindî’den sonra görev yapmaya başlamışlardır. Tekkenin tarihçesinde dikkat çeken asıl önemli husus ise 19. yüzyılın son çeyreğinde tekrar harap bir vaziyet alması ve binasından eser dahi kalmayacak şekilde tekkedeki faaliyetlerin sonlanmış olmasıdır.
18. yüzyıl Hindî tekkelerinin faaliyetleri ve etkinlikleri anlamında en dikkate
değer dönem olmuş; bü yüzyıldaki en önemli gelişme Horhor Hindîler Tekkesi’nin
tespitlerimize göre en az yetmiş senelik uzun bir zaman diliminden sonra tekrar
faaliyete geçmesi olmuştur.
Horhor’daki Hindîler Tekkesi’nin tekrar faaliyete geçmesini takip eden beş-on yıllık bir süreçte Üsküdar’da Hindlilere hizmet vermeye başlayan ikinci bir tekkenin inşası ve Kasımpaşa’da Turabî-i Hindî isimli bir şeyhin ise kendi adına bir tekke ettirmesi bu dönemde İstanbul’da kalabalık ve etkin bir Hind cemaatinin varlığına işaret etmektedir.
Bu yüzyılda Hindî tekkeleri açısından dikkat çekici olan gelişmelerden ilki Antakya’da birbirine yakın konumda iki farklı Hindîler Tekkesi’nin faaliyete geçmesi iken diğeri Tosya gibi Hindli şeyhlerin ana güzergahlarının dışında kalan bir bölgede eski bir Bektaşi tekkesinin bir süre için Mehmed Hindî isimli bir şeyhin ihya etmesiyle yeniden faaliyete başlamasıdır. Zikredilen bu örnekler, bu yüzyılda hem İstanbul’da hem de Osmanlı coğrafyasının genelinde Hindli şeyhlerin önemli bir güce ve etkinliğe sahip olduklarına işaret
etmesi yönüyle önemlidir.
Hindli şeyhlerin etkinlikleri takip eden süreçte devam etmiş ve 19. yüzyılda
Aydın, Konya, Karahisar-ı Sahib, Süleymaniye ve Van’da Hindlilerin uhdesinde yeni
tekkeler inşa edilirken Kütahya’da çok erken tarihlerden beri faaliyet gösteren eski
bir zaviye Hindli şeyhlerin yönetimine girmiştir. İnşa edilen bu yeni tekkeler
içerisinde ise bilhassa Süleymaniye Sancağı’nda Surtaş kazasında bulunan tekke,
banisi Hacı Ahmed Lahorî’nin etkin bir şahsiyet olması yönüyle önemli bir yere
sahip olmuştur.
Kütahya’da Hindli şeyhlerin yönetimine giren tekkenin son şeyhlerinden Behlül Efendi’nin İstanbul’daki La’lizâde Abdulbâki Tekkesi şeyhliği görevinde de bulunmuş olması ise Hindî, Özbek ve Afgan cemaatleri ve tekkeleri arasındaki bağların ne denli güçlü olduğunu ortaya koyması yönüyle önemlidir. Hindî tekkeleri arasındaki bağların ve hiyerarşik unsurların irdelenmesi neticesinde ise tekkeleri bir ağın parçaları şeklinde değerlendirmenin mümkün
olduğu anlaşıldığı gibi tekkelerin şeyhlik görevlerine yapılacak atamalarda belirli usul ve kaidelerin yerleşik bir teamül haline geldiği ortaya çıkmıştır.
Tekkeler arasındaki hiyerarşik unsurların ele alındığı kısımda ayrıca tekkelerin tarihçelerinde
yer verilmiş olan bazı önemli hususlar bir bütün halinde tekrar ele alınmıştır. Bu
durum neticesinde tekkelerin yönetimlerinin nasıl sağlandığı ve bu konuda hangi
güçlüklerle karşılaşıldığı noktasında tespitlerde bulunulmuştur. Hindî tekkelerinin Osmanlı dönemi tasavvuf hayatında nasıl bir yere sahip olduklarına dair değerlendirmelerde ilk olarak tekkelerde hangi tarikatların etkin olduğu hususu üzerinde durulmuştur.
Bu değerlendirmeler neticesinde istisnai durumlar meydana gelmekle birlikte, Hindî tekkelerinde hakim olan tarikatın Kâdirîlik olduğu ortaya çıkmıştır. Tekkelerde hakim olan tarikata dair değerlendirmelerden sonra ise Hind asıllı şeyhlerden Osmanlı dini ve kültürel
hayatında eserleri ile rol sahibi olmuş müelliflerin isimleri tespit edilerek eserlerine
dair bilgilere yer verilmiştir.