Home Blog

Kavramlarla Heykel Sanatçımız Tankut Öktem’in Eserleri

Şehitlerin Gökten İnişi ve Atatürk anıtı

(1988’de kompoze ettiği Kara Harp Okulu girişine yerleştirdiği yediyüz figürlü şaheser)

Heykeltraş sanatçımız Tankut Öktem’in (1940-2007) eserleri, felsefi derinliği ve sanatındaki duygu yoğunluğu ile dikkat çeker. Gülseli İnal, Öktem’in sanatını ve çalışmalarını inceleyen bir yazar olarak öne çıkmakta ve sanatçının eserlerini değerlendiren metinler yazmaktadır. Gülseli İnal’ın HEYKELLERİ ANLAMAK – BRONZA YAZILAN EFSANE   başlıklı inceleme yazısı,  değerlendirilerek, ana kavramsal çerçeveye ulaşılmaya çalışılmıştır.

********************************************

Gök-Kök

Yer

Su-Irmak-Deniz

İnsan-Kişi

**********************************************

Yaşam. Ölüm.

Bilgelik

Bilgi

************************************************

Zaman-Mekan-Zihin

Türk Halkı

Özgürlük

Yaratıcılık

Işık-Güç

********************************************

Tankut Öktem (1940-2007)

 

GÖK

Tankut Öktem’deki aşkınlık arzusu tüm heykellerin kaidesidir. Yanısıra onda arzu ölçüsüzlüğe eşittir. Tasarladığı heykelin konusu ne olursa olsun; Trans-ascendance; hem aşkınlık hem yükselme; yüksekliklerle ölçülemeyen, yükselmeyle ulaşılamayan bir yükseklik tasarımcısıdır aynı zamanda.

Gökle ilişki; bir yandan göksel olanı damıtma öte yandan; ilgi alanına giren imgeleri göklere taşıma, göklere sığdıramama; bu ise ileri sürülen yapıtta bütünlük ve sonsuzun buluşmasıdır.

********************************************

Arzuya ve yontmaya sunulan temanın, dış gerçekliğin kendisi olduğu kadar iç gerçekliğin de bir parçası olması ve tüm bunların yapıtların özüyle buluşarak şimşek hızıyla göklerden inmesi. Ona ait, yaşadığı topraklara ait duyumsadığı değerler bütününe saygının, yurt uğruna verilen savaşların ellerinden doğması.

Daha çocuklukta başlayan doğanın kendisine duyarlı uzanışlar, insana duyulan merak, sesleri dinleme, maddeyi keşfetme tutkusu, varolanı çözebilme erki.

********************************************

Eylem ve ışığın karmaşık yapısı sanatçının elinde dinginleşiyor, yeni bir uzam kazanıyor, yeni uzam ise çok boyutlu arayüzler oluştururken Phi kristallerini aşan sihirli bir görünüme bürünüyordu. Heykelin harçı, çamur, broz elinde birden başka bir maddeye dönüşüyor, göklerde varolan yıldız kümelerini örnekleyen bir hal alıyordu.

Öz edim olarak; anıtsal bir heykelde bir çok boyut bir arayüz oluşturuyor ve enerjinin madene akmasını temsil ediyordu. Tankut Öktem’in her heykeli realitenin biraraya getirdiği vektör noktalarını ve yeryüzündeki estetik tarihinin önemli koodinat noktalarından birini oluşturuyordu.

Kusursuz geometrik matematiğin berrak, yoğun enerjik formlarını yaratmaktaydı artık. Dünya hafızası ether’den ve seyyal cevher’den /evrenin akışkan cevheri/ ona inen idealar aracılığıyla tıpkı gökte gezegenlerin belirli bir figürasyon ve konfigürasyon oluşturmalarını andırır/ gezegenler Stelliumunu kuruyordu. Ve böylece anıtsal eserleri göklerden inenin ilk örneği oluyordu.

Böyle bir sanatçı ancak ve ancak göklerdekini, ülküsel olanı yüceyi kendisine konu aldığı için gökyüzündeki yıldız kümelerine eş heykel kümeleri yaratmıştır. Bu da Tin’in artık sanatçının kendisi olması, özün dışlaşmış biçimi ve somutlayan bilincin ta kendisine dönüşmesidir.
Sanatçının önünde şekilsizce duran çamur ya da erimiş bronza yaratıcı düşüncenin yoğunluğu akarken, göklerden alıp yine ona geri vereceği estetik imgeler sevgi enerjisiyle harmanlanıp anıtsal heykellere, büstlere, formlara can katar.

Bu eylem; nesnel gerçekliği olmayan sonsuza /tarif edemediğimiz sonsuza/ nesnel gerçekliği olan sonlunun katılımıdır. Yanısıra sanatçının her bir heykeli kendi başına ayrı bir sonsuz, ayrı bir ölümsüzlük simgesisidir.

********************************************

Bu devasa çok figürlü çalışmaların içinde 1988’de kompoze ettiği Kara Harp Okulu girişine yerleştirdiği yediyüz figürlü Şehitlerin Gökten İnişi ve Atatürk anıtı bir şaheser olarak sanatçının zirve noktasını temsil eder. Time dergisinin kapağında yer alan bu anıtsal muazzam eser sanki insan elinden değil Tanrıların elinden çıkmışçasına gökyüzüne yükselmektedir.

Bu toprağın saygıyla anılması gereken büyük şairlerini; Pir Sultan Abdal’ı, Hacı Bektaş Veli’yi, Aşık Mahsuni’yi, Dadaloğlu’nu, Mehmet Akif Ersoy’u, Nazım Hikmet’i, Neşet Ertaş’ı, Yunus Emre’yi Tanrısal elleriyle bronzun içine kanatlı birer ateş kuşu gibi yerleştirerek ve bu ulu ruhları göklerden indirip onlar için yaptığı yuvaya çağırarak, varoluşun madenini, taşını yeniden canlandıran bir şakirt olarak Tankut Öktem bu heykel grubuyla; ölümsüzlüğün figürlerini sonsuza atfeder.

Ve burada yaratılan aynı zamanda; toplumsal hafıza mekanların tazelenmesi ve en yücenin yaratıcı sanatçıyla buluşup şafak şölenlerinin kızıl ateşini kıvılcımlı elleriyle tutuşturan ve her iki şafağa da yemin eden ölümsüz bir yaratıcının sonsuzluğa armağanından başka bir şey değildir.

Ölü Ozanlar anıtında yanan kutsal ateş Tankut Öktem’le birlikte hiç sönmeyecektir.

YER

Işık ile güç arasındaki dostluk tıpkı Tankut Öktem’le bronz arasında kurulmuş dostluk gibidir. Yer’in batıl inançlarından uzakta, yeryüzü madenleri ve taşlarıyla halvet olma. Kendisini ışıldayamaya bırakan, güneşle yarışan bir adam; önce yeryüzünü tanımayı, oranları, okşamayı, durmadan üretmeyi, yoğunluğu, dönüştürebilmeyi, soyluyu ve erdemi yıkılamazın doruğuna taşımak sonra da; sonsuz ve sonsuza atfedilen yapıtlarla ideaları somut formlarla zenginleştirmek ve anlamlandırmakla kalmayıp onları çok güçlü estetik bir ifadenin içine yerleştirmek gibi yüce bir uğraş.

Oran ve asimetrinin ülküsel bir yolculuğu. Hedefe kilitlenmiş ülküsel bir yolculuk, sonsuzu kendine doğru çevirme, bronza atfedilen kutlu yaşamlar. Kutsal esrimenin, kök salmanın formlandığı bir bilinç. Yakın tarihe uzanan tinsel eylemlerin bronzun mayasında ölümsüzleşmesi.

********************************************

Bir liderin önderliğinde ülke çapında savaş verilirken ‘Meçhul Bilinmeyen’leri bir efsaneye çevirmek.

Yeryüzünde doğa güçleri tarafından oluşturulan, mağmadan kopup gelen katı maddeleri eğip bükerek ellerinde formlayarak monolitik parçalara dönüştürmek her babayiğidin harçı değildir. Perspektifte; düşüncede, derinlikte, fizikte, yaratıda, estetikte, biyolojide, ruhta, Tin’de, jeolojide, coğrafyada, tarihte buluşmak.
Ve lavlar ülkesine özenerek patlayan bir volkan gibi davranmak. Yediyüz figürü içeren ‘Atatürk ve Harbiyeli’ anıtı bunların toplamı değil de nedir? Çanakkale heykel grupları ‘Amasya Tamimi’ heykel çalışması, Samsun ‘İlk Adım’ anıtı, ‘Alparslan’ heykeli, ‘Atlar’ ve Ata’sını emanet ettiği ‘ Anıtkabir Aslanları’ tüm bu öğelerin bir arada buluşması değil de nedir?

Adalet Tanrıçası Portia’nın arındırıcı titreşimsel kalıpları bu heykellerin hücrelerinde uyanmaktadır. Uyumsuz titreşim kalıplarını reddederek; oran ve simetrilerin yaratıcı üslubunda ilerleyen sanatçı; ölümsü ışıkları geri çevirirken evrenin sonsuz ışığını işliğinden içeriye davet etmektedir.

Bu aşamada askeri bir deha Ata ile sanat dehası Tankut Öktem’in buluşması kutlanır.
Yeryüzünde bazı düşünceler bazı yaratımlar geometrik matriksin içinde daha hızlanmış daha yüksek frekanslarda yolculuk yapıp sahibini bulurlar ve onda ışıldamaya başlarlar; Tankut Öktem’de olduğu ve yaşandığı gibi.

İNSAN

Nietzsche’nin dahileri tarif ederken ‘Onlarda genellikle dünyanın özünü dolaysız biçimde, görünüşlerin örtüsünden açılmış bir delikten bakar gibi görme yeteneği olduğu kabul edilir ve bilimin katlanma gerektiren zorluklarına ve çabalarına katlanmadan görkemli ve ilahi bakışları sayesinde insan ve dünya hakkında kesin bazı şeylere ulaşabildikleri düşünülür’ sözü sanki Tankut Öktem için söylenmiştir.

Tanrı esinli, vergili, gönül gözüyle gören ve olağanüstü fiziksel bir güçün yanısıra dünyayı dolaysız biçimde kavrama yetisiyle donatılmış yaratıcı insanlar supernaturel güçleriyle dahiler sınıfına aittir.

********************************************

O Anadolu’nun zengin bağrından doğan, beslenen, yükselen ruhuyla; balmumu ve çamuru eline aldığında kendi hikayesini anlatmaya başlamıştır. Ve yaratının ilk kuralı olarak; dış dünyada varlığını sürdüren insanlar, olaylar, çevresel faktörler, toplum sanatçının bilinci tarafından duyum ve akılsal bir kavramayla onda yeni bir süreç başlatırken ikisi arasındaki sürekliliği hep korumak üzere çamuru yoğurmuş, kili biçimlemiştir. Başka bir deyimle; duyumdan akılsal olana yükselişi, yapıtlarının tinsel harçı yapmıştır.

********************************************

Tankut Öktem; bir yapıtı ortaya çıkarma sürecinde onu kendisine göründüğü, onun insanlara görünmek istediği biçimiyle yakalayabildiği zaman üretmiştir. Böylece yapıtın iki yanlı statüsü yine sanatçı tarafından belirlenir.

Platon’un saptadığı gibi ruhun üç ayrı bölümü; Nous /akıl/ çoşku ve yüreklilik /thumos/ ve arzu/ epithumia/ Tankut Öktem yaratı süreçlerinin tetikleyici özellikleridir. Bu üçlü yapıtın insanlara görünen yanını ve sanatçının kendisine görünen yanını belirler.

********************************************

Tanrıçalar toprağının çocuğu Tankut Öktem içinde yaşadığı zaman diliminin hikayesini anlatırken yarattığı ritüelde; gerçeğin gerçekle çarpışmasını, ölüm ya da felaket karşısında insanın direncini dillendirir. Bu ise insan dramının yeni mitolojisidir. Mitin görevi şudur; gerçek olanı ideal olanın, anlık olanı sürekli ve aşkın olanın diline çevirmek.

İşte sanatçının heykelleri biçimlerken gerçekleştirdiği bu eylemdir; yalnızca şimdiki zamanın gerçekliği içinde değil aynı zamanda sonsuz süredizisi içinde varolanı yaratmak.

Yüzyıllardır süren yeniden doğuş ritüelinin; 20 yy’nin ikinci yarısında zamansızlığa kaydedilmesi Tankut Öktem eliyle gerçekleşmiştir.

Adorno’ya göre sanat; insanın ütopyasını, umudunu, düşlerini saklayabileceği bir alandır. Sanat insanın ‘yanlış bütün’e karşı en güçlü olduğu alandır. Yine sanat; insanlığın bugünkü toplumunun ötesindeki ‘diğer toplum’ için duyduğu özlemin varlığını koruduğu son sığınaktır. Sanat sanat olma özelliğini; içinde bulunduğu toplumu tam olarak yansıtarak değil; onun içinde özerkliğini koruyarak ve onu sorgulama potansiyelini canlı tutarak korur.

********************************************

Nedensellikler dünyasının belirsizlikleri içinde ilerleyen insan zihni yaratıcı akılla birlikte öteki alemlerin kapılarını aralamaktadır. Bu bir yol alış, bir bağlanma ve aynı zamanda bilincin evrene katılımıdır.

********************************************

Okulda Üstün Başarı Sağlayan’lar arasında yer alan sanatçı artık harika çocuk lakabıyla anılmaktadır. Ondört yaşına geldiğinde sayısız tabloya imza atmış sayısız üç boyutlu obje üretmiş bir sanatçıdır artık. Tabloları evinin duvarlarını süslemekte, heykelleri şaşırtıcı biçimde geleceğin sanatçısını haberlemektedir.

Çayırda şahlanan atlar, düğün alayı, zümrüt ovalar, eflatun ufuk çizgisi hepsi sanatçı adayının elinden çıkma eserler olarak çevresinde bulunan insanları etkilemekte, şaşırtmaktadır. En büyük destek ise annesinden gelmektedir. Edirne’ne deki Yahudi mahallesi sakinleri ise küçük Tankut Öktem’i hep yüreklendirmişlerdir. Yıllar sonra bir söyleşide ‘Onların benim yaşamında önemli bir yeri oldu.

Güzel sanatlara fevkalade düşkün olan bu insanlar benim yeteneklerimi devamlı alkışlayarak ve beni yüreklendirerek onlara gösteri yapmamı sağladılar’ diyecektir. İstanbul’da Pertevniyal Lisesinde eğitimine başlayan sanatçı okuldaki derslerde vasat bir öğrencidir. Kendi deyimiyle bu yıllarda 1960’ların solculuk modasına kapılmıştır.

Daha sonra bu dönemini şöyle özetleyecektir: “İlk dönemim o günkü modaya uygundur. Hepimiz solcuyduk. olmak bir ayrıcalık değildi. O zamanlar bir gençlik görevi gibiydi. Solcu olmak ve Atatürkçü olmak. Bu uzun yıllar böyle devam etti” Tankut Öktem 60 olayları başladığında sadece 20 yaşındadır ve kendini dönemin öğrenci hareketleri içinde bulur.”

Dönemin baskıcı ve özgürlükleri kısıtlayıcı iktidarlarına karşı öğrenci hareketleri başlamış ,toplumsal muhalefet artarak protestolar ülkeye yayılmıştır. “Öğrenci hareketlerinde ben de öğrenci liderlerinden biriydim” diyen Tankut Öktem öğrenci olaylarının başlama nedenlerini söyle özetliyor.

“O dönemin gençliği olarak bizler yalnızca korkutulurduk. Bizim gençlik dönemimizden önce bir Nazım Hikmet kuşağı var.

Bu kuşak fevkalade yıldırılmış, hapislerde yatmış. Sosyalist sayılan her insan biraz sol görüşlü her insan komünist damgasını yerdi. Solcu yani sol görüşlerin Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağına inanan büyük bir aydın kitlesi vardı .Tabii biz dönemin genciydik, İstanbul’luyduk. İstanbul’lu olmak bir ayrıcalıktı.

Sanki Türkiye’nin nabzı İstanbul’da atıyordu. Biz de Türkiye’nin geleceği için bir şeyler yapmaya kendimizi aday gibi görüyorduk. 28 Nisan 1960 hareketlerinin en önlerindeydik. Turan Emeksiz benim önümde vuruldu. Şayet o vurulmasaydı, o kurşunlara ben muhatap olacaktım”

diyen sanatçının bu maceralı gençlik dönemi daha sonra ülkesini tanımak için karış karış Anadolu’yu otostopla gezmesiyle sonuçlanmıştı.

********************************************

Tankut Öktem yaratıcı bir sanatçı olarak hem eğitici hem de bir öğrenci gözü hem eğitmen ve yönetici olarak coşkulu, sevgi dolu, bilgiyi paylaşan bir kişilikti. “Hoca olarak öğrencilerime yararlı olmak istemişimdir. Hayatımda hiç bir işimin karşısında, bir öğrencimim başarısı kadar keyif duymamışımdır. Öğretmenlik bende sanatçılığın dışında zevk veren önemli bir unsurdur. Bu da benim sevgi dolu oluşumdan kaynaklanır. O yüzden zannediyorum iyi bir hocayım.”

Tankut Öktem ; 1 Temmuz 1940’de Konya’da annesi Meliha Hanım ve Ali Öktem’in evliliğinden dünyaya gelir. Anne Meliha Öktem Balkan’lar dan Türkiye’ye göçen bir ailenin kızıdır. İleriki yıllarda diş hekimi olan abisi, milli binici olan ablasından sonra ailenin en küçüğü olan Meliha hanım resim sanatına son derecede yetenekli olduğu halde toplumsal koşullar nedeniyle ressam olmak yerine veteriner olmayı seçmiştir.

Baba Ali Öktem’de veterinerdir. Tankut Öktem yedi yaşına gelinceye dek ailesiyle Muş’ta yaşar. ‘Üç yaşıma kadar köyde tek çocuk olarak doğa ve hayvanlarla mutlu bir şekilde yaşadım. Üç yaşımda çocuk görünce çok aşırmıştım; kendimi dünyadaki tek çocuk zannediyordum’ ifadesini kullanan sanatçı üç yaşından sonra çocukluğunun büyük bir bölümünü Edirne’de Yahudilerin çoğunluğunu oluşturduğu Yahudi mahallesinde geçirecektir. Anne ve babasının meslekleri nedeniyle Anadolu’yu kent kent dolaşmaları küçük yaşta gözlem yetisinin gelişmesine neden olur.

Bu kentlerde karşılaştığı değişik tipler, yüzler daha sonra kariyerinin doruk noktasında anıt eserlerinde gerçekleştireceği toplu figürlerde ortaya çıkacak ve bu bedenler, yüzler sanatçının gözlem depolarından ve anılarından doğup ellerinde somutlaşacaktır.

Çok sonraki söyleşilerinde Ailemin görevinden dolayı onlarla birlikte gittiğim köylerde yıllarca süren izlenimlerim ; halkımdaki tüm erdemlerin kaynağını köylü sınıfında görmeme neden olmuştur. İnsanların birbirlerini sevmesini, kıskanmamasını, el ele kardeşçe yurt sevgisi ile dolu olarak yaşamalarını ve aile bağını en önde gerçek olarak görmelerini arzulamam, kahramanlığı ve yurt uğruna varılan şehitlik mertebesini inanmam 1970-8O döneminde başladığım ve bugüne kadar sürdürdüğüm figüratif anıt çalışmalarımın nedeni, konularım ve kompozisyonlarımın seçiminde başlıca etken olmuştur’ diyecektir.

YAŞAM

Tankut Öktem yaratıcı aktivitenin tüm sorumluluğunu üstlenmiş bir tekbaşınalığı temsil eder. Geride sayısız anıtsal yapıt bırakacak denli gözüpek, korkusuz ve aşkla doludur. Saf maddenin en görkemli özdekselliğine doğru istekli ve ani bir dönüşümle sayısız yapıta imza atmış, yetenekli ellerinde taşların, madenlerin en sert maddenin form bulduğu sanatçı; yüzünü Kutsal bildiği gerçekliğe doğru çevirmiştir.

Öyle bir yaşamdır ki bu; içinde erdemden ve yaratıdan, güzellik ve soyluluktan başka bir şey bulunmayan bir biriciklik. Öylesine yalnız öylesine birbaşına öylesine özgüvenli ve tavizsiz. Sadece heykeller ve anıtsal yapıtlarından güç alan, onlarla büyüyen, genişleyen yükselen özgür bir ruh ve ülkenin topraklarına, ülkenin kahramanına, tek lidere ve onun yaratığı halka adanmışlık. Yalın içsel bir bilinçle en çok da Kurtuluş Savaşı’nın mutlaklığı, onu yaratan liderin toplumsal örgütlemesini ve bir mucizeyi bronzla dillendirerek sonsuza armağan etmek.

Tüm yapıtları sanatçının yanıp tutuşan ellerinde biçimlenmiş, yontulmuş; büyük bir özveriyle yarattığı yüzler ve yüz kümelerine ebedi hayatı atfetmiştir. Bu yüzlerin her biri ayrı her biri özgürlük savaşının figürleri/benleri/ olarak sanatçının tipolojisini oluştururlar. Yaşamın bir zamanlar bu yüzlere dokunmadan geçmediği gibi; heykel gruplarının bütününde sıra dışı bir yerleştirmeyle dizilen bronz figürlerin çevresiyle ilgisiz, topluma duyarsız hiç bir keskin köşesine rastlamayız.

Anıtsal heykellerde çoklu figürlerinin birbirleriyle uyumlu bir biçimde kesişmeleri, konturları ve birbirlerini destekler gibi iç içe duruşları; geçmişte yaşanmış soylu bir savaşın bekçilerine, sembollerine dönüştürür onları. Tüm zamanları kuşatan zamansız yüzler güneş sönene dek orada öylece bekleyeceklerdir.

Bu sanatçının tarihe karşı bir jestidir. Özellikle 1995’de yaptığı ‘Atatürk ve Şerife Bacı’ heykel grubu sanatçının doruk noktasını simgeler. Sanatın ‘Ex nihilo’su; hiçliğin varlığa döndüğü andır bu heykelde yaşanan O; sıra dışı bir liderin halkıyla birlikte verdiği özgürlük savaşını yepyeni bir efsaneye dönüştürerek bronzla yazmıştır.

Bizler bu heykel grubunu izlerken; asimetrik koca bir bronz kaidenin üzerinde yükselen dikdörtgen formun yanında, üstünde, çevresinde, biraz uzağında, altında savaşan erler, elde silah koşan askerler, mermi yüklü öküz arabasını çeken kadınlar, göğsünden yaralanmış bir asker, ölen bir askere ağıt yakan kadınlar, acı çeken çocuklar; hepsi sıra dışı komposizyonun elemanları olarak hiçlikten gelen ve Tankut Öktem ‘in ellerinde bir efsane gibi dillenerek şimşek hızında parlayan gerçekliğin kendisidir.

Gerçekliği, acıyı, toplumca çekilen ızdırabı, mücadeleyi yine gerçekçi bir dille anıtlaştırabilme gücünü; ışıktan aldığı ilhamla harmanlayan sanatçı; taşı, madeni, çamuru konuşturmakta, içinde taşıdığı yüksek ülküsünü bronzun hücrelerine işlemekte ve gelecek zamanlara armağan etmektedir.

Tüm varolanın, en yüksek düzeninin sevgi olduğunu bildiğinden ve yaşamın kuralları bir muammaya dönüşmeden, açık, net, sarih izlekler içinde eserlerini üretmiş ve üretmiştir. Tüm varolanın girift ve canlı kıvrımlarını eserlerine aktarırken altıgen ışık, üçgen ışıkları hesaplayarak yaratı yolunda yılmadan ilerlemiştir.

Amasya Tamimi heykelini hazırlarken bir grup tarafından taşlandı. Cumhuriyet heykellerine çalışırken askeri yönetimin karşı olduğu şair Nazım Hikmet’in de heykellerini yapmıştı. Çünkü sanata ve yaratıcıya aynı saygıyı duyuyordu.

Onun için önemli olan yaşamın kahramanlarıydı. Yaşamı başarmış onuruyla kazanmış herkesin heykeli yapılabilirdi.

Çanakkale’den Kars’a kadar neredeyse tüm kentlere anıt heykellerini yerleştiren Tankut Öktem bir halk ve liderinin efsanesini bu yapıtlarıyla sonsuza armağan etmiştir. ‘Ben çalışmada ilhama inanmıyorum. Konsantrasyon ve disipline inanıyorum’ diyen Tankut Öktem 1965’de Kumla’ya yerleştikten sonra 1980’de aynı yerde kurduğu heykel gerçekleştirerek şimdiden adı ölümsüzlere yazılmıştır.

Tankut Öktem için önemli olan ruhun kahramanlık mertebesiydi.

Bu nedenle yaşamın her alanında duyarlılık taşıyan Tankut Öktem 1993’de yakılan Madımak otelinde ölenler için ‘Ölü Ozanlar’ anıtını gerçekleştirerek hiçbir siyasi kamptan olmadığını bir kez daha göstermiştir.

Böylece dört yaşındayken eline aldığı fırça kendiliğinden işlemekte, boş beyaz yüzeye doğru uzanan minik el yeni formlar yaratmakta ve renklere bulamaktadır herşeyi. Tankut Öktem’in çocukluk günleri ilerde erişeceği ‘aşkınlık günlerini’ haberlemektedir bir anlamda.

Bu yetenekli çocuğun yaşadığı doğal çevre bir zamanlar heykel atölyeleriyle ünlü Anadolu topraklarıdır.

Çocukluğunda antik Yunan tapınaklarının harabeleri arasında top oynamış, Zeus sunağından ufku gözlemiş, Assos antik harabelerinde uçurtma uçurmuş, Efes Artemis yıkıntılarda yedi uyurların mağrasında öğle uykusuna dalmış, Knidos teraslarından günbatımını izlemiş, Helen öncesi harabeler bölgesinde düşüncelere dalmıştır.

M.Ö dördüncü yüzyılın ünlü heykeltraşı Praxiteles’i Aphrodite heykeli üzerinde keskiyle çalışırken, Halikarnossos’daki Mausoleum’un heykeltraşları; Skopas ve Bryaxis’in Demeter’i yontarken saçlarına dökülen mermer tozlarını, Phidias’in Zeus heykelini tasarlarken izlemiştir.

Ruhunun binlerce yıllık yaşam serüveninde yaratıcı gen gelip onu bulmuştur bir kere.

Sanatçının toplumsal bilinçaltı; tunç çağı figürinleri, Hitit Leoparlı kadın idolü, Willendorf ve Lespuques Venüsü, arkaik grek gövdesi, Mısır heykellerini yontan adsız heykeltraşın taşcı kalemi, yontucu çekiçi, döküm atölyeleriyle yüklüdür.

ÖLÜM

Onyedi metrelik grup heykel çalışmasında; toprakların bağımsızlığı adına savaşmış toplum bireylerinin dahiyane bir komposizyonda düzenlenmiş ölümün/ölümsüzlüğün harmonik karmasını izleriz. Sanatçı anıtsal heykellerinde bir çok boyut ve arayüz kullanarak imgenin rolünü sağlamlaştırır. Bu boyut ve arayüzlerde; bilincin yüksek enerjisinde varlığını sürdüren; ritm, matematik, harmoni gibi ögelerin bir realitenin biraya getirdiği koordinatlara dönüştüğü gözlemlenir.

Ana vektör’le bağlantılı bulunan koordinat boyutları yaratıcı zihin geometrik matematiğin göstergeleri olarak ya ortaya çıkmışlardır /ya da kısaca sanatçının elinden doğmuşlardır. Sanatçının eyleminde ve ışığın yapısındaki bilgi başlangıçta karmaşık bir yapı taşırken; daha sonraki evrede sanatçının zihninden elenerek damıtılan estetik bir bilgiye dönüşür. Gerçekte tüm düşünceler tüm tasarımlar tüm hayaller ve kurgular şimdiye dek var olmuş olan veya olacak olan bireysel/ortak bilincin ortaya çıkışının estetik, politik, mitolojik, tarihsel ve toplumsal temsilleridir.

BİLGELİK

Kendi gerçek varlığına uyanarak, Kutsal doruklara tehlikeli tırmanışlar gerçekleştirebilmek savaşçı bilgeliğin gerçek hazinesidir. Bu; bir realiteyi diğerine, bir dünyayı başka bir dünyaya, bir boyutu sonraki boyuta dokuyan altın ipliktir. Bilgeliğin sesini içinde bulmuş bir yaratıcının şafağı uyanışın renkleriyle alev alev yanarken eterik alemlerden inen ışığın bilgilerini donanmış biri durmaktadır karşımızda; Tankut Öktem. Işığın teknolojisini kullanarak sayısız devasa yapıta imza atan sanatçı; ölümsüzlerin şafağından bize hala şimşeklerini yollamaktadır.

‘Onların bir çağın alacakaranlığını geçtiklerini gördüm; harika bir şafağın güneş gözlü çocukları, dingin yüzlü büyük yaratıcılar, dünyanın büyük bariyer yıkıcıları, Tanrının taş ocaklarındaki işçiler, ölümsüzlüğün mimarları; onlar düşmüş insan dünyasına geldiler, yüzleri ölümsüzlüğün sessiz ihtişamını taşıyor, dudakları ruhun bilinmeyen bir ilahisini mırıldanıyor, ayakları zaman koridorunda yankılanıyor, bilgelik, tatlılık kudret ve vecdin başrahipleri. Güzelliğin güneşli yollarının kaşifleri. Onların yürüyüşleri birgün ızdırap çeken dünyayı değiştirecek ve doğanın yüzündeki ışığı doğrulayacak’.

BİLGİ

Yaratı sürecinde duyarlılık özgür ancak akıl bağımsız değildir. Sanatçının bütün yapıtlarında ne duyarlılık akılsal ilkeyi örter ne de akılsal yaklaşım duyarlılığa gölge düşürür. Duyarlılıkla kavranmış bir öz ve o özün akılla formlanmış hali; sanatçının elinde özgün frekansla yoğrulması ve sanatçının özüne bürünmesi demektir.

Bir yapıtın yaratım aşamasında; bir olgu olarak her zaman duyarlı bilgi kavramsal bilgiye karşıt bir güç halinde çalışır. Akıl incelediği obje-sujeyi çözümleme yoluyla ayrıştırırken duyarlılık bu obje-sujenin sanatçı açısından benzersizliğini ve tamlığını korumakla yükümlüdür. Böyle bir anda da yapıtın yüzleştiği, dönüştürdüğü, kendine mal ettiği içeriği vurgulayan ütopik bir jestle karşılaşılırız.

Sanatçı bu aşamada bronzun içinde bekleyeni görür, bronz parçacıkları eriyip kaynaştığında da en uzaktaki ideali en yakındaki içselle buluşturup dışa doğru dramatizasyonunu gerçekleştirirken; dışsallaştırdığı anın tüm metafiziğini kurar ve öteye geçer. Eller bronz üzerinde çalışırken kendi öznesi içinde bir ayrımı, bir anı; için ve dışın monad içindeki dilsiz acısını ve genelde kathartik duyguların bir jest ya da bir çığlıkla dışavurumunu gerçekleştirmekte ve sonsuzun monadlarına bağlanmaktadır.

Tankut Öktem estetiğinin ilk örnekleri soyut ağırlıklıdır. Bunu izleyen dönem ise figüratif somut heykellerin başladığı ana alandır. Soyut kablar, formlar, küçük heykeller; derin duyguların ifadesi olarak ilk dönemde soyut üslupla yaratılır. 20 yy’in başlarında sanat yaratı platformlarında beliren soyut sanat ifadeleri geleneksel ve avangarde akımlardan ayrı olarak biçim ötesi deneylerin ifadelendirildiği, estetik farklılıkların öne sürüldüğü bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Biçim ötesi biçim denemelerine; düşünsel sezgisel bilgi birikiminin ve algılayışının vardığı son nokta olarak bakabiliriz. Gerçekliği seyre dalma yerine gerçek ötesini seyre dalma ve eşyanın ötesinde var olan yasaları keşfetme macerasıdır bir bakıma.

İki yaşında eline çizim kalemini alan Tankut Öktem’in yeteneğini ilk keşfeden annesi Meliha hanımdır. Atatürk sevgisini , Kurtuluş Savaşı anılarını ona aktaran da yine annesidir. Üç yaşında zatürreye yakalanan Tankut Öktem’e dişci dayısı hasta yatağında oynaması için yatağının başına hamurdan yapılmış bir askercik heykeli ve birazda hamur bırakır. Tankut Öktem hamuru ellerinde eğip bükerek yeni bir askercik formu yaratır.

Bu beceri tüm ailenin dikkatini çeker. Oğlunun doğuştan taşıdığı yetenek annesi Meliha hanımı çok mutlu eder. Oğlunda gözlemlediği ilk olgu; doğuştan taşıdığı bilgi ve yetenektir. Örnek vermek gerekirse; bu denli küçük yaşta bir atın, kaplanın oranlarını çok iyi hesaplayabilmekte, atların kaslarını adelelerini hiç kuşku duymadan elindeki hamurda yeniden yaratabilmektedir.

ZAMAN – MEKAN

Zamanı bir yapı olarak düşünen sanatçı bu akıştan çok özgün kendine ait bir kesiti biçmekte, yontmakta ve boşluğa karşıt yeni bir doluluk yaratmaktadır. Bir heykeli yaratma anında, o sihirli anda; başka bir deyimle yaşanan anda; geçmiş, süregiden şimdiyi tetiklemeye devam etmekte, süregiden bu şimdiler gelecekteki karşılıkları gibi büyüyüp olgunlaşmaktadır.
Onun hedefi ise; farklı bir şimdiki zaman yaratma adına gelecekten yola çıkarak, geçmişteki çok özel bir olayı saptayabilme ve mutlaklaştırabilme arzusudur.

 

ZİHİN

Bir hayalin kanunları nelerdir? Yaratıcı bir kurguda zamanınsı ve mekanınsı bir yön bulunabilir mi? Sanat yapıtına çıkan yollardan biri de yaratıcı zihin algısının çok çeşitli izdüşümsel uzaylarının fiziki dünya elemanlarını seçerek, eleyerek yol almasıdır. İnsan bilincinde birbiri üstüne geçmiş evrenlerin varlığından söz edebiliriz. Bunlar tabaka tabaka birbirlerini örtmekte ve eğer bir ipucu bulursa yüzeye doğru yükselmektedir. Bu duyum kuantumları sayesinde yaratıcı eylem gerçekleşmekte ve dış dünyada gördüğümüz sanat yapıtını oluşturan ifadelere dönüşmektedir. Bu katmanlar bireysel ve toplumsal bilinçaltı, tarihsel izlekler evrenin sırlarını bilme isteğinin bilincimize beklenmedik bir biçimde yansıması ve aynı zamanda yaradılışın katmanlarıdır da.

Yaradılışa katılmayan bilinç hangi edimde bulunursa bulunsun çıplak ve özden yoksun fiziki dünyaya salınıp durur. Prehisrorik sanatçıdan, kro-magnon yaratıdan günümüz sanatına ulaşan noktada yaratıcı zihin edimi artık evrenin sırlarını kavrama ve bilme aşamasına geçmiştir. Tankut Öktem ilk dönem soyut çalışmaları bu kategoriler içinde yer almaktadır. İkinci dönem ise determinist ve naturalistik sanat eseri aşamasıdır ki bu da somut dönemdir. Soyut dönemde sanatçı yaşam cevherinin sınırlarından sıyrılmış özleri; seramik formlar, küçük boyutlu heykellere uygular.

Tankut Öktem’de öz bilincinin asıl eylemi ideal ve reel bir yapı sergiler. Özbilinçin karşı yakasındaki Ben’ salt nesnelliktir. Bu da kendi başına biricik olandır tarifini yapar Schelling. Buradan hareketle şu yorumu yapabiliriz ; yapıtlarda yer alan fiziki nesne ‘sınırlı olanı’ düşündürür bize. Schelling’in yanıtı ise gecikmez; ‘Bu salt nesnel olan / tam da bu yüzden nesnel olmayan-olan çünkü nesnel bir şey öznel olmaksızın olanaksızdır/var olan kendi başına biricik olan şeydir’. Başka bir deyimle sanatçının her yapıtında yer alan sanatçının özü estetiğinin temel harcını kurmaktadır.

TÜRK HALKI

Sanatçı için artık Türk halkının ulusal özelliklerini, ruhunu heykel aracılığıyla estetize ederek anıtlaştırma ve yüceltme dönemi başlıyordu.

Tankut Öktem’in kariyerinde yepyeni bir sayfa açılıyordu. Türk toplumu üzerine yaptığı incelemeleri, gözlemleri, Atatürk betimleriyle ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyordu.

“Türk insanının en büyük özelliği iyi bir anneye sahip olmasıdır. Türkiye’deki anne dünyanın hiç bir yerindeki anneye benzemez. Evladı için ölür; vatanı için ölmesini bilmiştir. İstiklal savaşında en büyük fedakarlığı Türk annesi, Türk kadını yapmıştır. Türk insanı fedakardır, cefakardır, her türlü eziyete katlanabilir eğer doğru yönlendirilirse onun yapamayacağı hiç bir şey yoktur.

Aile birliğine, Tanrıya, ilahi güçlere inanır. Kahramanlık yapmak onun için gayet doğal bir olaydır. Bu özellikler dünyanın hiç bir milletinde yoktur. İşte ben, benden önceki heykeltraşların Atatürk’ü durgun kılan, statikleştiren neredeyse ilahlaştıran sanat anlayışlarına isyan ettim. Önceleri, onlara benzeyen heykeller yapmaya uğraştım. Sonradan düşündüm ki onlarla yarışmaya hiç gerek yok.

Çünkü onlar doğru yolda değil. Ben Atatürk kompozisyonlarımda devrimci, aydın, ilerici bir komutan edasından bir parça olarak gösterdim.1970-80 döneminde herkes birbiriyle kavgalıydı. O dönemde işçi sınıfının bütün dünyaya hakim olacağı inancı yaygınlaştırılmaya çalışılıyordu. O sırada ben buna karşı çıktım, fakat konuşarak mı, yazı yazarak mı hayır yaptığım heykellerle karşı çıktım.

Çünkü şuna inanıyordum. Türkiye’de başarı bütün sınıfların elele vermesiyle mümkün olabilirdi. O zaman yaptığım bütün heykellerde bir işçiyi bir köylüyü, bir Türk annesini, bir üniversiteliyi kolkola gösterdim. Benim o gün verdiğim mesajlar bugün bütün tazeliğini korumaktadır. Bugün toplum bireylerinin çoğu bütün sınıfların elele vermesiyle düzlüğe çıkılabileceğini kavramış değil.

Benim Gazi Magosa’da gerçekleştirdiğim anıt heykelde işçi sınıfını temsil eden, örsde demir döven bir demirci figürü yer alıyor. Bu figür yüzünden anıt müthiş reaksiyon aldı. Sen bu örslü, çekiçli adamla ne demek istedin diye itiraz edenler oldu. Bu yıllarda solcu olmak aydın olmakla koşut tutuluyordu. Böyle bir işçi heykeli yaptığın zaman bir taraftan aydınlara göz kırpıyorsun öbür taraftan mevcut iktidara kabadayılık edip onun da primini yapıyorsun. Oysa ki benim anıtlarında işçi figürleri kesinlikle böyle bir hava yaratmak için yapılmamıştır.

Benim bütün figürlerim aynı fikri işlemişlerdir. Özellikle anıt heykellerimde işlediğim en önemli fikirlerden birisi budur.

Bir diğer işlediğim mesele ise; istiklal savaşı yıllarında büyüklerimiz çok acılar çekmişlerdi. Büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardı. Bunların muhakkak yeni nesillere gösterilmesi lazımdı.

Yetişen genç kuşaklar ancak bu anlamdaki anıtları gördüklerinde ,figürlerin yüzlerindeki ifadeleri algıladıkları zaman çekilen zahmeti anlayabileceklerdir. Yoksa onlar için istiklal savaşındaki Çakırcalı Mehmet efenin kahramanlıkları müfredat programlarının yoğunluğundan belki de hiç okutulmayacak ; gelecek nesiller bundan yüzyıl sonra üçyüzyıl sonra 1900’lerdeki Türk toplumunun nasıl bir fedakarlıkla nasıl bir ülke yaratıldığını bilmelidirler. Bence bunu anlatmak için kitaplar yetmemektedir. İşte heykeller bu açığı kapatarak gelecek kuşakların haberdar olmasını sağlayacaktır”.

********************************************

Tankut Öktem’i ülkesinde yapılmış daha önceki Atatürk heykelleri her zaman üzmüştü. Anomatik hatalı yüzü deforme edilmiş Atatürk heykellerine çok karşıydı. Bu konuda sanatçının söylediklerine kulak verelim;

“Ben ne zaman ki birtakım nedenlerle figüratif heykel yapmaya başladım, benden önce Atatürk anıtları yapmış olan yabancı sanatçıların çalışmalarını inceledim; Hepsinde gördüğüm bana ters gelen bir şey vardı. Atatürk bir kaidenin üzerinde ya da bir atın üzerinde çok statik görüntüler içerisinde yer alıyordu.
Bu heykellerinin hiç birisinde Atatürk’ün yaptığı devrimler, kazandığı zaferler, anlatılmıyordu, halkından eser yoktu. Atatürk bunları kiminle yapmış, yani askeri destek veren halkı nerede. Bir de bu heykellerin tipleri beni enteresan biçimde etkiledi. Tiplere bakıyorsunuz, Roman ya da Yunan. Türk insanının yüzü, yabancı heykeltraşlar tarafından hiç incelenmemiş. Türk insanının özellikleri yok tiplemelerde”.

 

ÖZGÜRLÜK

Yine ilk dönem soyut seramik formları ve tüm bunların arasından geleceği haberleyen haberci bir heykel; alçı kullanılarak kompoze edilen ve bugün İzmir Resim Heykel Müzesinde bulunan ‘Özgürlük Yüzleri’ adlı eseri. Olağanüstü bir komposizyonla düzenlenmiş bu heykel; ilerde yaratılacak anıtsal heykellerin kendisini bir görev olarak beklediğini sanatçının kulağına fısıldamakta; bu toprakların kendisine gereksinim duyduğu ve hep duyacak olduğu kişilerin suskun sabırlarını hafif hafif sezdirmektedir. Yeni bir üslubun başlangıcını temsil eden ‘Özgürlük Yüzleri’ adlı yapıtına şimdi göz atalım; 1964 tarihli bu eserde; sıradışı bir komposizyonun varlığı hemen algımızı kuşatır.

Bu betimde yüzler; bu topraklarda yaşayan, yaşamış olan, yaşayacak olan insanların yeryüzü macerasında nasıl birer savaşçı gibi davrandıklarının bir kanıtı gibi isimsiz çağlara atıfta bulunurlar. Umutların söndüğü, düş kırıklıklarının yüzleridir bunlar. Düşünen, anlayan, algılayan son kertede haykıran, çığlık atan bu alçı portreler geride mücadele içinde bırakılan çağın acısını yüklenmişlerdir. Bu eserin kurgusunda real ve ideal dünya birliğinin yanı sıra asıl hareket ettirici Tin’in varlığı ve yakın tarihin dinamik yapı elemanlarını görürüz. Burada tarihi öğeler, donmuş ilkeler olarak verilmez ancak dinamik geçişlerle bütüne erişilir ve eserin yapısı sanatçıya değin bir yasalılığı açığa çıkartır. Tin üzerine düşünen sanatçı; Tin’i hem duyumsamakta hem de araştırma konusu yapmaktadır.

********************************************

Bu aşamada anıtsal heykel gruplarına bir göz atalım; yüzlerin olağanüstü anlatımından oluşan ‘Özgürlük Anıtı’nı yaptığında sanatçı sadece otuzbeş yaşındadır. Altı metrelik heykel bugün Eskişehir’de yükselmektedir. Ve özgürlük genç bir kadın bedeninde konuşmakta ve toplumu, sanatçının ilkeleriyle harmanlanmış estetiğine doğru çağırmaktadır. Elinde meşaleyi göklere doğru yükselten genç kadın üst katlara ülküsel ışığı göndererek tüm dünyaya özgürlük çağrısını yollamaktadır. Bir diğer özgürlük anıtının nefes aldığı coğrafya ise; Akdeniz’de bir ada, Kıbrıs Magosa.

********************************************

1964’de ondört portrelik ‘Özgürlük Yüzleri’ adlı şahesere imza atan sanatçı 1973’de Edirne’ye yerleştirilen ‘Kırkpınar Pehlivanları’ heykelini üretti.Yeni figüratif döneminde sanatçı Tankut Öktem; ilk çalışmalar olarak 1976’da Kıbrıs Magusa Özgürlük Anıtı ve Kıbrıs Askeri Boğaz Şehitlik anıtlarını kompoze etti1

1981’de Amasya Tamim Anıtı,1982’de Ankara Atatürk ve Eğitim Öğretmen’ anıtı, 1983’de Erdek Atatürk ve Gençlik anıtı,1986’da Zonguldak Maden İşçileri Anıtı,1988 dünyanın dördüncü büyük anıtı olan yirmidört metre yüksekliğindeki Ankara Atatürk ve Harbiyeli anıtı /ki eserin kompozisyonuna yediyüz portre yerleştirmiştir ve hiç bir portre birbirine benzemez/

Kıbrıs/Limasol Girne Şehitler ve Özgürlük anıtı

1980 Kıbrıs Magusa Özgürlük Anıtı

Atatürk’le ilgili anıtsal heykellere başlamadan önce; Cumhuriyetin kuruluş sancılarını, kurtuluş savaşı kahramanlarını, kurtuluş savaşı ikonları ve efsanelerini ve onların simgelerini geleceğe taşıma duygusuyla kitaplığında yoğun okumalar gerçekleştiriyor, o günleri yaşarcasına heykellerine vereceği mimik ve duyguları saptıyordu. Onun amacı her türlü zorluğu göğüsleyerek yakın tarihi daha fazla esere aktarabilmekti.

Bu nedenle sanatçı için askeri kesimden, hastanelerden ve okullardan gelen istekleri ön planda tutuyordu. Bu eserleri bazen sadece malzeme bedeline bazen de bedelsiz olarak gerçekleştirmiştir. Ona yazıyla başvuran bir çok okul ve resmi daireye bir çok Atatürk büstü hediye etmiştir. Bazen yıllar sonra beğenmediği heykelleri kaldırıp onun yerine bedelsiz olarak yenilerini yapıp koyuyordu.

Şimdi; modern sanat eserlerinde karşılaştığımız yalın, duru, kendini dile getiren neyse Tankut Öktem’in soyut ya da somut tasarımları da odur diyebiliriz. Sanatçının içinde yaşadığı çağ iki büyük dünya savaşını geride bırakmış yaraları onarılmayı bekleyen bir zaman dilimidir. Sanat platformunda ise Empresyonizm, Ekspresyonizm geride bırakılmış, Picasso gibi bir dev dünyaya hükmetmektedir.

Bir yandan Amerika’da Popart’ın dünya sanat ortamındaki sarsıcı etkisi ve sanatçının doğduğu yıllarda Paris Soyut Ekolü’nün frapan şöhreti. Ve dönemi kapanmaya başlayan Rus soyut ekolleri. Tüm bu olgular; sanat ifadesinde modernizmi bir ileri aşamaya taşıyacak daha ileri modernizmin hazırlayıcı itici güçleri olarak devrededirler.

İleri modernizmin en büyük izlekleri olan anomi, toplumsal fragmanlaşma, yalıtılmışlığın dışavurumu, yalnızlık, bir zamanlar kaygı çağı olarak anılan ülkelerin bağımsızlık savaşları ve en başta olmak üzere özgürlük için akıtılan kan; sanatçının yapıtlarındaki gizli yönlendiricilerdir.

 

 

SU-DENİZ

Tankut Öktem ilke olarak öğrencilerine doğaya karşı, forma karşı ve canlı formun değişebilirliğine karşı duyarlı olmasını öğretmeye çalışmıştır. “Öğrencilerime denizden yeni çıkmış bir balıkla, denizden çıkalı üç-beş saat olmuş bir balık arasındaki farkı anlatmaya çalışıyorum” deyişi hayli ilginçtir.

Ve ruha bir güç dokunur, bu güç evrenin içinden akan ilahi boyutun ırmağıdır. Tankut Öktem daha çocukken bu ırmakta yıkanmış, suyun damlalarıyla ıslanan elleri altın özü kavramış, Lethe’den yudumlamıştır.

1990 İzmir Türk Denizcileri anıtı

İzmir’deki Denizciler anıtına bakacak olursak, aşağıdan yukarıya yükselen dalgalar, at ayaklı deniz atları gözünüzü kısıp baktığınızda soyut biçimleri anımsatırlar. Yüzey, hacım, çizgi ve dokusal endişeleri burada yakalamanız mümkündür. Kompozisyonun üzerini bir figürle tamamladım; bu figürün vermek istediği erkeksi tavır ve figürdeki ifade heykelin asıl konusu olan Türk denizcisini anlatır. Böylece ben, figüratif çalışmalarımı çağımıza daha uygun nitelikte ortaya koymaya çalıştım’.

1992 İzmir Türk Denizciler anıtı

Dalyan Deniz Kızı

Yanı sıra Tankut Öktem yaratıcı bilincinin uzandığı frekanslar arasında; tarihsel ve toplumsal olanın bir efsaneye bir mitolojiye dönüştürülme boyutu ağırlık kazanmıştır.

Yukarı Mezopotamya Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı alan ve aşağı Mezopotamya-Anadolu uygarlıklar beşiği bugüne dek sayısız mitolojinin doğuş yeridir. Yunan-Roma ve Ortadoğu halklarının yarattıkları mitolojiler hem gerçek hem anlık hem ideal ve süreklilik taşırlar.

YARATICILIK

Ve kültürel patalojinin dinamiklerinde ortaya çıkan değişim; yaratıcı öznenin konuya yabancılaşmadan üretimiyle, gerçekliğin bire bir algılanıp kavranan yönünü yepyeni bir alana taşıma işlemiyle son bulan yaratıcılık. Benzersiz biçem anlayışı ve ona hizmet eden kollektiflik, sanat ve politik hamlelerden geri çekilerek salt yaşanan olaya fokus olma; ifadenin avangarde idealleriyle ifadenin kişisel monad kategorisini üst üste getirir. Modern toplumda yaşanan merkezi özne olgusu; sanatçının hem kendi merkezi konumundan hem de merkezde düğümlenmiş ortak öznenin, daha doğrusu politik öznenin birbiriyle çarpışması ve çarpışma sonucu birbirinden çok uzağa fırlatılmaları anlamına gelmektedir. Bu da düzenli bir akış içinde sağlam ve güzel oranlara kavuşmuş estetik bir yapının sarih ve açık sonuçlarını işaretler.

Tankut Öktem anıtsal heykellerini yaratırken bronzun ve taşın her hücresini örgütlemesi onun deney aşırığını, düşünme ve geri düşünme, algı ve tam algı kapasitelerini gösterir bize. Belli bir ereğe doğru akan edimler gözümüzün önünde devler ve titanların savaşını andırır. Kurtuluş savaşını çok çeşitli formlarda betimlerken sanatçı titanlar ve devlerle savaşmakta; yakın geçmişte yaşanan Gigantomachiatic bir savaşın haritasını tarihi bir belge olarak bize armağan etmektedir.

Kendisinden önceki meslektaşlarına, çağdaşlarına saygı içinde yol alan sanatçı dünya sanat platformlarının izleyici gruplarını eserleriyle şaşkına çevirmiş bir usta olarak soydaşı Michelangelo’ nun ‘Sevgi demek aşk demektir, aşk da hep düşüncede ve yapılanlarda kendini gösterir’ ögüdünü aklından çıkarmamıştır.

Çağdaşı ve arkadaşlarından Roden’ in taşcı kalemini kullanışını, Henry Moore ’un eserlerindeki kütlesel uyarıyı, Isamu Naguşi’nin yorumsamacı tarzını yakından görmüştür. 18 yy de Paris kenti inşa edilirken anıtsal eserleriyle kenti bezeyen Fransız heykeltraşlar; Françoıs Rude,Antoine Louıs Barye,Jean Babtıste Carpeauxun Tankut Öktem’in yaşlı küçük çocuklarıdır. Kollektif ve bireysel benliğin en uç noktasında bulunan sanatçı davranışsal tarihin belli olaylar silsilesinin dökümünü yaparken yüksek titreşimin koyu enerjisinden beslenir. Onun armonik yönlendiricisi sadece kendi bilinçidir. Modlaj sırasında eline balmumunu, alçıyı aldığı anda form bulmaya başlayan eserin yakıtını sevgiden elde etmiştir.

Sözü; bir anlamda onun ve onun gibiler için söylenmiş, Sri Aurobındo’nun ‘Savıtri’ adlı eserinden bir kelamla bitiriyoruz.

Schopenhauer ‘İrade ve Gösterim Olarak Dünya’ adlı eserinde dahiyi ‘akıl ilkesinden kurtulma, ancak bağların varlığıyla varolabilen özel şeyleri soyutlama, ideaları bağdaşık olarak tanıma, kendini onların karşısına birey olarak değil, bilen katkısız özne olarak koyma’ tarifini yapar. Filozofa göre mutlak ideaların dahi aracılığıyla dönüşüm geçirebilmesi için dahinin herşeyle bağlantısını koparması gerekmektedir. İdealar doğrudan iletilebilen şeyler olmadıkları için; araç olarak temsil ya da canlandırma öğesinden yararlanılması gerekmektedir. Ve yine sanat yapıtı herhangi bir kavramın açıklanması hiç değildir.

SONSUZLUK

Soyut sanat yorumları klasik ve geleneksel sanattın çatallanmış yol ayrımda durur. Gerçekte soyut sanat evreni yöneten yasaların ve matematiğin özü olarak belirir. Soyut sanat sonsuzluğun dilini keşfetmeyi kendisine hedef olarak koymuştur. Soyut ifadeyle uğraşan sanatçılar herşeyden önce; belirsizliğin, sonsuzluğun, ötekiliğin ve boşluk gibi duran doluluğun betimlemesini yaparlar. Burada gündeme gelen bizzat sanatçının Tin’idir. Soyut sanat ifadesinde sanatçı Tin’in kendisiyle karşılaşır ve onu form haline getirir. Figüratif sanat ifadelerinde ise Tin’in araştırılması ve anlamlandırılması amacı yatar.

Tin ilk hareket ettirici, biçim verici, yaratıcı, öldürücü, yeniden doğurandır. Tin; kainatların yaşamı içinde devinen büyük karardır. Atomun içindeki hareket, ruhun gizemli yasası, doğal kanunlar, planetlerin varoluş nedenleridir. Issızlığın sahibi ve varlığın sözcüsü , varoluşun kırılma noktaları, zamanın matematik aklı, mekanın kayganlığı ve tüm bu olguların üzerinde kendiliğinden beliren altın tozlarının dağılma oranlarıdır.

Tin; matematiğin görünmeyen sayıları olduğu kadar, ruhun devinimleri, kainatların düzeninin özü, madde ağırlığının sırrı, değişimler arası ilişkilerin koordinatları, her varlık ve canlıda ayrı ayrı kodlanmış hücre yapısı, renklerin değerleri, ölümlüler denizinin şifresi ve sonsuzluk denizinin tek sahibi ve mutlak yasadır. Tankut Öktem estetiğinde soyut çalışmalar ve daha sonraki dönemde somut heykel grupları sanatçının hem Tin’i duyumsaması hem de Tin’in araştırılması gibi ikili bir girişimi kuşatmaktadır.

Sanatçının ilk dönem üç boyutluları; dokuz yaşındayken yaptığı; Hindi (1949), Kaplan (1949), yirmi iki yaşında ürettiği soyut formlar ve isimsiz figüratif iki heykel, yirmidört yaşında dövme bakır çalışmaları; Bale Yapan Kız, ve Tarabya Oteli kral dairesi için tasarlanan helezonik form, kuş heykelleri ve Jhon Kennedy, Robert Kennedy ve Martin Luther King Komposizyonu büst çalışması, otuziki yaşında ürettiği hayvan heykelleri.

Derken sanatçının çamura, alçıya, balmumuna, bronza uzanan zihni yetenekli ellerini yöneterek estetik nesneyi, idesinin formunu, düşüncesinin dinamiğini sadece kendi özüne indirgeme gibi bir keşifte bulunur. O; hiç durmaksızın büyüyen devleşen bir idealin yüzeylerini, kıvrımlarını, ara kıvrımlarını, yükseltilerini, yatay ve dikey geçişlerini keşfederek ilerler. Bir bakıma heykelde tüm yönleri o belirleyip tüm hareketi o veriken; dış dünyada yepyeni bir estetik nesne yaratımımda, yeni yönler, yeni yörüngeler yeni yıldız kümelerini biçimlendirmektedir.

IŞIK

Heykellerde yoğunlaşan, ayrışan figür topluluklarının çocukluğunda yaptığı gözlemlerin izlerini ; figürlerin yüzlerinde, hareket ve kıvrımlarında vererek yepyeni ifadelerin doruğunu yakalıyordu. Teknik yönden de sanatçı çok bilinçli davranıyor her heykeline, her figürüne yerleştirdiği gizli bir matematik kendini belli ediyordu.

Sanatçı parçadan bütüne, bütünden de parçaya ulaşılan estetik ilkeyi ve kullandığı teknikleri şöyle dile getiriyordu.

“Benim her eserimin iki ayrı yüzü vardır; biri gözüken yüz diğeri iç bünyesinde saklı benim bildiğim yüz. Saklı olan yüz soyuttur, görünen yüz ise somut. Seyirci eserimin figüratif yüzüyle ilgilenir. Figüratif yüzde ifadeye çok önem veririm. Dokusal efektler yakalamaya çalışırım. Figürlerin yanyana gelişleri, birbirleriyle olan ilişkileri, verdikleri mesajlar benim için önemlidir. Bunlar heykelin duygusal veya anlatımcı tarafıdır. Beni asıl ilgilendiren kısım ise; işin soyut kısmıdır.

Biçimler yanyana geldiğinde oturduğu mekan veya bir bütün içerisinde ise tamamı kendi içinde ışık ve gölgeyi nasıl paylaşıyorlar. Benim heykelimde en önemli şeylerden birisi budur Benim çalışmalarıma gözünüzü kısıp baktığınızda ışıkla gölgenin kompozisyonunu dengesini görürsünüz. Heykellerimi yaparken, figürleri yerleştirirken önce onların ışık ve kompozisyonlarına bakarım. Benim için artık orata figürler kalmamıştır. Hacım içerisinde gölgeler ve ışıklar vardır.

Hacimler kendi içinde küçüklü büyüklü önde arkada olmak üzere muhakkak bir kompozisyon olur; soyut bir komposizyon olur. Özetleyecek olursak heykelim bir bütündür ve o bütün giderek parçalanır. Figür olarak bir ifadesi vardır, sonra figürler biter, hacım olarak ifade başlar, hacımlar biter, yüzey olarak ifade başlar, yüzey biter, çizgi olarak ifade başlar, çizgiler biter doku olarak ifade başlar. Bunların hepsini ayrı ayrı incelerim Soyuttan somuta doğru gider ve ifadeyle heykelimi bitiririm.

Burada benim tavrım ve o güne kadar heykelden anladığım biçim endişelerim hem de heykelde vermek istediğim mesajlar iç içe girmiştir. Figürdeki ifadeyi mümkün olduğunca yoğun ve güçlü biçimde verebilmek için elleri, kolları, bacakları önemli olmaktan çıkardım. İnsan yüzüne yönelik bir figüratif anlayış benimsedim. Bir dönem yalnızca kafalarla, yarım vücutlarla meseleleri çözmeye çalıştım, figürleri yerleştirirken çok çağdaş kabul ettiğim bir takım esaslardan hareket etme gereğini duydum.

Örneğin; Kara Harp okulu anıtını yaparken tüfekleri, miğferleri bir doku gibi kullandım. Figürlerin perspektif olarak yukarıya doğru gittikçe küçülerek çoğalmalarını soyut bir kompozisyon olarak ele aldım. Aynı şekilde kenarlarındaki yırtılmaları gene öyle hesap ettim. Figürleri yerleştirirken de gözümü kısıp baktığımda soyut bir biçim ortaya çıksın diye uğraşıp durdum.”

Kaynak: Gülseli İnal

 

The Whatness of Poetry by Dr.Mehmet Uhri

by Dr. Mehmet Uhri, Turkish Writer

(please click for his books)

Istanbul, Türkiye 

ETYMOLOGY

Poetry comes from the Arabic root shrr, which means knowing, guiding, while in Hebrew it has the meaning of series, chain. Manzum means organised.

The Latin root is poetry- poaet: Creative vision derives from the root of seeing.

Poetry is defined as ‘grasping something by intuition; measured, harmonious speech arising from emotion and excitement’.

It is even debatable whether it is a form of communication. It can be thought to be an emotional communication from heart to heart rather than from mind to mind.

In short, we are talking about something related to emotions rather than reason.

Among the first written examples of poetry, which can be thought to date back to the earliest periods of oral culture, are the Sumerian Epic of Gilgamesh (4000-3000 BC), Chinese folk songs, the Sanskrit Vedas (1000 BC), some texts of Zoroastrianism, Homer’s epic Iliad and Odyssey (9th-8th centuries BC), and Ennius’ Annales (2nd century BC).

DEFINITIONS

According to Yahya Kemal Beyatlı, poetry is a different music from the music we know. It is the expression of emotions into language.

According to Cahit Sıtkı Tarancı, poetry is ‘the art of forming beautiful shapes with words.’

Ahmet Haşim defines poetry as a language that is between words and music, but closer to music than words.

Cemil Meriç, on the other hand, defines poetry as the land of scepticism and says ‘the best description of poetry is poetry itself’.

The English literary critic John Carey, on the other hand, emphasises that poetry is a specialised language and says that poetry is to language what music is to sound.

According to Peyami Safa, the sine qua non of poetry are culture, intuition, thought, manners, emotion, and everything that inflates the soul and brings it into contact with movement and existence.

‘Poetry is poetry because it is written in the language of the divine word, that is, revelation. ‘ says İlhan Berk

Necip Fazıl Kısakürek says that poetry is the search for absolute truth.

According to Ahmet Hamdi Tanpınar, poetry is a search for perfection that finds its purpose in itself, away from all kinds of interest relations (away from utilitarian reason).

There are also many opinions that it is easier to define what poetry is not rather than what it is, that there are definitions for average poetry, but that it is not possible to define superior poetry.

The common points that are agreed upon are the features of poetry such as ‘comprehension based on intuition’, ‘containing elements of emotion and imagination’ and ‘being harmonious’.

Is it a means of communication?

Poetry is neither only about meaning nor only about words.

Traditionally, it is even claimed that poetry cannot be transferred to another language due to the separation of words and meaning.

This situation shows that the elements of word and meaning, form and content are specially organised in a fused form in poetry; it is aimed to convey emotion with an artistic structure, not as a means of conveying outward news and information as in communication and scientific language.

With a well-known analogy, the language of poetry is like the steps in dance; it does not aim to progress and aims to create a harmony by closing in on itself.

Prose language, on the other hand, aims to progress outwards like the steps in walking.

Is poetry something learnt?

Poetry is an emotional game for the writer and the reader. We are born into poetry. All babies start life with play. They play the same game for hours without getting bored in their own rhythm and music.

Poetry, like play, contains rhythm and harmony. As we grow up, we move away from our games with the control of our minds. Poetry, on the other hand, is perhaps a game that we rediscover in adulthood and keep alive in us. Therefore, everyone is a little poet.

In this sense, poetry is a play that contains emotion.

THE TRAGIC FEELING OF LIFE

Seeing the wise Solon (6th century BC) weeping for his dead son, a presumptuous person asks, ‘Why are you weeping when you know it will be useless?’. Solon replied, ‘That is precisely why I cry, for it is useless’.

Perhaps poetry is written and read for the same reason.

‘It is the tragic feeling of life that brings us closer to art, literature and poetry,’ says Miguel de Unamuno.

There is only one truth and that is the truth of death. In this way, life is a tragedy that we have to play and time is killing us.

In order not to face the reality of death, we use our consciousness to deal with other areas. We postpone time by hoping.

It is possible to be free from the tragic feeling of life by going beyond the present time.

Those who experience the tragic feeling of life every moment are melancholics.

So what do we do to get rid of the tragic feeling of life, to get away from this feeling?

It is clear that what we seek is not immortality.

What we seek is to get out of the time that kills us, to be out of time, to be able to forget time.

In Spinoza‘s book on theology, he writes that ‘everything struggles first of all to resist in its own existence, and the struggle to maintain its own existence is a journey to hope. It points to an indefinite time instead of a time with an end‘.

When we hope or dream, time does not disappear but becomes uncertain. The desire for immortality is also carried to another time through what we hope for.

In the poem, the desire for immortality is like the effort of a person who wants to forget or change time to escape out of time, if not with his mind, then with his intuition.

In the poem, the desire for immortality seems to be an effort to escape out of time, if not with the mind, then with the intuition of a person who wants to forget or change time.

It is a journey from Kronos to Kairos.

Therefore, it is good for us.

Although it is not easy to understand because we live in the universe of consciousness, we seek timelessness by using emotions such as desire, desire, curiosity, love and love that make us who we are in the realm where we communicate with emotions.

Although what we desire may seem like immortality, we seek timelessness, timelessness, Kairos in coping with the tragic feeling of life.

Poems make us intuit this timelessness.

Aristotle says ‘All human beings by nature insist on knowledge’. To know, to learn is a passion beyond desire. Curiosity is also fuelled by this passion for knowing.

However, as Spinoza emphasises, knowing is primarily in the service of the instinct of protection. This requires utilitarian reason, that is, consciousness.

The endeavour to escape from the tragic feeling of life forms the basis of human community in its most primitive form, namely love. A hug is the most effective consolation.

Our consciousness covers the reality of death with other things. We can cope with the tragic feeling of life only by stepping out of time.

Poetry creates a sense of timelessness and timelessness for both the writer and the reader. It is like the journey of emotions from heart to heart. Words are only intermediaries.

The source of poetry is an invisible, intangible other world perceived as a subjective feeling.

It is the place where Orhan Veli says he cannot explain.

Descartes begins his discourse on method with ‘common sense is the most shared thing in the world’. What he is talking about is an intuitive state.

Poetry is the verbalisation of common sense. Words are the carrier of that feeling.

What is the difference between this feeling and consciousness?

Let’s take the concept of infinity. We feel the existence of infinity not with our consciousness but with our emotions. We explain the infinity of being with our consciousness (numbers, etc.).

Ingrid Jonker

‘My word is a tiny grain

‘My death is a grain of nothingness’

What is poetry like for the writer and what is it like for the reader?

Poetry is the scattering of emotion and its spread into timelessness. As such, for the reader, poetry is ‘you talking to yourself’. It is the suspension of consciousness. Consciousness allows this to some extent. The main concern of consciousness is to continue to exist.

This sense of eternity or timelessness of poetry, which transcends the individual, is limited by consciousness. Consciousness may have conceptualised these situations in which words are spoken like divine words by calling them ‘poetry’ in order to keep them under control.

Our consciousness tells us what is or is not poetry.

Why is poetry moving away from our lives today?

Because we no longer want to be immortal. The idea that wanting to be immortal is a kind of pride or even selfishness finds favour.

The search for immortality has been replaced by the search for ‘freedom’. Hope is replaced by scepticism.

As Gramsci said, the pessimism of the intellect overpowers the optimism of the will.

Utilitarian reason has made us free but sceptical. We are content with ready-made hopes and consume life in a world without the thought of death.

Instead of endeavouring to bring our soul to timelessness, we fall into the simplicity of surrendering to the spirit of time.

Unamuno said: ‘Wherever one looks, reason always gets in the way of our desire for immortality and proves it wrong. Reason is the enemy of life’.

Ingrid Jonker:

Because every death reaffirms

The lie of life

Atilla Ilhan

How little we think we live from how little we live…

 

 

Heykel Sanatçılarımız Tankut Öktem, Oylum Öktem ve Sadun Boro

Kahramanın Yazıtı ve Kahramanların Yonutları: Bilge Tonyukuk ile Tankut Öktem

Devlet Adamımız ve ilk yazarımız Bilge Tonyukuk’un Türkistan topraklarında granit taşa kazıttığını, YAZIT olarak evlatlarına emanet ettiğini, Heykeltraş sanatçımız Tankut Öktem bey bizzat kendi…

Oylum Öktem ve Bilgeler: Sadun Boro-Tankut Öktem

Sadun Boro ve Tankut Öktem. Anlatan: Oylum Öktem. 1 Kasım 2024 Koç Müzesi. Hasköy.

Heykel Sanatçımız Oylum Öktem ile Söyleşi

    https://youtube.com/shorts/kbdOWoltY1I?si=GWawpxUYQGFFMnGj   https://youtube.com/shorts/tN79xm7GoDA?si=W8mErzecXL8BGXLG https://youtube.com/shorts/G3ZXmPDTiKg?si=JRWFhyy9cy8Vzm4A https://youtube.com/shorts/c27v3WmdU3A?si=asHvglP3Lsq2J-wz

Sadun Boro 6. Anma Toplantısı1 Kasım 2024

Dünyanın etrafını dolaşan Kısmet teknesinin mütevazi pervanesi “Dünyada hiç bir tablo deniz rengi ve ufuk çizgisinin sanat zenginliğini veremez.” Cem Gürdeniz. 1 Kasım 2024 Koç Müzesi…

Kahramanın Yazıtı ve Kahramanların Yonutları: Bilge Tonyukuk ile Tankut Öktem

Devlet Adamımız ve ilk yazarımız Bilge Tonyukuk’un Türkistan topraklarında granit taşa kazıttığını, YAZIT olarak evlatlarına emanet ettiğini, Heykeltraş sanatçımız Tankut Öktem bey bizzat kendi ellerinle bronzu işleyerek zamanın ve zeminlerin sonsuzluğunda, zihnimize YONUT olarak nakşetmişlerdir.

Bilgelerin dehası kah yazıt, kah ise yonut olur, zaman ve zeminde eşsiz ve yegane yerini alarak zihinlerimize mıhlanır, mayamız, mihenk taşlarımız olur.

Tonyukuk, aynı zamanda Başbakan ve Başkomutan olarak efsanevi kahramanlık destanlarını yaratırken, Sanatçımız Tankut Öktem ise  özellikle de Kurtuluş Savaşı kahramanlarımıza vefakarlık gösterip gelecek kuşaklara bıraktığı anıtlarla şehirlerimizin meydanlarında ve savaş alanlarımızda hafızalarımızı  canlı tutmaktadır. 

****************************

Könül Könül!

/www.facebook.com/gonul.dilek.3745/videos/6591059697590475 “Gönül’ün orjinali Könülmüş. Günümüze Gönül olarak ulaşmış. Anlamı da, güneşi doğuran TAN, veya TAN ANA imiş. Şamanlar da Orta Asya’da bu ritüeli her sabaha…
*************************

Bilge Liderlerimiz Atatürk, Tonyukuk ve İstikbalimiz-Gençlerimiz

Türklerin tarihlerinde kalemi ve kılıcı birlikte taşıyan iki büyük devlet adamımız olmuştur. Türk Kağanlığı’nın kurucu Başbakanı Bilge Tonyukuk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal…
*************************

“O; sıradışı bir liderin halkıyla birlikte verdiği özgürlük savaşını yepyeni bir efsaneye dönüştürerek bronzla yazmıştır.”

“1988’de kompoze ettiği Kara Harp Okulu girişine yerleştirdiği yediyüz figürlü Şehitlerin Gökten İnişi ve Atatürk anıtı bir şaheser olarak sanatçının zirve noktasını temsil eder.” 

GÜNSELİ İNAL

*************************

Tonyukuk Yazıtı’nda 700 asker

Tankut Öktem KaraHarp okulu önündeki anıtında 700 askeri heykelleştirirken, Atası Bilge Tonyukuk da taş yazıtında (Yıl 720) Yediyüz askeri sonsuzluğa ulaştırmıştır.

Tonyukuk’un Türkistan topraklarında granit taşa kazıttığını YAZIT olarak evlatlarına emanet ettiğini, Tankut Öktem bizzat kendi ellerinle bronzu işleyerek zamanın ve zeminlerin sonsuzluğunda zihnimize YONUT olarak nakşetmiş.

Tonyukuk ilk Kuvvayı Milliyedir, ikincisi ise Atatürk’tür. Tankut Öktem o manada muhteşem bir sanatçı. Aah keşke Tonyukuk’u da imgeleminden bronz heykele kavuştursaydı. 

Tonyukuk: “Kalem ve Kılıçların Efendisi”; “Yüzüklerin Efendisi” yanında solda sıfır kalır. Kalemleri bekliyor.

**************************************

Tankut Öktem Heykel Anıtında 700 Asker. Atatürk ve Harbiyeliler Anıtı, Kara Harp Okulu. Ankara

 

ESERLERİN YERALDIĞI ŞEHİRLER

KIBRIS 

            Limasol Barış Heykeli, Girne                           Kıbrıs Şehitliği Heykelleri, Lefkoşa                 

Dr.Fazıl Küçük Heykeli,Lefkoşa Meydanı        Magosa Barış ve Özgürlük Heykeli

ERZURUM

Erzurum Şehit Öğretmen Anıtı

MUŞ

 Muş Sultan Alparslan Heykeli

MALATYA

Malatya İç Güvenlik Şehitler Anıtı

SAMSUN

Samsun İlkadım Anıtı

AMASYA

Amasya Tamimi Heykeli, Atatürk Caddesi     Amasya İstikbal Göklerdedir Heykeli                                                                                 Atatürk ve Sabiha Gökçen

 

KASTAMONU

Kastamonu Atatürk ve Şerife Bacı Anıtı

KARABÜK

Karabük Safranbolu Atatürk Heykeli

ZONGULDAK

Zonguldak Maden İşçileri Anıtı, Gazi Paşa Caddesi

ANKARA

Ankara Meçhul Öğretmen Heykeli, MEB binası ön yüzü

 Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Heykeli

Anıtkabir Müzesi, Atatürk Büstü ve Rölyefleri

  

Atatürk ve Harbiyeliler Anıtı, Kara Harp Okulu

Abidin Dino Heykeli, Cer Modern

KIRŞEHİR

Kırşehir Muharrem Ertaş ve Neşet Ertaş Heykeli

NEVŞEHİR

 

    Hacı Bektaşi Veli, Hacıbektaş                           Nevşehir Ozanlar Anıtı

ADANA

Adana Dadaloğlu Heykeli, Yüreğir

KARAMAN

Kazım Karabekir Heykeli

                 Piri Reis Heykeli                                   Yunus Emre Heykeli

 

    Karamanoğlu Mehmet Bey Heykeli   

ESKİŞEHİR

Köprübaşı Porsuk Çayı, Özgür Kadın Heykeli 
  Yediler Parkı Hayvan Heykelleri

MUĞLA

Muğla Denizkızı Heykeli, Sadun Boro ve Tankut Öktem’in Gökova’ya armağanı, Okluk koyu

Muğla Atlı Atatürk Heykeli, Bodrum Gümbet

KONYA

Konya Tarık Buğra Heykeli, Akşehir

AFYONKARAHİSAR

Afyon Kocatepe Atatürk Heykeli

UŞAK

Uşak Atatürk ve Kurtuluş Anıtı, Uşak meydanı

AYDIN

        İncir Heykeli, Aydın Meydanı                Atatürk ve Aydın’ın Kurtuluşu Anıtı

MANİSA

Manisa Kuvvayı Milliye ve Özgürlük Anıtı, Manisa Mimar Sinan Bulvarı

İZMİR

Belkahve Atatürk Heykeli, Belkahve Müzesi Meydan

Nazım Hikmet heykeli. Kültür Parkı Konak

 

Atatürk ve İsmet İnönü Lozan heykeli-Eski Fuar Lozan Kapısı girişi

Denizatları Efeler Anıtı Türk Denizcileri Anıtı -Konak-Güzel Yalı Parkı

Bergama Atatürk Heykeli, Madra Dağı, Kozak Yaylası, Bağyüzü köyü

ÇANAKKALE

Yaralı Asker Heykeli, Akbaş Şehitliği

Conk Bayırı Atatürk Anıtı

 

57. Alay Mehmetçik Heykeli

Kanlı Sırt Mehmetçiğe Saygı Anıtı

Yaralı Arkadaşını Kucaklayan Mehmetçik, Sargı yeri Şehitliği

Meçhul Asker Heykeli, Zığındere

Çanakkale Geçilmez Abidesi

BALIKESİR

Balıkesir Turgut Reis Heykeli

BURSA

 Kurtuluş ve Atatürk Heykeli, İnegöl Heykel Parkı

Atatürk ve Celal Bayar Heykeli, Umurbey

Orhangazi Anıtı

Uludağ Üniversitesi Atatürk ve Gençlik Heykeli

 

İSTANBUL

Fazıl Hüsnü Dağlarca heykeli, Kalamış Parkı

Mehmetçiğe Saygı Heykeli-1.Ordu Komutanlığı Selimiye

Vakko Soyut Anne heykeli, Merter binasından Nakkaştepe Vakko binasına taşındı

Kandilli Kız Lisesi girişi Atatürk büstü, okulun ilk mezunlarından annesi Meliha Öktem’in anısına, Türkan Saylan’ın özverileriyle

Tarabya Oteli 1.liği – Soyut Metal Efe heykeli

Arnavutköy Atatürk, Cumhuriyet ve Özgürlük Anıtı, Arnavutköy meydanı

Ahmed Adnan saygun heykeli – Ahmed Adnan Saygun Caddesi, Öztopuz caddesi köşesi

Hüsrev Gerede Heykeli, Teşvikiye Caddesi, Hüsrev Gerede meydanı

Willie Brant büstü, Maçka Parkı girişi

Uğur Mumcu heykeli, Harbiye – Nişantaşı köşesi

 

Galata Kulesi – Beyan-ı Menazil-i Seferi Irakeyn – Matrakçı Nasuh minyatürünün seramik panoları – heykeltraş Haluk Tezonar’la ortak eserleri

Fatih Sultan Mehmet Anıtı

Harp Okulu Heykelleri-İstanbul Hava Harp Okulu Atatürk ve İstikbal Göklerdedir heykeli-Hava Harp Okulu İstanbul, Yeşilyurt

TEKİRDAĞ

Kuvayi Milliye Heykeli, Bağımsızlık ve Özgürlük Parkı

Atatürk Heykeli, Bülent Ecevit Parkı, Saray

EDİRNE

Kırkpınar Heykeli, 1973 Cumhuriyet Heykel Yarışması birincilik ödülü

BİBLİYOGRAFİ

1941 İstanbul’da doğdu.
1962 Almanya da Shone Wald Porselen Fabrikasinda stajini tamamladi.
1965 İ.D.T.G.S.Y.O.’nun Seramik Bölümünü bitirdi.
1966 İ.D.T.G.S.Y.O.’nun Seramik Bölümüne asistan seçildi.
1970 Öğretim Üyeliğine geçti.
1974-1975 Seramik Bölüm Başkanlığı yaptı.
1980-1982 İ.D.T.G.S.Y.O. Müdürlüğü yaptı.
1983-1985 Tatbiki Güzel Sanatların Marmara Üniversitesi oluşundan sonra Heykel Bölüm unu kurdu ve ilk Baskani oldu.
1986 yilinda Profösör oldu.
1993-1996 yılları arasında Seramik – Cam Bölüm Başkanlığı yapmıştır.Ayrica 1999 a kadar fakulte Senatorlugune ve Y.O.K.Sanat Milli Komitesi Marmara Universitesi Temsilciligini yapmistir.
1999 yilinda Devlet Sanatcisi secilmistir.
Cok sayida eseri olan sanatcinin asagida yalnizca kazandigi yarismalar ile en onemli sayilabilecek uygulamalari ve daha sonra baslica eserlerinin tarih sirasiyla listesi yer almaktadir.

YURT DIŞINDA KAZANDIĞI YARIŞMALAR VE UYGULAMALAR

1972 A.B.D: Washington –Kennedy ,Martın Luther Kıng ve R. Kennedy
1988 Güney Kore – Seul Kültür Merkezi önü Sevgi Anıtı(1988 Seul Olimpiyatları nedeni ile seçilmiş ,162 ülke sanatçısının içinde ilk 10)
1989 Asya Sanat Bienali’nde Heykel dalında Türkiye’yi temsil etmiştir.
1990 Almanya-Stuttgart,BöblingenBelediye Meydanı ,Heykel Sempozyumu 1. ödül(yerinde uygulanmıştır.)
1996 Macaristan – Budapeşte Atatürk Büstü
1997 yılında Libya Halk Kahramanı Gazi Muhtar adına 35 metrelik bir zafer anıtı yapılmıştır.

K:K:T:C: UYGULADIĞI ESERLER

1974 K.K.T.C. Gazi Magosa Özgürlük Anıtı
1980 K.K.T.C. Gazi Mehmetçik Heykeli
1980 K.K.T.C.Girne Atatürk Heykeli
1981 K.K.T.C.Gazi Magosa Yeşilyurt Heykeli
1982 K.K.T.C.Gazi Magosa Akdoğan Atatürk Heykeli
1983 K.K.T.C. Lefkoşa Fazıl Küçük Heykeli
1984 K.K.T.C. İnönü Atatürk Heykeli

YURT ICINDE KAZANDIĞI BAŞARI VE UYGULAMALAR

1967 Tarabya Oteli Heykeli (1.Ödül)
1967 10. Uluslar arası Heykel Sergisi (1.Ödül)
1967 Istanbul Atatürk Kültür Merkezi (1. Mansiyon)
1968 Yapı Kredi Bankası Heykeli (2.Ödül)
1970 Ortadoğu Üniversitesi Heykeli (2.Ödül)
1973 Edirne Kırkpınar Anıtı (1. Ödül)
1974 Amasya Tamimi Anıtı (1.Ödül)
1974 Mersin Kuvayi Milli Anıtı (1.Ödül)
1979 Arkeolojı Müzesi Seramik Dalı (1.Ödül)
1981 Kara Harp Okulu (Uygulama Ödülü)
1982 İzmir Türk Denizcileri Anıt Yarışması (Uygulama Ödülü)
1983 Erdek Atatürk Anıtı (2.Ödül)
Sanatçı 1983 den sonra hic bir yarismaya katilmamis , yarismalarda juri uyesi olarak gorev yapmistir.

YURTİÇİNDE UYGULADIĞI ÖNEMLİ ESERLER

1964 Sevgi Anıtı Seramik Çalışması
1964 Bale Yapan Japon Kız- Dövme Bakır
1964 J. Kennedy,Martin Luther Kıng,R. Kennedy Büstü
1964 Tarabya Oteli Kral Dairesi- Dövme Bakır Çalışması
1964 Özgürlük yüzleri Alçı Çalışması
1970 Vakko Fabrikası Soyut Anne Heykeli –İstanbul
1970 Horon Tepen – Dövme Bakır Çalışması
1972 Hayvan Heykelleri Kocaeli Sanayi Fuar Parkı
1973 Kırkpınar Anıtı Edirne
1975 Özgürlük Anıtı – Eskişehir
1975 Olimpiyat Şampiyonu İsmet Atlı Büstü
1976 Gazi Magosa Özgürlük Anıtı Kıbrıs
1977 Cumhuriyet Anıtı Orhangazi- Bursa
1979 Gazi Magosa Atatürk Anıtı –Kıbrıs
1980 Atatürk ve Uçucu Gençlik Anıtı Hava Harp Okulu – Istanbul
1981 Amasya Tamimi Anıtı- Amasya
1981 Fatih Sultan Mehmet Anıtı- İstanbul
1981 Atatürk Heykeli Tuzla Piyade Okulu
1981 Başöğretmen Heykeli-Milli Eğitim Bakanlığı – Ankara
1982 Meçhul Öğretmen Heykeli- Milli Eğitim Bakanlığı- Ankara
1982 Türk Denizcileri Heykeli – İzmir
1982 Ayhan Işık Büstü
1982 Girne Atatürk Heykeli – Kıbrıs
1983 Türk Dil Kurumu Atatürk Anıtı
1983 Sarayburnu Ataturk Aniti M.S.B Lojistik Destek Komutanligi-Istanbul
1984 Mehmetçik Heykeli- Kara Kuvvetleri Komutanlığı- Ankara
1985 Yavrulu Aslan Heykeli- Adana Sabancı Köşkü
1985 Atatürk ve Milli Egemenlik Anıtı- Manisa
1985 Karaman Bey ve Oğullar Ferma
1986 Atatürk Heykeli – Saray
1986 Madenci Anıtı- Zonguldak
1986 Sehitler Aniti- Orhangazi
1986 Turgut Reis Heykeli – Bandırma
1987 Özel İhsan Çizakça Lisesi Heykeli
1987 Şefik Bursalı Büstü
1987 Nurettin Ersin Büstü
1987 Fazıl Hüsnü Dağlarca Büstü
1988 Atatürk ve Harbiyeli Anıtı- Kara Harp Okulu – Ankara
1988 Kurtulus ve Ataturk Aniti- Aydin
1988 Sevgi Heykeli-Seul Olimpiyat Binası Seul Güney Kore
1989 At üstüde Atatürk Heykeli- Orhangazi
1989 Asya Sanat Bienali Türkiye Temsilciliği
1989 Çocuksuz Kadın Heykeli – Böblingen Stuttgart Almanya
1989 Dr. Fazıl Küçük Heykeli-Lefkoşa K.K.T.C.
1990 Atlı Alparslan Heykeli – Malazgirt Muş
1990 Osmangazi Aniti -Bursa
1990 Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı- Kastamonu
1990 Atlı Atatürk Heykeli – Kıbrıs
1990 Karagoz Heykeli – Bursa
1991 Cağaloğlu Anadolu Lisesi Atatürk Heykeli -Istanbul
1991 Ataturk ve Inonu Heykeli-Izmir Internasyonel Fuari-Izmir
1991 Atatürk Anıtı – Belkahve İzmir
1991 Ataturk Aniti-Bayburt
1992 Dumlupınar Şehitliği- Kütahya
1992 Merzifonlu kara Mustafa Pasa Heykeli- Merzifon
1992 Türk Dili Tarihi Heykeli- Karaman
1992 Ataturk Heykeli – G.A.T.A
1993 Ölü Ozanlar Anıtı- Nevşehir
1993 Büyük Taaruz Şehitliği Atatürk Kocatepe Anıtı – Afyon
1993 Karamanoğlu Mehmet Bey Heykeli-Karaman
1993 Abide Çanakkale Geçilmez Anıtı- Çanakkale
1994 İlk Kurşun Anıtı -1995 –Antakya
1994 Conkbayırı Atatürk Anıtı- Çanakkale
1994 Yunus Emre Heykeli- Karaman
1994 57.Alay Mehmetçik Anıtı- Çanakkale
1995 Pırı Reis Heykeli- Karaman
1995 Sabiha Gökçen ve Atatürk Anıtı –Hava Kuvvetleri Komutanlığı –Ankara
1995 Kartal Heykeli-Hava Kuvvetleri Komutanligi – Ankara
1995 Üzüm Sepetli Köylü Kızı Manisa
1995 Sehit Kadin Ogretmen Heykeli- Erzurum
1996 Macaristan Atatürk Anıtı
1997 Kara Harp Okulu Harbiyeli Subay Şehitliği Anıtı – Ankara
1997 Mehmetçiğe Saygı Anıtı – Kanlı Sırt-Çanakkale
1997 Hürriyet Heykeli – Mersin
1997 Odun Taşıyan Yunus Emre Heykeli –Eskişehir
1997 Libya Halk Kahramanı Gazi Muhtar Anıtı – Libya
1997 Antalya Dış Hatlar Hava Alanı Seramik Panosu- Antalya
1998 Zeki Müren Heykeli-Bursa
1998 Vatan sana Minnettar Mehmetçik Heykeli – Genel Kurmay Başkanlığı Ankara
1998 Nasrettin Hoca Heykeli – Akşehir
1998 Gökova Denizkızı Heykeli- Gökova
1998 Balıkçı Heykeli- Marmaris
1998 Kurtuluş ve Atatürk Anıtı – İnegöl
1998 Elma Sepetli Köylü Kızı – Karaman
1998 Dadaloglu Heykeli-Kayseri
1999 Uğur Mumcu Büstü- Harbiye İstanbul
1999 Sargıyeri Şehitliği Yaralı Arkadaşını Kucaklayan Mehmetçik Anıtı- Çanakkale
1999 Atlı Yıldırım Beyazıt Heykeli-Bursa
1999 Meçhul Asker Anıtı-Zığındere Çanakkale
1999 1. Ordu Komutanlığı Heykeli – İstanbul
1999 Uludağ Üniversitesi Atatürk ve Gençlik Anıtı – Bursa
1999 Uludag Universitesi Veterinerlik Fakultesi Heykeli-Bursa
1999 Mehmet Akif Ersoy Heykeli – Ankara
2000 Abidin Dino Heykeli- Ankara
2000 Adnan Saygun Heykeli-Ulus- Istanbul
2000 Uludag Universitesi Ziraat Fakultesi Heykeli – Bursa
2000 Ataturk ve Celal Bayar Heykeli-Umurbey
2000 Incir Heykeli- Aydin
2000 Fazil Husnu Daglarca Heykeli-Kalamis Parki-Istanbul
2000 Akbaş Şehitliği Yaralı Asker Heykeli- Çanakkale
2000 Atatürk Anıtı – Kırşehir
2000 Kazım Karabekir Büstü -3. Ordu Komutanlığı Erzincan
2000 Tarim ve Koy Isleri Bakanligi Heykeli- Ankara
2000 7 Figürlü Heykel-Samsun
2000 Atatürk ve Çocuk Heykeli – Güzelyalı
2000 Atatürk ve Pilot Heykeli –Konya
2000 Ataturk Heykeli- Kuleli Askeri Lisesi
2000 1.Ordu Komutanligi 3 Mehmetcik Aniti- Selimiye
2001 Atatürk ve Kurtuluş Anıtı-Uşak
2001 Nazim Hikmet Heykeli-Izmir internasyonel Parki
2001 Ataturk Heykeli- Madra Dagi –Ayvalik
2001 Namik Kemal Heykeli-Tekirdag
2002 Musevi Lisesi Yapraklar Kompozisyonu -Ulus İstanbul
2002 Tarik Bugra Heykeli – Aksehir
2002 Mehmetçik Heykeli 5. Tugay Komutanlığı – Sivas
2002 Atatürk heykeli- Ayvalık
2002 Hacı Bektaşi Veli Heykeli- Eskişehir
2002 7 Figurlu Heykel-Bandirma Gemi Muze ve Milli Mucadele Acik Hava Muzesi -Samsun
2002 Kara Kuvvetleri Komutanlığı Komutan Büstleri 53 adet-Kara Harp Okulu – Ankara
2002 Mareşal Atatürk Heykeli Jandarma Bölge Komutanlığı – Kayseri
2002 Anıtkabir Müzesi Rölyefleri ve Atatürk Büstü – Ankara
2003 Muharrem –Neşet Ertaş Heykeli- Kırşehir
2004 Kazım Karabekir Heykeli- Karaman
2004 Sarıkız ve Atatürk Heykeli – Altınoluk
2004 Kuvayi Milli ve Cumhuriyet Aniti- Manisa
2004 Kayakci Heykeli- Sarikamis
2005 Kurtuluş Panoraması- Çorlu
2005 Tarık Buğra Heykeli
2005 Kıbrıs Şehitliği – Lefkoşa K.K.T.C.
2005 İstanbul Üniversitesi Atatürk Heykeli
2005 Girne Limasol Anıtı- K.K.T.C.
2005 Komutan Büstleri Hava Kuvvetleri Komutanlığı Ankara
2005 Harran Üniversitesi Atatürk Heykeli
2006 Safranbolu Anıtı- Safranbolu
2006 Arnavutkoy Ataturk Heykeli – Arnavutkoy Istanbul
2006 Anafartalar Atatürk Heykeli- Çanakkale
2006 Şehit Polis Heykeli- Samsun Emniyet Müdürlüğü Samsun
2007 Bakırköy Adliye Binası Adalet Heykeli- İstanbul
2007 Kırıkkağnı Heykeli-Büyük Taaruz Şehitliği – Afyon
2007 Marmara Universitesi Rektorluk Royef ve Heykeli

Oylum Öktem ve Bilgeler: Sadun Boro-Tankut Öktem

Sadun Boro ve Tankut Öktem. Anlatan: Oylum Öktem. 1 Kasım 2024 Koç Müzesi. Hasköy.

 

Cumhuriyetin Sanatçı Ailesi “Işık Senfonisi” Sergisi, Oylum Öktem İşözen

 

 

 

 

 

Heykel Sanatçımız Oylum Öktem ile Söyleşi

 

 

 

 

Atatürk’ün Batı/Batıcılık/Batılılaşma Hakkında Söylediği Sözler

************************************************

Kavramlar

Batı

Batı Alemi

Batı Avrupa

Batı Emperyalistleri

Batı Emperyalizm ve Kapitalizmi

Batı Fabrikaları

Batı İlmi ve Ticari İlerlemesi

Batı Kavimleri

Batı Medeniyeti

Batı Milleti

Batı Milletleri

Batı Ricali

Batı Zihniyeti

Batıcılık

Batılı

Batılı Bir Hükümet

Batılılaşma

Batı’nın Asri Medeniyeti

Batı’nın Çağdaş Eserleri

Batı’nın Her Türlü Medeni Eserleri

Medeni Bir Batı Milleti

************************************************

 > Batı

En ciddi emelim, Türkiye’nin kendi milli kültürü ile uygun düştüğü derecede Batı medeniyetinden ve Batı ilmi ve ticari ilerlemesinden faydalanmasıdır.

Türkiye, Batı’nın asri medeniyetindeen kıymetli ne varsa kabul ederek kendi eski kültürünü mükemmelleştirmek konusunda hür olacak.

Mustafa Kemal Atatürk – 23 Ocak 1923

Doğu kavimlerinin Batı kavimlerinetaarruz ve hücumu, tarihin belli başlı bir safhasıdır. Doğu kavimleri arasında Türk unsurunun başta ve en kuvvetli olduğu malumdur.

Hakikaten Türkler, İslam’dan önce ve İslam’dan sonra Avrupa içerisine girmişler, taarruzlar, istilalar yapmışlardır.

Mustafa Kemal Atatürk – 1927

 

Milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda bağımsız bir devlet tesis ettikten başka Batı alemine, düşman içine girdi ve orada büyük müşkülat içinde bir imparatorluk vücuda getirdi.

Ve bunu, bir imparatorluğu altı yüz seneden beri büyük bir şevket ve azametle devam ettirdi. Buna muvaffak olan bir millet elbette yüksek siyasi ve idari niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi.

Cihanın malumudur ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir sınırından diğer sınırına ordusunu fevkalade sürat ile ve tamamen donanmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce iyi besler ve idare ederdi.

Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilatının değil, bütün idari şubelerin fevkalade mükemmeliyetine ve kendilerinin kabiliyeti olduğuna delildir.

Mustafa Kemal Atatürk – 28 Aralık 1919

Efendiler; ben de bazı arkadaşlarım gibi Batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım.

Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur. Ateş altında olmuştur. Ölüm karşısında olmuştur.

Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevi kuvveti bütün milletlerin manevi kuvvetinin üstündedir.

Mustafa Kemal Atatürk – 8 Temmuz 1920

Efendiler, dış siyasetin en çok alakadar olduğu ve dayandığı husus, devletin iç teşkilatıdır.

Dış siyasetin iç teşkilatla uyumlu olması lazımdır. Batı’da ve Doğuda başka başka tabiatlara ve kültüre ve emele sahip birbirine zıt unsurları toplayan bir devletin iç teşkilatı elbette asılsız ve çürük olur. O halde dış siyaseti de esaslı ve metin olamaz.

Böyle bir devletin iç teşkilatı bilhassa milli olmaktan uzak olduğu gibi, siyasi mesleği de milli olamaz.

Buna nazaran Osmanlı devletinin siyaseti milli değil, fakat şahsi, belirsiz ve istikrarsız idi.

Mustafa Kemal Atatürk – 1927

Bizim inkılabımız, bir ihtilal olmaktan öte, bir milli yenilenmedir.

Türk inkılabının amacı, bir taraftan Türk ırkının hayat ve bekasını tehlikeye atan sebepleri ve Türk’ün refah ve mutluluğuna engel olan unsurları ortadan kaldırmak; diğer taraftan, eskimiş, yaşam gücü sönmüş temellere dayanan Doğu milletleri sınıfından çıkarak, hayatını çağdaş esaslar üzerine kuran, medeni bir Batı milleti olmanın gereklerini yerine getirmektir.

Mustafa Kemal Atatürk – 1925

Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın yüksek Altay yaylasında doğup yetiştiği için, kartalın meziyetlerini, uzak görüş, süratli uçuş ve bu ruhu barındıracak beden kuvvetini daha ilk başta kazanmıştır.

Esasen fiziki ya da zihinsel, sınırlayıcı hiçbir ortamda kalamaz.

Bu sebeple o yüksek merkezi doğum yerinin tecrit vaziyetine isyan etmiştir.

İşte o ilk Türkler sonra hem batıya, hem doğuya, her ikisine doğru ilerlemeye cesaret etti.

Mustafa Kemal Atatürk – 14 Ağustos 1932

Biz, Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz.

Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk milletini emperyalizme vasıta yapmak istemelerine de mani oluyoruz.

Bu suretle, bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniyiz.

Mustafa Kemal Atatürk – 20 Haziran 1920

Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de çağdaş, dolayısıyla Batılı bir hükümet vücuda getirmektir.

Medeniyete girmeyi arzu edip de, Batı’yayönelmemiş millet hangisidir?

Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle müşküle sokulduğunu gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.

Mustafa Kemal Atatürk – 29 Ekim 1923

Aydınlar, yaptığımız ve yapacağımız kanunlarla inkılaplarımızı kökleştirecek muasır medeniyet seviyesine ulaştıracaklardır.

Bugün iki kere sekiz, on altıdır. Bunu on kişi böyle dese ve yüz kişi de on diye ısrar etse yüz kişinin dediğini mi kabul edeceğiz?

Biz artık Batılıyız.

Eski dünyaya hakim eski medeniyetimizle sadece övünerek değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkacağız.

Mustafa Kemal Atatürk, 22 Eylül 1924

“Uysal bir halk kitlesi, doğu geleneklerine bağlı kalmışsa,
yanlış ve köstekleyici alışkanlıklar sonunda bir takım kuvvetlerin
tekelci vesayeti altına sürüklenebiliyorsa…
bu kitle adına, millî iradeyi temsil eden aydınlar harekete geçerler;
kitleyi çağdaş bir düzene kavuşturmak için, geri düzenle,
batıl itikatlarla, hurafelerle savaşırlar.
devrim yaparlar. geri düzeni değiştirirler.
bunun için plebisite başvurulmaz…
bugün iki kere sekiz onaltıdır.
bunu on kişi böyle dese ve yüz kişi de on diye ısrar etse,
yüz kişinin dediğini mi kabul edeceğiz?”
Mustafa Kemal Atatürk

(kaynak: devrim hareketleri içinde atatürk ve atatürkçülük.
prof.dr.tarık zafer tunaya. arba yayınları sf.107)


Günümüz medeniyeti ve inkılaplar, geriliğin amansız düşmanıdırlar.

Bunlara uymayan milletlerin sonu mutlaka zarardır, yokluktur.

Yeni ve laik esaslardan esinlenen Türk hukuk bilgisi inkılabın yolunu aydınlatacaktır.

Bunun gerçekleşmesi ancak, Batı’nın çağdaş eserlerinin bize nakledilmesiyle mümkündür.

Mustafa Kemal Atatürk – 1925

İnkılabın temellerini her gün derinleştirmek, takviye etmek lazımdır.

Birbirimizi aldatmayalım. Medeni dünya çok ileridedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz.

Bütün safsataları, boş sözleri bertaraf etmek lazımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler manasızdır.

Şapka da giyeceğiz, Batı’nın her türlü medeni eserlerinide alacağız.

Mustafa Kemal Atatürk – 10 Ekim 1925

Doğu alemi üzerinde rakipsiz manevi nüfuzunu tesise ve Dünya Savaşı yüzünden memlekette bozulan iktisadi dengeyi bu suretle iade ederek Bolşeviklik cereyanını Batı Avrupa’da imhaya çalışan İngiltere hükümetinin pek ustaca olan bu büyük teşebbüsüne fiili ve ciddi bir surette engel olabilecek ve mukavemet edebilecek yegane İslam hükümeti Türkiye devleti olduğu için Batı emperyalizm ve kapitalizminin en ziyade taarruz darbeleri bittabi Anadolu üzerine yöneltilmiş bulunuyor.

Mustafa Kemal Atatürk – 4 Ekim 1920

Fransızları hoş tutmakla ne kazanacağımıza akıl erdiremiyorum.

Batı zihniyeti dalkavukluk ve riyakarlık, hele zulüm görmüş bir milletten gelirse, o milletin yaşamak hakkı olmadığına hükmeder.

Tersine ahlaksızlık ve zulme karşı avazımız çıktığı kadar haykırmalıyız.

Avrupa’ya yaşamaya hakkımız olduğunu anlatmalıyız. Sizler de bu yolda yürüyünüz.

Mustafa Kemal Atatürk – 1919

Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir.
Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir.
Mustafa Kemal Atatürk – 29 Ekim 1930
 ( 29 Ekim 1930 Cumhuriyet balosunda, Associated Press muhabirinin bir sorusuna verdiği cevaptır.)

Efendiler!

Bilinen hakikatlerdendir ki, tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkar edemez.

Dolayısıyla böyle bir batıl örtünün arkasından, vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler iflasa mahkumdur!

Mustafa Kemal Atatürk – 23 Temmuz 1919

Batı medeniyetinin öncüsü olduğunu iddia eden Fransızların zulüm ve baskıları­na ve on asırdan beri milletimizin geçerli olan fiili hakimiyetinin ortadan kaldırılmasına ve imhasına karşı silah müdafaasını kullanmaya mecbur olup, yirmi güne yakın bir zaman zarfında Ermenilerle birleşen düşman kuvveti ile her türlü mahrumiyetler içinde çarpışan ve nihayet başarılı olan kahraman Maraşlıları, bütün memleket namına tebrik ve tazize koşarız.

Maraşlılar, bu kahramanca müdafaaları ile milli davanın yüceliğini ve milletimizin yaşamak. bağımsız olarak yaşamak hususundaki yüksek iradesini bütün cihana gösterdiler.

Şehitlerimize dualar, selamlar.

Mustafa Kemal Atatürk – 12 Şubat 1920

Batı fabrikalarının çelik zırhlarıyla kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, cinayetlerinden dehşete düşerek kudurmuş kitleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı.

Mustafa Kemal Atatürk – 12 Eylül 1922

İstanbul’a benden çok çok selam. Yakında birbirimizi kucaklarız. Milli emeller dahilinde barış elde edilecektir. Elde edilmesi yakındır. Her şeyde orduyu kullanmaya lüzum yoktur.

Artık bütün cihan bizimle beraberdir. İnsanlık bizimle beraberdir. İngiliz milletinin aklıselimi bizim tarafımızdadır. Hatta şimdiye kadar yanlış yola gitmiş olan bazı Batı ricali bile nihayet hakikati görmüşler, bizimle beraber olmuşlardır.

Mustafa Kemal Atatürk – 29 Eylül 1922

Mahvımızı emel edinmiş olan İngiltere’nin bütün İslam alemini kapsayan genel bir esaret tesisi hususundaki hainane teşebbüslerine mukavemet ve muhalefet edebilecek yegane İslam hükümeti Türkiye devleti olduğu içindir ki bütün Batı emperyalizm ve kapitalizminin en müthiş taarruzları Anadolu üzerine yöneltilmiş bulunuyor.

Mustafa Kemal Atatürk – 1 Ekim 1920

İmparatorluk zamanında sultanın hükûmetleri, Türk milletinin Avrupa ile
temasına mâni olmak için ellerinden geleni yapmışlar ve milletin arzu ve
iradesinden uzak ve ayrı olarak devleti idare etmişler ve Türk milletini gelişmeden
hariç bırakmışlardır. Biz milliyetçiler, gözleri açık adamlarız. Gözlerimizi her gün
daha ziyade açmaktayız ve gerek içerde ve gerek hariçte olup biteni görüyoruz.
Milletimizin medenî milletlerle temasını kolaylaştırmak, menfaatlerimiz için
gereklidir. Bu temasın, münasebetlerin yeniden kurulmasını yalnız arzu etmekle
kalmıyoruz; onları geliştirmek için her şey yapıyoruz.
27.09.1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 65) Neue Freie Preese muhabirine demeç.
(Hâkimiyet-i Milliye)
_________________________________________________________________
Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi düşmanca bir his beslemediğimiz
gibi onlarla samimî münasebetlerde bulunmak arzusundayız. Türkler, bütün
medenî milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler; bize zarar
vermemek, hürriyetlerimize güçlükler çıkarmaya çalışmamak şartıyla burada daima
iyi kabul göreceklerdir. Maksadımız, yeniden yakınlık meydana getirmek, bizi
başka milletlere bağlayan ilişkileri artırmaktır. Memleketler muhteliftir; fakat
medeniyet birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne medeniyete iştirak
etmesi lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşü, batıya karşı elde ettiği
zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri
kestiği gün başlamıştır. Bu, bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 67-68)
____________________________________________________________
Biz, batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak
gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet
seviyesi içinde benimsiyoruz.
(Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 176)

> Batıcılık

Eski hukukumuzun kaynağı Arap İslam hukuku idi. Dini bakış açısı bu hukukun ölçüsü idi.

Dini görüş sadece medeni hukukta değil, anayasalarda bile hükmünü yürütüyordu.
Yeni hukukumuzun esin kaynağı, bir taraftan Türkçülük diğer taraftan Batıcılıktır.
Mustafa Kemal Atatürk – 1925

Batılılaşma 

Bizim inkılabımız, bir ihtilal olmaktan öte, bir milli yenilenmedir.

Türk inkılabının amacı, bir taraftan Türk ırkının hayat ve bekasını tehlikeye atan sebepleri ve Türk’ün refah ve mutluluğuna engel olan unsurları ortadan kaldırmak; diğer taraftan, eskimiş, yaşam gücü sönmüş temellere dayanan Doğu milletleri sınıfından çıkarak, hayatını çağdaş esaslar üzerine kuran, medeni bir Batı milleti olmanın gereklerini yerine getirmektir.

Mustafa Kemal Atatürk – 1925

Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de çağdaş, dolayısıyla Batılı bir hükümet vücuda getirmektir.

Medeniyete girmeyi arzu edip de, Batı’ya yönelmemiş millet hangisidir?

Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle müşküle sokulduğunu gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.

Mustafa Kemal Atatürk – 29 Ekim 1923

Türkiye bir maymun değildir ve hiçbir milleti taklit etmeyecektir.

Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir.

Mustafa Kemal Atatürk – 29 Ekim 1930

Büyük Atatürk ve Yavru Vatan Kıbrıs

15 Kasım 1983 K. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu Anısına

1930 Seçimleri, Kıbrıs

Kıbrıs Türklüğü’nün bağımsızlık mücadelesinde erken dönemi dönüm noktalarından biri de 1930 seçimleri ile 1931 Rum isyanıdır. -Kıbrıs 1930 seçimleri…- 1931’de Rumların “Enosis”
(Adanın Yunanistan’a bağlanması) isyanı başladı. Rumlar, İngiliz valisinin konağını yakınca İngiliz politikası sertleşti. Türk cemaati ise Enosis’e karşı olduğunu açıkladı. 1930 seçimlerinde, Atatürk devrimlerini ve Türk milliyetçiliğini savunan “Halkçılar” grubu
büyük başarı kazanmış, İngiliz Sömürge Yönetimi işbirlikçileri ise ağır bir darbe almıştı. Rumlar’ın Ada’yı Yunanistan’a ilhak amacıyla çıkarttıkları 1931 Rum İsyanı sonrasında, İngilizler, Türklere ve Rumlara baskı uyguladı. Okullara Türk bayrağı çekilmesi ve İstiklal Marşı’nın okunması yasaklandı.

Kıbrıslı Türkler tarafından farklı çözüm yolları arandı. Ada’dan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti yetkililerine mektup ve rapor gönderilerek karşılaştıkları sorunlarla ilgili bilgi verildi. Atatürk’ün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1930’lu yıllarda Antalya bölgesinde
yaptığı bir tatbikatta söylediği

“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir”

sözleri adayı İngilizlere bırakmaya ve hele hele “Kıprıs Türkleri”ni yalnız bırakmaya hiçte niyetli olmadığını gösteriyordu. Kıbrıs adasında meydana gelen 1931 Rum İsyanları’ndan sonra Ankara’ya gelen ve kurulacak olan mukavemet hareketi için yardım isteyen bir Kıbrıs Türk heyetine o günlerin zor ekonomik koşulları altında büyük bir maddi yardımda bulunmuş, heyete, Antalya’daki askeri tatbikatta ifade ettiği “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz.
Bu Ada bizim için çok önemlidir.” sözünü tekrarlamıştı.

Kıbrıs’tan gelen Türk heyetinin taleplerini dinleyen Atatürk, Dışişleri yetkililerine Kıbrıslı Türkler’le müşterek Kıbrıs Türk toplumunun 1930’lu yıllarda iktisadî açıdan son derece kötü
durumda olmasının önüne geçecek önerileri içeren bir rapor hazırlanması talimatını verdi. Çok geçmeden “Rapor” hazırlandı. Türkler’in Kıbrıs’ta kalması, göç etmemesi için, iktisadî
durumlarının düzeltilmesinin önemi vurgulanıyor, Türk ailelerin iş bulabilmesi ve ekonomik darboğazdan kurtulabilmesi için önceliğin iktisadî girişimlere verilmesi üzerinde duruluyordu.

Raporda, Kıbrıs Türkleri’nin Ada’daki iktisadî durumunun düzeltilmesi için alınacak tedbirler çerçevesinde Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti’nin bir sigara fabrikası tesis etmesi halinde, açılacak bir Türk fabrikasının senelik 100 bin kilo Türk tütünü işleyebileceği, Atatürk’ün direktifleriyle İzmir Birinci İktisat Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda 26 Ağustos 1924 tarihinde kurulanİş Bankası’nın Kıbrıs’ta bir şube açması ile Sümer Bank’ın bir yerli malı pazarı açması gerekliliği belirtilmişti.

Kıbrıs Türkleri’nin silahlı eğitimi Atatürk döneminde başladı…

Adana ve Mersin’de özellikle yaz aylarında önemli miktarda ziraatla uğraşacak ameleye ihtiyaç vardı. Kıbrıs’ta işsiz kalan ve çok az miktarda bir yevmiye ile çalışan Türkler’e hususi vize verilerek, bunların bu şehirlerde çalışmalarının sağlanması, gelir sağlamak ve refah seviyesini yükseltmek için uygun bulundu. Adadaki İngiliz Sömürge Yönetimine Çukurova’da ihtiyaç duyulan mevsimlik işçi ihtiyacı bildirildi. Onlar da yaptıkları tetkiklerde
doğru bir talep olduğunu belirlemişlerdi.

Böylelikle İngiliz istihbaratının dikkatini çekmeden “Mevsimlik işçi” statüsünde
çalışmaya gelenlerden seçilenler, gizliliğe dikkat edilerek Antalya-Kemer yolu üzerinde ormanlık bir alan içinde bulunan gayri nizami harp tekniklerinin öğretildiği askeri kampa götürülüyordu. Türk Mukavemet Teşkilatı’nın ilk çekirdek kadrosu burada eğitim alan Türkler’den oluşturuluyordu.
Bu kamplarda eğitime tabi tutulan Kıbrıs Türklerine, Eğirdir Dağ ve Komando Okulu personeli tarafından silah kullanımı, bakımı, atış talimi, gerilla, komando, sabotaj, kundaklama ve gizli harekât teknikleri konularında bilgiler veriliyordu. Onlar da Kıbrıs’a döndüklerinde aldıkları eğitime göre hareket ediyordu. 1923-1930 arasında 5-6 bin Kıbrıslı Türk, Türkiye’ye göç etti.

Not: Cumhuriyet dönemi ve Kıbrıs konusu ile ilgili olarak
aşağıdaki kaynakları paylaşan Ömür Çelikdönmez beye müte
şekkirim

Turan İdeali

Türklerin Turan ideali Oğuz Kağan Destanı’nın satırları arasında bir hedef olarak ortaya konulmuştur.

Destandaki;

“Güneş bayrak gök çadır” felsefesi ve

“Daha deniz daha Irmaklar “

hedefleri bu idealin ipuçlarını teşkil etmektedir.

İşte bizler burada “bayraklaşmış güneşin” doğduğu ve özellikle de battığı yönlere doğru at sırtında şimşek hızı ile ilerleyen Türklerin Oğuz Kağan‘ın efsanevi dili ile çadır olarak zihnimizde bir resim şeklinde nakşettikleri ideali aslında Turan idealinin net bir ifadesi olarak görmekteyiz .

Neden derseniz, evet, çadır göğün altında yaşamakta olan tüm insanları içine almaktadır ve kapsayıcıdır, arada sınırlar yoktur, denizler ve ırmaklar, sınır değil, aşılmak için insan kitlelerini içine almak hayallerini canlandıran bir simge şeklinde gözükmektedir.

“Göğün bayraklaştırılması” ise göğün altındaki tüm insanların aynı bayrak altında toplanması idealidir. Türk, kendini yaratılan olarak yani Törük olarak adlandırmıştır, o halde bütün yaratılanlar Törük’ün, güneş bayrağı altında bir araya gelerek insanlık ideallerini Turan şeklinde gerçekleştireceklerdir.

Türklerin zaman ve zemin boyutlarındaki aksiyonlarını incelediğimizde Pasifik Okyanusu kıyılarından, Hint Okyanusu kıyılarına, doğu, batı, ekseninde ve yine Arktik Okyanusu kıyılarından Hint Okyanusu kıyılarına kuzey güney ekseninde, Turan idealinin peşinde subaşı durak, dağ başı duman koşturduklarını görmekteyiz.

Burada değinmeniz gereken yegane bir özellik ise Birleşmiş Milletler Daimi Güvenlik Konseyi üyeleri olan beş devletin; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın hiç birisinde bu şekilde insanlık ailesini bir çadır altında bir ideal çerçevesinde toparlayacak bir felsefe ve anlayışlarının, niyetlerinin, ideallerinin olmadığını görmekteyiz. Konseyin daimi üyeleri için Birleşmiş Milletler‘de söz konusu olan, önemli olan kendi hegemonyalarını tesis ederek bunu daim kılmaktır, burada bir insanlık ideali söz konusu değildir.

O halde Turan ideali insanlık adası olarak adlandırabileceğimiz Avrasya kıtasında ve Türklerin yayıldıkları alanlar olan Amerikalar ve Afrika kıtalarında takip edecekleri ve insanlar arasında renk ayrımı yapmayan, beş renkleri sadece burada değindiğimiz yönler olarak batı yönünü ak rengi ile, doğu yönünü gök rengi ile, kuzey yönünü kara rengi ile, güney yönünü kızıl rengi ile, merkez noktasını ise sarı renk ile ifade ettikleri;

“Gökbayrak Güneş Çadır” beş kıtada çok renkli bir insanlık idealidir, Türk Bodun’un insanlığa armağanıdır, barış çağrısıdır.