Sevgili dostum,
Geçenlerde “Büyük Türkiye” üzerine düşüncelerimi ifade etmiştim. Bugün de “Göçebelik” kavramı üzerinde duracağım.
Türkler başlangıçtan beri göçebelerdir. Günümüzde Türkler problemlerin kaynağı olarak göçebelik kavramını göstermektedir. Bu genel bir algıdır. Bize bakan öteki, yani batı bizleri göçebelikle aşağılamaktadır. Gerçekten öyle midir, yoksa tam tersi midir?
İşin gerçeği nedir diye, başka açıdan bakalım. Türkleri ilk göçebe olarak tanımlayan Çinlilerdi. Çinliler yerleşik bir toplumdu. Büyük Çin Seddi’nin içindeki bölgelerde tarımla uğraşıyorlardı. Seddin dışında olan Türkler ise sürekli göçüyorlardı. Göçmelerinin sebebi bulundukları coğrafyaydı. Bulundukları coğrafya bozkır coğrafyasıydı. Yaşayabilmeleri için sürekli göçmeleri gerekiyordu.
Göçebenin bulunduğu bozkır, susuzdur, çoraktır. Ama göçebenin ruh dünyası, hayal dünyası son derece gelişkindir. Göçebe gece yattığında göğe bakar ve yıldızlar ona bir hayal dünyasını yansıtır. Biz Türklere baktığımız zaman bu hayal dünyasının genişliğini görmekteyiz.
Bugün Çin Devletinin adı kendilerine taktığı isim olan “Zhong Guo” merkez ülkedir. Çevrede yaşayan Türkler ise Çinlilerden uzaklaşarak, göç ederek, bir hayal olan dünyanın en merkez coğrafyasında Devlet-i Aliyye’lerini, Osmanlı Devletini kurmuşlardır.
Türklerin bulunduğu İç Asya, Orta Asya coğrafyası ile Akdeniz coğrafyası birbirine çok benzeyen özelliktedir. Akdeniz kıyısında da göçebeler vardı, bunlar eski Grekler yani Yunanlılar, İbraniler, Yahudi Museviler, bunlar göçebe topluluklar. Bütün bulundukları coğrafyadan çıkarak, Akdeniz kıyılarında kolonilerini kurmuşlardır. Buna Karadeniz de dahildir. Bugün İbraniler ve eski Yunanlılar Akdeniz ve Karadeniz kıyılarını kolonileştirmişlerdi. İstanbul da böyledir, Yunanlıların bir kolonisi olarak kurulmuştur.
Türkler ise bulundukları İç Asya, bize Orta Asya dayatılıyor onu kullanıyoruz, aslında Büyük Asya’nın İç Asya’sıdır. İç Asya’yı da bir Akdeniz gibi düşünün ve bunun civarındaki vaha şehirlerinde özellikle Doğu Türkistan’da ki Semerkant ve Buhara gibi vaha şehirlerinde aynı tarz bir yapılanmayı kurmuşlardır.
Burada göçebe Türkler, Türkistan’ı (bilimsel olarak sabittir), dünyanın merkezi yapmışlardır.
Bunu nasıl yapmışlardır? Bu bir hayaldir.
Bu sefer tersten bakıp, yerleşik bir topluluğa bakalım. Göçebe olmayan topluluklar kimlerdir? Ermeniler ve Kürtler. Her iki topluluk ta göçebe olmamayı tercih etmişlerdir. Bulundukları coğrafyalardan çıkmamışlardır ve kendilerinin bir devletleri olmamıştır. Bugün mevcut olan Ermenistan yapay bir devlettir. Azerbaycan toprakları üzerinde kurulmuştur. Bir devlet olmakla hiç ilgisi yoktur.
Demek göçebe olmak, göçmek size bambaşka dünyaların kapısını açan bir olgudur. Atlı göçebeler vardı, Sümerler, Hititler, İskitler. Bunların kurdukları kültür ve medeniyetin boyutları son derece geniştir. Bizim konulara farklı açılardan yaklaşmamız gerekmektedir.
Bu konuşmamızda bahsettiğimiz Grekler, Kürtler, Ermeniler, Türkler, İbraniler, Çinlilere değindik. Bunların arasındaki farklar son derece önemlidir ve göçebelik Türklere en zengin ve gezgin bir dil armağan etmiştir. Türklerin en büyük gücü de dilleridir.
Biz yerli ve göçebe arasındaki ayrımı Çinli savaş sanatı yazarı ve general Sun Tzu ile Türk komutanı, başbakanı Tonyukuk’un değerlendirmelerinde de görüyoruz. Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kitabında 962 kez düşman tabiri geçmektedir. Bu Hun Türkü’dür yani bizleriz. Tonyukuk’da sürekli bahsedilen ise göçebe olmanın erdemleridir.
Sevgi, sağlık ve selamlarımla.
Sevgili dostum,
Az önce sizlere ilettiğim göçebelikle ilgili konuşmamda eksik olan 2 nokta var, onları da ileteyim. Birincisi, bu Akdeniz’de ki göçebeler arasında yine İbraniler gibi Sami ırkından olan Arapları da ilave etmek lazım. Göçebeliğin verdiği hayal gücü ve dinamizmle Türkler nasıl gökte, bozkır sessizliği ve sadeliğinde bozkırda seraplar görüyorsa, Araplar da çölde aynı serapları görüyorlardı. O seraplar onları Akdeniz’in İspanya’sından, Asya’nın içlerine ve ötelerine Endonezya’ya, Malezya’ya kadar yerleştirmiştir. Bu çok önemli.
İkincisi de hayal derken, hayal sanırım Türkçe bir kavram değil, ithal bir kavram.
Düş kavramı, kişi düş görmeden bir hiçtir ve düşler doğru mudur, yalan mıdır bilinmez. Düşten hem rüya hem düşünce çıkar. Düşmek fiili de aynı köktür, insanın zihnine düşer. İnsanın zihnine ne şekilde düşer, bunlar önemli sorulardır. Düşmek fiilinden düşünce gelişir o zaman Türklerde zihin ve düşünce son derece gelişkindir. Çünkü düş vardır, düş olunca düşünce vardır.
Geçelim bize, algı operasyonlarının neticesinde ezberletilmiş bir takım yanlışları, konuların doğrusuyla açıklamak için bunlar önemli sorulardı.
Selam ve Sevgiyle
By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Haziran 05, 2020