Ahi Evran

24 Şubat 2017, Prof Dr Mahmut Arslan, Aydın Üniversitesi, Ahmet Yesevi Sempozyumu

  • Ben bu Ahi Evran konusunu kucağımda buldum. Benim uzmanlık alanım değil ama efsaneyle karışık biyografisini okurken bana birtakım ilhamlar verdi bu ilhamları sizinle paylaşacağım.
  • Ahi Evran Azerbaycan’ın Hoy kasabasında doğdu, daha sonra Maveranünnehir, Semerkant’ta, Buhara’da medresede okudu. Hocaları içinde çok önemli biri var, Fahrettin Razi, yani Farabi’yi İbn Sina’yı hocasından öğrendi. Daha sonra Maveranünnehir ve şehirlerini kasabalarını dolaştı. Burada rastladığı Ahmet Yesevi dervişlerinden tasavvuf terbiyesini öğrendi. Bu devirde biliyorsunuz bir Moğol problemi var, bir Moğol istilâsı var, baskısı var. Maveranünehir, Horasan boşalıyor ve kitleler halinde Anadoluya halkın sığındığını görüyoruz. Bunların içinde göçebeler var. Göçebe Türkmen aşiretleri var. Bunların içinde şehir halkı var. Ulema var umerra var sanatkar var. Ve bunlar Anadolu şehirlerine yerleşiyorlar. Ahi Evran da Kayseri’ye yerleşiyor. Kayseri’de çarşı pazar teşkil edip esnaf ve zanaatkarı örgütlüyor. Ve bir süre sonra Denizli‘ye geçiyor, Konya’ya geçiyor. Kırşehir’e, Ankara’ya gidip geliyor ve her gittiği yerde esnaf ve zanaatkarları bir araya getiriyor. Bir ticari ahlak, bir meslek ahlakı, çalışmanın emeğin önemi konusunda telkinlerde bulunuyor müridlerine ve bir süre sonra da bütün Anadolu şehir ve kasabalarına gitmelerini, orada çarşı pazar oluşturmalarını söylüyor.
  • Şimdi buradan ben şöyle bir sonuç çıkardım. Modern sosyoloji ve sosyal antropoloji diyor ki bir bölgede bir ülkede bir şehirde eğer çarşı pazar dili hangi dilse civardaki ayrı dinler, ayrı ırklar, ayrı kültürden insanlar bu çarşı pazardan alışverişi yaparlar ve o çarşı pazar dili o bölgede o ülkede o şehirde yayılır.
  • Ben buradan şunu çıkardım aslında bizim tarihimizin üç önemli mucizesi var ve bu mucizelerden birine bağladım Ahi Evranı. Bakınız bizim tarihimizin en önemli mucizelerinden biri Anadolu’nun Türkleşmesi olayıdır.
  • Ahi Evran’ın bu çarşı ve pazar yerlerinin oluşumunda bunları bütün Anadolu şehirlerine kasabalarına yayışında Türkçenin yaygın hale gelmesinde çok önemli bir fonksiyonu yerine getirdiğine düşünüyorum. Yani çarşı pazar dilinin ne kadar önemli olduğunu söylemek istiyorum.
  • Bakınız bu Anadolu, medeniyetlerin üst üste yığıldığı yazılı medeniyetlerin birbirini izlediği bir toprak parçası ve bugün Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni dolaşırsanız ne biçim medeniyetlerin gelip geçtiğini görürsünüz Anadolu’da.
  • Fakat bir süre sonra Anadolu’da Türkçenin hızla yayıldığını görüyoruz. Tarihte hiçbir şey hiçbir hadise yüzde yüz iyi ve yüzde yüz kötü değildir. Bakınız bu Moğol istilası, baskısı, Anadolu’da özellikle göçebe Türkmen aşiretlerinin dağların zirvelerine çekilmelerine sebep olmuş, fakat bu aşiretler Türkçeyi yaylalara götürmüşlerdir. Anadolu şehir Türkmeni kaçarak Anadolu’nun en ücra köşelerine Türkçenin girmesine yardım etmişlerdir.
  • Yani şunu söylemek istiyorum aslında Moğol meselesi bir nusubettir fakat Moğollar, Anadolu denilen kazanın içinde, bir kepçe olmuşlardır. Bakınız bu Anadolu’nun Türkleşmesi hadisesi bugün de pek anlaşılmış bir mesele değildir. Bu gerçekten bir mucize. Eğer bu Anadolu’nun Türkleşmesi hadisesi olmasaydı bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti de olmazdı.
  • Bu bakımdandır ki ben bu mucizeyi çok önemsiyorum. Ve bunun iki önemli faktörünü Ahi Evran’a bağlayarak çarşı pazar dili ve özellikle yaylak, kışlak göçen Türkmenlerin baskı sonucunda Toros’lara, Kaçkar’lara bu dağların karlı zirvelerine itilmelerinde buluyorum. Anadolu’nun ücra köşelerine Türkmenlerin itilmelerin de buluyorum. Yani bir musibet çok önemli sonuçlar doğurmuştur. Tarih böyle bir şeydir.
  • İkinci mucize bakınız bu Moğol istilasıyla birlikte Anadolu’ya şehir halkı da geldi. Semerkant’ın, Buhara’nın, Maveranünehir’in, Horasan’ın yapı ustaları geldi mimarları geldi bunların zaten bu topraktaki abidelerini biz bugün görüyoruz. Yapı ustaları bu mimarlar, bu yapı kalfaları Anadolu’da yeni bir malzeme buldular, taş ve gerçekten bugün Ahlat’ta, Erzurum’da, Sivas’ta, Kayseri’de, Konya’da, Divriği’de gördüğümüz eserleri yarattılar. Anadolu’nun taşını kaneviçe gibi dokudular. Bakınız bu da bir başka mucize bir büyük adam Fransız bir sanat tarihçisi Profesör Albert Gabriel ömrünü bu eserlerin araştırılmasına verdi, hemen hemen hepsinin rölövelerini çıkardı ve iki büyük cilt halinde fransızca kitap yazdı. Monuments Turc D’Anatolie, Anadolu’da Türk Abideleri bakınız bu eser son derece önemlidir. Bugüne kadar uluslararası sanat tarihi toplantılarında Türk sanatı dendiği zaman İslam sanatının bir versiyonu, Acem sanatının bir taklidi olarak niteleniyordu bakınız bu iki büyük ciltlik büyük boy eserden sonra bu tür uluslararası toplantılarda orijinal bir Türk sanatı olduğu kabul edilmeye başlandı.
  • Arkasından bu büyük adam Albert Gabriel Osmanlı sanatının peşine düştü. Bakınız bu Osmanlı mimarisi bizim bu topraklarda üçüncü mucize. Ve şunu düşündüm. Bu mucize nasıl ortaya çıktı. Bakınız şu İstanbul’daki camilere, İstanbul Konstantinopolis, yeryüzünün ilk Hristiyan şehridir, ilk, bu Ayasofya yeryüzünün ilk Hristiyan katedralidir. Bakınız Osmanlı mimarisi dediğimiz mimari, bu Hristiyan şehrini bir Türk İslam şehri haline getirdi.
  • Tarihimizin bir başka mucizesi, bu büyük adam Albert Gabriel bunun peşine düştü acaba bu Osmanlı sanatı nasıl oluştu?
  • Sonra düşündü dedi ki bunun oluştuğu yer olsa olsa bir yer olabilir. Neresi biliyor musunuz orası Bursa. Bursa’ya yerleşti. Bursa’daki tarihi eserlerin rölövelerini çıkardı. Çünkü ona göre Anadolu Selçuklu sanatından Osmanlı sanatına geçişin doğum yeri Bursa’ydı. Osmanlı mimarisinin rahmi Bursa’ydı. Ve bu araştırmanın sonunda yine koca bir eser ortaya çıktı. Une Capitale Turque Brousse yani bir Türk Payitahtı Bursa.
  • Şimdi bakınız bu büyük adam diyor ki Mimar Sinan antik Greglerden mermer işçiliğini aldı, çünkü tabii bu işçilik mermer şeklinde geliyor çünkü Gabriel’e göre antik grek bir mermer uygarlığıydı.  Antik Roma’dan Bizans üstünden gelen tuğla işçiliğidir. Çünkü Prof. Gabriel’e göre Antik Roma bir tuğla medeniyetiydi.
  • Dikkat ederseniz bizim yapılarda iki sıra taş iki sıra tuğla vardır. Onun gözünden kaçmamış ve üçüncü olarak Anadolu Selçuklu taş işçiliğini miras olarak aldı diyor.
  • Fakat Mimar Sinan taklide yeltenmedi, bütün bu geleneklere kendi ruhunu kattı, peki bu Mimar Sinan’ın ruhu da nasıl bir ruhtu? Öyle bir soru da akla gelebilir. Bakınız bu ruh ilk devletini ta Moğolistan bozkırlarında kuran, hep batıya hep batıya giderek Maveranünnehir üzerinden Ortadoğu’ya Anadolu’ya doluşan buradan da hızını alamayıp Tuna kıyılarında, Adriyatik sahillerinde, Viyana önlerinde görülen aksiyon halindeki bir milletin ruhu. Siz medeniyeti madde ve ruh diye ayıramazsınız.
  • Mimari, ruhun maddeye aksidir maddeye yansımasıdır.
  • Nitekim ünlü Avusturyalı sanat tarihçisi Prof. Joseph Strzygowski onun Almanca ünlü bir kitabı var, türkçe çevirileri de var. Diyorki Strzygowski “Ben diyor İstanbul’a gittiğim zaman Süleymaniye’ye hayran oldum. Süleymaniye’ye gün batımında uzaktan baktığım zaman şunu fark ettim. Ortada bir büyük kubbe onun etrafında küçük küçük kubbelerle Süleymaniye bir Otağ-ı Hümâyûn’a benziyordu.” Sanki diyor, yün, kıl ve keçe çadır, taşa, tuğlaya, mermere dönüşmüş gibiydi.
  • Zamanım sınırlı olduğu için sözlerimi bir anekdotla bitirmek istiyorum. Yurtdışından her dönüşümde kara yoluyla dönüşümde bu hissi yaşarım. Sofya’dan Edirne’ye doğru yola çıkarsınız. Bir süre yol aldıktan sonra ufuk çizgisinde önce Selimiye minaresinin alevi gözükür bir süre daha yol alırsınız 1’ci Şerefe ortaya çıkar 2’ci 3’cü öyle bir an gelir ki karşınıza dev bir kubbe dikilir ve adeta Selimiye dile gelir der ki “Ey yolcu veya ey yabancı bil ki bundan sonra bir başka kültür bir başka uygarlık başlamaktadır.”
  • Ben zaman zaman kendi kendime sorarım derim ki bu Trakya denilen bölgede milli mücadele olmadı acaba nasıl oldu da Trakya misak-ı milli sınırları içinde kaldı. Bakınız Selimiye Trakya’nın imzasıdır. Selimiye Trakya’nın tapusudur.
  • Bütün bu sözlerimle demek istiyorum ki Selimiye sadece Selimiye’den ibaret değildir. Selimiye, Ahmet Yesevi’nin Hacı Bektaş-i Veli’nin Hacı Bayram-ı Veli’nin, Ahi Evran’ın, Yunus’un Mevlana’nın taşa, tuğlaya, mermere aksetmiş ruhudur. Yetmez Abdülkadir Meragi’nin yetmez Itri Mustafa Efendi’nin taşa yansımış ruhudur.
  • Bakınız musiki, bir medeniyetin bir milletin ender, ulvi, en gizli, en mahrem yeridir. Selimiye aynı zamanda donmuş bir musikiden ibarettir, teşekkürler.

 

24 Oca 2024 Hemhâl Söyleşileri 19: Ahî Evran Günümüze Ne Söyler Süleyman TOPRAK
E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular