Balkanlar’da Bölgeselleşme-Tarihsel Temeller
“Balkan Ekonomileri 1800-1914” adı altında Cambridge Üniversitesi tarafından 1997 yılında yayımlanan araştırma; Balkan ülkelerinin en azından 19. yüzyıl ortalarından itibaren, büyük olasılıkla ekonomik büyümeden ziyade ekonomik gerilemeye sahne oldukları sonucuna varmaktadır. Balkanlar’ın ekonomik gelişmesi hakkında geniş kapsamlı bir araştırma olan bu çalışma ile Dr.Michael Parailet, Osmanlı yönetiminin, gelişmeyi yavaşlatıcı bir faktör olmanın tam aksine, kendi kendini yönetmenin beraberinde getirdiği düzenlemelere nazaran, gelişmeye çok daha fazla olanak sağladığına dikkat çekmektedir.
Türkler, Balkanlar’da yayıldığı heryerde serbest mübadeleyi, şahsi mülkiyeti ve küçük çiftçiliği getirmişlerdir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, 15. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Balkanlar’daki kent nüfusunun hemen tümünün ve kırlardaki nüfusun bir bölümünün para ekonomisinin bir parçası olduğunu göstermektedir. 16.yüzyılda ise, hem değerli madenlerin bollaşması, hem de kırsal ekonominin giderek pazara yönelmesi nedeniyle, para kullanımında büyük bir artış gerçekleşmiştir. Bu önemli gelişmenin kanıtlarını birkaç kaynaktan izlemek mümkündür. Birincisi, son dönemdeki araştırmalar 16.yüzyıldaki nüfus artışı ve kentleşmeyle birlikte, kırlarla kentler arasındaki bağların güçlendiğine işaret etmektedir. Bu süreç içinde Balkanlar ve Anadolu’da köylülerin ve büyükçe toprak sahiplerinin ürünlerini getirip kent ve kasaba sakinlerine sattıkları, düzenli olarak kurulan pazarlar ve panayırlar ortaya çıkmıştı. Pazarlar aynı zamanda, göçerlerin köylüler ve kentli nüfusla biraraya gelmesini sağlamaktaydı. Pazarlara katılan kırsal nüfus, küçük ölçekli işlemlerinde gümüş akçe ile bakır mangırı yaygın olarak kullanmaktaydı. 16.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda da nüfus artışlarının ve kentleşmenin hızlandığı, kırlarla kentler arasındaki iktisadi bağların, pazarlar için üretimin, para kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdi. Bu dönemde Balkanlar ve Anadolu’da yerel ve bölgesel pazarların yaygınlaşması, para ekonomisinin güç kazanmasının en önemli kanıtını oluşturmaktadır.
Panayırlar ise pazarlardan ölçek itibarıyla ayrılırlar. Panayırlar büyük ölçekli pazarlardır. Uluslararası olabilir. Yerli ve yabancı tüccarlar katılır. Pazarlarda olduğu gibi bir kasaba veya birkaç köyün katılımıyla sınırlı kalınmaz. Daha çok nüfus çeker. Ve tabii en önemlisi daha uzun sürelidir. Bu anlamda panayırların Osmanlı devletindeki varlığı ve devletin düzenlemesi on altıncı yüzyıldan itibaren başlar. Çünkü pazarları mahallî idare, panayırları ise merkezî idare organize eder. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nde meşhur olmuş çok sayıda panayır biliyoruz. Bunlar daha çok Balkanlar’da ortaya çıkmışlardır. Bulgaristan’daki Uzuncaabad, Filibe, İslimye, Yunanistan’daki Serez ile Türkiye’deki Silivri panayırları önemli panayırlardandır. Kuşkusuz Balkanlar’ın en büyük panayırı Uzuncaabad panayırıydı. Eylül’ün başında başlar ve bir-bir buçuk ay devam ederdi. Buraya daha çok yabancı tüccarlar, mesela İngilizler, Fransızlar, Avusturyalılar ve Saksonyalılar mal getirirdi. Balkanlar’ın ticarileşmesi-belli türdeki malların taşınmasında yoğunluğun artması- bir gerçekti. Bu ticarileşmenin boyutlarından biri, Tuna ile Sava’nın güneyinde kalan bölgedeki panayır sayısının, 1300’de yaklaşık 50’yken, 1400’de 60-100’e kadar çıkmış olmasıydı. 1600’e kadar 100 dolaylarında sabitlenen panayır sayısı, 18.yüzyıl sonunda artık 200-400 arasında, 1875’de de 1000 dolaylarındaydı. Panayırlar, uluslar ve bölgeler arası ticaretin gelişmesine katkıda bulunuyordu. Yolların çevresindeki panayırların çoğalması, özellikle yolun her iki tarafındaki bölgelerin içeriye doğru genişlemesiyle doruğuna ulaştı; Avrupa ve Atlantik ekonomisinden buraya gelen ithal mallar –şeker, kahve, boya maddeleri, kumaşlar ve kap-kacak gibi ev gereçleri- limanlardan iyice içerideki bölgelere kadar uzanıyordu böylece.
Balkanlar’ın ve Anadolu’nun pek çok köşesinde düzenli olarak yerel pazarlar kurulmaktaydı. Yerel pazarlara gelen tüccarlar bir yandan reayanın ve sipahinin getirdiği hububat ve diğer tarımsal malları kentlerde satmak üzere toplarken, öte yandan da kentlerdeki zanaatların ürettiği mamul malları satışa sürmekteydiler. Osmanlı ülkesinden tarımsal ürünler ithal etmek isteyen Avrupalı tüccarlar da bu pazarların içinde daha büyük olanlara gelerek mal topluyorlardı. Son yıllarda Osmanlı toplumsal ve iktisadi tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Suraiya Faroqhi’nin araştırmaları, yerel pazar ve panayırların hem Anadolu’da hem de Balkanlar’da çok yaygın olduğunu, hem kırsal alanlarla kentler arasındaki yerel ticaretin, hem de uzun mesafeli ticaretin önemli bir bölümünün büyüklü küçüklü bu pazarlar aracılığıyla gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.
16.yüzyılda Osmanlı kırlarıyla kentleri arasında önemli bağlar kurulmuştu. Köylüler üretimlerinin bir bölümünü pazara getirerek satıyorlardı. Devlete ödedikleri vergilerin bir bölümü para olarak toplandığı için, satın alma gücü yüksek olmasa da, pazardan herhangi bir mal almak eğiliminde olmasa da, köylü haneleri ürünün belli bir bölümünü pazara indirip satmak zorundaydı. Ayrıca kentlerin çevresindeki köyler kent ekonomisiyle oldukça bütünleşmiş bir konumdaydılar. İç ve dış ticaretin Osmanlı ekonomisinde çok önemli bir yeri vardı. İç ticaret sayesinde kırsal alanlarla kentler arasındaki mal değişimi genişliyor, işbölümü derinleşiyordu. Böylece kentlerdeki esnaf loncaları için hammadde sağlanıyor, kentlerdeki tüketicilerin, devlet yöneticilerinin, ordunun ve donanmanın gereksinimleri karşılanıyordu. İlk kuruluş yıllarından itibaren devlet, iç ticaretin geliştirilmesini çok önemli bir amaç olarak görmüş, bu doğrultuda politikalar izlemişti.
Batı Akdeniz havzasında olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda da 16.yüzyılın büyük bir bölümünde, belki de 1580’lere kadar, nüfus sürekli artış göstermiştir. Kırsal nüfus artmaya başlayınca, boş bekleyen ekilebilir toprakların devreye girmesi kolay oldu. Böylece uzun bir süre, belki de 16.yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar, tarımsal üretimdeki artışlar nüfus artışının gerisinde kalmadı, hatta önünde seyretti. Kırsal alanlar kendilerini kolayca doyurabildikleri gibi kentlerden gelen gıda maddeleri ve hammaddeler talebini de karşılayabiliyorlardı. Pazar için üretimin genişlemesiyle birlikte, ürünlerin çeşitlendiği, yeni ürünlerin ekilmeye başladığı tahmin edilebilir. 16.yüzyılın başlarında kentlerin çevresindeki bağcılık, bahçecilik türünden tarımsal üretim faaliyetleri önemli boyutlara ulaşmaktaydı. Ancak, 16.yüzyıl boyunca kırsal alanlarda oluşan tarımsal üretim fazlası yerel pazarlar aracılığıyla kentlere akmaya devam edince, kentli nüfus tarımsal faaliyetlerini sınırlamaya ve loncalar çevresinde örgütlenen zanaatlere ağırlık vermeye başladı. Böylece 16.yüzyıl boyunca, daha doğrusu yüzyılın son çeyreğine kadar, Anadolu ve Balkanlar’da kırsal alanlarla kentler arasındaki işbölümü giderek derinleşmeye, hem kırlarda hem de kentlerde pazar için üretim ve para kullanımı yaygınlaşmaya başladı. Hem yerel ticaret hem de bölgeler arası ticaret genişledikçe, irili ufaklı kentler daha da canlanmaya, birer ticaret merkezi haline gelmeye başladılar.
16.yüzyılın son çeyreğinde ise, zaman içinde kırsal alanlardan yerel pazarlar ve tüccarlar aracılığıyla kentlere gönderilen üretim fazlası daralmaya başlayınca, İstanbul’un ve taşra kentlerinin iaşesi sorunlar yaratmaya başladı. Bu durumda İstanbul’daki ve taşradaki devlet yöneticileri kentlere mal akışını sürdürmek amacıyla tarımsal üreticiler üzerindeki baskılarını arttırdılar. Reayanın ürettiği malları önceden saptanan fiyatlarla kentlere aktarmaya çalıştılar. Kırsal alanlarda üretilen gıda maddelerine ve hammaddelere talep yalnızca Osmanlı kentlerinden gelmiyordu. 16.yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da nüfus tarımsal üretimden hızlı artmış, tarımsal ürünlerin fiyatları diğer fiyatların önünde seyretmişti. Venedikliler’in önderliğinde Avrupa tüccarları Doğu Akdeniz havzasına geliyor ve tarımsal ürünleri daha yüksek fiyatlar vererek Batı’ya aktarmak istiyorlardı.
Böylece, Balkanlar ve Anadolu’nun tarımsal üretimi için reaya, kentler ve Avrupa tüccarları arasında üçlü bir rekabet başladı. Reaya merkezi devletin baskılarına karşı direniyor, nüfus artışları nedeniyle tarımsal üretimin daha büyük bir bölümü kırsal alanlarda tüketiliyordu. Reaya ile sipahinin pazara getirerek tüccara sattığı ve miktarları giderek daralan tarımsal fazla ise Osmanlı kentleriyle Avrupa tüccarları arasında yoğun bir mücadeleye konu oluyordu. Böylece yüzyılın son çeyreğinden itibaren Osmanlı ekonomisi bir bunalım konjonktürüne girmiş oluyordu. 16.yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde gelişen ve kırlarla kentler arasındaki işbölümünün derinleşmesini, meta üretiminin yaygınlaşmasını ve iç ticaretin genişlemesini sağlayan iktisadi canlılık dalgası 1570’ler veya 1580’lerden itibaren tersyüz olmuştur. Bu tarihten sonra iç ticaret daralmış, kentlerdeki üretim gerilemiş, kırlarla kentler arasındaki işbölümü ve iktisadi bağlar zayıflamaya, gevşemeye başlamıştır.
16.yüzyıl boyunca tarımsal ürünlerin fiyatları diğer fiyatlardan daha hızlı artmıştır. Tüccarlar yerel pazarlardan topladıkları tarımsal malların bir bölümünü kentlere gönderirken, bir bölümünü de Doğu Akdeniz havzasında mal arayan Avrupalı tüccarlara devrediyorlardı. Böylece artan fiyatların da etkisiyle tarımsal kesimde pazar için üretim ya da meta üretimi yaygınlaşmaya başlamıştır. Ayrıca, tımarlar çerçevesindeki üretimin ya da pazarlanabilir ürünün önemli bir bölümü sipahi ve askerleri tarafından tüketilmekte, pazara yönelen bölümü sınırlı kalmaktaydı. Oysa mültezimler hem devlete olan parasal yükümlülüklerini yerine getirebilmek, hem de yükselen tarımsal ürün fiyatlarından yararlanabilmek için ürünün mümkün olduğu kadar büyük bir bölümünü tefecilik ve diğer yöntemlerle reayadan çekip almakta ve pazara getirmekteydiler. Ancak, çiftliklerden yerel pazarlara aktarılan tarımsal ürünlere, Osmanlı kentleri için mal satın almak isteyen tüccarların yanı sıra, Avrupalı tüccarlardan da talep gelmekteydi. Merkezi devletin sık sık uyguladığı ihracat yasaklarına karşın, yerel pazarlardaki ürünlerin bir bölümünü devlet narhlarının çok üzerinde fiyatlarla Avrupalı tüccarlar satın alıyor ve deniz yoluyla Osmanlı ülkesi dışına gönderiyorlardı.
18.yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile olan ticaretinin bir genişleme içine girdiği görülmektedir. Bu eğilim özellikle Balkanlarda ulaştırma olanakları olan bölgelerde dış pazarlar için tarımsal mallar üretimini harekete geçirmiştir. İmparatorluğun Balkan vilayetlerindeki çiftlikler incelendiğinde, bunların büyük limanlara yakın yörelerde, Karadeniz ve Ege kıyılarıyla Tuna ve taşımacılığa elverişli diğer ırmakların çevresinde yoğunlaştıkları görülmektedir. 17.yüzyılda Balkanlar’daki çiftlikler üretimlerini imparatorluk içindeki pazarlara gönderirlerken, 18.yüzyılda dış pazarlar önem kazanmaya başlamıştır.
Osmanlılar’ın yönetiminde, Balkanlar’daki tüccarlar güçlenirken, bölge de hızla şehirleşmiştir. Çeşitli faktörler, 16. ve 19.yüzyıl arasında Balkanlar’da ticaretin gelişmesine katkıda bulunmuştur. İlk olarak, Osmanlılar, İstanbul’u Levant’ın ticari bir merkezi olarak geliştirmeye kararlıydılar. İkincisi, İstanbul, malların temininde Balkanlar’a bağlıydı ve Balkanlar’daki eyaletler hızlı bir şekilde Osmanlı başkentinin temel tedarikçisi oldu. Balkanlar Orta ve Doğu Avrupa’yla ve Karadeniz çevresiyle ticaret yapmaktaydı. Balkanlar’daki kara ticareti de Sultan’ın Osmanlı toprakları üzerinde yabancı ticarete koyduğu yasak sayesinde yerli tüccarlar lehinde gelişmişti. Gelişen Balkan ticaretini bitiren olgu ise, Balkanların Avrupalı ekonomilerle giderek daha fazla bütünleşirken, Osmanlı merkezinden gittikçe uzaklaşmaya başladığı dönemde meydana gelmiştir. Süreç, yine de, tersine çevrilemez değildir. Osmanlı imparatorluğu döneminde, Balkan ticareti, yönünü Avrupa ticaret yörüngesine çevirince, son buldu. Buradaki provokatif soru ise, Balkanlar’daki pek çok bölgesel pazarlarda, 1990’lı yıllarla birlikte yeniden canlanan, Avrupa ticaret yörüngesinden ayrı kalış hafızasının, kendisine yeniden özgün bir yörünge yaratabilme inisiyatifi ile ilgilidir.
Son yıllarda bilimsel araştırmalar, Balkanlar’a bütüncül yaklaşan Osmanlı yönetiminin, ekonomik kalkınmayı yavaşlatıcı bir faktör olmanın tam aksine ekonomik gelişmeye daha fazla olanak tanıdığını; 19. yüzyıldan başlayarak bağımsızlıklarını kazanan Balkan ülkelerindeki ekonomik kalkınma sürecinin Osmanlı dönemine oranla daha düşük bir düzeyde gerçekleştiğini kanıtlamıştır. Osmanlı’nın çökmeye başlamasıyla birlikte Avrupa, Balkanları bir pazar olarak görmüş, kendi çıkarlar doğrultusunda bölgeyi yönlendirmiştir. Çeşitli coğrafi, tarihi, etnik, ve dini nedenlerle Balkanlar, Osmanlı Devleti’nin kuvvetli devirleri hariç olmak üzere, daima parçalanmış bir şekilde kalmıştır.
Balkanlar’daki Osmanlı darphaneleri, 16.yüzyılda aşağıdaki şekilde dağılım gösteriyordu: Yugoslavya (Belgrad, Caniçe, Novo Brdo), Türkiye (Edirne, İstanbul), Bulgaristan (Filibe), Makedonya (Kratova, Üsküp, Ohri), Yunanistan (Sakız Adası, Selanik, Serez, Sidrekapsi), Bosna (Srebreniça). Osmanlı dönemi için çok önemli sonuçlar yaratan bir gelişme de, 13. yüzyılın sonlarından ve 14.yüzyılın başlarından itibaren Makedonya, Sırbistan ve Bosna’da gümüş madenciliğinin canlanmasıdır. Ayrıca, Anadolu’da doğu-batı yönünde geçen ticaret yollarının gerilemesi ve değerli maden kıtlıklarının ortaya çıkması, Osmanlıların 14. ve 15. yüzyıllarda Balkanlar’daki zengin maden yataklarına doğru yönelmelerini hızlandırmış olabilir. Balkanlar’daki en büyük maden Üsküp’te idi. 16.yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde Makedonya’daki Sidrekapsi, Balkan yarımadasının en verimli madeni konumuna yükselmişti. İkinci sırada, Sidrekapsi’nin yarısından az bir üretim hacmiyle Novo Brdo geliyordu. Batı – Orta Anadolu ve İstanbul bölgesiyle birlikte Balkanlar, Osmanlı para düzeninin merkezini oluşturuyordu. Osmanlı sikkeleri üzerinde 18.yüzyılın ortalarına kadar Konstantiniye olarak anılan başkentteki darphane de, bu bölgenin ve imparatorluğun en büyük darphanesiydi. Sultan II. Bayezid’in otuz bir yıllık saltanatı (1481-1512) sırasında, akçe üreten toplam 14 darphaneden 6’sı Balkanlar’da, (Edirne, Gelibolu, Üsküp, Novar, Kratova, Serez) biri başkentte, diğerleri de Anadolu’daydı. Balkanlar’daki üç darphane Serez, Novar (Nova Brdo) ve Üsküp ise önemli madenlerin yakınında kurulmuştu. Balkanlar’daki darphanelerin sayısı 16. yüzyılda, özellikle de Kanuni’nin saltanatı (1520 – 1566) sırasında önemli artışlar gösterdikten sonra, II.Selim ve III.Murad’ın saltanatları sırasında (1566-1595) doruğa ulaştı. Balkanlar’daki Osmanlı darphaneleri Tuna’nın güneyinde yer almakta, Batı’da ise Bosna’da Banya Luka’ya kadar uzanmaktaydılar. Balkanlarda en fazla sikke üreten darphaneler, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Makedonya ve Sırbistan’daki gümüş madenleri çevresinde kurulanlardı. Gümüş sikkelerin büyük bir kısmının Balkanlar ve İstanbul’da üretildikten sonra şu veya bu biçimde Anadolu’ya aktarıldığı anlaşılmaktadır. Bakır sikkeler ise tam tersine, büyük çoğunlukla Anadolu’da üretilip Balkanlar’a gönderilmekteydi.
Balkan ve pazar kelimeleri Arnavutça, Bulgarca, Sırpça, Macarca, Romence, Rumca gibi tüm Balkan dillerinde ortak olarak kullanılan Türkçe kökenli kelimelerdir. Ayrıca, pazar kelimesi Balkanlar’daki yer adlarına da yansımıştır; Arnavutluk’ta Ndrouqi Pazari, Bosna-Hersek’de Pazaric, Bulgaristan’da Pazarcık, Tatarpazarcık, Novi Pazar, Osman Pazarı; Makedonya’da Skopski Pazar, Romanya’da Pazarlia, Yugoslavya’da Novi Pazar, Virpazar, Hırvatistan’da Pazariste ve Yunanistan’da Megalo Pazaraki bu yer adlarından bazılarıdır. Bu ülkelerde içinde pazar kelimesinin geçtiği 40’dan fazla yeradı, bölgede pazar olgusunun ne denli yaşamsal olduğunu ve Türklerin yönetiminde Balkanlar’da bölgesel ve bütüncül bir pazarın yaratıldığını göstermektedir. Balkanlar’a gerek Kırım üzerinden ve gerekse Anadolu üzerinden giden Balkan yerleşme politikasının temelini oluşturan ‘’muhacir dervişler”in bir kısmı gazilerle birlikte fetih yaparken, bir kısmı ise civardaki tamamen boş ve tenha yerlere yerleşmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlardır. En güvenli bölgeler olması nedeniyle de zamanla etraflarında pazarlar oluşmuş ve şehir adları da bununla uyumlu olmuştur. Yeni Pazar, Osman Pazarı, Pazarcık bunlardan birkaçıdır.
BALKANPAZAR Bölgeselleşme Stratejisi
Macaristan’dan Türkiye’ye, Karadeniz’den Adriyatik’e ve hatta bazılarının önesürdüğü şekilde Rusya’ya, Orta Asya ve Çin’e kadar olan bölgede, bölgesel bir (iç) pazar yeniden oluşmaktadır. Macaristan’ın en kuzeydoğusundaki Debrecen’den, Avrupa-Asya ticaretinin merkezi İstanbul’a kadar, devletlerin siyasi ve askeri sınır tanımlamalarından farklı bir bölgenin dış çizgileri gözükmeye başlıyor.
On yıldan daha uzun bir süredir, eski ticaret yolları bölgede yeniden ortaya çıkarken, mazide kalan şehirler Balkanlar’da ticaret merkezleri olarak yeniden canlanmaktadır. Geçtiğimiz on yıllık süre içinde, Balkanlar’ın tümünde ve orta ve doğu Avrupa boyunca yeni/eski pazar merkezleri ortaya çıktı. Macaristan’da Debrecen, Yugoslavya’da Bosna, Sırbistan, Karadağ sınırının kesiştiği noktada Novi Pazar, Macaristan sınırındaki Subotica şehrinde Mali Bajmok, Karadağ, Arnavutluk sınırındaki Tuza, Bosna’da Brcko şehrinde Arizona Market ve en nihayet bütün bölgenin ana ticaret merkezi , Avrupa-Asya ticaretinin belkemiği İstanbul, Balkanlar’daki yeni pazar merkezleridir. Sonunda, İstanbul yeniden, bölgenin ana ticaret merkezi oldu.
Bölgedeki yerel pazarlar, Balkanların her yerinden Ukraynalılar, Romenler ve diğer bölge insanlarını cezbederek onlara Bosna, Sırbistan, Karadağ ve Hırvatistan’daki pek çok sınır şehrindeki pazarlardan temin edilen malların satışını yapmaktadır. Balkanlar’daki ticaret, dünya pazar ekonomisinin hem içinde ve hem de dışında bir yerde durmaktadır.
Küreselleşme döneminde, nüfusu az olan ülkeler önemli bir avantaj yakalamışlardır; belli bir konuda derinlemesine uzmanlaşarak küresel pazara açılmak şeklinde özetleyebileceğimiz bu strateji Finlandiya, Norveç, İrlanda, Hong Kong, Singapur gibi ülkeler tarafından başarıyla uygulanmaktadır. Türkiye, bu özelliklere sahip Balkan ülkeleriyle işbirliğine/işbölümüne giderek küresel çağın avantajlarını birlikte değerlendirebilecek, birlikte küresel pazarlara ürünler sunabilecektir. Burada yapılması gereken, ürünler ve işbölümü alanlarının tespitidir.
Avrupa’nın ortalarından Asya’nın ortalarına kadar olan bölgeye, coğrafya biliminde Avrasya kıtası adı verilmektedir. Genelde, önümüzdeki yıllarda AVRASYA’da önemli gelişmeler olacağı beklenmektedir. Avrupa’nın doğusu ile Asya’nın batısının kesiştiği yerde, yani Avrasya kıtasının merkezinde ise Türkiye Cumhuriyeti yer almaktadır. Yeni bir yüzyılda Asya kıtasının öne çıktığını ve bu nedenle de Avrasya bölgesinin önem kazandığını görüyoruz. Avrasya kıtası bir anlamda 21. yüzyılın kilit bölgesi olarak anlam kazanmaktadır. Avrasya ülkeleri, Batı Avrupa’dan ve Asya’nın diğer bölgelerinden farklı bir yapıya sahiptirler. Türkiye de bir Avrasya ülkesidir. Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Pazarları, Orta Doğu-Kuzey Afrika ve Orta Asya ülkeleri bir bütün olarak Avrasya kavramı çerçevesinde ele alındığında, ne tam Asya ülkesi özelliği ne de tam Avrupa ülkesi özelliği gösterirler. Asya ve Avrupa özelliklerinin dışında, bir ayrı bölge olarak ortaya çıkan Avrasya’nın da kendine özgü özellikleri bulunmaktadır. Balkanlar aynı zamanda Türkiye’nin Avrasya boyutunun tamamlayıcı bir öğesidir. Türkiye’nin Avrupa ile fiziki ve fiili bağı ise, öncelikle bir Balkan ülkesi olma kimliğinde saklıdır. Balkan yarımadasının Türkiye’yi Avrupa ile irtibatlandırması, bu bölgenin önemini artırmaktadır. Türkiye Balkanlı olduğu ölçüde Avrupalıdır, Balkanlar’da güçlü konum oluşturduğu ve rol oynadığı sürece Avrupa’da etkin olabilir.
Balkan ülkeleri hem ticaret hem de yatırımlar açısından dünya sahnesinde giderek önemli bir pazar olma özelliği kazanmaktadır. Balkan ülkelerinin ekonomik yapıları birbirlerini tamamlayıcı özelliklere sahiptir. Yirminci Yüzyılın sonlarında dünyada hızla oluşan siyasi ve ekonomik küreselleşme sürecinin ürünü olan bölgesel işbirliği örgütlenmelerinden de esinlenerek, Balkan ülkeleri arasında da bölgesel işbirliğinin gelişmesi yönünde büyük bir potansiyelin olduğu gözlenmektedir. Böylelikle, bölgenin dağınık sosyo-ekonomik dinamiklerinin bir bütün halinde organize edilmesi gereği ve yararı ortaya çıkmıştır. Bölgenin daha önceki koşullarında gerçekleştirilmesi mümkün olamayacak bir ekonomik işbirliği süreci olan BALKANPAZAR projesi, işte bu gelişme ve değerlendirmeler kapsamında yaşam bulabilecektir.
Balkan ülkeleri ekonomik ve sosyal açıdan Batı’ya yakınlığı, zengin doğal ve beşeri kaynakları ve yüksek büyüme potansiyeli nedeniyle önemli bir pazar konumundadır. Yıllardır savaş ortamında olan bazı Balkan ülkeleri, savaş ortamının ortadan kalkması ile hızlı bir kalkınma ve yeniden imar ortamına girecektir. 90’lı yıllarda yaşanan iç savaşlardan sonra uluslararası kredi ve yardım kuruluşlarının bölgenin yeniden kalkınması için ayırdığı fonlar yavaş yavaş kullanılmaya başlanmaktadır. Bu fonların verdiği güven ve moralle Balkan ülkeleri AB üyeliği öncesi aralarında gümrük birliği oluşturulmasını konuşuyorlar. Ancak önlerine koydukları hedef büyük; kademeli olarak gümrük birliği oluşturmak ve AB’nin 2004’teki genişleme sürecini sindirmesinin ardından topluca birliğe üye olmak.
Balkanlar 2003 yılında ekonomik atılıma geçiyor. Bölgenin önümüzdeki 10 yılda Avrupa’nın en yüksek büyüme oranına sahip olması hedefleniyor. Başta Slovenya olmak üzere, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyelikleriyle beraber Balkanlar da ekonomik ve ticari açıdan tüm Avrupa için önemli bir çekim merkezi haline gelirken, ilke olarak ülkeler arasındaki mevcut geleneksel bağlardan, coğrafi yakınlıktan ve birbirini tamamlayan ekonomilerden yararlanmak suretiyle, Balkan ülkeleri arasında uyumlu bir işbirliği kurulabilecektir. Daha uzun vadede ise, kişilerin, sermaye, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımı sağlanarak, bir serbest ticaret bölgesi kurulması da amaçlanabilecektir. Balkanlar’da bölgesel işbirliği yönündeki eğilimlerin güçlenmesi neticesinde, bölgede yüksek kalkınma oranları yinelenebilecektir.
2007 yılında AB’nin kapılarının Bulgaristan ve Romanya için tekrar açılacak olması AB üyeliği hedefleyen diğer Balkan ülkeleri tarafından önemli bir fırsat olarak algılanıyor. Bu nedenle geçtiğimiz dönemde Hırvatistan, Makedonya ve Arnavutluk’ta önemli adımlar atıldı. Hırvatistan 21 Şubat’ta AB üyeliği için resmi başvuruda bulunurken, Makedonya 2003 yılı sonunda üyelik başvurusunda bulunacağını açıkladı. Her iki ülke de 2007 yılında tam üye olmayı hedefliyor. Hırvatistan ve Makedonya 2001 yılında AB ile istikrar ve katılım antlaşmaları imzalayarak AB ile ilişkilerini geliştirmeye başladılar. Arnavutluk ise geçtiğimiz ay AB ile İstikrar ve Ortaklık Antlaşması imzalamak üzere görüşmelere başladı. İstikrar ve Ortaklık Antlaşmaları, AB’nin Balkanlar’da Yugoslavya Federasyonu’nun dağılması ile oluşan istikrarsızlığı azaltabilmek, etnik çatışmaları önlemek, bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerin siyasi ve ekonomik reformları desteklemek için oluşturduğu istikrar ve ortaklık sürecinin bir parçası.
AB bu süreç içinde söz konusu anlaşmalar ile bölge ülkeleri birlik standartlarına ve kurallarına yakınlaştırmayı, bu ülkeler arasında işbirliğini güçlendirmeyi amaçlıyor. Gerekli reformları tamamlayan ülkelerin de nihai aşamada birlik üyesi olması öngörülüyor. Bölge ülkelerindeki istikrarsızlıklar, etnik çatışmalar, yasadışı göç, uyuşturucu-insan ve silah kaçakçılığı vb. hususlar AB’yi de doğrudan etkileyen sorunlara yol açmış durumda. Bu bakımdan Balkanlar’daki ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın önlenmesinde AB daha aktif rol oynamaya çalışıyor, güvenlik ve barışın korunmasında daha çok sorumluluk üstlenmek istiyor. Hatırlanacağı gibi bu ay içerisinde Makedonya’daki barış koruma görevi NATO’dan AB’ye geçecek. Bu gelişme AB’nin bölgede etkili bir aktör olma talebinin en açık göstergelerinden biri. AB, bir yandan da üyelik hedefinin bölge ülkelerinin gerekli reformları gerçekleştirmesini kolaylaştıracağını düşünüyor. Dönem başkanı Yunanistan, Balkan ülkeleri ile AB arasındaki ilişkileri güçlendirmek amacıyla haziran ayında bir Balkan Zirvesi düzenlemeyi planlıyor. Balkan ülkeleri AB tam üyeliği perspektifinden memnunlar ve buna hazırlık amacıyla çeşitli çalışmalar gerçekleştiriyorlar. AB ise Balkan ülkelerinde üyelik konusunda atılan adımları memnuniyetle karşıladığını ifade ediyor. Ancak bölge ülkelerinde insan haklarının korunması, siyasi istikrar ve organize suçlarla mücadele konularında önemli eksiklik bulunduğu da açık. Üyelik süreci umulduğu kadar kısa olmayabilir. Burada dikkat çekici olan bir başka husus da, başta Komisyon Başkanı Romano Prodi olmak üzere hemen hemen tüm birlik yetkililerinin bu ülkelerin kaydettiği gelişmelere gösterdikleri olumlu tepkiler. Örneğin Prodi geçtiğimiz günlerde bölgeye gerçekleştirdiği bir ziyarette, tüm Balkan ülkelerinin AB ile bütünleşme perspektifi olduğunu ve gerekli kriterleri yerine getirenlerin birliğe katılacağını açıkça belirtti.
Balkanlar’da, bütün bölgeyi kapsayacak bir ekonomik gelişme hedefi tutturulabilirse temel oturtulabilecektir. Balkanlarda, AB benzeri, ama bölgesel bir ekonomik anlaşma; AB modeli bir ekonomik kalkınma, serbest ticaret, projelerle ilgili işbirliği, insanların ve fikirlerin serbest dolaşımını sağlayan bir anlaşma ile ciddi bir ekonomik gelişme hedefi tutturulabilecek ve bütün Balkan ülkelerinde daha fazla serbest ekonomik bölgeler kurulabilecek, Balkan ülkeleri arasındaki ekonomik işbirliği neticesinde bu ülkelerdeki ekonomik gelişme güçlenmiş olacaktır; Balkan ülkeleri arasında böyle bir anlaşma Balkanlarda ilk bölgeselleşme modeli olacaktır. Avrupa’da son 10-12 yıldır ortaya çıkan köklü değişikler, bugünkü çatışma görüntüsüne rağmen, Balkan işbirliğinin geleceği için önemli avantajlar sağlamıştır. Balkan kimliği, Balkanlarda bölgesel işbirliği ve bölgenin birbirinden çok farklı tarihi ve kültürel çeşitliliği, Balkan ülkelerinin küreselleşme yönelimini pekiştiren yerel öğeler olarak değerlendirilmelidir.
Hiç şüphe yok ki ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi, gerginliklerin yumuşamasına yol açacaktır. Son birkaç yıl içinde ekonomik küreselleşme bizlere, ülkelerin nasıl birbirlerine bağımlı hale geldiğini, ayrıca aralarındaki işbirliğinin ne denli önem taşıdığını göstermiştir. Balkanlar’da kalıcı bir barış ve istikrar ancak bölgesel işbirliğiyle sağlanabilir. Güçlendirilmiş ve çeşitlendirilmiş işbirliği sadece bölgede istikrar ve barışın sağlanmasına katkıda bulunmaz . Aynı zamanda bölgenin Avrupa’ya entegrasyon sürecini de hızlandıracaktır. Balkan işbirliği süreci bölgenin ortak geçmişini karşılıklı paylaşılan ortak bir kadere dönüştürme imkanını sunmaktadır. Balkanlar iki kıta arasında bir köprü oluşturarak açıkça tanımlanmış çok önemli bir rolü üstlenmek zorundadır.
Balkan ülkelerinin ekonomik gelişmelerini sağlamak üzere Güneydoğu Avrupa İşbirliği Teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilata Arnavutluk, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Makedonya, Moldova, Romanya, Yugoslavya, Slovenya, Macaristan ve Türkiye üyedir. Bu teşkilatın amaçlarından bir tanesi Balkan ülkelerinin Avrupa Birliği ile bütünleşmesini kolaylaştırmaktır. Bu teşkilatın içerisinde Türkiye aktif olarak görev almakta ve çeşitli Balkan ülkelerine iktisadi gelişmelerine yardımcı olmak üzere proje kredisi vermektedir.
Türkiye ile Balkan ülkeleri arasındaki sosyal ve siyasi ilişkilerimiz genellikle ekonomik ilişkilerimizden daha fazla durumdadır. Ama rahatlıkla söyleyebiliriz ki önümüzdeki yıllarda, diğer faaliyetlerin yanında ekonomik faaliyetler de hız kazanacaktır. Özellikle gerek Balkan ülkelerinin gerekse Türkiye’nin Avrupa Birliği genişleme alanı içinde bulunmaları, bu ülkelerin müşterek bir kısım hareketlerde bulunması gerektiğini de ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten Balkan ülkelerinin bir kısmı Türkiye’den daha önce, bir kısmı Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği üyesi olacaktır. Onun için bu dönemde Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile olan ekonomik ilişkilerini arttırma çabası içinde olacaklardır.
Balkanlar’ın Türkiye’nin genel politikasının tüm alanlarında özel bir konumu vardır. Ancak 21.yüzyılın küresel rekabet ortamında dünya ekonomisinde ağırlıklı rol oynayabilmenin en önemli şartlarından birisi de bölgesel, ekonomik ve ticari işbirliğinin şartlarını geliştirmektir. Türkiye bu çerçevede öncü rol oynamalıdır. Tarihsel olduğu kadar ekonomik temellere de dayalı olarak bölge ülkeleri arasındaki işbirliği ulusal ve uluslararası nedenlerle kaçınılmaz hale gelmiştir. Tarih her alanda bölgesel işbirliğinin gerekliliğini göstermiştir. Bölgedeki ilişkilerine özel bir önem veren Türkiye; Balkanlarda yoğun ve değişik alanlarda bölgesel işbirliğine önem vermelidir.
“Bölgesel örgütlenme” kavramı, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası örgütler tarafından özendirilmiş ve özendirilmektedir. Bölgesel örgütlenmenin yalnızca barış ve güvenlik konularını değil, ekonomik ve sosyal konuları da içerdiği açıktır. Balkanlar’da da böyle bir alt örgütlenmeye gitmek, bölgesel dayanışmaya temel olacak ve bölgesel yayılmayı hızlandıracak bir yapı oluşturabilir. AB’nin aşamalı olarak bölgesel yayılma eğiliminde olduğu bilinmektedir. Yine “Karadeniz Ekonomik İşbirliği”, bu bölgenin bir kısmını kapsamakta ve AB’ni dışlamamaktadır. Balkan ülkelerinden Arnavutluk, Bulgaristan, Moldova, Romanya ve Yunanistan, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİB) örgütünün üyesidirler.
Bölgesel entegrasyonun büyük önem taşıdığı bugünün dünyasında BALKANPAZAR girişimi, Türkiye ve diğer Balkan ülkeleri için gerek ekonomik ve gerekse siyasi açıdan çok yönlü potansiyeli olan önemli bir olanak ve fırsattır. Girişim, üye ülkelere pek çok yararlar getirecek ve onların ekonomik ve siyasi yapılanmalarına olumlu katkılarda bulunacaktır. Bu süreç çerçevesinde üretilecek ve uygulanacak projelerle, bölgedeki ticari potansiyel artacak ve ekonomik ilişkiler hızlanacaktır. Ticari hacimlerdeki dengeli artışlar bölge halklarının refahına olumlu olarak yansıyarak yeni iş alanlarının açılmasına ve yeni yatırımların gerçekleşmesine zemin hazırlayacaktır. Serbest piyasa ekonomisinin kapsamlı ve nitelikli olarak uygulanması, bölgenin refah düzeyini artmasına ve dolayısıyla demokratik siyasi yapılanmada da olumlu etkilerin olmasına katkıda bulunacaktır. Coğrafi yakınlık, kültür ve tarih birliği gibi ortak paydaları değerlendirerek, Balkan ülkeleri süratli bir şekilde ikili ve çok taraflı ilişkilere girebileceklerdir. Başarılı bir demokratik ve ekonomik yapılanma sürecinin doğal sonucu olan siyasi istikrar, bölgedeki güvene ve barışa olumlu olarak yansıyacaktır. Bu da gösteriyor ki, BALKANPAZAR girişimi, üye ülkelerin bölgesel sınırlarını aşıp, gelişmiş dünya ülkelerinin yer aldığı entegrasyonlara olan adaptasyonlarında bir katalizör görevi yapmış olacaktır. Bu olgu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecinin de fikir babalığını yapan ve daha sonra da gerçekleşmesinde çok aktif bir rol oynayan Türkiye’yi bölgede siyasi ve ekonomik açıdan daha da önemli bir konuma getirecektir. Bugün gördüğümüz ekonomik gruplaşmalar, ileride ekonomik sınırların ortadan kalkacağının göstergesidir. Örneğin, bugün Avrupa Birliği’nin dünyanın bir numaralı ticari gücü olma başarısının altında üye ülkelerin kendi aralarında ekonomik sınırları kaldırmaları, mal, hizmetler, sermaye ve kişilerin serbest hareketini sağlamış olmaları yatmaktadır. Benzeri bir yaklaşım ve anlayışla, Avrupa ve dünya ekonomisi ile bütünleşme hedefi yolunda, ulusal değer ve niteliklerimizi koruyarak, sınırları aşan bir anlayış ve yarar birliğine, öncülüğünü Türkiye’nin üstlendiği BALKANPAZAR olgusu ile ulaşabileceğine inanılmaktadır.
Balkan ülkelerindeki ekonomik işbirliği mekanizmaları ülkemiz lehine daha etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Bu kapsamda, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, İGEME tarafından işlevleri üstlenilen Balkan ülkeleri Ticareti Geliştirme Bölge Merkezi, Balkan Ülkeleri Odalar Birliği, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Girişimi gibi kuruluş ve mekanizmaların hizmetlerinden firmalarımızın yararlanabilme imkanlarının sağlanması yerinde olacaktır. Bölge ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkiler ve işbirliği; coğrafi yakınlık ve tarihi bağlardan kaynaklanan avantajların en iyi şekilde değerlendirilmesi suretiyle, gerçekleştirilmeli ve çeşitlendirilmelidir. Arnavutluk, GKRY, Hırvatistan, Makedonya, Moldova, Slovenya ve Yugoslavya’da, diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi Ticaret Müşavirlikleri tesis edilmelidir.
Balkan ülkeleri bugüne kadar coğrafi beraberliğin yarattığı bir ortak başarıyı hayata geçirebilmiş durumda değil. Oysa, BALKANPAZAR, küreselleşme sürecinin sağladığı olanaklardan etkili bir şekilde yararlanma ve sürecin olumsuz yönlerinden olabildiğince az etkilenmeye yardımcı bir kuruluş olabilir. Bunun için BALKANPAZAR’ın etkinliğinin ve verimliliğinin artırılması, birlikte öngörülecek ekonomik ve ticari hedeflerin geliştirilmesi gerekiyor. BALKANPAZAR’ın canlı ve dinamik bir kuruluş haline getirilmesi yolunda adımlar atılmasının vakit geçirilmeden sağlanması bekleniyor. Balkanlarda bölgesel işbirliği, bugüne kadar komşularıyla ilişkilerini yeterince geliştirememiş olan Türkiye açısından yeni dönemde büyük imkanlara konu olabilecektir. Türkiye, Balkan ülkeleriyle işbirliğini sıcak tutabildiği ölçüde, AB içerisindeki gücünü de artırabilecek; bölgesel ticareti sürekli ve sürdürülebilir ekonomik gelişmenin önemli bir sinerji aracı olarak ele alabilecektir.
Farklı medeniyet bölgeleri arasında bir bağlantı olan ve geçmişindeki güçlü imparatorlukların birikimi ile farklı kültürlerin sentezini yapabilme başarısını gösteren ‘’Balkanlar dünyası” aynı zamanda endüstriyel yenilikçi faaliyetlerin ve müteşebbislerin insiyatifinin birleştiği bir pota, sermaye akışının, ticaretin biraraya toplanmasının ve altyapı bağlantılarının ürettiği kuvvetlerin kıyı bölgelerini anakaralarından ayırdığı ve bu mekanı diğer güç yönlerine doğru yeniden yapılandırdığı, bürokratik planlamanın sıkı kontrol mekanizmasını zorlaştıran çok yüzlü bir alan olarak da gelişmelidir. Türkiye’nin büyüme potansiyeli ve Balkanların her yöne açılan ticaret yolları üzerindeki konumu; “BALKANPAZAR” ın yollarında ve limanlarında büyük bir canlılık ve dinamizm yaratacaktır.
Türkiye’nin Balkanlar ile ilişkileri, Avrupa, Avrasya ve Asya-Pasifik arasındaki ilişkiler ve ticaret açısından da çok önemlidir. AB ve Avrasya arasındaki ilişkileri, Türkiye, Balkan ülkeleri ile birlikte geliştirerek yeni fırsatları değerlendirebilecektir. Balkanlar ile Avrupa Birliği, Avrasya ve Asya-Pasifik hattı çerçevesinde karşılıklı işbirliğini geliştirmeliyiz. Türkiye; Avrupa, Avrasya ve Asya-Pasifik arasında köprü görevi görerek, Avrasya’yı ve Asya-Pasifik’i, Balkanlara taşımalıdır. Böylece, Türkiye, Balkanların Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Asya-Pasifik’e, Balkanlar ise Türkiye’nin Orta ve Doğu Avrupa serbest ticaret bölgesine açılan kapısı olabilecek; “Avrupa-Balkanlar-Türkiye-Kafkasya-Orta Asya-Çin hattı” hem batıdan doğuya hem de doğudan batıya her iki yönde de geliştirilebilecektir. Bu hat üzerindeki D-8, İSEDAK, ECO gibi bölgesel entegrasyonlarda Türkiye’nin; CEFTA gibi entegrasyonlarda Balkan ülkelerinin katılımı, KEİB’de hem Türkiye’nin hem Balkan ülkelerini katılımı; AB’de ise adaylıkları vardır. Avrasya ve Asya-Pasifik ile ticari teması ve kültür alışverişini atalarımız 2000 yıl önce dünyaca bilinen İpek Yolu ile gerçekleştirmiştir. Çin ile Türkiye’yi bağlayan İpek Yolu, Türkiye’yi katettikten sonra ‘’Via Egnatia” ile Balkanlar’da devam ederek Avrupa’ya doğru uzanmaktadır. Türkiye; Avrasyasıyla, Asya-Pasifikiyle “Bir Uçtan Bir Uca Asya”nın Balkanlar’a giriş kapısı olmalıdır. Avrupa ve ABD’siyle Batı dünyası Türkiye’yi Avrasya ülkelerine giriş kapısı olarak değerlendirmektedirler. Coca Cola Avrasya merkezi Türkiye’dedir. Aynı şekilde Avrasya ve Asya-Pasifik ülkelerinin de Balkanlara giriş kapısı olduğumuz imajı güçlendirilmelidir.
Son dönemde Balkan işdünyası daha sık bir araya gelmekte ve çeşitli toplantılar, seminerler düzenlemektedir. DEİK bünyesinde tüm Balkan ülkeleri için İş Konseyleri vardır. Bu tür etkinlikler Balkanların pazar koşullarını öğrenmeye, işletmeler arasındaki işbirliğini genişletmeye yönelik önemli katkılar sağlamaktadır. Bundan sonra Balkanlardaki işbirliğini arttırmaya yönelik yeni kanallar açmaya, karşılıklı anlayışı güçlendirmek amacı ile bilgi akışını sağlamaya daha fazla önem verilmelidir.
Türkiye, bölgenin en büyük pazarıdır. Bizim en büyük talihimiz, Balkanlarda tarihimizin, kültürümüzün çakıştığı yabancı olmadığı toplumlar, ülkelerin varolmasıdır. Türk özel teşebbüsü, özel girişimi, müteşebbisi talep eden Balkanlar’ı, Balkanlar’ın talep ettiklerini ve bu talebe göre arzı tanımalıdır. Türkiye’deki genç nüfus Balkanlar’daki en büyük şansımız ve hazinemizdir.
Türkiye, orta vadede, bugünden başlayarak 3-5-10 yıl içerisinde giderek hızlanacak tarzda bölge pazarının sürükleyicisi haline gelerek, bu pazarlara çok etkili bir şekilde yeniden girebilmelidir.
Burada önemli bir diğer husus ise çeşitli Balkan ülkelerinde yaşayan azınlık toplumlarının bu ülkeler arasında köprü olduğu gerçeğidir. Balkan bölgesel işbirliği modelinin kurgulanmasında Bulgaristan örneği bölgede genişletilmelidir; Bulgaristan’daki Türk asıllı nüfusun varlığı son yıllarda altın dönemini yaşayan ekonomik/ticari ilişkilerdeki altın anahtardır. Balkan ülkelerinin her birinde diğer Balkan ülkelerinden azınlıklar vardır; bu azınlıklar bölgesel ticaret hareketinin katalizörleri olmalıdırlar.
Sonuç: ”Bir Uçtan Bir Uca Balkanpazar”
Avrupa Birliği, bir zamanlar Ortak Pazar olarak anılmaktaydı; Balkanlar’da da aynı şekilde ortak, bütüncül bir pazar bir realite idi. Bu tarihsel temelden yola çıkarak, Balkanların en büyük ekonomisi olan ve 500 yıl boyunca Balkanlar’ı yöneten Türkiye’nin öncülüğünde, Balkan ülkelerinde Commonwealth benzeri bir Balkanwealth; BALKANPAZAR örgütlenmesine gidilerek bölgesel gelişme dinamizmi yaratılmalıdır. Balkanlar’da ‘’bölgeselleşme” stratejisi uygulanarak, ticaretin bölgesel bir ekonomik dinamizm yaratmasında öncü olunmalıdır.
Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile ilişkilerini sadece ticari mantık üzerine kurması, hem bu ülkelerin çoğunun Türkiye’den beklentileri hem de Türkiye’nin çıkarları açısından yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Bu ülkelerle ikili ekonomik ve ticari ilişkilere daha geniş bir bakış açısı ile; BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ çerçevesinde yaklaşmak daha uygun olacaktır. Balkanlarda bölgesel işbirliğinin Türkiye açısından yaratacağı fırsatlar önemli boyutlardadır; bölgede toplam nüfus iki Türkiye nüfusundan fazla iken, dış ticaret hacmi dört Türkiye hacmine yaklaşmaktadır.
Balkanlar’da bölgesel işbirliği yararlı olmanın ötesinde zorunludur da. Entegrasyonlar dünyası diyebileceğimiz bugünün dünyasında ulusal politikaların hayata geçirilmesinin yolu da bölgesel birliklerden geçmektedir. Bundan ötürü Balkanlar’da ikili ve bölgesel işbirliği olanaklarının geliştirilmesi, bir birlik ortamının doğması ve Türkiye’nin de bunun bir unsurunu teşkil etmesi, ülkemizin gerek AB, gerekse küresel alanda etkin bir güç olma hedefine katkı sağlayacaktır.
Balkanlar, Türkiye açısından öncelikle Avrupa-Atlantik toplumu ile Avrasya uluslarını birbirine bağlayan diyalog ve işbirliği zemini içinde özel önem taşıyan halkalardan birisi olması itibariyle büyük önem taşımaktadır. Türkiye Balkanlar’da bölgesel işbirliğine büyük önem vermektedir. Balkan politikamızın özellikle Balkan işbirliği sürecinin yeniden canlandırılması temeline dayandığını söylemek mümkündür. Türkiye daha önce 1934 ve 1954 yıllarında kurulan ancak işlemeyen Balkan Antantlarında olduğu gibi, bugün de bu işbirliği idealinin öncülüğü ve savunuculuğunu yapmaktadır.
Ticaret ve kültür akışları hep birbirine bulanır birlikte hızlanırlar. Akdeniz havzasında olanlara, İpek Yolu efsanesine bir göz atmak bunu anlamaya yeter de artar. Türkiye’nin, BALKANPAZAR bilgi birikimi ve sonunda sunacağımız dağarcığın çekim merkezi etkisi, bize ve bu etki alanına girenlere yeni tanışıklıklar ve ilişkiler kazandıracaktır. Fırsatların düzenli takibi ve zamanında kullanılabilmesi demek olan ticarette, ilişkilerimizin bolluğu daha çok fırsat, bilgiye birinci elden yakınlığımız ise daha hızlı ve doğru kararlar demektir. Bunun sonucu da fırsatların değerlendirilmesi yoluyla tüm BALKANPAZAR ülkeleri için artan bölgesel kalkınma ve refahtır. Küreselleşme çağında TİCARET’in anlamı çok daha yaşamsal önemdedir. Türkiye, Balkanlar’a ticaret ile dönmelidir. Balkanlar’da bir bölgesel ticaret hareketinin yaratacağı sinerji, Türkiye için de büyük bir ekonomik dinamizm getirecektir.
TİCARET ve BÖLGESEL İŞBİRLİĞİ kopmaz bir ikilidir. Türkiye, BALKANPAZAR girişimine önayak olarak, girişimin de başarıyla sonuçlandırılmasının arkasındaki itici güç olmalıdır. Türkiye’nin, yüksek hayal gücü gerektiren, inatçı ve adanmış tavrı olmasa, bugün bölgeselleşme girişimlerinde bulunduğumuz noktaya gelmemiz mümkün değildi. Bu nedenle, Balkanların geleceğinden bahsediyorsak eğer, neredeyse tanım gereği, Türkiye’nin ticaret politikasından ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesindeki inisiyatifinden sözediyoruz demektir.
Türkiye, Balkanlar’daki mirasını ticaret ekseninde yeniden boyutlandırıp, Peter Drucker’in ve Kenichi Ohmae’nin en iyi biçimde işaret ettiği bölgesel güçlerin hakimiyetinin yükselişine paralel bir Balkan ticaret ve kültür hareketine önayak olmalıdır. Böylece Balkan ticaretinde mevcut tablo tersine çevirtilerek Balkan ülkelerinin biribirleri ile ticaretinin, Balkan dışı ülkeler ile olan ticaretinden daha fazla olmasının önü açılmalıdır. Burada TİCARET’in gücü ve somut geliştirici etkisi birincil derecede önemlidir. Bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi kavramı çerçevesinde Balkan ülkeleri ile ilişkilerimizin geliştirilmesi “mini bölgeler” yönünde artan eğilimle uyumlu bir gelişmedir. Tüm Balkan ülkeleri gerek bölgede gerek civarında refah ve kalkınmayı sağlamak için ekonomik işbirliğine yoğun bir biçimde katkıda bulunmalıdır; bölgede sürekli bir işbirliği süreci bölgenin ortak geçmişini, karşılıklı paylaşılan ortak bir kadere dönüştürmek imkanını sunmaktadır. Balkan ülkelerinin aralarındaki ilişkileri geliştirmeleri ile gelecek olan TİCARET bağlantıları sektörleri yeni ufuklara taşıyacaktır. TİCARET bağlantıları, dağıtım kanallarında etkin olan alıcı bağlantılarını da beraberinde getirerek, hedef alınacak küresel pazarlara ihracat artışlarını gündeme taşıyacaktır.
İşe, bölgedeki ekonomik gelişmeyi güçlendirme çalışmalarıyla başlamak lazımdır. Balkan ülkelerinin dış ticareti, birbirlerine henüz yeteri kadar dışa açık değildir. Türkler, 1352’den itibaren Balkanları birleştirici bir misyon üstlenmişler; Yirmibirinci yüzyılın küresel çağ özellikleriyle, Balkanları bir BALKAN ULUSLAR TOPLULUĞU biçiminde bölgesel ticari bir blok olarak yeniden birleştirilebilecek öncü bir güce de sahiptirler. Bu elbette ki ticari bir topluluk olacak, bölge içi ticareti kamçılayacaktır. Ticaretin gücü Balkan ülkelerini yeniden birleştirecektir. Balkan ülkelerinin bir diğer Balkan ülkesindeki Büyükelçiliklerine vereceği bir numaralı emir; ”Balkan ticaretini geliştirin!” olmalıdır.
Balkanlar’ın nüfusu 151 milyondur, bu nüfusun 79 milyonu müslüman,72 milyonu hristiyandır. Her iki dini hemen hemen eşit ağırlıkta bünyesinde barındıran Balkanlar’daki BALKANPAZAR girişiminin somutlaştırılması; halen Türkiye’nin AB adaylığının tartışıldığı şu günlerde de önemli mesajlar içerecektir.
Türkiye’nin BALKANPAZAR projesinde bir diğer avantajı daha vardır; Balkanlar ile 2001 yılındaki dış ticaretimizin % 87’si serbest ticarettir, böylece Balkanlarda bir serbest ticaret alanı fiilen yaratılmıştır.
Türkiye’nin komşu ülkelerle düşük olan işbirliği düzeyinin arttırılmasında, Balkanlar en önde yer almaktadır. Ticarette bölgeselleşme eğilimlerinin ve bölgesel blokların yükselişinin, Balkan ülkeleri arasındaki bölgesel işbirliğinin arttırılmasına yönelik bir model teşkil etmesi neticesinde, Balkanlar kendi içinde küreselleşecek ve böylece küreselleşmenin avantajlarından yararlanabilecektir.
BALKANPAZAR, gelecek planlarımızda belirgin bir sekilde ön planda tutulmalı; Balkan Ekonomik Alanını hedef alan bir pazar stratejisi belirlenerek çalışmalar bu yönde geliştirilmelidir. Balkanlarda ekonomik işbirliği konusunda tüm Balkanlıların ilgi ve desteği sağlanmalıdır. Karadeniz’i Adriyatik’le birleştiren BALKANPAZAR’ın birçok merkezleri olabilecektir; İstanbul, Selanik, Edirne, Üsküp, Belgrad, Köstence, İzmir, ilk aklımıza gelen örnekler.
Balkan dış ticareti hacmindeki %1.3 olan payımız ivedilikle yukarı çekilmelidir. Bölgesel bir inisiyatiften söz etmek istiyorsak;
-Balkan ülkelerinin birbirleriyle ticareti toplam dış ticaretlerinin %50’sinden az olmamalı,
-Balkan ülkelerine dış ticaretimiz, bu ülkelerin toplam dış ticaretinin %10’undan az olmamalıdır.
-TİCARET’i arttırıcı bir araç olarak ihracat ve ithalatımızda ilk on ülke arasında bir Balkan ülkesinin; ilk 20 ülke arasında ise 5 Balkan ülkesinin yer alması hedeflenmelidir.
-Bir Balkan ülkesine ihracatımız 1 milyar doların üzerine çıkarılmalıdır.
İstanbul-Budapeşte uçuş süresi sadece bir saattir. Mesafelerin birbirine bu denli yakın olduğu Balkanlar’da bölgesel bir dinamizm ve birliktelik, bölgede her türlü iktisadi ve kültürel birlik teşebbüsünü engelleyecek bir düzeye ulaşan ‘’Balkanlaşma” eğiliminin aşılmasını sağlayacaktır. Balkanlar’da daha aktif iktisadi ve kültürel yapılanma şeklinde politikalar uygulanmasını aslında Balkanlı devletler de istiyor. Bugün Balkanlar’da bulunan tarihi ve kültürel mirasımızı korumanın, bu topraklarda varolmanın bir yolu, orada ekonomik anlamda varolmaktan geçmektedir. Türkiye, Balkanlar’da özellikle kendisini güçlü hissettiği ekonomik ve kültürel alanlarda karşılıklı bağımlılık ilişkisini güçlendirecek adımlar atılarak, ekonomik ve kültürel ağırlıklı ilişkileri geliştirme paketini devreye sokmalıdır.
Balkanlar ile Avrupa’daki ve Doğu Asya’daki örneğe benzer bölgesel bir işbirliğinin tespiti ve bu işbirliğinin firmalar tarafından uygulanması temel bir stratejik tercih olacaktır. Türkiye, bölgeye yönelik bir ekonomik, ticari ve yatırım programını uygulamaya koyarak, bölgeye yönelik projeler üretmeli ve Türk işadamlarının bölgeyle ticareti artırmaları, Balkanlar’daki ülkelere yatırım yapmaları konusunda kendilerine telkinde bulunularak kolaylık gösterilmelidir. BALKANPAZAR işbirliği stratejisinin de uygulanma süreci ile birlikte, Balkan ülkelerinin özellikle bölgelerinde ve ayrıca küresel ölçekte işbirliği ve işbölümlerini yönlendirmeleri neticesinde, Balkan ülkelerinin önüne yeni FIRSATLAR açılacaktır. Bu fırsatların uygulanacak doğru politikalarla değerlendirilmesi neticesinde küresel çaptaki bölgesel entegrasyon ekollerine bir yenisinin daha eklenmesi sürpriz olmayacaktır.
Türkiye; Kafkasya ve Kuzey pazarlarında KEİB, Orta Asya’da ECO, Ortadoğu’da KEİB ve Serbest Ticaret Anlaşmaları, Kuzey Afrika’da Serbest Ticaret Anlaşmaları ile, AVRASYA’daki bölgeselleşme (bölgesel entegrasyon) girişimlerinde öncü rol oynamaktadır. AVRASYA’nın merkezi 1600 yıldan buyana İstanbul’dur. AVRASYA bölgesinde, Türkiye merkezli bir ekonomik işbirliği bölgesi oluşurken, bu dinamizm BALKANPAZAR kavramını da açığa çıkartmaktadır. AVRASYA’nın en batı ucunda yeralan Balkanlar’da; KEİB, Serbest Ticaret Anlaşmaları ve Gümrük Birliği kapsamındaki bölgesel entegrasyon girişimlerinin BALKANPAZAR bölgesel işbirliği ile tek bir girişim çatısı altında bütünleştirilmesi yoluna gidilmelidir. Böylelikle;Türkiye’nin AVRASYA genelindeki bölgelerde, KEİB, ECO ve Serbest Ticaret Anlaşmaları girişimleri ile bölgesel entegrasyon konusunda oynadığı öncü ve merkezi role bir yenisi daha eklenmiş olacaktır.
Sonuç olarak, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda Balkan milletleri arasında derin kardeşlik esasları kurulmasına ve geniş birlik ufukları açılmasına yönelik olarak bölgedeki siyasi/tarihi hassasiyetleri, ekonomik gerçekleri gözönünde bulunduracak ve bölge ülkeleri ile karşılıklı danışma/işbirliği içinde hazırlanacak bir bölgesel işbirliği stratejisi geliştirilmelidir. Balkan milletlerinin ortak çabalarıyla yeni yüzyılda Balkan ekonomik ve ticari işbirliğinin muhakkak, daha parlak bir geleceği olacaktır. Bundan sonra Türkiye’nin Balkan ülkeleriyle dostluğu daha ileriye götürülmeli, ekonomik ve ticari işbirliği daha üst noktalara taşınmalı, bu doğrultuda karşılıklı ticaret ve yatırımlar arttırılmalıdır. Böylece, Avrupa-Akdeniz serbest ticaret bölgesindeki, Avrasya ve Asya-Pasifik’teki fırsatlar birlikte değerlendirilebilecektir.
Hedef; ‘’Bir Uçtan Bir Uca Balkanlar” olgusunun Türk, Bulgar, Macar, Yunanlı, Romen, Moldavyalı, Arnavut, Boşnak, Sırp, Hırvat, Makedon, Sloven unsurlarının; Mostar’dan İstanbul’a, Gostivar’dan Erzurum’a, Üsküp’ten Bursa’ya, İşkodra’dan Varna’ya, Saraybosna’dan Lefkoşa’ya, İzmir’den Budapeşte’ye, Sofya’dan Konya’ya, İskenderun Körfezi’nden Adriyatik’e, Köstence’den Trabzon’a, Novi Pazar’dan Adapazarı’na, Estergon’dan Iğdır’a, Tuna boylarından Dicle’ye, Fırat’a, Saraybosna’dan Gaziantep’e, Gazimagosa’ya, Balkan Yarımadası’ndan Anadolu Yarımadası’na; ‘’Ege’den Akdeniz’e”, ‘’Karadeniz’den Adriyatik’e” artan dostluk ve işbirliği olmalıdır.
Yirmibirinci yüzyılda, Türkiye büyük bir olasılıkla, bölgesel bir güçten, küresel bir güce dönüşümün mücadelesini verecektir. Bu da ekonomik kuvveti ve sınırları aşan etkisinden kaynaklanacaktır. Türkiye olarak, 21. yüzyıl’da çeşitli formlar altında yeniden birleşebilecek olan Balkanlar’da, yüzyıllar boyu oynadığımız birleştirici rol mirası, BALKANPAZAR’ın hayata geçirilmesinde, gerçek bir zenginliktir.
Kaynak: http://www.balkanpazar.org/balkanpazar.html 2002