Levent AĞAOĞLU
“Şarktan şimdi doğacak olan güneşe bakıyorum…Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum..Onların (Şark Milletleri’ nin) yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacaktır.” (Mustafa Kemal Atatürk, 1933)
Yirminci yüzyılın son yirmi yılı hem iki eski ve köklü dünyanın, Türk Dünyasının ve Çin Dünyasının yeniden doğuşuna hem de Türkiye ve Çin arasındaki ilişkilerin gelişmeye başlamasına tanıklık etti. İlişkileri binlerce yıl öncesine dayanan eski dünyanın her iki üyesi hemen hemen aynı yıllarda ekonomilerinde devrim niteliğinde değişiklik yaparak dışa açılmaya başladılar. Türkler ve Çinliler farklı coğrafyalarda büyük fırsatları ellerinde tutuyorlar. Asya’nın biri batısına, diğeri doğusuna asırlarca hükmetmiş…Ticaretin damarı; İpek Yolu’nun başlangıç ve bitiş noktaları; Türkiye ve Çin…Asırlar boyu süren ikili ilişki bugün yeniden canlanmanın yöntemini arıyor.. Her ikisi de kuvvetli imparatorluk geleneğinden gelen Türkiye ile Çin’in ekonomik kalkınma hamlelerinde işbirliği yapmaları, tarihte benzer kaderi paylaşmış bu köklü iki ulus için parlak bir gelecek vaadetmektedir.
Son Yıllardaki Gelişmeler
Son yıllarda Türk-Çin ilişkileri büyük ilerlemeler kaydetmiş; ilk kez bir hükümet programında ”Çin Halk Cumhuriyeti ile iliskilerimizin çok yönlü olarak gelistirilmesine özen gösterilecektir.” şeklinde bir ibare yer almıştır.
26 ülkeden oluşan Asya-Pasifik bölgesinin büyüyen ekonomisinin en dinamik gücünü Çin oluşturmaktadır. Türkiye’nin bu bölgeye olan ihracatı ise yıllardır 1 milyar dolar sınırını aşamamaktadır. Bölge ülkelerinden Japonya, Kore, Singapur ve Avustralya gibi önemli ihracatlar yaptığımız ülkelere 2001 yılında ihracatımız düşüş göstermiştir. Buna karşın, aynı yıl Çin ve Hong Kong’a ihracatımız % 75 artış kaydederek 350 milyon dolara çıkmış; Asya Pasifik’e ihracatımızın % 35’ini oluşturmuştur. Bölgede ikinci sırada en çok ihracat yaptığımız Japonya’ya ihracatımız 120 milyon dolardır. Çin’e yapılan ihracatımızın % 50’sini demir-çelik ürünleri teşkil ederken, mermer başta olmak üzere inşaat malzemeleri, deri ve ağaç ürünleri gibi kalemlerde ihracat artmıştır. ŞİŞECAM da Hong Kong’da ilk ofis açan öncü Türk şirketlerindendir(1988). Çin’deki ikinci ofis ise 2000 yılında Şangay’da açılmıştır. Bu sayede 1988 yılında 50.000 dolar olan Çin’e ihracatımız 2001 yılında 5 milyon dolara yaklaşmıştır. ŞİŞECAM, Çin’e TANKROM deri kimyasalları ve PAŞABAHÇE ürünleri ihraç etmektedir.
Son on yıllık dönemde sadece 1994 yılında fazla veren dışticaretimiz bilhassa 1995’den itibaren devamlı ve artan şekilde açık vermeye başlamış, 2000 yılında rekor düzeye çıkan açık 2001 yılında azalmıştır. Çin’den (Hong Kong dahil) 2001 yılı ithalatımız 1 milyar dolardır. Asya-Pasifik’te Japonya’nın ardından ikinci en çok ithalat yaptığımız ülke Çin’dir. Türkiye’nin ithalatında Çin 11. sıradadır. 2001 yılında Çin ile ticaret hacmimiz 1.4 milyar dolarlık değer ile yine Japonya’nın ardından (1.5 milyar dolar) ikinci sırada yer almıştır. Çin ve Türkiye Asya’nın önde gelen iki gelişmekte olan ülkesidir. İki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerde gelişme potansiyeli büyüktür. Son yıllarda gösterilen ortak çabalarla ekonomik ve ticari ilişkilerde büyük bir gelişme sağlanmıştır. Geçen yıl ticaret hacmi biraz azalmakla birlikte ticaret dengesizliği bir ölçüde düzelmiş; 2000 yılında Türkiye aleyhine 1,2 milyar dolar olan ticari açık, 2001 yılında 700 milyon dolara düşmüştür. Şu an Çin ve Türkiye’nin ikili ticaret hacmi her iki ülkenin toplam dışticaret hacminde küçük bir oranı oluşturmaktadır. Ticarete konu olan ürün çeşidi de azdır.
Türk-Çin ticaretinde önemli bir dönüm noktası 8.8.1998 (Çinliler için 8 uğurlu rakamdır) tarihinde Hong Kong-İstanbul ve ardından THY tarafından İstanbul-Pekin-Şangay uçak seferlerinin başlatılmış olmasıdır. İki ülke arasındaki mesafe uzaklığı dezavantajı, direkt uçuşlarla avantaja dönüştürülmüştür. Türk ihracatçılarının Çin ekonomik alanına yakınlaşarak hızla yönelmeleri hedefi doğrultusunda milli havayolumuzun başlattığı bu uçuşlar, Asya’nın doğu ucundaki Çin ile aramızdaki tarihi ulaşım yolu olan İpek Yolu’nu çağımız imkanları ile yeniden tesis etmiştir. Özellikle 1998 yılından başlayarak Türk firmalarının bu ülkeye yönelik olarak ilgileri artmaya başlamış; deri sanayii, inşaat malzemeleri üreticileri, mermer ve gıda sanayii gibi sektörlerden firmalar bu ülkede ofis açmak veya temsilciler aracılığı ile pazara girme yolunda ciddi adımlar atarlarken ilk kez bir Türk bankası Çin’de bir temsilcilik ofisi açmıştır.
2002 Mayıs ayından itibaren Türkiye, Çin vatandaşları için resmi turist destinasyonu haline gelmiştir. Bu sadece Türk turizminin gelişmesine yararlı olmakla kalmayıp, aynı zamanda iki halk arasındaki, dostça temasları arttırarak yakınlaşmalarını sağlayacaktır. Dünya Turizm Örgütü raporlarına göre önümüzdeki dönemde dünyanın en fazla turist gönderen ülkeleri arasında ilk sırada yeralması beklenen Çin ile gerçekleştirilen bu anlaşma ikili ticari ilişkilerde mevcut bulunan Türkiye aleyhine durumun dengelenmesi açısından oldukça önemli bir fırsattır.
Sorunlar
Türk-Çin ekonomik ilişkilerinde başlıca sorun, iki ülke ticaretinin son yıllarda bir miktar azalmasına rağmen, Türkiye aleyhine açık vermesidir. Çin dünyanın en büyük firmaları için bile kolay ve kapıları açık bir pazar değildir. Bölgeler arası ciddi gelir ve kültür farklılıkları bulunan, tüketim alışkanlıkları ve mantalitesi tamamen farklı bir toplumdur. Çin pazarına girmek ve kalıcı olmak, uzun vadeli ve ısrarlı çalışmalar sonucu mümkün olabilmektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti, 2000 yılı itibarı ile G.Kore’yi geçerek Asya – Pasifik ülkeleri arasında Türkiye’nin, Japonya’nın ardından ikinci en önemli ticari ortağı haline gelmiştir. Ancak, Türkiye’nin yıllar itibarı ile Çin’e ihracatı demir-çelik ürünleri başta olmak üzere bir kaç kalemle sınırlı kalmış, Çin bu kalemlerde üretici konuma geçtikçe de ihracat rakamları giderek düşmüştür. Son yıllarda mermer başta olmak üzere inşaat malzemeleri, deri kimyasalları, deri ve ağaç ürünleri gibi kalemlerde ihracat rakamları giderek yükselmekle birlikte ihracatımız hala hedefin çok altındadır.
Türkiye ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında ticarette karşılaşılan sorunlar arasında, iki ülkenin coğrafi uzaklığı yanında, yeniden yapılanma süreci içinde bulunan Çin ekonomisinin geçirdiği değişimlerin bir çok açıdan oldukça karmaşık bir yapı sergilemesi ve bunların Türkiye’den yeterince izlenememesi sayılabilir. Çin pazarının sahip olduğu altyapı ve müşteri niteliklerinin ve çok açık olmayabilen ve değişme sürecinde bulunan ticaret kural ve uygulamalarının Türk ihracatçıları tarafından dikkatli bir şekilde izlenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, özellikle Çin’e ihraç edilen Türkiye ürünlerinin çeşitlilik kazanması ve Türk ihracatçı ve yatırımcılarının Çin pazarında kalıcı olmak için bu pazarı tanımaya özel önem vermeleri yararlıdır. Yabancı firmaların Çin pazarında doğrudan pazarlama ve satış işlemlerinde bulunmalarına bugün için izin verilmemektedir. Çinli iş adamları az miktarda sermaye ile Türkiye’de doğrudan pazarlama yapabilirlerken, Türk firmaları, Çin pazarında temsilcilik açmak ve güvenilir bir Çinli ortak bulmak gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Halihazırda belli başlı dünya ülkeleri, dev Çin pazarı için yoğun bir rekabet içine girmişlerdir. Çin’in başta gelen dış ticaret ortaklarının incelenmesi, coğrafi uzaklık dezavantajına sahip olan Türk firmalarının daha yoğun çaba harcamaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bunun gibi yapısal ekonomik sorunlar yanında idari sistemi farklılığı da iki ülkenin ticari ilişkilerine engel teşkil edebilir. Kısa vadede tüm sorunların çözülmesi beklenmemekle birlikte gümrük tarifelerinde başlayan indirimler, Çin mevzuatında DTÖ kurallarına uyum çerçevesinde yasal düzenlemelerin hızlandırılması önümüzdeki dönemde daha olumlu bir ortamın oluşacağına ilişkin işaretler olarak kabul edilmektedir. Bunların yanında Türk firmalarınca muhabir bankacılık ilişkilerindeki eksiklikler, taşımacılık sorunları, standartlar ve telif haklarında yaşanan sıkıntılar, Türk firmalarının Çin’i uzak bir pazar olarak addetmesi, pazara yönelik bilgi eksikliği gibi sorunlar da dile getirilmektedir. Ancak bugüne kadar yapılan temaslardan yüksek riskler olduğuna yönelik Türk işadamlarında bulunan önyargıların da bu pazara yönelik ciddi bir çalışma yapılmasını engellediği anlaşılmaktadır.
Öneriler
Türkiye 21.yüzyıl dünyasının merkez eksenini teşkil edecek olan Asya-Pasifik ile bağlantıyı Çin ile işbirliği içerisinde kurmalıdır. Çin, Türkiye’nin Asya-Pasifik’deki ikinci en büyük ticari ortağıdır. Her iki ülke de bir uçtan bir uca büyüyen Asya’nın büyüyen ekonomileridir; karşılıklı yatırımlar ve ticaret arttırılmalıdır. Çin ve Türkiye’nin işbirliği, her iki ülkenin çok geniş bir bölgede tarihi ve etnik bağlardan kuvvet alan bir dil ve kültür avantajına sahip olmalarından ötürü, bu bölgelere doğru da bir genişleme etkisi gösterecektir. Bu bölgeler (etki alanları) Balkanlar, Kafkasya, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Türk Cumhuriyetleri ve Doğu Asya olarak sıralanabilir. Bugün Japonya ve Kore dışında bütün Doğu Asya ülkelerindeki ticaret Çinlilerin elindedir. Çin’in dışında 55 milyon Çin’li, bulunduğu ülkelerde söz sahibidir. Her iki ülkenin Avrasya ve Ortadoğu ile yakın ilişkileri vardır. Türkiye Avrasya’nın batı sınırında yeralırken, Çin de Türk Cumhuriyetlerinin doğu komşusudur. Çin, Asya-Pasifik bölgesi ile yoğun bir ticaret ilişkisi geliştirmektedir. Türkiye’nin Asya-Pasifik bölgesi ile düşük değerlerde gerçekleşen ihracatı göz önünde bulundurulduğunda iki ülke arasında bu alanda gerçekleştirilecek bir işbirliği Türkiye’yi Asya-Pasifik ile yakınlaştırabilecektir. Aynı şekilde, Türkiye’nin Avrupa ile geliştirdiği yoğun ticari ilişki Çin’i Avrupa’ya yakınlaştırılabilecektir. Çin, sadece Asya-Pasifik ve Avrupa’da değil Avrasya (Orta Asya) ve Ortadoğu’da da işbirliği yapabileceğimiz bir ülkedir. Türkiye toplam ihracatının sadece %3’ünü Asya-Pasifik bölgesi ülkeleriyle yapar iken, Çin sözkonusu bölge ülkelerine ihracatının % 60’ını gerçekleştirmektedir. Türkiye, Avrasya’da yer alırken Asya-Pasifik de Avrasya’nın komşusudur. Türkiye, Avrupa, Avrasya ve Asya-Pasifik arasında köprü görevi görerek, Avrasya’yı Asya-Pasifik’e, Asya-Pasifik’i ise Avrupa ve Avrasya’ya taşımalıdır. Türkiye, bölgedeki işbirliği çerçevesiyle ve şimdiden alınacak tedbirlerle Bir Uçtan Bir Uca Asya’daki gelişmeyi Çin ile birlikte değerlendirmelidir. Uzun yıllardır sıcak bir dostluk ilişkisini sürdürdüğümüz Çin ile Avrupa Birliği, Avrasya ve Asya-Pasifik hattı çerçevesinde karşılıklı işbirliğini geliştirmeliyiz.
Türkiye ve Çin bölgelerinde stratejik konumda olan ülkelerdir. Her iki ülke de ABD tarafından ‘’Dünyanın Gelişen 10 Pazarı’’ kategorisinde yer almaktadır. Türkiye, halen Doğu Avrupa’daki, Balkanlar’daki, Karadeniz ve Hazar havzalarındaki ve Ortadoğu’daki en büyük ekonomidir. Ülkemiz Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya, Kuzey Afrika ve Avrasya’nın kesişme noktasında yer almaktadır. Çin bölgesinde böyle bir bölgesel liderlik inisiyatifini eline geçirmiştir. Bilhassa Clinton yönetimi ile birlikte Büyük Çin (Greater China) kavramı işlenmeye başlanmıştır. Çinliler de 20 yıldan uzun süredir devamlı %7-8 büyüyen ekonomileri ile bunun semeresini toplamaktadırlar. Clinton yönetimi Çin’i dünyanın 10 gelişen ekonomisi arasında başköşeye oturtmuştur. Çin ve Hindistan, 2001 yılında küresel büyümenin %44’ünü yaratmıştır. Aynı dili konuşan Tayvanlı, Hong Kong’lu, Çin Halk Cumhuriyetindeki ve denizaşırı ülkelerdeki (ABD, İngiltere, Kanada, Tayland, Endonezya, Malezya, Filipinler, Avustralya, Yeni Zelanda) Çinliler bir network anlayışı içerisinde inanılmaz bir ekonomik dinamizm yaratıyorlar. Bunun altında yatan ise aynı dili konuşuyor olmaları, kültürlerinin aynı olması. Türkiye de çok geniş bir bölgede tarihi ve etnik bağlardan kuvvet alan benzer bir dil ve kültür avantajına sahiptir; AB ülkelerindeki ve ABD’deki Türkler de dahil edildiğinde, yine bir network anlayışı içerisinde, benzeri bir ekonomik dinamizm yaratılabilecektir.
Türkiye ve Çin bölgelerindeki ortak ticari alan ve serbest (gümrüksüz) ticaret entegrasyonlarında öncü olmuşlardır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeleri, aday ülkeler, EFTA ülkeleri ve İsrail ile yani toplam 30 ülke ile ticareti bir serbest ticaret alanıdır. 2010 yılına kadar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yeralan 10 ülke de bu alana entegre edilerek 41 ülkeden oluşan, 600 ila 800 milyon potansiyel tüketiciyi içeren, dünyadaki en büyük serbest ticaret alanı; Avrupa-Akdeniz Serbest Bölgesi oluşturulacaktır. Yine benzer bir biçimde, gelecek on yıl içinde Çin , Güneydoğu Asya ülkeleri (ASEAN), Japonya ve Kore ile birlikte, 1.7 milyar nüfus, 2 trilyon dolar GSMH ve 1.23 trilyon dolar dış ticaret hacmine sahip AFTA (ASEAN+3) serbest ticaret bölgesini oluşturma çabası içindedir. 2 milyar nüfuslu ve hem Güneydoğu hem de Kuzeydoğu Asya’yı kapsayacak şekilde Doğu Asya Birliği’ne doğru adımlar atılmaktadır.
Böylece, Türkiye, Çin’in Avrupa-Akdeniz serbest ticaret bölgesine, Çin ise Türkiye’nin Doğu Asya serbest ticaret bölgesine açılan kapısı olabilecek; Avrupa,, Balkanlar, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Avrasya ve Asya-Pasifik’teki işbirliği ‘’Avrupa-Türkiye-Kafkasya-Orta Asya-Çin hattı’’ hem batıdan doğuya hem de doğudan batıya her iki yönde de geliştirilebilecektir. Bu hat üzerindeki AB, EFTA, KEİB, ECO gibi bölgesel entegrasyonlarda Türkiye’nin; APEC, ASEAN gibi entegrasyonlarda is Çin’in katılımı vardır. Türkiye, Asya-Pasifik’teki APEC ve ASEAN ile işbirliğine hazırlanarak ticari ilişkilerini ivedilikle geliştirme yolunda ilerlemelidir.
Global GSMH’de Asya ülkelerinin payı 1950’den itibaren artış göstermeye başlamış ve 1950 yılında %19 olan oran 1992’de %33’e yükselmiştir. Bu oranın 2025 yılında %55’e çıkarak Batı ülkelerini geride bırakması beklenmektedir. Batı ülkelerinin global GSMH payının, Asya’daki hızlı kalkınma neticesinde, 2025 yılında %30 oranına gerilemesi tahmin edilmektedir. 1992 yılı itibariyle dünya nüfusunun %13’ünü teşkil eden Batı ülkelerinin global GSMH payı %45’tir.
Akdeniz bölgesi dünyanın merkez eksenini teşkil ettiği dönemlerde Akdeniz’ in süper gücü olan ve Akdeniz dışına çıkamayan, çıkmak istemeyen Osmanlı İmparatorluğu gelişme ekseni Akdeniz dışına Atlantik’e kayınca çöküş sürecine girmişti. Şimdi ise gelişme ekseni tekrar yer değiştiriyor. Atlantik’ten (Avrupa’dan) Pasifik’e (Asya) kayıyor. Bu gelişme ise Türkiye’ye büyük bir fırsat sunuyor. Pasifik kıyısındaki ülkeler arasındaki ekonomik dinamizm bir zamanlar Akdeniz limanları arasındaki dinamizmi çağrıştırmaktadır. “Yeni Akdeniz”, Pasifik’te yaşanmaktadır. Bu dinamizm YENİ AKDENİZ kavramını açığa çıkartmaktadır. Asya-Pasifik bölgesinde Çin merkezli bir YENİ AKDENİZ oluşmaktadır. Akdeniz dünyası endüstriyel yenilikçi faaliyetlerin ve müteşebbislerin insiyatifinin birleştiği bir potadır. ‘’Akdeniz dünyası’’ sermaye akışının, ticaretin biraraya toplanmasının ve altyapı bağlantılarının ürettiği kuvvetlerin kıyı bölgelerini anakaralarından ayırdığı ve bu mekanı diğer güç yönlerine doğru yeniden yapılandırdığı, bürokratik planlamanın sıkı kontrol mekanizmasını zorlaştıran çok yüzlü bir alandır. Akdeniz dünyası farklı medeniyet bölgeleri arasında bir bağlantıdır. Yeni Akdeniz, artık Asya’da canlanmaktadır. Yeni Akdeniz’in bellibaşlı limanları ise dünyadaki en büyük 10 limandan ilk dördü olan Hong Kong, Singapur, Busan ve Kaohsiung ile 6.sırada yeralan Şangay’dır. Bu limanların üçü Çin Ekonomik alanındadır; Hong Kong, Kaohsiung ve Şangay. Asya-Pasifik’in birkaç onyıl içerisinde global GSMH dağılımında birinci sıraya oturacak olması, bu “Yeni Akdeniz” coğrafyasındaki sanayileri giderek büyütmektedir.
Türkiye’ye giren Çin sermayesinin önemli bir bölümü asgari sermaye limitleri dahilinde kurulan ve sadece Çin’den ithalat yapma amacı taşıyan dış ticaret firmalarıdır. Dolayısı ile Türkiye aleyhine ticaret hacminin büyümesi dışında yabancı sermaye girişi olarak çok ciddi bir katkıları bulunmamaktadır. Çin iş çevreleri Türkiye’ye yaptığı yatırımları büyütebilir. Çin firmaları burada beyaz eşya, tekstil gibi sektörlerde üretim yaparak AB ve bölge ülkelerine ihraç edebilirler. Türkiye’nin önemli bir özelliği, ekonomik ilişkileri açısından büyük bir potansiyel yaratmaktadır; Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefi ve Gümrük Birliği. Çin-Türk Ortak yatırımları bu kolaylıklardan yararlanılarak Avrupa pazarlarının rekabetine açılabilecektir. Türk firmalarının ise Çin’de daha ziyade gıda ve tekstil alanında toplam beş adet kayıtlı girişimi bulunmaktadır. Bu yatırımların toplam değeri 10 milyon dolardır. Ancak doğrudan yatırım olmamakla birlikte özellikle elektronik, gıda ve tekstil sektörlerinde pek çok Türk firması üretimlerinin bir bölümünü Çin’de gerçekleştirmektedir. Batılıların yaptığı gibi, üretim birimlerimizi Çin’de üslendirmek suretiyle Çin’e gidebiliriz. Özellikle tekstil, kimya ve gıdada bunu yapabiliriz.
Son dönemde iki ülke iş dünyası daha sık bir araya gelmekte ve çeşitli toplantılar, seminerler düzenlemektedir. Bu tür etkinlikler karşı tarafın pazar koşullarını öğrenmeye, işletmeler arasındaki işbirliğini genişletmeye yönelik önemli katkılar sağlamaktadır. Bundan sonra her iki taraf da işbirliğini arttırmaya yönelik yeni kanallar açmaya, karşılıklı anlayışı güçlendirmek amacı ile bilgi akışını sağlamaya daha fazla önem vermelidir.
2000 yıl önce atalarımız dünyaca bilinen İpek Yolu ile ticari teması ve kültür alışverişini gerçekleştirmişlerdir…Yeni İpek Yolu iki ülkeyi birbirine bağlayarak Avrupa’ya kadar uzanacaktır…Topkapı Sarayı’nda korunan Çin kültürünün çeşitli önemlerine ait güzel porselen eşyalar iki halk arasında kesilmeyen dostça ilişkilerin kanıtıdır. Bundan sonra iki taraf geleneksel ürünlerin ticaretini devam ettirmekle beraber ticarete konu olan ürünlerde çeşitliliği sağlamalıdır. Türkiye’nin otomotiv sanayii, tekstil ve konfeksiyon sanayii, fındık, tütün, deri ve deri ürünleri, deri makineleri, elektrikli cihazlar, inşaat malzemeleri, telekomünikasyon ekipmanı, mücevherat, maden ürünleri, cam ev eşyası, kimyasal sanayi ürünleri (deri ve tekstil kimyasalları) dünyada ihracat üstünlüğüne sahiptir. Bu ürünlerin Çin’e pazarlanmasına özellikle öncelik verilerek ürün çeşitlendirmesine gidilmelidir. Büyük Çin Alanında yer alan ülkelere ihracatımızın %50’sini demir-çelik ürünleri teşkil etmektedir. Demir-çelik ürünleri hariç tutulduğunda Türkiye ve Yunanistan’ın Hong Kong’a ihracatı ne yazık ki aynı değerdedir.
Çin de son yıllarda yüksek ve yeni teknolojilerde büyük gelişme sağlamıştır. Özellikle enformasyon sanayi ürünleri ve beyaz eşya sanayi dünyada büyük rekabet gücüne sahiptir. İki taraf bu yeni ürünlerin ticaretini genişletebilir. Çin, kaynakları çok zengin olan bir ülkedir. İç pazarının devasa büyüklüğü ve ucuz işçilikten dolayı ihracat esaslı bir ekonomi olmasından ötürü aynı kalem ürünlerde paradoksal biçimde hem büyük ithalatçı hem de büyük ihracatçı olabilmektedir. Çin, Asya Krizi’nden (1997) krizi fırsata çevirerek ve güçlenerek çıkmıştır. Dünya ekonomisi bir durgunluğa sürüklense dahi, iç pazarının büyüklüğü nedeniyle sürdürülebilir bir büyüme gerçekleştirmektedir. Kritik önemde diğer bir konu ise; her iki ülkenin çok geniş bir coğrafyadaki işbirliği imkanlarının, birbirlerine rakip göründükleri birçok üründe de rekabeti işbirliğine dönüştürme potansiyelidir.
Bilindiği üzere 2008 yılında düzenlenecek Olimpiyat Oyunları’na Çin’in başkenti Pekin evsahipliği yapacaktır. Bu nedenle kentin şehrin çevre ve altyapısındaki yenilenmeler için düğmeye basılmıştır. Türk inşaat ve müteahhitlik firmaları çeşitli nedenlerle bugüne kadar bu ülkede pazara girememişlerdir. Ancak 2008 olimpiyat oyunları bu açıdan hem inşaat – müteahhitlik hem de inşaat malzemeleri firmaları için önemli bir potansiyel oluşturmaktadır.
Kültür ve iş yapma mantığındaki farklılıklar, altyapı sorunları nedeni ile Çin pazarına girebilmek için firmalar Hong Kong, Tayvan, Singapur ve hatta Almanya ve İtalya’yı kullanmak, bunun getirdiği artı maliyetlere katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Kısa vadede bu pazarlara girmek için katlanılabilecek bu maliyet, uzun vadede aracılara bağlı kalınması ve kar maksimizasyonunun mümkün olamamasına neden olmaktadır. Avrupa’lı firmalardan ithal ettiğimiz bazı mamullerin aslında Çin’de imal edilmekte olduğu ve oldukça yüksek fiyatla ülkemize satılabildiği de bilinmektedir. Çin’in uzak oluşu, işadamlarımızın çoğunluğunun Çin’i tanımamaları, yeni bağlantıların taşıyacağı risk gibi nedenlerle bu tür mamullerde Avrupa ile bağlantıların sürdürülmesinin yeğlendiği gözlenmektedir. Bu eğilim bazı tanıtım faaliyetleri ve işadamlarımızın aydınlatılması yoluyla değişebilecektir. İşadamlarımızın ithalatlarında daha karlı Çin pazarına yönelmelerini sağlamanın, ithalat maliyetini özelde firmalarımız , genelde ülkemiz bakımından düşürmeye katkıda bulunacağı kuşkusuzdur.
Çin’de Türkiye ve Türk ürünlerinin tanıtımına yönelik faaliyetler yoğunlaştırılmalıdır. Çin’de Türkiye’ye ve Türk mallarına ilişkin başka bazı ülkelerde olduğu gibi, ilk anda tüketicinin aklına gelen olumsuz bir imaj bulunmadığı, daha çok bir bilgi eksikliğinin olduğu dile getirilmektedir. Bu faktör bu ülkede yapılacak iyi hazırlanmış tanıtım ve imaj faaliyetlerinin, Türk ürünlerine ve Türkiye’ye karşı yerleşik olumsuz bir imaj bulunan ülkelerde yapılabileceklerden, çok daha fazla getiri getirmesine neden olacaktır.
Çin’e (Hong Kong dahil) ihracatımız toplam ihracatımızın %1’i iken, AB ve ABD toplam ihracatlarının %7’sini Çin’e gerçekleştirmektedir; bu oran Çin’e ihracatımız için bir hedef teşkil etmelidir.
‘‘Türkiye, asırlardır yakından tanıdığı Çin’i, son 40 yıldır Batı basınının gözü ve ağzıyla’’ dinleyip anlamaya çalışmış…Batı’nın 10 yıldır ticaretinde yer kapmak için çaba gösterdiği Çin’i Türkiye yeni tanıyor. Türkiye’de herkes dünya genelinde eğilimlerin önemli bir aktörü olan Çin’i, Çin’de olup bitenleri yakından gözlemlemelidir. Asya-Pasifik’in Avrupa’ya giriş kapısında yeralan Türkiye, ortaya konacak somut hedefler ve bu hedeflerin adım adım uygulamaya dönüştürülmesinin sağlayacağı dinamizm ortamı ile birlikte AB ve ABD’nin Çin’e gerçekleştirdiği ihracat performansına ulaşarak, büyüyen pazarlara kayma biçiminde özetleyebileceğimiz global trendi yakalayabilecektir.
Hong Kong, Çin’in giriş kapısıdır. İstanbul ise Avrasyasıyla, Asya-Pasifikiyle “Bir Uçtan Bir Uca Asya’’nın Avrupa’ya giriş kapısı olmalıdır. Avrupa ve ABD’ siyle Batı dünyası Türkiye’yi Avrasya ülkelerine giriş kapısı olarak değerlendirmektedirler. Coca Cola Avrasya merkezi Türkiye’dedir. Aynı şekilde Asya-Pasifik ülkelerinin de Avrupa’ya giriş kapısı olduğumuz imajı güçlendirilmelidir.
Asya-Pasifik bölgesi ve Çin gelecek planlarımızda belirgin bir sekilde ön planda tutulmalı; Büyük Çin Ekonomik Alanını (Greater China) hedef alan bir pazar stratejisi belirlenerek çalışmalar bu yönde geliştirilmelidir.
Temsilcilik ofisleri teşvik edilmelidir. İtalya’nın Çin’de 200’ü aşkın temsilcilik ofisi vardır. KOBİ’ ler için ortak üretimden ortaklığa kadar işlere büyük imkanlar vardır; birleşerek Çin’de temsilcilik açabilirler.
Sonuç; “Şarktan Doğan Güneş”
Sonuç olarak, Büyük Atatürk’ün gösterdiği doğrultuda terakkiye ve refaha müteveccih vuku bulacak olan Şark Milletleri’nin yeniden doğuşuna, Çin ile birlikte “Akdeniz ’den Pasifik’e” kadar ortak olarak stratejik ticaret ortaklıklarını geliştirmeli ve ticaret artışlarını hedeflemeliyiz. İki tarafın ortak çabalarıyla yeni yüzyılda Türk-Çin ekonomik ve ticari işbirliğinin muhakkak, daha parlak bir geleceği olacaktır. Bundan sonra Türkiye ve Çin dostluğu daha ileriye götürülmeli, ekonomik ve ticari işbirliği daha üst noktalara taşınmalıdır. Böylece, Avrupa-Akdeniz serbest ticaret bölgesindeki ve ‘’Yeni Akdeniz ’’deki fırsatlar birlikte değerlendirilebilecektir.
Hedef ; ‘’Bir Uçtan Bir Uca Asya’’ olgusunun Türk ve Çin uluslarının ‘’Akdeniz ‘den Pasifik’e’’ artan dostluk ve işbirliği olmalıdır.
Tablo: Dünyadaki 10 Büyük Liman (2000)
Harita:Asya Ekonomik Koridoru-Yeni Akdeniz
By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Ağustos 06, 2016