HomeMAINAşkı İnsan, Vücudundaki Hangi Organı İçin İster?

Aşkı İnsan, Vücudundaki Hangi Organı İçin İster?

Yazar: Fahri Akmansoy

Bugüne kadar aşk hakkında onlarca tanım, bu tanımlarla alakalı ya da alakasız milyonlarca yorum yapılmış, bunca şeyin yazılması ve söylenmesine rağmen hala yenilerinin yapılmasına da devam edilmektedir. Oysa bu olgunun doğru tanımlanabilmesi hiç de zor değildir. Doğru sonuca ulaşabilmek için mümkün olduğu kadar duygulardan ve duygusallıktan uzak ve elden geldiği ölçüde de konuya tarafsız bakmak yeterlidir. Bu kıstaslara uygun şartlar oluşturulduğunda aşkın tanımı son derece basit hale gelir, sanıldığı ve abartıldığı kadar da büyütülecek bir durumun olmadığı rahatlıkla görülebilir.

Bir kavramın tanımını doğru yapabilmek kavramın kapsamıyla ilgili bazı sorunların oluşmaması veya olma ihtimali olacak şeylerin de tespit edilip işin en başında bertaraf edilmesi gerekir. Kapsamla ilgili sorun çözüldükten sonra tanımda yer alacak unsurların da doğru tespit edilmesi yapılacak tanımın her zaman ve her zemin için doğruluğunun onaylanmasını ortaya çıkartacaktır.

Bu minvalde aşkın kapsamını şu şekilde belirtebilirim; Aşk, dünyevi bir duygudur, tarafları somut veya platonik olsun insandır, tarafların arasında karşılılık veya bunun beklentisi vardır, tek yönlüdür, bencildir ve bulunması zor olduğu gibi, ayakta kalması ve kalıcı olabilmesi için de sürekli bakım ve ihtimama ihtiyaç duyar.

Bu bağlamda aşkın insandan başka bir şeye veya varlığa yönelik olması aşkın doğasına aykırıdır. Örneğin ilahi aşk, vatan aşkı, meslek aşkı veya benzeri şeylerin aşkla birlikte anılması veya düşünülmesi uygun bir yaklaşım olamaz. Bahsettiğim ve ‘aşk’ kelimesi ile yan yana olmaması gerektiğini savunduğum bu tip kavramlar için başka bir kelimenin kullanılması daha doğrudur. Örneği vatan sevgisi, meslek tutkusu, bayrak saygısı gibi. Altını çizerek tekrar belirteyim, aşk insandan insana olan bir duygudur ve diğer şeylerle birlikte kullanıldığında hem o kavramın manasını bozar hem de aşkın gerçek anlamından uzaklaşmasına neden olur.

Tanımın kapsamına değindikten sonra şimdi de unsurlarını belirteyim. Aşkın unsurları insan, duygu, cinsellik, güvenme ve güvenlik ihtiyacı, takdir edilme ve değerli görülme hissi ve ruhsal denge talebidir. Tanımla ilgili malzemeleri belirlediğimize göre şimdi tanımı yapmaya başlayabiliriz.

Yapacağım tanımın eksiklerinin olmaması için şu hususu da belirtmemde fayda olacağını düşünüyorum. Aşk duygusunu ömründe bir kez dahi olsa yaşayan, bu mümkün olmasa bile bu olguyu yaşamak isteyen, yaşayamasa da her zaman eksikliğini hisseden insan nedir? İnsanı anlamak hayatı anlamak olduğuna göre onu anlamamızın aşkı da anlamamıza yardımcı olacağını düşünmek yanlış olmaz. Aşk denilen şey, insana özgüdür ve bundan dolayı tarihin her döneminde ve her ekin içinde farklı şekilde de olsa mutlaka kendisine az ya da çok bir yer bulabilmiştir. Bu durum aşkın kültürler üstü ve inançlardan bağımsız bir şey olduğunun da ispatı niteliğindedir.

Aşk, insana özgü olduğuna göre onu doğru anlayabilmek için önce insanın doğru anlaşılması gerekir. Bu minvalde konuya baktığımızda insan, ruh, beden, nefs, akıl ve irade unsurlarını taşıyan bunların birleşiminden oluşmayıp bunlarla var olmak zorunda olan kendine münhasır bir canlı türüdür. Bu unsurlara yakından baktığımızda ruhun hayat enerjisi, bedenin de onu taşıyan aygıt olduğunu görürüz. Nefs ise hayatın yaşanmasını sağlayan haz alma güdüsü, akıl hayatla ilgili seçimlerin denetleyicisi irade ise insanın onayı ile bunlara hükmeden esas güçtür. Biraz önce de belirttiğim gibi insan bu unsurların taşıyışıdır ancak bunların birleşimi değildir. İnsan bu unsurlardan bağımsız olduğu gibi hayatı boyunca da bunlara bağlı olarak yaşamak zorundadır.

Belirttiğim bu unsurlarla birlikte varlık boyutunda yaşadığımız bu tecrübeye hayat adını veririz. Bu sürecin öncesini ve sonrasını tam olarak bilemeyiz. Ancak umudun kapsama alanı içinde onayladığımız inanç veya başka çıkış yolları ile onu anlamaya ve anlamlandırmaya gayret ederiz. Hayat aslında insanın taşımak mecburiyetine olduğu bu unsurları tanımak, bunlarla yaşamaya alışmak zorunda olduğu, bunların arasındaki dengeyi sağlamaya gayret ettiği sürecin adıdır. Mutluluk denilen şey ise insanın iradesi eliyle bunlarla arasında sağlamayı başardığı uzlaşmanın sonucunda kurabildiği denge durumudur.

Bu unsurların her birinin kendilerine özgü ve kendilerine özel yapıları vardır. Her birinin amacı insanı ve onun iradesini ele geçirerek bizatihi kendisinin insan olarak kabul edilmesini sağlamaktır. Bunun için her yolu dener ve her fırsatı değerlendirmek isterler. Asla vazgeçmedikleri bu hedeflerine kavuşabilmek için insanı kendi kurallarına uymaya zorlarlar. Bu kuralların zamana ve zemine göre değişkenlik gösteren olumlu ve olumsuz yanları vardır. İnsanın ele geçirilmesiyle ilgili bu didişme, ömür boyunca devam eder. Mücadelenin kazanılması için her birinin kendine göre baskın ve bencil gayretleri tuzakları ve oyunları vardır. Ruh, rahatlık, huzur ve konfor ister, beden her türlü hazzın peşindedir, nefs bencilliğini sonuna kadar tatmin edilmesini ister, akıl garanti peşindedir ve her zaman için kendisini korumak ister irade ise dengenin sağlanmasının ve sağlanabilirse de onun korunmasının gayretindedir.

Hayat adını verdiğimiz süreç söz konusu unsurların her birisinin diğerlerine galebe çalarak insanın kendisi olmak ve diğer unsurları bastırarak onları kendisine hizmetçi yapmak istemesinden ibarettir. İnsanın hayatı boyunca aldığı ödüllerin, çekmek zorunda kaldığı cezaların, tecrübe ettiği zorlukların ve tattığı sevinçlerin hepsi bu çekişmenin neticeleridir. Özetle söylemek gerekirse insan, bu unsurların savaş alanıdır.

Bu mücadelenin ne yöne evirileceği, hangi tarafın lehine ilerlemenin gerçekleşeceği ve mücadelenin kim tarafından kazanılacağı insanın iradesini, hangisinin tarafına doğru yönlendirmesine göre şekillenir. Her şey insanın iradesine göre belirlendiği için süreç sonunda ortaya çıkan her şeyden de insan doğrudan doğruya sorumlu olur. Ödülün sefasını sürer, hatanın ceremesini öder. Bu unsurlar içinde en önemli olanı iradedir. İnsan iradesini doğru yönde kullanırsa bu sürecin öznesi, yanlış yolda kullanırsa da nesnesi haline gelir.

İnsanın gerçek zaferi, sahip olduğu bu unsurları doğru olarak tanıması, bunların arasında adaleti sağlaması, olması gereken dengeyi bulması ve bu dengeli durumun devamını tesis edebilmesidir. İradenin doğru mu yoksa yanlış yönde mi kullanıldığının ispatı, bu unsurların hepsinin sağlıklı şekilde işlevlerini yerine getirmesi ve bu durumun huzur için devam ediyor olmasıdır. İradenin doğru yönde kullanılması diğer unsurların da çıkarına olduğu gibi onun yanlış yönde kullanılmasından da hepsi olumsuz yönde etkilenir.

Burada unutulmaması gereken en önemli şey, bu unsurlar arasında hiçbir zaman tam bir sulhun sağlanamayacağı, bu mücadeleden hiç birinin asla vazgeçmeyeceği ve her fırsatta amaçlarına ulaşmak için her yolu denemeye gayret edecekleridir. İradenin en ufak bir zafiyet göstermesi halinde bile aralarında yapılmış olan tüm sözleme ve anlaşmaları fesheder ve o güne kadar onayladıkları her şeyden ve vermiş oldukları tüm sözlerinden kolaylıkla cayarlar.

Bu unsurlar, insanı ele geçirmenin iradeyi ele geçirmekle mümkün olacağını bildikleri için her fırsatta onu kendi yanlarına çekmeye çalışırlar. İrade, bunlar içinde insandan yana olan tek unsurdur. Eğer insan iradesine sahip çıkmaz veya -diğerlerinin oyununa gelip de- çıkamaz ise kimin eline geçmişse onun oyuncağı haline gelir. İradenin kaybedilmesi veya zayıflaması halinde kısa, orta ve uzun vadede hayatın giderek zorlaşması, her geçen günün daha çekilmez hale gelmesi ve mutluluğun giderek insandan uzaklaşması durumu ortaya çıkar. Bundan dolayı insan, hiçbir zaman iradesinden vazgeçmemeli ve her zaman için teyakkuz halinde olmalıdır.

İnsan, iradesinden vazgeçmiş, onu kötü yönde kullanmış veya ona saygısızlık etmiş olsa de irade -ne olursa olsun- insandan asla vazgeçmez. İrade esas itibariyle, insanın yaptığı her hatadan geri dönebilmesine imkân sağlayan ve kimsenin onun elinden alamayacağı geri dönüş biletidir. Bu biletin geçerlilik süresi son nefese kadardır. İnsan bu şansını her zaman için kullanma hakkına da yetkisine de haizdir.

Yazının merkezinde insan ve onun hayatını en çok etkileyen şeylerden biri olan aşkla ilgili şeyler yazıldığında girizgâhın biraz uzun olması da kaçınılmaz oluyor. Bu yazdıklarımın ışığında tekrar aşka odaklanarak yazıma devam etmek istiyorum.

Aşkı tanımlamak isteyenlerin birçoğu, onun çok yönlü boyutlara sahip farklı yüzlerinin olduğunu, her insana göre farklı algılandığını bundan dolayı da tam olarak tanımlanmasının mümkün olmadığını ileri sürerler. Bugüne kadar aşkın tanımlamaya gayret edenlerin en büyük yanılgısı onu tek bir odak noktasına göre tanımlamak istemeleri olmuştur. Çünkü aşkın ne olduğunun tarif etmeye geçmeden önce, aşkın ne için talep edildiğinin ve bu talebin de vücudun hangi organı için olduğunun bilinmesi gerekir.

İnsan aşkı temel olarak iki organından biri için ister. Bu organlardan birisi kalp diğeri de cinsel organdır. Aşk gibi, asırlardan beri yere göğe sığdırılamayan, neredeyse kutsal sayılabilecek ve hak etmediği kadar yüceltilmiş bu duygunun bu kadar basite indirgenmesi bazı kişiler tarafından doğru karşılanmayabilir. Bunun yanında aşkın hatırı için şiirler, romanlar, destanlar yazılmışken onu konu alan binlerce film yapılmış ve yüzlerce tiyatro oyunu oynanmışken bu tarz bir yaklaşım belki biraz yadırganabilir. Zira aşkın uğruna ruhsal dengelerini kaybedenler hatta konuyu iyice abartarak canına kıyanlar dahi olmuştur. Tüm bunlar tartışmasız bir şekilde ortada iken benim tutup da bu kadar kaba bir sınıflama yapmamın tuhaf karşılanabileceğinin de farkında olduğumu belirtmek isterim. Herkesin ne düşüneceğini, bu sözlerimle ilgili nasıl bir yorum yapacağını bilemem ama aşk ile ilgili tasnif bana göre bu şekildedir.

Şimdi tezimi doğrulamaya çalışayım. Eğer bir kişi aşkı cinsel organı için istiyorsa o zaman aşkı şu şekilde tanımlayabilirim. Aşk; İnsanın üreme ihtiyacı için doğasında zaten var olan hormonların, ilgi duyduğu kişinin çekici bulunmasının akabinde salgılanmasıyla ortaya çıkan içgüdüsel bir tepkidir. Bu tepki o kadar güçlüdür ki çoğu zaman insanın mantıklı kararlar almasına yani aklın duygularının kontrolü altına girmesine neden olur. Duyguların aklın önüne geçmesi yani aklın geri plana atılması nedeniyle insanlar bazen tüm hayatlarını olumsuz yönde etkileyecek çok yanlış kararlar dahi alabilirler. Bu tanıma uygun aşkta, beden ve nefs için işler yolundadır, her şey istenile şekildedir ancak ruhun, aklın, iradenin durumları hiç de iç açıcı olmaz. Böylesi durumlarda insan eninde sonunda maddi ve manevi sıkıntıların içine düşer. Bu sürecin sonunda insan, hesap edemediği birçok acıya katlanmak zorunda kalır ve işin en başında iradenin yanlış yönde kullanmanın bedelini işin sonunda ağır bir şekilde öder.

Cinsel organ için istenen aşkta, duyguların şiddeti ve insanın karşısındaki ile ilgili ileriye dönük ciddiyeti geçen zamanla ters orantılıdır. Yani hormonların salgılanmaya başladığı ilk zamanlarda oluşan istek çok güçlü, duygular da çok yoğundur ancak bu durum her geçen gün duyulan hisler açısından olumsuz yönde değişmeye başlar. Sadece cinsel istek temelinde oluşan bu duygu ve onun sebep olduğu kontrolsüzlük hali cinsel temas gerçekleştikten sonra farklı bir şekle bürünür. Bu süreç içinde duyguların gücü bir müddet daha devam etse, ilgilin devamı için taraflar farklı yol ve yöntemler denese veya en baştan başlamakla ilgili gayretler olsa dahi tüm çabalara rağmen duygu ve ilgi yoğunluğu zayıflar ve taraflar arasında eninde sonunda ayrık durumu gerçekleşir. Ayrılık hali fiziksel olarak olabileceği gibi zihinsel olarak da yaşanabilir. Mesela taraflar aynı evin içinde yaşasalar, aynı yatakta yatsalar bile aralarında ayrılık gerçekleşebilir. Eşlerin birbirlerine sırtlarını dönmesi aralarındaki mesafesinin dünyanın çapı kadar olmasına neden olur. Baştaki düğmenin yanlış iliklenmesinin akabinde diğer düğmelerin de yanlış iliklenmesi örneğinde olduğu gibi süreç hiçbir zaman olumlu yönde ilerlemez. Zira yanlış bir harita ile çıkılan yolla doğru bir hedefe ulaşılması mümkün değildir.

İnsanın fıtratında var olan, elde edilen şeyin sıradanlaşması ve sıkıcı hale gelmesi durumu böylesi ilişkilerde mutlaka ortaya çıkar. Bu tip tercihlerde zamanla heyecanının kaybolması, tarafların arasındaki sıcaklığın soğuklukla yer değiştirmesi, ilişkinin başında hayatın tek anlamı gibi görünen bu hislerin sonradan pişmanlığa dönüşmesi bilinen hallerdendir.

Böyle şeylerin yaşanmasının en önemli sebebi duyguların aklı bastırması yani duygusallığın aklın önüne geçmesidir. Çünkü duygular bencildir, kısa vadelidir, hevesi kalıcı hislerle karıştırır, geleceği umursamaz ve kendisinden taraf olan insanın, uzun vadede alacağı maddi ve/veya manevi hasarı da asla hesaba katmazlar. Bazılarının aşka bir ömür biçmesinin, evliliğin aşkı öldürdüğünü iddia etmesinin veya aşkın geçici olduğunu söylemesinin temelinde cinsel organ için istenmiş aşk vardır.

En başta geçici hevesler için taraflarca gizli veya açıkça onaylanan bu tarz bir ilişkinin uzun vadeli bir şeye dönüşmesini beklemek zaten abesle iştigaldir. Zira bir kişiyi sadece cinsel organı için isteyen birinin ondan önce başka birini de aynı amacı için istemiş olması mümkün olduğu gibi ondan sonra da bir başkasını aynı amacı için isteyecek olması da pekâlâ mümkündür. Böyle bir ilişki tarzını tercih edenlerin tek amaç cinsel tatmin olduğu için kalpmiş, duygularmış, aile değerleriymiş, toplumsal veya bireysel ahlak kurallarıymış, neslin korunmasıymış veya bu süreç içinde veya sonrasında karşı tarafın yaşayacağı sarsıntılarmış… Bunların hiç birine aldırış edilmez, bu tip hususlar dikkate alınmaz veya hiç birisi anlamlı şeyler olarak görülmez. Taraflardan birinin veya her ikisinin akılla değil de içgüdüleriyle hareket etmesi sonucu ortaya çıkan durum genellikle sadece bir çiftleşme talebinden ibarettir. İnsani değerlere göre değil de hayvani içgüdülerle ortaya çıkan bu durumun sonucunun da insani olması zaten beklemez.

Şimdi de diğer seçeneği yani aşkın kalp için istenmesini ele alalım. Aşk kalp için isteniyorsa onu da şu şekilde tanımlayabilirim. Aşk; taraflardan birinin veya ikisinin de duygularını saygı ve şefkat çerçevesinde yönlendirilmesiyle karşı tarafta bulunan kişiyi insani ve ahlaki değerler göre sevebilmesidir.

Bu şekilde tanımlanabilen aşkın rehberi akla saygısızlık etmeyen duygulardır. Akıl temeli üzerine kurulan böyle bir ilişkinin yapı taşları duygudaşlık (empati), adalet, saygı, merhamet, değer verme, karşılık beklemem, tercihlere anlayış gösterme, güven duyma ve güven verme, özgürlük içindeki aidiyet hisleridir. Böyle bir aşkın kalıcı ve güzel olmasının diğer bir unsuru da tarafların birbirlerini olduğu gibi kabul etmeleri yanında birbirlerini değiştirmeye değil de geliştirmeye çalışmalarıdır. Bu tip bir aşk uzun ömürlü, her iki tarafı da mutlu eden, her anı güzelliklerle yaşanan ve bitmesi asla istenmeyen ahlaki ve insani yapıya uygun olan aşktır.

Bazı durumlarda aşk başlangıç aşamasında sadece cinsel organın isteğine göre talep edilmişken daha sonraki süreçte kalp için istenecek hale gelebileceği gibi, bunun tam tersi de olabilir. Herkesin bulmayı hayal ettiği yaşamak için can attığı ve onu elde edebilmek için çok şeyi feda etmeye razı olacağı ve adına ‘gerçek aşk’ dediği şey ise aşkın cinsel organ ve kalp arasındaki dengenin sağlanabilmesi sonucunda yaşanan aşktır. Aşkın sadece cinsel organ için istenmesi nasıl ki ruhsal ve bedensel dengenin bozulmasına neden oluyorsa sadece kalp için istemesi de ruhsal ve bedensel dengenin bozulmasına neden olur.

Bu açıklamalardan sonra aşkı kapsama alanı ve temel unsurlarına göre tekrar ele aldığımda onu şöyle tanımlayabilirim. Aşk; insanın cinsel ihtiyacını azami derecede karşılayabildiği, bu ihtiyacı için muhatapların karşısında olan kişiden başka birini aramaya gerek duymadığı ruhsal açıdan tarafların birbirlerinde huzuru, güveni, sükûneti ve insani değerleri bulabildiği insan fıtratına uygun sevme halidir.

Gerçek aşkın en önemli göstergesi tarafların ruh eşlerini bulduklarını hissetmeleridir. Bu halin gerçekleşmesi de ayrı, ayrı var olmuş iki farklı ‘Ben’in uzlaşma ve adaletle ile bir potada eritilip tek bir ‘Sen’ de buluşması ve akabinde de ortak ‘Biz ’in oluşturulabilmesi ile mümkün olur. Böyle bir aşk insanın ruhuna huzur verir, bedensel ihtiyaçlarının tatmin eder, tarafların güvenme hissini yaşamalarını sağlar, iki taraf için de başka bir seçenek aramayı sona erdirir.

Aşkın zarafet ve asalet içinde yaşanması, zaman içinde fiziksel özelliklerin önemini yitirmesine var olan veya süreç içinde ortaya çıkan noksanlıkların görmezden gelinmesine neden olur. Tarafların birbirlerini her halleri ile sevmeleri, kimsenin bir başkası ile kıyaslanmasının da önüne geçer. Böyle bir durumda hiç kimse karşındakinin yerine başka birinin ikame edilmesini veya başkanın bulunmasını aklına bile getirmez. Bu tip bir aşkın ömrüne sınır biçilmez, eskimesi beklenmez çünkü o kalıcıdır, güvenlidir, huzur vericidir, mutluluk kaynağıdır ve her zaman için tazedir.

Aşkın, çok güzel ve özel bir şekilde yaşanması mümkün iken neden bu kadar sorun ortaya çıkar? Bu sorunların asıl kaynağı nelerdir? Bunlar nasıl bertaraf edilebilir? Şimdi de bu soruların cevaplarını vermeye çalışayım.

Yukarıda tanımla ilgili kısımlarda yapmış olduğu ayrışmaya tekrar döndüğümüzde bu soruların cevaplarının da kolayca bulunabileceğini söyleyebilirim. Aşkla ilgili tüm sorunların kaynağı taraflardan birinin veya ikisinin birden, aşkı hangi organları için istediklerini tam olarak bilmemeleri veya bildikleri halde gizlemeleridir. Böyle bir durumda şunlar ortaya çıkar; Sapla saman birbirine karıştırılır, aşkı cinsel organı için isteyen taraf samimiyetten uzak yalanlar söyleyerek aşkı kalbi için istediğini söyler, aşkı kalbi için isteyen de bu konuda yeterince olgunlaşmadığı yani insani açıdan istenilen gelişmişlik seviyesine ulaşamadığı için sevmeyi eline yüzüne bulaştırır.

Her ilişkide olduğu gibi aşk hususunda da her şeyin heba olmasının en önemli nedeni yalandır. Bu konudaki yalan gerek kişinin kendisine gerekse karşısındakine yönelik olsun eninde sonunda aynı yıkıcı etkiyi ortaya çıkarır.

Ayrılıkların, aldatmaların, şiddetin, pişmanlıkların, hayal kırıklıklarının, zaman kayıplarının, fiziki veya ruhsal sarsıntıların ve daha sayılabilecek birçok olumsuz durumun nedeni en başta söylenen yalanın süreç içinde büyümesi ve yeni yalanların söylenmesini mecburi hale getirmesinin sonucudur.  Yalan doğurgandır. Her yalan yeni bir yalanı doğurur. Her yalan kendisinden bir önceki yalanın yavrusu, kendisinden sonra gelecek yalanların da anasıdır. Onun için yalanın küçüğü büyüğü olmaz. Yalanın pembesi, beyazı, grisi masumu, zorunlusu, hayırlısı yalanı filanı da olmaz. Kimse yalana maskeler icat edip onu masum hale getirmeye kalkışmasın çünkü yalan yalandır. Yalanın kendisini korumak için şeffaf tuzaklarının olduğu asla akıldan çıkarılmamalıdır. Bu şeffaf tuzaklar ile ilk önce onu ilk kez söyleyeni kandırır. Gerisinin çorap söküğü gibi gelmesi de herkesin malumu.

Taraflar sürecin en başında samimi ve doğru şekilde aşkı ne için istediğini karşı tarafa belirtmeli, karşı taraf da bunu bilerek taraf olmalı ya da taraf olmayacağını açıkça beyan etmelidir. Zarafetmiş, asaletmiş, romantizmmiş… Bunların hiç biri tarafların esas amacını gizlemesine ve asıl niyetinin üzerin örtmesine yetmez ve onları mutsuz sona doğru gitmelerine de engel olamaz. Olumsuz şeylere neden olacak bir yaklaşımın en başta süslenmesinin kime ne faydası olabilir ki? Bunu deneyenlerin yani aşkın temelini yalanlar üzerine kuranların hali dün ortadaydı, bugün ortada yarın da ortada olacaktır. Yalanla başlayan hiçbir ilişki doğruyla sonuçlanmaz, yalanın fıtratı gereği istenilse dahi sonuçlanamaz. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, ne kadar menfaatle desteklenirse desteklensin, ne kadar mecburiyetlerle kuşatılırsa kuşatılsın sonuç mutlaka hüsran olacaktır.

Özetle söylemek gerekirse, şefkatin, anlayışlı olmanın, saygınlığın, huzurun, güvenliğin ve sonuç itibariyle ruhsal tatminin yaşandığı ilişkiler tarafların aşkı kalpleri için istemelerinin sonucudur. Unutulmamalıdır ki kalp için istenmiş aşkta cinsel tatmin de mümkün olabilir ancak sadece cinsel tatmin için istenmiş aşkta kalbin huzur bulması mümkün değildir. Kalp için istenmiş aşk, insanın içinde var olan tüm unsurların huzura kavuşmasını sağlar. Bu tip bir aşk uzun ömürlü, saygın, sevgi dolu, her zaman yeni, her geçen gün tazelenen ve dışarıdan ekstra desteğe muhtaç olmayan yani kendi kendini imar ve inşa ettiği gibi süreç içinde de kendisini onarabilen aşktır. Böylesi aşklar simya gibidir. Taraflar en başta sıradan kişiler olsa da yaşadıkları aşk sayesinde birbirlerini altına dönüştürler.

Bu konuda elbette daha fazla şeyler yazmak daha kapsamlı sözler ilave etmek mümkündür ancak yazının kıvamını bozmamak ve insicamını zedelememek için bu kadarıyla yetinmek istiyorum. Yazının sonunda bu konuda en yetkin insanlardan bir olan Yunus Emre’ye kulak verelim bakalım konumuzla ilgili ne söylemiş; ‘Aşk geldi, cümle eksikle tamam oldu’, demiş. Ne de güzel söylemiş. Vesselam.

Saygı ve dua ile

Fahri Akmansoy                                                                                                        25.08.2024

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular