HomeMAINAtatürk Yollarda 9 ay

Atatürk Yollarda 9 ay

Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk 322-349 Halkla Konuşmalar

16 Ocak İzmit 1923
17 Mart Tarsus 1923
2 ay16 Mayıs 1919 İstanbul
27 Mayıs 1919 Ankara 225 gün

Halkla konuşmalar 4

lışan orduya bütün milletle beraber Akhisar ahalisinin de bir an duadan geri kalma­dıklarını biliyorum. Efendiler, yalnız biz zulüm görmedik, bütün İslam ehli, zulüm gördü ve esaret altında kaldı. Düşmanlar bizi esaret zinciri altında bırakmak istedi­ler, fakat milletimizin azim ve hamiyeti bu zincirleri parçaladı, bağımsızlığını elde etti. İslam ehlinin uğradığı zulüm ve sefaletin elbette birçok müsebbipleri vardır. İs­lam âlemi dini hakikat dairesinde Allah’ın emrini yapmış olsaydı, bu akıbetlere ma­ruz kalmazdı. Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok ça­lışıyor. Biz de onlardan ziyade çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorul­mak, terlemek değildir. Zamanın icaplarına göre ilim ve fen ve her türlü medeni icat­lardan azami derecede istifade etmek zaruridir. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu hu­sustaki hatalarımız çok büyüktür. Sizin de anladığınız ve şimdi beyan ettiğiniz üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti en meşru ve en uygun bir surette teşekkül etmiştir. Dinimizin talep ettiği çalışmak sayesindedir ki, üç buçuk senelik az bir müd­det zarfında pek mühim netice elde edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükü­meti, pekâlâ bilirsiniz ki, eski Babıâli hükümeti değildir, eski Osmanlı devleti değil­dir. Onlar artık tarihe karışmıştır. Düşmanlarımız, Osmanlı devletini yıkarak asli un­sur olan Türk milletini de imha etmek istiyorlardı. Halbuki Türk milleti yeni bir iman ve kati bir milli azim ile yeni bir devlet kurmuştur. Bu devletin dayandığı esaslar “tam bağımsızlık” ve “kayıtsız şartsız milli hâkimiyet”ten ibarettir. Millet bu hâkimi­yetten bir zerresini feda edemeyecektir; gözünü açmıştır. Bizim dinimiz milletimize hakir, miskin ve alçalmış olmayı tavsiye etmez. Bilakis Allah da Peygamber de in­sanların ve milletlerin izzet ve şerefini muhafaza etmelerini emrediyor. Her yerde ol­duğu gibi buradaki temastan da anladım ki, millet, hâkimiyetini muhafaza hususun­da büyük bir azim ve kudret göstermektedir. Hakikati gören ve anlayan milletimiz el­bette bundan sonra candan ve gönülden çalışacak, refah ve saadete nail olacaktır.

110

AKHİSAR TÜRK OCAĞINDA NUTUK* (5 ŞUBAT 1923)

Akhisar: 5 (AA) – Bu akşam saat yedi buçukta Belediye tarafından Türk Oca­ğında Başkumandan Paşa Hazretleri şerefine bir ziyafet çekilmiştir. Ziyafette kasa­banın aydınları ve ileri gelenleri ile mülki ve askeri erkân ve reisler hazır bulunmuş­lardır. Ziyafetin sonlarında Türk Ocağı Reisi Doktor Şemseddin Bey, Paşa Hazretle­rine hitaben bir nutuk söyleyerek demiştir ki:

Paşa Hazretleri bu nutka aşağıdaki karşılıkta bulunmuşlardır:

Muhterem efendiler! Beyefendinin memleket namına ve Türklük namına söyledi­ği sözlerden fevkalade memnun oldum. Şahsıma ait olan teveccühkâr kelimelere karşı özel olarak teşekkür beyan ederim. Efendiler, dünyada hiçbir millet yoktur ki, büyük veya küçük zulümlere maruz kalmamış olsun. Çünkü her millet yaşamak mecburiye­tindedir. Yaşamak için mücahede şarttır. Şimdiye kadar pek çok milletler birçok darbe­lere maruz kalmışlardır. Bu darbelerin neticesi iki manzara arz eder. Birincisi bu dar­beler bir milletin benliğini, mevcudiyetini mahveder. İkincisi, bu darbeler mevcut şek­li yıksa bile asli unsuru imha edemez. Bu gibi darbelere maruz kalan bir memlekette ikinci neticenin husule gelebilmesi için o memleketin dayandığı milletin1 çok kuvvet­li olması lazımdır. İşte Türk milleti böyledir. Türk milleti, maruz kaldığı darbeler kar­şısında mevcudiyetini muhafaza etmiştir. Gerçi hariçten gelen bu darbelerin sonuncu­su Osmanlı devletini yıktı, fakat asli unsur olan Türk milletini mahvedemedi. Türk mil­leti mevcudiyetini devam ettirebilmenin ne gibi sebeplere ve şartlara bağlı olduğunu takdir ederek onları hazırladı ve yeni bir devlet vücuda getirdi. Efendiler, hakikaten Ak­hisar düşman darbelerinin ilk hedeflerinden birini teşkil etti, fakat bu darbe karşısında dağılmadı. Hemen bir namus cephesi vücuda getirerek mücahedeye fedakârane bir su­rette devam etti. Bundan dolayı bütün Akhisarlılar milletin takdirine layıktır. Bugün Akhisarlılarla yakından temas etmekliğim vesilesiyle ben de kendilerini tebrik ederim.

* Hâkimiyeti Milliye, 7 Şubat 1923, No: 723, s.2; Anadolu’da Yenigün, 7 Şubat 1923, No: 718; Gazi Mus­tafa Kemal Paşa Hazretleri İzmir Yollarında, Matbuat Müdüriyeti Umumiyesi Neşriyatı, İstihbarat Mat­baası, Ankara, 1923, s.90-92. Lozan müzakereleri ile ilgili kısım için bkz. Vakit, 6 Şubat 1923, No: 1852, s.3; İkdam, 6 Şubat 1923, No: 9301, s.l. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Ta­rihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.92-94; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayımları, Ankara, 1954, s.60. Hâkimiyeti Milliye ve İkdam’daki eski yazı metinler Musa Sa-rıkaya, Anadolu’da Yenigürideki Hadiye Yılmaz, İzmir Yollarında ve Vakit‘tekiler ise Ahmet Hezarfen tarafından okunmuştur.

1 Hâkimiyeti Milliye’ûe “o memleketin ve milletin”. (Y.N.)

111

Paşa Hazretleri, ondan sonra Lozan Konferansı müzakerelerine sözü getirerek demişlerdir ki:

*»

Barışın tesisi lüzumu inkâr edilemez bir hakikattir. Biz bunu samimi olarak tak­dir etmiş bulunuyoruz. Muhataplarımızdan aynı samimiyeti bekleyerek muzaffer or­dularımızı durdurduk ve delege heyetimizi Lozan Konferansı’na gönderdik. Fakat hakikatin tasavvur eylediğimiz gibi tezahürünü görmek henüz mümkün olamadı.

Delege heyetimizden her gün aldığımız malumatın tasavvurlarımızı’ teyit etme­sini beklerken, aksi neticelere şahit oluyoruz. Konferansta gösterdiğimiz2 bütün sı­cak niyetlere, samimiyetlere rağmen, muhataplarımız hâlâ bizi imha etmek, bize ba­ğımsız bir devlet muamelesi yapmamak zihniyetinden uzaklaşmadıklarını göster­mektedir.3 Hâlâ bize bağımsızlığı ihlal eden imtiyazlar kabul ettirmek ısrarında bu­lunuyorlar ve bu ısrarda ileri gidenlerin İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar olduğunu hayretlerle görüyoruz. Nihayet Lozan müzakereleri iktisadi meselelerden dolayı ke­sintiye uğramıştır. Bunu bittabi gazeteler yazacak ve hepiniz okuyacaksınız. Bundan zerre kadar hayrete düşmemekliğiniz4 icap eder. Ancak mesuliyeti bize ait olmayan ve olmayacak olan düşmanlıkların safhaları ne olursa olsun, bizim, meşru haklarımı­zı her suretle temine muvaffak olacağımıza eminiz. Milletin azmi, kuvvet ve kabili­yeti buna kefildir ve yeterlidir.

Müteakiben Belediye tarafından verilen bu ziyafetin Türk Ocağı binasında tertip edilmesindeki isabetten bahis ve elli altmış asırlık muazzam bir tarihe sahip olan Türk milletinin milliyetine ve hürriyetine fevkalade ehemmiyet vermesi lazım geldi­ğini beyan ile nutuklarına son vermişler ve hazır bulunanlar tarafından şiddetle al­kışlanmışlardır

  • “Tasavvurlarımızı” sözcüğünün aslı olan “tasavvuratımızı” sözcüğü yerine, İzmir Yollarında’da “ümitle­rimizi”. (Y.N.)
  • izmir Yollarında ve Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlışlıkla “gördüğümüz”. (Y.N.)
  • Anadolu’da Yenigüride “… bizi imha etmek ve bize müstakil bir devlet muamelesi yapmak zihniyetin­den uzaklaşmadıklarını göstermektedir”; İzmir Yollarında’da “… bizi imha etmek istemekte ve bize müstakil bir devlet muamelesi yapmak niyetinden uzaklaşmaktadırlar”. (Y.N.)
  • Anadolu’da Yenigün’de “… zerre kadar hayrete düşmemek”; Hâkimiyeti Milliye’dc “… dolayı pek ehem­miyetle düşünmemek”. (Y.N.)

112

KIRKAĞAÇ, SOMA VE BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMALAR”

(6 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 6 Şubat (Özel Muhabirimizden) Akhisar’da dün gece Türk Ocağı ‘nda verilen ziyafette Ocak üyelerinden birine cevaben Gazi Paşa Hazretleri Ocağa tak­dirler beyan etmiş ve her yerde olduğu gibi Akhisar’da da halkın benliğini idrak et­tiğini ve bunu muhafaza için ne gibi şartlara ihtiyaç bulunduğuna vâkıf bulunduğu­nu gördüğünü söylemiştir.

Akhisar seyahatinde kadınlarla erkekler hep birlikte bir müsamere olunmuş ve Gazi uzun beyanatta bulunmuştur.

Bu sabah Kırkağac’a doğru hareket eden Gazi’yi Kırkağaçlılar emsalsiz bir su­rette karşılamışlar, on dana. on kuzu kurban kesmişlerdir. “Millet gazisi bin yaşa” sesleri arasında Mustafa Kemal Paşa ve eşleri. Fırka Karargâhı’na çay ziyafetine. Türk Ocağında müsamereye gitmişlerdir.

Ocağın hakiki ilim ve feyiz ocağı olmasını temenni etmiş, belediye dairesinde bir kabul töreni icra eylemiştir. Burada ulemadan bir zat medreselerin ihmal edildiğin­den bahsetmiş ve Gazi cevaben: “Mesele hakikaten ehemmiyetlidir. Medreseler eği­tim yeri olmaktan ziyade, belki pek çok boş zaman geçirmeyi gerektiren şekilde idi. Medrese demek, insanın hayat mesaisini öğreneceği irfan yeri demektir. Bundan son­ra medreselerin hakikaten ulema yetiştirmesi’ vasıtalarına girişilecektir. Hakiki ule­ma bütün mücadelelere ve mücahedelere öncü olacaktır.

Milli hâkimiyet, milletin namusudur, haysiyetidir, şerefidir” demiştir.

Bundan sonra yine muazzam tezahürat arasında Somaya hareket edilmiş. Paşa, istasyonda karşılanmış ve askeri teftiş etmiştir. Lâtife Mustafa Kemal Hanımefendi ka­dınlarla ayrı ayrı görüşmüşler ve bahçede Türk kadınları ağlayarak Gazi’nin ayakla­rına kapanmak istemişlerdir. Mustafa Kemal Paşa bu aziz validelere ve hemşirelere “Ağlamayın, gülün. Bundan sonra hep güleceğiz” demiştir. Küçük çocuklar tarafından teşkil edilmiş olan bir heyeti kabul eden Paşa. “İnşallah çok saadetli günler bizden ka­çamayacaktır. Bu mübarek günleri görür gibi oluyorum” diyerek, ellerini çocuklarına öptürmek için can atan kadınların ve muazzam bir halk kitlesinin arasından veda ile ayrılmıştır. Yenice’de halka hitaben “nasılsınız, iyi misiniz” diye sormuş, halk büyük bir samimiyetle teşekkür ettikten sonra “sen de nasılsın iyi misin?” diye sormuştur?-

* İkdam, 1 Şubat 1923, No: 9271. s.3: Vakit, 7 Şubat 1923, No: 1853. s.3; Hâkimiydi Milliye. X Şubat 1923, No: 734, s. I. Ayrıca bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (19I9-I92H), c. 1, TC Mil­lî Eğitini Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991. s. 103-104. Iktlam’&A-ki eski yazı metin Musa Sarıkaya, Vakit’teki Ahmet Hczarfen, Hâkimiyeti Milliye’dekı ise Hacliye Yıl­maz tarafından okunmuştur.

  • Vakit’te “Bundan sonra hakiki ulema yetişmesi için”. (Y.N.)
  • Buradan sonrası Hâkimiyeti M’illiye’den alınmıştır. (Y.N.)

113

Öğleden sonra saat üç buçukta Balıkesir’e ulaşıldı. Balıkesir halkı, Gazi Paşa için en büyük bir karşılama merasimi hazırlamıştı. İstasyon ve civarı binlerce binlerce halk ile dolu bulunuyordu. Paşa Hazretlerini taşıyan özel trenin istasyona varışı en hararetli tezahürata meydan verdi. Başkumandan Paşa Hazretleri, istasyonda mızıka ve bir askeri kıta tarafından selamlanmış ve Ali Hikmet ve Naci Paşalarla Mebus Vehbi Bey, Mutasarrıf, Belediye ve Müdafaai Hukuk Heyetleri tarafından karşılan­mıştır. Gazi Paşa Hazretleri istasyonda karşılayan heyet ve subaylarla görüşürken:

-Böyle kıymetli arkadaşları hep bir arada görmekten dolayı çok bahtiyarım, bu­yurdular.

Bundan sonra Paşa Hazretleri istasyondan çıkarak yürüyerek belediye dairesini teşrif ettiler. Balıkesir halkı kurtarıcılarına en samimi ve kalbi bütün hislerini göster­mek için Paşanın yoluna dökülmüştü. Halkın samimi ruhundan kopup gelen “Paşa. Paşa” sesleri arasında belediye dairesini teşrif buyurdular. Sokaklar, camiler, mina­reler her taraf taklar, bayraklar ve yeşilliklerle donatılmıştı. Fabrikalar da Gazi Pa­şanın gelişini, düdüklerini çalmak suretiyle selamladılar.

Bir çocuğun nutkuna Paşa “Bu zafer benim değil, milletindir” diye cevap vermiştir.

Paşa Hazretleri, güzergâhında kendisini selamlayan esnaf cemaatleri, halk ve hanımlara ayrı ayrı iltifatta bulunmuştur. Halk, Paşa Hazretleri tarafından kendile­rine karşı gösterilen bu alakadan fevkalade mütehassis ve candan karşılık vermekte idiler. Her taraftan yükselen hayır dualar, tezahürattaki samimiyet ve halkın şevk ve galeyanı tasvirin üstünde idi.

Taraf taraf “çok şükür gördük, Paşa bin yaşa” sesleri yükseliyordu. Paşa Hazret­lerini takip ederek geçerken halkın zapt edilemeyen ve kalpten kopup gelen hislen­melerini duyuyordum:

-işte işte, kırk kırk maşallah, maşallah aman yarabbi bize selam veriyor, Allah esirgesin, Allah uzun ömürler versin, ah neler çektik, çok şükür… Başkumandan Pa­şa Hazretleri bütün bu heyecan tufanı içinde:

-Ağlamayın hanımlar, gülün. İnşallah hep güleceksiniz, diye karşılık veriyorlar­dı. Paşa Hazretleri Belediye dairesi önünde asker, esnaf cemaatlerini, mekteplerin geçit törenini, kalkan oyunlarını seyrettikten sonra Belediye dairesinde kabul töreni yapılmıştır. Paşa Hazretleri kendilerine takdim olunan herkesin ellerini sıkarak ayrı ayrı iltifatta bulundu.

Civar kasabalardan birçok heyetler burada Paşa Hazretlerini selamlayarak se­yahatlerini kazalarına kadar uzatmalarını rica ettiler. Bandırma Heyeti Paşa Haz-retleri’ne:

-Yanık bağırlarına sular serpmek için teşrifinizi tekmil halk namına rica ediyo­ruz, diyerek istirhamda bulundu. Gazi Paşa cevaben: Memleketin her parçasını gör­mek, halkın her birileriyle ayrı ayrı görüşmek, tanışmak istiyorum. İleride zemin ve zamanın müsaadesinden istifade edeceğim, buyurdular.

Bu sırada Eskici Mahmut Ziya Efendi namında bir zat Paşa Hazretlerinden bu­gün dünyaya gelen ikiz iki erkek çocuğunun isimlerinin seçimini rica etti. Gazi Pa­şa, Demir ve Çelik isimlerini verdi.

1 Bu cümle Ikdam’&â yer almaktadır. (Y.N.)

114

Başkumandan Paşa Hazretleri Belediye dairesinden sonra Kumandanlık dairesi­ni teşrif buyurarak, biraz istirahat ederek, ikametlerine tahsis edilen Sacidzade Mah­mut Bey’in hanelerine gittiler. Paşa Hazretleri muhterem eşleri Hanımefendi ile be­raber bu akşam saat yedide Çalıştırma Derneği tarafından Gazi Paşa Hazretleri şe­refine verilmiş olan elli kişilik ziyafette hazır bulunmuşlar ve ziyafetten sonra halk ve mektepliler tarafından tertip edilen fener alayını ve geçit törenini izlemişlerdir. Her taraftan yakılan maytaplar ve fenerler bütün şehri bir ışık tufanı içinde bırakmıştı.

Darülmuallimin talebesinden bir efendi, fener alayını Çalışma Derneği- bahçe­sinden izleyen Gazi Paşa Hazretlerine hitaben bir nutuk söyleyerek memleketin düş­man istilasına maruz kalması yüzünden uğradığı mezalim ve tecavüzleri zikir ve azim ve dehası sayesinde memleketi esaretten kurtaran Gazi Paşa Hazretlerine bütün mil­letin şükran borçlu olduğunu beyan etmiştir. Paşa Hazretleri bu nutka verdiği cevap­ta, Balıkesir halkının tezahüratına teşekkür beyanıyla milletimizi esarete sevk eden­lerin asırlardan beri onun başına geçenlerden ibaret olduğunu elyevm tecrübelerden uyanmış olan vatanımızın hâkimiyetine sahip olmak sayesinde pek büyük muvaffaki­yetler elde ettiğini ve bundan sonra da aynı azim ve imanla ilim ve marifet yolların­da yürüyerek kudret ve kabiliyetini göstereceğini söylemiş? “Bu millet baş eğmez. Bundan sonra ilim, marifet ve nur yollarında aynı muvaffakiyeti temin için birlik ve dayanışma halinde çalışalım” demiştir.

Balıkesir civarı köyleri halkı Balıkesir’de bulunuyorlar. Şehirde en aşağı elli bin kişi bulunmaktadır. Balıkesir’de Paşa Hazretleri’ni karşılamak için yapılan program ve tertibat özel olarak halk tarafından tespit edilmiştir.

İzmir’den Balıkesiri’ne kadar devam eden bu seyahat esnasında şahit olduğum te­zahürat ve halkın Gazi Paşa Hazretleri’ne karşı göstermiş oldukları alaka en hayal­ci bir dimağın üstünde bulunmaktadır, İzmir’den buraya gelinceye kadar uğranılan her istasyonda tesadüf ettiğimiz izdiham aziz kurtarıcıya karşı duydukları bağlılığın en açık bir şahidi idi ve biz bu coşku ve taşkınlık içinde yüzüyor gibiyiz.

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri. Balıkesir halkı ile temas edecekler ve Ca­mii Kebir’de okunacak mevlidi şerifte eşleriyle beraber hazır bulunacaklardır.

Perşembe günü Balya ve Edremit civarındaki kıtaları teftiş ve ziyaret için hare­ket olunacak ve Cumartesi günü dönülecektir.

  • Darülmııaüimin: Erkek öğretmen okulu. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye’de önce “Çalıştırma Derneği”, sonra “Çalışma Derneği” denmiş. (Y.N.)
  • Cümlenin buradan sonraki kısmı Hâkimiyeti Milliye’de (Y.N.)

I 15

RUSYA ŞURALAR CUMHURİYETİ TÜRKİYA SALAHİYETTAR TEMSİLCİSİ ARALOF’UN TEBRİKİNE CEVAP1

(6 ŞUBAT 1923)

Rusya Şûralar Cumhuriyeti Türkiya Salahiyettar Temsilcisi Aralof Cenaplarına

Karesi: 6 – Gösterdiğiniz hissiyat ve tebrikattan dolayı bilhassa teşekkür ederim.

Ben, en büyük ve hakiki saadeti mazlumlar âleminin kurtuluş gününde idrak edeceğime kaniim. Hak ve adaletin âşığı ve savunucusu olan milletlerin müşterek mesaisiyle bu kurtuluş günlerini’ mutlaka idrak edeceğimize kati emniyetim vardır, Efendim.

Başkumandan Mustafa Kemal

* Vakit, 15 Şubat 1923, No: 1861, s.2; İkdam, 12 Şubat 1923, No: 9307, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Özel Mektupları, Derleyen: Sadi Borak, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 1998. s.267: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, Hazırlayan: Nimet Arsan, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Anka­ra, 1964, s.483. Vakit’teki eski yazı metin Ahmet Hezaıfen, Ikdam’ddki ise Musa Sarıkaya taralından okunmuştur.

1 “Bu kurtuluş günlerini” sözcüklerinin aslı olan “bu halâs günlerini” sözcükleri yerine. Ikdaııı’da, “bu­günleri de”. (Y.N.)

116

BALIKESİR’DE HALKLA KONUŞMA* (7 ŞUBAT 1923)

Balıkesir: 7 (AA) – Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, bugün öğle namazını büyük bir cemaat ile Paşa Camii Şerifinde kılmışlardır. Namazdan ve şehitlerin ruh­larına ithafen okunan mevlidi nebeviden sonra Paşa Hazretleri minbere çıkarak şu hutbeyi irat buyurmuşlardır:

Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, iyiliği ve hayrı üzerinize ol­sun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara hakikatle­ri1 tebliğe memur ve resul olmuştur. Kanunu esasisi, hepimizce malumdur ki, Kuranı azimüşşandaki nusustur.2 İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen uyuyor ve denk düşüyor. Eğer akla, mantığa ve hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer tabii ilahi kanunlar arasında zıtlık olması icap ederdi. Çünkü bütün kâinatın kanunlarını yapan, Cenabı Hak’tır.

Arkadaşlar, Cenabı Peygamber, mesaisinde iki eve, iki haneye sahip bulunuyor­du. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini, Allah’ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber’in mübarek eserlerine uyarak bu dakikada milletimize, milletimi­zin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal evde, Al­lah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden, Balıkesir’in dindar ve kahra­man insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir sevaba na­il olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılma­mıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım gel­diğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni baş­lı başına faaliyette bulunmak elzemdir. İşte biz de burada din ve dünya için, gelecek ve bağımsızlığımız için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündükle­rinizi anlamak istiyorum. Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Dolayı­sıyla benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız, serbestçe sormanızı rica ederim.

* Hâkimiyeti Milliye, 1J Şubat İ923, No: 736. s.2; Gazi Mustafa Kemal Paşa I lanetleri İzmir Yolların­da, Matbuat Müdüriyeti Umtımiyesi Neşriyatı, İstihbarat Matbaası, Ankara, 1923. s.93-103. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959. s.94-99. Hâ­kimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Musa Sarıkaya, İzmir Yollarında’daki ise Ahmet Hezarfen tarafın­dan okunmuştur.

  • “Hakikatleri” sözcüğünün aslı olan “hakayiki” sözcüğü yerine, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de “hakayiki diniyeyi” (dini hakikatleri). (Y.N.)
  • Nıısu.s: Naslar, dogmalar. (Y.N.)

117

Adı geçen, ondan sonra minberden aşağıya inmişler ve muhtelif zevat tarafından sorulan yirmiden fazla soruyu tespit ettikten sonra cevaplarını vermişlerdir. Hutbe­ler hakkındaki ilk soruya cevaben demişlerdir ki:

Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin tarzı, mil­letimizin fikri hissiyatı ve lisanıyla ve medeni ihtiyaçlar ile uyumlu görülmemekte­dir. Efendiler, hutbe demek insanlara hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hut­benin manası budur. Hutbe denildiği zaman, bundan birtakım kavram ve manalar çı­karılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen, hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber zamanı saadetlerinde hutbeyi kendisi söylerlerdi. Gerek Peygam­ber Efendimiz ve gerek dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamber’in, gerek dört halifenin söylediği şeyler, o günün meseleleridir; o günün askeri, idari, mali ve siyasi, toplumsal hususlarıdır. İslam ümmeti çoğalmaya ve İslam memleketleri genişlemeye başlayınca, Cenabı Peygamber’in ve dört halife­nin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından, halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım zevatı memur etmişlerdir. Bunlar her halde en büyük reisler idi. Onlar camii şerifte ve meydanlarda ortaya çıkar, hal­kı aydınlatmak ve uyarmak için ne söylemek lazımsa söylerlerdi. Bu tarzın devam edebilmesi için bir şart lazımdı. O da milletin reisi olan zatın halka doğruyu söyle­mesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması!

Halkı genel ahvalden haberdar etmek, son derecede ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın dimağı faaliyet halinde bulunacak, iyi şeyleri ya­pacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından git­meyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli ettiler. Hutbelerin halkın an­layamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünkü icaplarınıza ve ihtiyaçlarını­za temas etmemesi, halife ve padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin aydınlatılması ve uya-nlmasıdır, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hatiplerin her halde insanların kullandığı lisanla görüşmesi elzemdir. Geçen sene Millet Meclisinde irat ettiğim bir nutukta demiştim ki: “Minberler halkın dimağları, vicdanları için bir feyiz kaynağı, bir nur kaynağı olmuştur.” Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bi­linmesi ve anlaşılması ve fenni ve ilmi hakikatlere uygun olması lazımdır. Değerli hatiplerin siyasi ahvali, toplumsal ve medeni ahvali her gün takip etmeleri zaruridir. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış telkinler verilmiş olur. Dolayısıyla hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın icaplarına uygun olmalıdır ve olacaktır.

Ondan sonra hilafet hakkındaki soruya sözü getirerek yalnız Türkiya değil, bütün islam âlemine ait olan bu makama vazife ve salahiyet vermek, Türkiya devletinin sa­lahiyeti haricinde ve üzerinde olduğunu beyandan sonra demişlerdir ki:

Dünya yüzünde Osmanlı devletinin bitişinden sonra bir Türkiya devleti teşekkül etmiştir. Bu devlet İran ve Afganistan gibi bağımsız ve Müslümandır. Yeni Türkiya devletini milletin vekillerinden meydana gelen Türkiya Büyük Millet Meclisi idare

118

eder. Bu şartlar dahilinde halifeye, yalnız Türkiya devleti nam ve hesabına özel ka­nunla verilmiş olduğundan başka bir hak ve salahiyet verilmek icap ederse, milletin hâkimiyeti kısıtlanmış ve neticede bu hâkimiyet parçalanmış olur ki, bu, eski halin dönmesinden başka bir şey olamaz.

Müteakiben Lozan Konferansı hakkında sorulan soruya geçerek şu sözleri söyle­mişlerdir:

Ne yazık ki, adli, mali kapitülasyonlar meselelerinde muhataplarımız eski zihni­yetlerini değiştirmemişlerdir. Bu meselelerde İtalyanlar ve bilhassa Fransızlar müş­külat çıkarmışlardır. Bu iki sebepten dolayı Lozan Konferansı’nın ciddi mesaisi dur­muştur. İtilaf devletleri delege heyetleri, hükümetleriyle temasta bulunmak üzere Lo­zan’dan ayrılmışlardır. Bizim delege heyetimizin de hükümet ve Büyük Millet Mec­lisi ile müşavere etmek üzere gelmesi muhtemeldir. Biliyorsunuz ki, Lozan’da İtilaf delege heyeti aylardan beri devam eden mesaiden sonra bize bir barış projesi vermiş­lerdir. Bu proje kapitülasyonlar hakkında ihtiva ettiği maddelerden dolayı milletimiz­ce katiyen kabul edilemez. Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı dev­leti ile Hindistan Türk ve İslam imparatorlukları bunun en büyük delilidir. Efendiler, biz meşru ve hayati haklarımızı medeniyet ve insaniyet dünyasına tasdik ve teslim ettirmek için çalışıyoruz. Bunu tasdik ve teslim ettirmek için icap eden her türlü ted­birlere girişmekte tereddüt göstermeyeceğiz. Milletin hakiki iradesinin bu merkezde olduğuna kaniim. (Hay hay sesleri.)

Ondan sonra Düyunu Umumiye’nin Türkiya dan ayrılacak mahallere taksim olunduktan sonra tanınacağından ve rejimin şu veya bu şekilde olmasının her zaman konuşulabileceğinden, ticarete, ziraata ve sanayiye fevkalade ehemmiyet verilmek icap ettiğinden, kadınların toplumsal hayatımızda erkekler derecesinde hak sahibi olması lazım geldiğinden bahsetmişler ve Halk Fırkası hakkındaki soruya aşağıdaki cevabı vermişlerdir:

Bu milletin siyasi fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, diğer mem­leketlerde fırkalar mutlaka iktisadi maksatlar üzerine teessüs etmiş ve etmektedir. Çünkü o memleketlerde muhtelif sınıflar vardır. Bir sınıfın menfaatini muhafaza için teşekkül eden siyasi bir fırkaya karşılık diğer bir sınıfın menfaatini muhafaza maksa­dıyla başka bir fırka teşekkül eder. Bu pek tabiidir. Güya bizim memleketimizde de ayrı ayrı sınıflar varmış gibi teessüs eden siyasi fırkalar yüzünden şahit olduğumuz neticeler malumdur. Halbuki Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir. Bir defa halkımızı gözden geçirelim: Biliyorsunuz ki, memleketimiz çiftçi memleketidir. O halde milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi ve çobandır. Bu böyle olunca buna karşı büyük arazi ve çiftlik sahipleri hatıra gelir. Biz­de büyük araziye kaç kişi sahiptir? Bu arazinin miktarı nedir? İncelenirse görülür ki, memleketimizin genişliğine nazaran hiç kimse büyük araziye sahip değildir. Dolayı­sıyla bu arazi sahipleri de himaye edilecek insanlardır. Sonra sanat sahipleriyle kasa­balarda ticaret eden küçük tüccarlar gelir. Bittabi bunların menlaatlarını, bugünlerini

119

ve geleceklerini temin ve muhafaza etmek mecburiyetindeyiz. Çiftçilerin karşısında ol­duğunu farz ettiğimiz büyük arazi sahipleri gibi, bu ticaret erbabının karşısında da bü­yük sermaye sahibi tüccarların bulunduğu hatıra gelebilir. Halbuki bizim memleketi­mizde büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var? Hiç. Dolayısıyla biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyo­nerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Sonra amele gelir. Bugün mem­leketimizde fabrika, imalathane vesaire gibi müesseseler çok sınırlıdır. Mevcut amele­mizin miktarı yirmi bini geçmez. Halbuki memleketi yükseltmek için çok fabrikalara muhtacız. Bunun için de amele lazımdır. Dolayısıyla tarlada çalışan çiftçilerden farkı olmayan ameleyi de himaye etmek ve korumak icap eder. Bundan sonra aydınlar ve ulema denilen zevat gelir. Bu aydınlar ve ulema kendi kendilerine toplanıp halka düş­man olabilir mi? Bunlara düşen vazife, halkın içine girerek onları aydınlatmak ve yük­seltmek ve onlara ilerleme ve medenileşmekte öncü olmaktır. İşte ben milletimizi böy­le görüyorum. Dolayısıyla muhtelif meslekler erbabının menfaatları yekdiğerine karış­mış olduğundan, onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve tamamı halktan ibarettir.

Halk Fırkası halkımıza siyasi terbiye vermek için bir mektep olacaktır. Beni çok seven ve hayatımı düşünen bazı arkadaşlarım bana böyle bir siyasi fırka teşkil etme-mekliğimi tavsiye etmişlerdir. Hakikaten milli vazifenin sonunda köşeye çekilerek istirahat etmekliğim benim için bir menfaattir. Bunu yapabilmek için şimdiye kadar elde olunan neticelerin tespit olunduğu gibi devam edeceğine itimat etmek icap eder. Fakat bu hususta henüz endişesiz olamam. Hiçbirinizin de endişesiz olmamanızı tav­siye ederim. Şimdiye kadar elde ettiğimiz muvaffakiyetler üç dört seneye sığmaya­cak1 kadar çoktur. Her tarafta olduğu gibi, bizde de yeni hareketler ve cereyanlar kar­şısında onu hazmedemeyen kuvvetler ortaya çıkabilir.

Ne yazık ki, bu daima vardır. Nitekim bu hususta şer’i hükümlere uygun olmayan ve maalesef Meclis’tc üye bulunan bir zat tarafından risale de yazılmıştır. Bu teşeb­büs eski Osmanlı devletini iadeden başka bir şey değildir. Bunu yapan o zat. hükü­met ve millet nazarında mürtecidir.

Efendiler, şunu katiyetle bilmek icap eder ki, kazanılan şey, hayat ve namustur. Buna tecavüz, hayat ve namusumuza tecavüzdür. Her ferdin bu gibi hareketlere dik­kat etmesi ve onlara karşı son derece uyanık bulunması lazımdır. İşte bu bakımdan milletin içinde bir fert olarak ve tekrar milletin seçmesine nail olur isem, Türkiya Bü­yük Millet Meclisi’nde üye sıfatıyla çalışmayı vazife kabul ediyorum.

Efendiler, ne ben ve ne siz, şahıslarımız üzerinde vaziyetler meydana getirmeye kalkışmayalım. Biz hepimiz o suretle çalışalım ki, kuracağımız şey milli bir müesse­se olsun. Bu da millete siyasi terbiye vermekle olur.

Asırların bize verdiği dersten milletimizin lüzumu kadar uyanmış olduğunu gö­rüyorum. Milletimizin özel vasıfları her işimizde muvaffakiyetimizin teminatıdır. Muvaffakiyetimiz bittabi birlikle olacaktır. Eğer millet müşterek gayeye müştereken faaliyet sarf ederek yürürse, mutlaka muvaffak olacaktır. İşte bunları düşünerek ge­lecekteki mesaide de muvaffak olacağına kani bulunuyorum.

1 Kaynakta yanlışlıkla “çıkmayacak” yazılmış. Doğrusu “sığmayacak” olmalıdır. Mustafa Kemal Paşa. benzer bir cümleyi 17 Şubat i 923’tc İzmir İktisat Kongresini açarken yaptığı konuşmada da kullanmış­tır. Bkz. elinizdeki ciltte, s. 143. (Y.N.)

Paşa Hazretleri hasbıhallerine şu suretle son vermişlerdir:

Arkadaşlar, buraya gelinceye kadar birçok yerlere uğradım. O yerlerin halkıyla yani kardeşleriniz, dindaşlarınız ve hemdertlerinizle aynı suretle sohbetlerde bulun­dum ve onların da sizin gibi memleketin bugünü ve geleceğiyle fevkalade alakadar olduklarını gördüm. Sonra yine bu seyahatim esnasında ordumuzu gördüm; askerle­rimiz, subaylarımız ve kumandanlarımızla temasa geldim.

İnceleme ve teftişlerimin neticesi bizi mağrur edecek bir haldedir. Çünkü vaziyeti­miz pek kuvvetlidir, memleketimiz halkında ve ordusunda gördüğüm kudret ve kabili­yet, bilhassa azim ve kahramanlık, hakkımızı mutlaka elde etmeye kâfi ve kefildir.

121

ESKİŞEHİR’DE HALKA KONUŞMA* (19 ŞUBAT 1923)

Eskişehir, 19 Şubat (Özel Muhabirimizden) — Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretle­ri, eşleri Hanımefendi, Fevzi Paşa ve maiyetleri konferansın yapıldığı günün gecesi İz­mir’den hareket etmişlerdi. Yollarda halkın tezahüratı yine fevkaladeydi. Dün saat iki buçukta Uşak’a ulaştık. Orada muazzam bir karşılama töreni yapılmış ve taklar inşa edilmiştir. Kurbanlar kesilmiş ve istasyonda Müftü Efendi bir hitabe irat etmiştir. Es­naf ve civar köylerin ahalisi yollarda heyeti büyük bir sevinç heyecanıyla alkışlamıştır. Eskişehir’de minarelerden salavat getirilmiş, fabrikalar selam makamında düdükler çalmıştır. Hükümet dairesinde çay verilmiş, halk temsilcileri ile Gazi Paşa hasbıhal et­tikten sonra hükümet dairesinin balkonundan dışarıda toplanan halka demiştir ki:

-Bu samimi tezahürat şahsıma değildir. Şahsımda milletin emellerini gördüğünüz için heyecanlanıyorsunuz.

Bundan sonra Gazi, memleketin hayati menfaatlarından, senelerce çekilen zulüm ve tahakkümden bahisle sebebin hâkimiyetin şunun bunun elinde kalması olduğunu izah etmiş ve demiştir ki:

-Eğer hâkimiyetimize yan gözle bakan olursa, onu derhal parçalamalısınız. Onu içerinizden çıkannız. Berbat ve perişan ediniz. Geleceğinizden emin olunuz. Artık kurtulduk, dünyanın en büyük zaferini kazandık, fakat bu zaferin devam edebilmesi için el ele vererek çalışmak lazımdır.

Gazi ve Fevzi Paşa köylülerin oyunlarını izledikten sonra, Gazi Paşa demiştir ki:

-Yeni Türkiya’nın dönümünü1 görmekle mesudum. Halk bu dönümü can ve gö­nülden kutluyor.

Türk Ocağında Gazi Paşa, Reisin nutkuna da cevaben çok yerde tütmeye başla­yan ocağın millete milli hürriyeti iade edeceğini, milli hürriyetini ihmal eden millet­lerin geleceği musibet ve yok olmak olduğunu söylemiş, Türklerin her şeyden ziyade kültür mayalarında çok kuvvetli olduğunu ve bunun sayesindedir ki, asırların vurdu­ğu darbeler karşısında mevcudiyetini müdafaada muvaffak olduğunu ilave etmiştir.

* İkdam. 20 Şubat 1923, Numara: 9315, s. 1. Eski yazı metin Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur. 1 Kaynakta da “dönümünü”. (Y.N.)

149

Belediye heyetinin dairesinde de pek az istirahat eden Paşa, Eskişehir’den hare­ket etmiş ve güzergâhta meşaleler ve oyunlarla karşılanmıştır. Afyonkarahisar’ında karşılama için pek çok hazırlık yapılmışsa da Gazi Paşa burada pek az durmuş ve tekrar geleceğini vaat ederek hareket eylemiştir.

Bugün sabahleyin Gazi Paşa ve maiyeti saat dokuzda Eskişehir’e varmıştır.

Eskişehir 19 Şubat (özel muhabirimizden) – Eskişehir’de İsmet Paşa Hazretleri. heyeti samimi bir surette karşılamışlardır. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlcri’nin vagonunda Gazi, İsmet ve Fevzi Paşalarla Rıza Nur ve Hasan Beyler toplanmışlar ve akşamüstü Ankara’ya doğru hareket eylemişlerdir.

J Sinop Mebusu Rıza Nur ve Trabzon Mebusu Hasan (Saka) Beyler, Lozan Konferansı’ncla İsmet Pasa’nın başkanlık ettiği Türk heyeti içinde yer alıyorlardı. (Y.N.)

150

/

ADANA ÇİFTÇİLERİYLE SÖYLEŞİ* (16 MART 1923)

Tarsus, 17 (AA) – Adana’da ikinci gün akşamına kadar muhtelif müesseseleri zi­yaretle geçirildi. Öğleden evvel kumandanlık dairesi, hastaneler ve darülmuallimin ziyaret edilmişti. Paşa Hazretleri, Cuma namazını Camii Kebirde eda eyledi. Na­mazdan sonra Muallimler Derneğinin Mektebi Sultanide verdiği 150 kişilik öğle zi­yafetine gidildi. […] Ziyafeti müteakip Adana izcilerinin yemin merasimi icra edildi. Pek mükemmel bir manzara arz eden, herkesin ve Paşa Hazretlerinin takdirlerini kazanan Adana izcileri, Kumandan Kenan Bey’in kısa ve izciliğin maksat ve gayesi hakkındaki bir nutkundan sonra izci nizamnamesi icabınca lazım gelen yemin, büyük Başbuğun huzurunda hep bir ağızdan yapıldı ve Gazi Paşa tarafından izciliğin kıy­metine, vatanın kendilerinden beklediği hizmetlere dair mukabeleten veciz bir nutuk irat edildi. […] Adana’nın ipek ve bez fabrikaları da ziyaret edildikten sonra gece Türk Ocağında çiftçiler tarafından verilen ziyafete gidildi. Bu gece Adananın en unutulmaz bir gecesi oldu. Bütün tarihimizde hiç görülmeyen ulvi bir halk gecesiydi. Sarıklı, şalvarlı çiftçiler Paşanın karşısındaki mevkilere oturdular. Her taraftan öz halk kitlesiyle kuşatılmış bulunuşu, Paşayı fevkalade memnun ediyordu. Yemek sa­mimi hasbıhaller içinde yenildi. Bu ziyafetin gözleri yaşartan ulviyetinden bir fikir vermek için çiftçilerden ihtiyar Ramazan Ağanın Paşa ile konuşurken söylediği ba­zı cümleleri naklediyorum: “Bre Paşam, iki gündür yüzünüzü görmek için oradan oraya koşuyoruz. Nihayet çok şükür hu gece karşınızdayız, konuşuyoruz. Şu ihtiyar hayatımda bundan sevinçli bir gece görmedim.” Paşanın Türk çiftçisinin mevkiinin her mevkiden yüksek olduğu hakkındaki sözleri üzerine Ramazan Ağa dedi ki: “Her şeyi biz veririz; büyükleri biz büyütürüz. Sonra da onlardan birinin yanına girmek is­teyen bizi dipçikle kovarlar. Fakat şimdi o devirlerin geçtiğini, ‘bizim hakikaten efen­di olduğumuzu anladık; mademki en büyük adamımızla karşı karşıya bir sofrada ye­mek yiyiyoruz.” Paşanın çok çalışkan olan Türk çiftçisinin zengin de olması hakkın­daki kıymetli fikirlerini teyit için de selim akıllı ihtiyar çiftçi şöyle dedi: “Benim şim­di çiftim çubuğum var; zenginlerden sayılıyorum. Herkes de beni akıllı biliyor ve ba­na akıl danışıyor. Halbuki evvelce fakirdim; 25 yaşında iken deli diye alay ediyorlar­dı. Sen servetin kerametine bak ki, deliden akıllı yapıyor.” İşte Paşa Hazretleri gerek Ramazan Ağa ve gerek diğer çiftçilerle bir saatten fazla böyle açık ve samimi konuş­tular. […] Çiftçilerle bu samimi hasbıhal devam ederken, Adana gençlerinden Rama-

* Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923, Numara: 769, s. 1-2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.116-125. Hâkimiyeti Milliye’dcki eski yazı me­tin Ahmet Hezarfen tarafından okunmuştur.

209

zanzade Kemal Bey çiftçiler namına ayağa kalkarak kuvvetli ve canlı kısa bir nutuk irat etti. […] Bu nutuktan sonra Paşa Hazretleri ayağa kalktı, iki saat devam eden aşağıdaki kıymetli hitabeyi irat etti:

Aziz çiftçi kardeşlerim;

Diyebilirim ki, hayatımda yaşadığım en ulvi, en sade, en mesut ve samimi gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin hürmetlerle, muhabbetlerle bağlı olduğumuz milletimizin büyük çoğunluğunu teşkil eden çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum. Bu sofrada onların emekleriyle husul bulmuş ekmeği onlarla beraber yiyoruz. (Alkış­lar, var ol sesleri.)

Arkadaşlar, dünyada fetihlerin iki vasıtası vardır: Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin vasıtası yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, rezil edilir, se­fil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişaniyeti o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve esir bir halde kalabilir. Onun için hakiki fetih­ler yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında sağlam bir şekilde yerleştirmenin, millete istikrar vermenin vasıtası sabandır, saban, kılıç gibi değildir. O kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıcı kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sa­banını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima mağlup oldu. Tarihin bütün vakaları ve hadise­leri hayatın bütün gözlemleri bunu teyit ediyor. Milletimiz çok büyük elemler, mağ-   lubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyor­sa, bunun asıl hikmeti şundadır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, di­ğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.

Arkadaşlar; felaketler, elemler, mağlubiyetler, milletler üzerinde birtakım etken­ler vücut bulmasına sebebiyet verir. Bu etkenlerin başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin uyanış ve ağırbaşlılığını bulması, kendi benliğini duymasıdır. Uzun asırların elemli neticeleri nihayet bizim milletimizde de bu hassaları doğurdu. Tam bir emniyetle söylerim ki, milletimiz baştan başa böyle bir uyanışa nail olmuş, ta­mam ve kâmil bir millet halindedir. Açıklıkla ve büyük bir iftiharla ilan ederim ki, bu millet milli benliğini idrak ve bunu bütün dünyaya ispat eylemiştir. Milletimiz son zaferleri hep bu hassaları, bu idraki sayesinde kazandı. Milletleri yükselten bu hassa­lara bir etken daha ilave edelim: İntikam hissi… Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu, alelade bir intikam değil, hayatına, ikbaline, refahına düşman olanların zararlannı gidermeye yönelik bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşma­na merhamet, aciz ve zaaftır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının biti­şini ilan etmektir. Arkadaşlar, milletleri kurtaran bu hassaların ve etkenlerin gelişme­sini en ziyade çiftçilerimizden temin etmeliyiz. Çünkü çiftçi ve çoban, bu millet için asli unsurdur. Gerçi diğer unsurlar bu asli unsur için lazım ve faydalıdır. Lakin hiç­bir vehme kapılmadan bilmeliyiz ki, o asli unsur olmazsa diğer unsurlar da yoktur.

210

Mustafa Kemal Paşa bundan sonra topraklarımızın kıymetini ve bilhassa Adana vilayetinin toprağındaki bereketi belirtmişlerdir.

Hemşerisi olmakla iftihar ettiğim bu vilayetin toprağının verimliliğini, toprağın­daki serveti anlamak için Adana ile Mısır arasında ufak bir mukayese yapacağım. Bi­lirsiniz ki, Mısır toprağı bereketiyle, verimli ve mahsuldar olması ile “Altın yuvası” denmekle tanınmıştır. Halbuki güzel Adana’mız hiçbir vakit Mısır’dan aşağı değildir. Bunu anlamak için belirli birkaç noktayı işaret edeceğim. Bildiğime göre, Mısır’ın asıl kıymetli sahası olan delta kısmı 16 bin kilometrekaredir. Halbuki Adananın ay­nı kıymette bulunan toprakları 50 bin kilometrekaredir. Bu saha içinde ovalar parça­sı ile Seyhan ve Ceyhan arası 20 bin kilometrekaredir. Görüyorsunuz ki, yalnız bu kı­sım bile ölçü itibariyle Nil Deltasından büyüktür. Sonra Mısır topraklan asırlardan beri işlene işlene çok eskimiştir. O topraklar yorgundur, ancak gübre ve fen sayesin­de kuvvetini muhafaza edebilmektedir. Halbuki Adana toprakları henüz genç, dinç, her türlü berekete hazır ve amadedir. Mısır toprakları fenni vasıtalardan istifade ede­bilmek sayesinde ancak bire on veriyor; halbuki Adana, alelade ve basit hallerde bi­re on daima vermektedir. İtina edildiği takdirde bire yirmi, otuz verebilir. Adananın Mısır’a üstün olan hassaları yalnız bunlardan ibaret değildir. Bizim vilayetimiz, de­nizli, körfezli, limanlı, ovalı, dağlı, tepeli, güneşli, yağmurlu, sıcaklı, serinli muhte­lif iklimlerin hepsinden meydana gelen bir toplamdır. Bu toplam içinde hububata ait hassalardan başka, Mısır, bu vilayetin ormanlarında yetişen keresteden mahrum bu­lunmaktadır. Bu vilayetin koyunlarından ve hayvanlarından Mısır mahrumdur. Mey­velerin her tür Mısır’da yetişmez. Bu itibarla da Adana’mız Mısır’a üstündür.

Arkadaşlar, buraya kadar Adana ile Mısır arasında hep göğüslerimizi kabartacak, bizi şükür ve iftihara sevk edecek mukayeseler yaptım. Bir de elem verecek makûs mukayeseler de var, onları da söyleyeyim. Biliyorsunuz ki, Mısır’ın hayatı Nil’dir ve Nil’in, hayat kaynağı oluşu ise fenni tesisat sayesindedir. Adana’yı da üç büyük nehir suluyor. Fakat bu nehirler ilim ve fennin o tesisatından mahrum olduğu için, taşkın­lar da fayda yerine zarar veriyor. Muntazam olmayan cereyanlar yüzünden nakliye kesik, hasıl olan bataklıklar yüzünden ovalar sıtmalıdır. Bu hastalıklar yüzünden halk çalışmaya gayri muktedir kalıyor ve vilayetin nüfusu azalmaya mahkûm oluyor. De­min dedim ki, Adana vilayetinin yalnız ova ve nehirler arası bile Mısır’dan fazladır. Halbuki bir de her iki kıtanın nüfusunu düşününüz. Adana’daki 400 bin nüfusa kar­şılık Mısır’da on beş milyon nüfus var. Bunun dokuz milyonu Adana ovasından daha küçük olan Mısır deltasında bulunuyor. Demek ki, deltanın nüfusu Adana ovasından yirmi misli fazladır. Ve demek ki, bu feyizli vilayetin ovaları daha yirmi misli nüfu­su müreffeh, mesut, zengin etmeye kâfidir. Bu nüfusu bugünkü tabii ve müşkül şart­lar içinde az zamanda temine imkân yoktur. Nüfusu artırmaya ait bütün tedbirlerimi­zi almakla beraber bu tedbirler ne kadar geniş ve kuvvetli olursa olsun, bu nüfus boş­luğunu telafiye kâfi değildir. Bu boşluğu ancak makine ile telafi edeceğiz.

Arkadaşlar, Adana vilayeti bir devleti başlı başına idareye kâfi bir servet kaynağı­dır. Harbi Umumi’den evvel Mısır yedi buçuk milyon kantar pamuk üretiyordu. Bu pa­muk 35 milyon altın lira getirirdi. Genişliği, toprağının verimliliği itibariyle Mısır’dan aşağı kalmayan Adananın bu mikdarda pamuk üretmesine hiçbir engel yoktur. Adana

211

senelik 35 milyonu yalnız pamukla pekâlâ temin edebilir. Biz bunları inşallah hepsini temin edeceğiz. Yalnız bunun için bir şeye ihtiyaç vardır: İktisadiyatımızda tam bağım­sızlık. Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketi haraplığa sürükleyen muhtelif sebepler içinde en kuvvetli ve en ehemmiyetlisi, iktisadiyatımızda bağımsızlıktan mahrumiyeti-mizdir. Şükre ve hamda değerdir ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir mevki­de bulunuyoruz. (Alkışlar.) Ancak fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı düşmanları­mıza şeklen ve resmen de tasdik ettirmek gereklidir. Devletin ve milletin son hedefi iş­te bu noktayı temine yöneliktir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde muvaf­fakiyet hasıl olacaktır. Bu nokta o kadar hayati ki, onu mutlaka elde edeceğiz.

Devletler şimdiye kadar bize şu ve bu meselelerde gösterişli müsaadelerde bulu­nuyorlar gibi görünüyorlar, lakin iktisadi esaretle bizi felce uğratıyorlardı. Öteden beri bize bazı şeyleri vermiş gibi, bizim bazı haklarımızı tanımış gibi vaziyet alırlar, hakikatte iktişaden elimizi kolumuzu bağlarlardı. Bu esarete katlanan rical memnun­du. Çünkü görünüşte azametli bir bağımsızlık temin etmişlerdi. Fakat gerçekte mil­leti manen fakirlik çukuruna atmışlardır. Bunlar iktisadi mahkûmiyeti idrak etmeyen bedbaht hayvanlardı. Fakat artık bugün milletimiz hayat noktasının nerede olduğunu pek güzel anlamıştır. Bilhassa Adananın aydın halkı, bu hakikatleri çok iyi idrak et­mekte bulunuyor. Arkadaşlar, şimdiye kadar büyük muzafferiyetler kazandık. O za­ferleri hayat için, saadet için, milletin refahı için kâfi sandık; bu suretle gafletten gaf­lete düştük. Halbuki zafer ve fetihlerden sonra derhal sanat ve iktisadiyat sahasında seri adımlarla yürümek lazımdı.

Bilirsiniz, Ruslar İsveç’in mahkûmuydu. Büyük Petro çok kanlı mücadelelerden sonra Rus bağımsızlığını temin etti. Fakat bağımsızlığı kurtarır kurtarmaz, derhal memleketin içinde ziraat ve sanatı asırların icaplarına göre yürütmeye girişti. Bizler de hakiki selamete ermek istiyorsak, çok kan dökerek kazandığımız muzafferiyetler-den sonra çok fedakârlık yaparak, ziraat, ticaret, sanat sahasında emniyetli adımlarla yürümeye bakalım.

Mustafa Kemal Paşa burada kağnı ile otomobile, yelken gemisiyle vapura reka­bet edilemeyeceğini, memleketimizdeki vasıtaların ne ilkel mahiyette bulunduğunu, medeniyette nasıl geri kaldığımızı, bu vasıtasızlık yüzünden Amerika unlarına reka­bet edemediğimizi, milletin kendi sahillerindeki ırktaşlarını besleyememesindeki acı­lığı anlattıktan ve yalnız kendimizi bilmek değil etrafımızdaki komşuları, milletleri ve onların hangi vasıtalarla donanmış olduğunu da bilmek lazım geldiğini ve bugün is­lam âleminin ne halele bulunduğunu izah ettikten sonra dediler ki:

Arkadaşlar;

Milletimizin içinde bulunduğu bu gafletin asli sebebi nedir? Bu millet ki asırla­rın gafleti içinde en nihayet gözünü açtığı zaman, kendini yokluk mezarının kenarın­da bulmuştu. Bir an ve bir adım daha, artık ebediyen gözünü açmamaya mahkûm ka­lacaktı. Bundan sonra inşallah milletin uyanık gözleri bir daha kapanmayacak, artık bundan sonra o gözler nurlu, şuleli ve dikkatli kalacaktır. Fakat bunun böyle olması­nı temin için eski halin asli sebebini aramak ve bir daha tekrarına meydan bırakma­mak lazımdır.

Bizi mezara götüren o asli sebep asli nedir? Bunu hiç şüphesiz idaremizin mahi­yetinde aramalıdır. Demin arkadaşımız Ramazan Ağa çok güzel izah etti: “Ben hiç mektep, medrese görmedim, cahilim, kusura bakmayın” dedi. Keşke mektep, medre­se görmeyenlerin hepsi Ağa Hazretleri gibi olsaydı. Çünkü kendileri çok âlimce ve daha hakiki malumat sahibidir. Ümmi olan Ramazan Ağa, cahil olmadığını demin sohbetimiz esnasında pek güzel ispat etti. Bu arada demiştir ki:

“Eski Osmanlı hükümeti sopaya sahipti. Biz çalışırız, mahsulümüzü elimizden alırlar. Yine karşımızda sopayı görürdük. Dinleyecek makam yoktu. İşitirdik, birta­kım insanların sarayları, cariyeleri varmış, onların başında sultan varmış. Meğer bi­zim bütün mal ve mülkümüz onlarınmış. Bizi her şeyden mahrum eden meğer o sa­raylar, o sultanlarmış.”

Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu mil­leti gaflette bıraktılar; onu nura koşmaktan men ettiler. Onlar bu milleti ve bu memle­keti yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere muhtaç oldukları za­man! Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt için fetihlere kalkarlardı. Halbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli emeli, vicdani arzusu ve menfaati yoktu. Onların hırsı, şan ve şerefi için, bu milletin evlatları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki debdebe ve gösterişi temin için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı millet­ten sopa ile alırlardı. Bütün bunların neticesi milleti fakirliğe, haraplığa, nihayet ölü­mün kıyısına götürdü. İşte bu idare tarzına padişahlık idaresi denir. (Kahrolsun bu ida­re sesleri.) Arkadaşlar, bu idareyi bir daha dirilmemek üzere tarihe gömdük. Bugün es­ki idareden büsbütün ayrı yeni bir Türkiya devleti var. Bunu idare eden, Türkiya Bü­yük Millet Meclisi Hükümeti’dir. Büyük bir cesaretle diyebiliriz ki, bugün bir halk hü­kümetimiz vardır. Bu halkın mukadderatı artık ebediyen bu halkın elindedir. (Alkışlar.) Gerçi bugün bu hükümetin bütün prensiplerini, bütün usullerini bu yeni idarenin icap­larına göre tatbik edemedik. Lakin insafla düşünmeli, yeni idarenin hayatı kaç senelik­tir ve nasıl bir zamanda doğdu ve nasıl şartlarla büyüdü? Arkadaşlar, bir hükümet iyi midir, fena mıdır? Hangi hükümetin iyi veya fena olduğunu anlamak için, hükümetten gaye nedir? Bunu düşünmek lazımdır. Hükümetin iki hedefi vardır: Biri milletin korun­ması, ikincisi milletin refahını temin etmek. Bu iki şeyi temin eden hükümet iyi, ede­meyen fenadır. Eski Osmanlı hükümeti bu iki gayeyi temin etmiş midir? Bu soruya tam bir katiyetle verilecek cevap olumsuzdur. O hükümet bir defa milleti muhafaza edeme­diği gibi, daima ve daima kırdırmıştır. Bilir misiniz, yalnız son kırk beş seneden beri Yemen’de mahvolan askerlerimiz ve dönmeyen evlatlarımızın adedi bir buçuk milyo­na yakındır. Balkanlar’ı, Suriye’yi, şurayı burayı düşününüz.

Birçok yerlerde bekçilik yapmak için öldürülen hadsiz hesapsız evlatlarımızı dü­şününüz. O hükümetin bu milleti nasıl doğrattığını anlarsınız. O hükümet birinci ga­yesini yapamadı. Bari ikinciyi yaptı mı, bari kalanlar mesut ve zengin midir? Bunu hiç düşünmeye mahal yok. Ne yazık ki, memleket baştan nihayete kadar harabelik­tir. Her yerde baykuşlar ötüyor. Milletin yolu yok, serveti yok, hiçbir şeyi yok. Bü­tün millet acınacak bir fakrü sefalet içindedir.

İşte eski hükümet tarzı milleti bu halde bıraktı. Çiftçi arkadaşlar, herkes sizler gibi vicdanlı, saf ve nezih kalpli olsaydılar, onlara eski hükümetin fenalığını anlatmayı lü-

213

zumsuz sayardım. Fakat kendisini malumatlı zanneden birtakım akılsız ahmaklar, vic­dansız hainler var. Bunlar, benim fena olarak izah ettiğimi, size iyi olarak anlatacaklar­dır. Onlara verilecek cevabın ne olması lazım geldiğini sizlere terk ediyorum.

Şimdiki hükümet şeklimiz, bizim için en iyi ve en uygun olanıdır. Henüz üç bu­çuk dört yaşında olan bu hükümetin, bu müddet zarfında yaptığını ölçü olarak alınız ve aynı ölçüyle bundan sonrayı da inceleyin. Bu hükümet tarzının dört senede ne yaptığını düşününce, bundan sonra da ne yapılabileceğini anlarız. Dört senelik kısa bir zaman içinde milli mevcudiyetimizi, şerefimizi, haysiyetimizi kurtardık. Bütün dünyaya karşı yalnız bugünkü mevcudiyetimizi muhafaza ile kalmadık, asırların omuzlarımıza yüklettiği suçları da temizledik ve onların faili olmadığımızı insanlık cihanına fiilen ispat ettik. Gerçi bu hükümet tarzı, bu kısa müddet içinde milleti mü­reffeh ve mesut yapamadı. Bin türlü mihnet ve meşakkatler içinde ilk adımlarını alan bu hükümet tarzının semerelerini henüz maddi bir halde görmüş değiliz. Lakın yapı­lan şeyler bize, yapılacak şeyleri de pek güzel gösteriyor. Hepimiz vicdanlarımızda en kuvvetli kanaatler ve emniyetlerle biliyoruz ki, milletimiz behemehal zengin, mü­reffeh ve mesut olacaktır. Hükümetimizin tarz ve mahiyeti bu gayeyi temine kâfidir, kefildir ve kudreti iyidir. (Alkışlar.)

Mustafa Kemal Paşa bundan sonra milli iradeden, milletin hâkimiyetini artık kim­seye vermeyeceğinden, hâkimiyetin bir millet için hayat, namus ve her şey olduğundan, artık milletin namus ve hayatını başkasına veremeyeceğinden, bu milletin elinden hâ­kimiyetini almak isteyen hain ve aldatıcıarın artık muvaffak olmalarına imkân olmadı­ğından bahisle sözü kendi haklarında gösterilen tezahürata naklederek dediler ki:

Gerek bu gece burada ve gerek dünden beri her yerde, muhterem hemşerilerim Adanalıların hakkımda gösterdikleri çok kıymetli, çok hararetli ve samimi takdirler­den ve teveccühlerden bütün mevcudiyetimle mütehassis ve minnettarım.

Yalnız şunu bir hakikat olarak biliniz ki, şeref hiçbir vakit bir adamın değil, bü­tün milletindir. (Alkışlar.) Eğer yapılan işler mühimse, gösterilen muvaffakiyetler ba-rizse, inkılaplar dikkat çekiciyse her fert kendini tebrik etmelidir. Çünkü böyle bü­yük şeyleri ancak çok kabiliyetli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her fer­di böyle en kabiliyetli ve büyük bir millete mensup olduğunu düşünerek kendini teb­rik etsin. (Şiddetli alkışlar.)

Paşa Hazretleri bundan sonra milletteki dayanışmadan, fikir, his ve azim birli­ğinden, bu üç şeydeki birlikle muvaffakiyete erdiğimizden, milletin dayanışma halin­de bir kitle olması sayesinde Yunanın denize döküldüğünden ve bundan sonraki mü­cadelede de bu dayanışmayı daha ziyade kuvvetlendirmeye ihtiyacımız olduğundan bahsederek nutuklarına aşağıdaki gibi devam ettiler:

Üç dört sene evvel teşebbüslerimin başlangıcında kuvvetli sözler söylemiştim. Bu milletin kabiliyet derecesini yakından ve içinden görmek itibariyle kuvvetli söz­ler söylemiştim. O zaman onları hafiflik kabul eden hafif beyinli kimseler vardı. Fa-

214

kat sırf milletimizin ruhundaki büyük kabiliyete güvenerek vukuundan evvel söyle­diğim o sözlerin, hakikatler ve fiiller ile maddeten teyit olunduğunu görmekle bahti­yarım. (Alkışlar.) Hiçbir sözümde milletime karşı ricat vaziyetinde kalmadım. Onla­rı söylerken bir hayalperest gibi, hayal terennüm eden bir şair gibi değil, onları söy-lemekliğim bu milletteki kabiliyet unsurlarını bilmekliğimden idi. Yine aynı unsur­lara güvenerek siz muhterem çiftçilere katiyetle söylüyorum ki, geleceğe ait söyle­diklerimin de kolaylıkla husulü mümkündür ve husul bulacaktır. (Alkışlar.) Yeter ki birbirimize olan emniyet ve itimat kaybolmasın.

İyi biliniz ki, bu emniyet ve itimadı ihlale çalışanlar vardır. Sizi aldatmak ve kü­çük düşürmek isteyenlere açıkça sorunuz: Milli hâkimiyet, bağımsızlık ve devlet kavramlarında fikriniz nedir? diye açıkça sorunuz. Biliniz ki, o aldatıcılar açık söz­den kaçınırlar. Onlar kulaktan kulağa söylemeyi tercih ederler. Siz onlara “fısıldama istemiyoruz” deyiniz. O hainlerin fısıltısı kısılsın, millet her şeyi açıkça öğrensin ve açıkça sorsun. (Alkışlar.)

Paşa Hazretleri ondan sonra harp ve barış hakkındaki kanaatlerini izah ettiler:

Ne olursa olsun, şu ve bu sebepler için milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti harbe götürünce vic­danımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir.

İnşallah iyi ve şerefli bir barış yapacağız. Barışın imzasıyla önümüzde bir çalışma devri açılacak. O zaman Türkiya Büyük Millet Meclisi tarihi vazifesini tamamlamış olacağı için, tabiatıyla yeni seçimler yapılacaktır. Muhterem çiftçiler, yeni seçimi çok mühim bir vatan meselesi olarak kabul ediniz. Çünkü bundan sonra toplanacak olan meclisin memlekete, millete yapmaya mecbur olduğu vazifeler çok güç, çok ağır, çok mühimdir. İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, ferasetine, vicdanına en çok güvendiğiniz insanları seçiniz. Ancak bu sayede Meclis sizin arzularınızı yerine ge­tirmeye, layık olduğunuz refahı temin kudretine sahip olacaktır. Bana gelince, millet beni tekrar seçerse, bu yeni meclise dahil olurum. O zaman vazifemi emniyetle yapa­bilmek için, bir Halk Fırkası teşkili emelindeyim. Fırkanın programını lazım geldiği za­man bütün millete bildireceğim. Memnun olursanız, iyi bulduğunuz yerler olursa onu kabul, memnun olmadığınız yerler olursa onları da bana bildirirsiniz. Ben de düzelti­rim. İstiyorum ki, o program şahsi olmasın, bütün milletin programı olsun. (Alkışlar.)

Paşa Hazretleri siyasi vaziyet hakkında aynen aşağıdaki sözleri söylemişlerdir:

Devletlere verdiğimiz son karşı cevabı biliyorsunuz. Basit, meşru, hayati olan şart­larımızı devletler kabul etmezler de bizi harbe sevk ederlerse, sakın telaş etmeyiniz. Emin olunuz ki, o zaman belki şimdikinden daha kuvvetli bir devre nail olacak, daha müsait şartlar temin edeceğiz. Ordularımızın maddi ve manevi tertibatı, tertibat sınırla­rımızın her tarafında maddi, manevi teminatı elde etmeye kâfi bir kudrettedir. (Alkışlar.)

Paşa Hazretleri çiftçilere teşekkür ederek daha müsait zamanlarda kendileriyle hususiyet dairesinde etraflı görüşeceklerini temin eyleyerek iki saat on beş dakika de­vam eden nutuklarına şu cümle ile nihayet verdi:

Muhterem çiftçiler, sizler hepimizin babamızsınız, hepimizin efendimizsiniz.

216

ADANA ESNAF CEMİYETİ ÜYELERİNE NUTUK* (16 MART 1923)

[…] Paşa Hazretleri ertesi sabah hareket edecekleri için muhtelif cemaatlerle müesseseler tarafından verilmek istenilen birçok ziyafetler geri kaldığı gibi esnaf ce­maatlerinin ziyafeti çaya dönüştürülmüş ve ayrıca vakit olmadığı için bu çay ziyafe­ti aynı gecede ve aynı Türk Ocağı binası dahilinde verilmişti. Çiftçilerin ziyafeti son bulduktan ve Paşa Hazretleri’ne muhtelif esnaf reisleri birer birer takdim edildikten sonra yeniden salonda toplanıldı. Büyük salonun içi çiftçilerin yemek zamanında ol­duğu gibi hıncahınç dolu idi. Çaylar içildikten sonra Adana Esnaf Cemiyeti Heyeti İdare Reisi Ahmet Remzi Bey tarafından bir nutuk irat edilerek ancak bir senedir fa­aliyete başlayan cemiyetin teşekkül tarzı hakkında malumat verildi.

Bu samimi ve tabii ifadeli nutka Paşa Hazretleri aşağıdaki karşı hitabeyi irat bu­yurdular:

Adananın muhterem sanatkârları, hepinizi samimiyetle, takdirle, muhabbetle se­lamlarım. Arkadaşımızın verdiği izahattan fevkalade memnun oldum. Bir milleti ya­şatmak için birtakım temeller lazımdır ve bilirsiniz ki, bu temellerin en mühimlerin­den biri sanattır. Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata sahip olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve hasta bir kimse gi­bidir. Hatta kastettiğim manayı bu söz de ifadeye kâfi değildir. Sanatsız kalan bir mil­letin hayat damarlarından biri kopmuş olur. Yalnız şunu söyleyeyim ki, biz milletle­re ferden sanatkâr yetiştirmek kâfi değildir. İnsanlar ferdi olarak çalışırlarsa muvaf­fak olamazlar. Çünkü Allah insanları yaratırken onlara öyle bir ihtiyaç vermiştir ki, her insan hemcinsi insanlarla çalışmaya mecbur ve mahkûmdur. Bu iştirak faaliyeti adeta ilahi bir ihtiyaç olunca, maksatları birleştirmenin nasıl zaruret olduğunu kolay­ca anlarız. İlk hakikat olarak anlarız ki, herhangi sanatta emniyetle ilerleme arzu edi­lirse aynı meslek ve sanatta bulunan insanların dayanışma içinde bir şekil altına gir­mesi lazımdır. Sizlerin bir sene evvel kendi sanatlarımız dahilinde birer şekil aldığı­nızı işitmek ve teşkil ettiğiniz cemiyetle bu şekillerin böyle genel bir toplam husule getirdiğini görmek, benim için en ciddi ve şeref verici bir bahtiyarlıktır. Bir millet sa­nata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkûmdur. Birçok unsurlar o fela­ketin derecesini fark etmez. Fark ettiği gün de ne kadar müthiş bir faaliyetle çalışmak lazım geldiğini tahmin eyleyemez. Artık tarihe karışan Osmanlı hükümeti, ne yazık

* Hâkimiyeti Milliye. 21 Mart 1923, Numara: 769, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demetleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları. Ankara, 1959, s. 125-128. Eski yazı metin Musa Sarıkaya tara­fından okunmuştur.

217

ki asırlarca yanlış bir zihniyet sahibi oldu. Çünkü onlar sanatı ve sanatkârları kendi milletlerinden yetişmiş görmekten zevk almazlardı. Hatta en şevketli Osmanlı padi­şahlarından biri, zannedersem Kanunî Sultan Süleyman, askerlerinden bir Türk ve Müslümanın saraç sanatına sahip olduğunu görünce fevkalade ümitsizliğe düşmüş ve üzülmüştü. Onların gözünde sanatkârların gayrimüslimden olması tercih edilirdi. Onlar sanattaki hayat kaynaklarını başka milletlerin elinde bulundurmanın zararları­nı göremiyorlardı. Asil milletimiz sanattan mahrumdu. Sanatkârlar azdı. Mevcut olanlar da icap eden derecede sanatta mahir değildi. Arkadaşımız beyanatında demiş­lerdir ki, Adana’mızı istila eden diğer unsurlar, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocak­larımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir vaziyet almışlardır. Şüphesiz, haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, o hal­de Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. (Şiddetli alkışlar.) Gerçi bu güzel memleket eski asırlardan beri çok kere yabancı istilalarına maruz kalmıştı. Aslında Türk ve Turanı olan bu ülkeleri İranîler zapt etmişlerdi. Sonra bu İranîleri mağlup eden İskender’in eline düşmüştü. Onun ölümüyle memleketler taksim edildiği vakit Adana kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istila etmiş, sonra Doğu Roma, yani Bizanslılar eline geçmiş, daha sonra Araplar gelip Bizanslıları kovmuşlar; en nihayet Asya’nın göbeğinden tamamen kay­nayan Türkler soyundan ırktaşlar buraya gelerek memleketi, eski ve asli hayalına ia­de ettiler. (Alkışlar.) Memleket en nihayet yine asli sahiplerinin elinde karar buldu. Ermeniler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir. Arkadaşlar, bu memlekette, bu memleketin halkı üzerinde kimsenin hak ve salahiyeti olmadığı gibi, bu memleketi harice muhtaç ettirmemek de size dü­şen bir vazifedir. Sanatın ehemmiyetini takdir etmeli ve bu takdirin bugünün icapla­rına göre lazım gelen vasıtalara girişmekle olacağını anlamalıyız. Sizler ki çok çalı­şıyorsunuz; çok çalışanlar o nispette havaya, sükûna, istirahata muhtaçtırlar. Cuma günlerini teneffüs ve tatil günü yapmakla çok makul bir iş yapmış oldunuz. Bu, haf­tada bir günlük tatil hem sıhhatiniz için, hem de din icabı olarak lüzumludur. Biliyor­sunuz ki, şeriatta cuma namazından maksat, herkesin dükkânlarını kapatarak, işleri­ni bırakarak bir arada toplanmaları ve İslamların genele ait meseleler hakkında dert­leşmeleri idi. Cuma günü tatil yapmak şeriatın da emri icabıdır. Bu kadarcık bir ha­kikati size herhangi bir zatın, mebus olsun, ben olayım, hacı olsun, hoca olsun “bu yapılan şey dine aykırıdır” demesi kadar küstahlık, dinsizlik, imansızlık olamaz. (Takdir sesleri.) Muhterem sanatkârlar, aziz arkadaşlar, bizi yanlış yola sevk eden ha­bisler bilirsiniz ki, çoğunlukla din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, elhamdülil­lah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim dinin icaplarını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, baba­larımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâ­fidirler. Buna rağmen hafta tatili dine aykırıdır gibi, hayırlı ve akla, dine uygun me-

seleler hakkında, sizi aldatmaya ve küçük düşürmeye çalışan habislere iltifat etme­yin. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla iftihar etmektedir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardıriar. Bu gibi ulemaya gidin. “Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz?” deyiniz. Fakat ge­nel olarak buna da ihtiyaç yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilir­siniz. Hangi şey ki akla, mantığa, kamunun menfaatına uygundur, biliniz ki, o bizim di­nimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatına, İslamın menfaatına uygunsa kimseye sormayın; o şey dinidir. Eğer bizim dinimiz akla, mantığa uygun dü­şen bir din olmasaydı en mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (Çok doğru sesleri.)

Arkadaşlar, cemiyetinizi teşkil edeli henüz bir sene olmuş. Bir sene uzun bir za­man değildir ve düşününüz ki, bu bir seneyi de harp içinde geçirdiniz. Buna rağmen bir sene içinde elde ettiğiniz neticelerden memnun ve rahat olmalısınız. İnşallah harp muvaffakiyetle biter. Barış günleri gelecektir. Çalışmanızın semerelerini asıl o zaman göreceksiniz. Yalnız gördüklerimizle yetinmeydim. Bu görgü bugün için kâfi değil­dir. Babalarımız, babalarımızın babaları sanatla, millete hayat ve saadet verecek sa­halarla lüzumu kadar iştigal ettirilmemiş; kendi evlerini ve kendi işlerini bırakmışlar, yabancıların bekçiliğini yapmışlar. Halbuki bizi mahvetmek isteyenler sanatın her şubesinde ilerlemişlerdir. Bugünkü tezgâhla Amerika ve Avrupa’ya karşı mücadele­nin nasibi mağlubiyettir. Kendi derecemizi bilelim. İnsaflı olalım. Neyi öğrenmek la­zımsa onu öğrenelim. Bize din de Allah da bunu emrediyor.

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alakası olmadığını bildiriyor. Bazı kimse­ler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yoru­mu yapanların maksadı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir,

Bu gece milletin hakiki tabakasına mensup siz esnaf ve sanatkârlarla bir sofrada bulunmakla çok memnun ve mesudum. Bu memnuniyet ve saadetim asıl siz sanat­kârların ufak dükkânlarınız yerine muhteşem fabrikalar yapıldığını gördüğüm gün, en hakiki ve en yüksek derecesini bulacaktır.

Bir senelik faaliyetiniz, yaptığınız teşkilat bana bu neticeye varacağımız emniye­tini verdi. Şimdiden memnuniyetlerimi beyan ederim.

MERSİN’DE HALKA NUTUK* (17 MART 1923)

Mersin, 17 (AA) – Gazi Paşa Hazretleri Mersin Millet Bahçesinde Mersinliler namına Doktor Reşid Bey’in nutkundan pek mütehassis olmuşlar ve halka hitaben bir çeyrek saat nutuk irat buyurmuşlardır. Paşa Hazretleri’nin bu nutuklarından zapt edilebilen kısımları aşağıdadır:

Aziz kardeşler,

Genç ve çok kıymetli doktorumuz Reşit Bey’in sözleri bence iki bakımdan tak­sim edilebilir.

Birincisi doğrudan doğruya kalbinin, vicdanının ve muhterem Mersin ‘halkının vicdanının, benim kalbimdeki hissiyata tercüman olan hissiyatıdır. Buna teşekkür ile yetineceğim. Hakikaten muhterem Doktorun dediği gibi, benim için dünyada en bü­yük mevki ve mükâfat milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükür ve hamtlar ederim. Bugün olduğu gibi ömrümün ni­hayetine kadar milletin hizmetçisi olmakla iftihar edeceğim.

Muhterem Mersin halkı, bugün hakkımda gösterdiğiniz samimi ve heyecanlı te­zahürattan size ayrıca teşekkür ederim. Ayrıca itiraf etmek mecburiyetindeyim ki, geldiğim günden bu ana kadar hissiyatımın, memnuniyetimin derecesini biliyorum, müsterih ve emin bulunuyorum ki, her taraftaki kardeşlerimiz gibi burada da bana muhabbet ve itina eden kardeşler var. Mersinliler, memleketiniz Türkiya’nın çok mü­him bir noktası bulunuyor, çok mühim bir ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün dünya ile Türkiya’nın en mühim bir irtibat noktasıdır. Bunu sizler benden iyi biliyor­sunuz. Memleketinize sahip olabilmek için çektiğiniz elemler, azaplar, mahrumiyet­ler büyük olmuştur. Bunu sizler takdir edersiniz. Hepimiz arzu edelim ki, acı günler tekerrür etmesin. Buna hakikaten layık olmak lazımdır. Muharebe meydanlarında kıymetli evlatlarımızın süngü ve silahlarının muzafferiydi kâfi değildir. Bu muzaffe-riyet ve muvaffakiyet çok büyüktür. Ancak hakiki refah ve saadete sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak lazımdır. Sizin için zafer ve ilerleme sahası iktisadi­yatta, ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız, çok çalışmaya mecbursunuz. Aksi takdir­de memleketin hakiki sahibi olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız. Bu hakikatle dolu sözlerim, fakat bu hakikati ifade ediyorum.’ Gönül arzu eder ki,

* Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923, Numara: 769, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.128-129. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı me­tin Musa Sankaya tarafından okunmuştur.

1 Cümle, Hâkimiyeti Milliye’ût bu şekildedir. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de şu şekilde okunmuş: “Bu hakikatla dolu sözlerimle bu hakikati ifade ediyorum.” (Y.N.)

222

burada bir saat, bir gün değil, uzun müddet kalayım, daha hususi hasbıhaller yapa­lım. Fakat şimdilik buna imkân yoktur. Sözümü kesmek mecburiyetindeyim. Son söz olmak üzere bu memleketin hakiki sahibi olunuz, diyeceğim. Burada geçirdiğim sa­atler benim için pek kıymetli olmuştur. Derin muhabbetlerle hepinize veda ediyorum; allahaısmarladık arkadaşlar.

TARSUS’TA ÇİFTÇİLERE NUTUK* (18 MART 1923)

Tarsus’un muhterem çiftçileri!

Namınıza beyanatta bulunan arkadaşınız beni çok mütehassis eden sözleriyle siz­lerin kalbinizde, vicdanlarınızda, beyinlerinizde mevcut hissiyat ve düşüncelerin, bence malum olduğunu ifade eylediler. Bu söz hakikaten doğrudur. Ben ne düşün­düklerinizi bilen, ne hissettiklerinizi duyan, ne dertleriniz olduğunu anlayan bir arka­daşınız, bir kardeşiniz olmakla iftihar etmekteyim. Bildiğim, duyduğum, anladığım bu şeylerin esası sizlerde, büyük kalplerinizde mevcut olan cevherdir. Bu kıymetli cevherdir ki, bu milleti kazadan, beladan, yok olmanın felaketinden kurtardı ve mil­letin en kuvvetli dayanak temeli oldu. (Alkışlar.) Sizler için, memleket için, her taraf­tan çiğnenen vatanı kurtarmak için, diğer arkadaşlarla beraber hizmete atılmaklığım, bana muvaffakiyetimize güvenmek cesaretini veren, hep sizlerin kalp ve vicdanları-nızdaki hissiyata vâkıf bulunuşumdandı. Aziz çiftçiler! Şimdiye kadar sizi anlayan, sizin büyük ruhunuzu takdir eden bu arkadaşınızın sizin için, sizin refahınız ve gele­ceğiniz için neler düşündüğünü, bundan sonra da inşallah maddi semereleriyle öğren­miş olacaksınız. Bu husus için şimdi burada fazla söz söylemeyi gereksiz sayıyorum. Yalnız bir iki kelime arz edeyim; şimdiye kadar, yani üç buçuk sene evvele kadar va­tanın birçok unsurları içinde en çok zahmet, meşakkat, elem çeken sizdiniz. Herkes­ten çok çalışan siz olduğunuz halde, en çok cefayı çeken sizdiniz. Vatan en çok sizin emeğinize dayandığı halde en az bahtiyar ve mesut olan yine sizdiniz. Bunun sebebi sizinle meşgul olunmaması idi. Sizi düşünen pek az kimse vardı. Siz çiftçiler o eski hükümette, çoğu kez hemen hiç düşünülmüyordunuz. Sizi ne zaman düşünürlerdi, bunu pek iyi siz bilirsiniz. Sizi ya harp olunca, ya hazinelerini doldurmak lazım ge­lince hatırlarlardı. Dolayısıyla çalışan sizdiniz; kazanan, ölen sizdiniz.’ Neticede siz sefalete mahkûm olurdunuz ve sizin faaliyetinizden, fedakârlığınızdan başkaları isti­fade ederdi. Artık bundan sonra böyle olmayacaktır. Artık her şeyden evvel kendini­zi düşünecek, kendi evinizi mamur kılacak, kendi refahınızı temin eyleyecek, ikinci derecede başkalarını düşüneceksiniz. Hepinizin malumudur ki, milletin çoğunluğu sizlersiniz ve yine malumunuzdur ki, memleketimiz şu iki şeyin memleketidir: Biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi

* Hâkimiyeti Milliye, 25 Mart 1923, Numara: 772, s. I-2. Özeti için bkz. Vakit, 25 Mart 1923, Numara: 1899, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 11, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Anka­ra, 1959, s. 130-132. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Ahmet Hezarfen, Vakit’teki ise Musa Sarı-kaya tarafından okunmuştur.

1 Cümle, kaynaklarda bu şekildedir. (Y.N.)

226

yetiştirdik, çünkü topraklarımız çoktur; iyi asker yetiştirdik, çünkü o topraklara kas­teden düşmanlar fazladır. O topraklan sürenler, o toprakları koruyan, hep sizlersiniz. Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lakin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti, keyfi için değil, yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı muhafaza etmek içindir. (Alkışlar.) Memleketimizin her yerinde ve her noktasında olduğu gibi, siz Tarsus çiftçileri de burada tarlalarınızı çiğ­neyen düşmana karşı, sabam bırakarak, silahla karşı koydunuz. Tarsus’ta düşmanla bu­run buruna harp ettiniz. İçinizde mücahitlikle meşhur olan kahramanlar çıktı. Onlar hem kendileri için, hem memleketiniz için, hem bütün vatan için kahraman oldular. El­hamdülillah, bunlara yardım edenler, bu mücahitlere destek olanlar gayretlerinin mesut neticesini görmekten mahrum kalmadılar. O mücahedeler dünyayı hayretlere düşüren kıymetli neticeler verdi. Emin olunuz, böyle bir neticeyi dünyada hiçbir millet kolay­lıkla elde edememiştir. Milletimiz çok cevherli, çok kabiliyetli, diğer milletlere çok üs­tün olduğunu bu mücahedede gösterdiği şuurla, azimle, kahramanlıkla pek güzel ispat etti. (Alkışlar.) Bu kabiliyeti bundan sonra da imar sahasında gösterecektir. Çiftçileri­mizin gayretiyle memleketimizin mahsuldar tarlaları birer mamure kaynağı olacaktır. Şüphesiz bu mamureyi, cihandaki düşmanlara karşı müdafaa için kıymetli bir ordumuz da bulunacaktır. Muhterem çiftçiler, hep yalnız sizden ve askerden bahsettiğim için, bu­raya kadar yalnız bu iki unsur üzerinde söz söylediğim için diğer unsurlara o kadar ehemmiyet vermediğim manasını anlamayınız. Sırtınıza giydiğiniz elbise, ayağınıza geçirdiğiniz kunduradan en ufak şeylere kadar sanat sahiplerine muhtaçsınız.

Bütün bu ihtiyacınızı temin için paranızı düşmanlara vermemek lazımdır. Kazan­cınızın heba olmaması için, başkalarına haraçgüzar olmamak için dindaşınız olan, kendinizden olan sanatkârlara koşacaksınız, onlara yardım etmek hem borcunuz, hem menfaatınızdır. Sonra mahsulatı memleket içinde tüketmek sizin gayretinizle orantılı olmaz. Elbette yalnız şahsi ihtiyacınızı gidermek için çalışmıyorsunuz. İhti­yacınızdan fazla mahsulatı harice sevk edecek ve onları altına çevireceksiniz. Bunu yapabilmek için tüccarlara ihtiyacınız vardır. Eğer tüccarlar bizden olmazsa, milli servetin çok mühim bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi yine yabancılarda kalacak­tır. Onun için milli ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz. Bütün bu basit fakat ha­yati hakikatleri bilerek, bilmeyenlere de yolu ile veya zor ile anlatarak gayemize yü­rüyeceğiz. Hepiniz pek güzel anlamışsınızdır ki, bizi o gayeye varmaktan men eden iki kuvvet vardır: Biri harici düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha tehlikeli bir sınıf düşman daha vardır: O da içimiz­den çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren, memleketi seven, hakikati gören kimselerden böyle düşman çıkmaz. İçimizde böyleleri çıkarsa, onlar, ya aklı erme­yen cahiller, ya memleketi sevmeyen fenalar, ya hakikati görmeyen körlerdir. Biz ca­hil dediğimiz vakit mutlaka mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de, bilhassa sizlerin içinizde görüldüğü gibi, hakikati gören hakiki âlimler çıkar. Sözlerime son verirken bir daha tekrar dikkatinizi şu noktaya çc-

1 Hâkimiyeti Milliye’de “bir sınıf daha vardır”. (Y.N.)

227

kiyorum. Paramızı, hayatımızı harici düşmanların tasallutundan kurtarmak, bu mem­leketin harici düşmanlara esir olmasına müsaade etmemek ne kadar lazımsa, aynı za­manda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla dahili düşmanlara, dahildeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırma­mak mecburiyetindeyiz. Biz ancak bu gayretle, bu uyanıklıkla çalışarak muvaffak olacağız. Bütün dünya Türkiye’nin muhterem mevcudiyetine gıpta edecek ve mille­timize layık ve müstahak olduğu yüksek mevkii ayıracaktır. Böyle bir millete men­subiyetimden dolayı çok bahtiyarım ve iftihar ediyorum. (Şiddetli alkışlar.)

228

TARSUS GENÇLER YURDU’NDA NUTUK* (18 MART 1923)

Paşa Hazretleri Tarsus Gençler Yurdunda dahi gençler namına irat edilen azim­kar bir hitabeye aşağıdaki gibi kısa ve kuvvetli bir nutuk ile karşılık verdiler:

Tarsus gençlerini takdirle selamlarım. Fertler hayatta üç devre geçirir. Devletle­rin hayatı da bu devirleri geçirebilir. Eski Osmanlı hükümeti bu hayat devirlerinin üçünü de yaşadıktan sonra tarihe karıştı. Onun yerine cihan tarihinde bir yeni Türki-ya devleti geçti. (Alkışlar.) Yeni Türkiya devleti bütün Türklerin seciyelerini, yani onun dinç, azimkar, faziletli etkenlerini kendisinde toplamıştır. Gençler, biz size ma­ziden, mazinin hurafelerinden, mazinin mevcutlarından arınmış bir mevcudiyet çı­kardık. Hadiselerden, hadiselerin zaruretinden çıkan bu mevcudiyet, sizin pek kıy­mettar iştirakinizle, parlak yardımınızla çıktı. Bu mevcudiyeti büyütüp yükseltmek bizlerden sizlere düşer. Bu vazifede muvaffak olacağınıza gördüğüm deliller sayesin­de pek çok kuvvetlerle iman edenlerdenim. (Alkışlar.)

Muhterem gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır: Galip olmak, mağlup olmak. Size, Türk gençliğine terk ettiğimiz ve bı­raktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima galip olmaktır ve eminim daima galip olacaksınız. (Alkışlar.) Milletin yükselme vasıtaları ve şartları için yapılacak şeyler­de, atılacak adımlarda katiyen tereddüt etmeyin. Milleti o yükselme merhalesine gö­türmek için dikilecek engellere hep birlikte mâni olacağız. Bunun için beyinlerinize irfanlarınıza, malumatınıza, icap ederse bileklerinize, pazularınıza bacaklarınıza mü­racaat edecek, fakat neticede mutlaka ve mutlaka o gayeye varacağız. Gerek burada ve gerek seyahat ettiğim bütün yerlerde genç arkadaşlarınız, hep sizler gibi hisli, azimkar ve cesurdur. Dolayısıyla şimdiden geleceğin parlak ufuklarını görmekle me­suttur. Bu millet sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu yüksek mertebeyi bulacaktır. Be­ni çok memnun ettiniz. Huzurunuzla ve bilhassa azimli sözlerinizle mesudum. Size, arkadaşlarınıza ve Tarsus halkına müteşekkirim.

* Hâkimiyeti Milliye. 25 Mart 1923, Numara: 772, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 133. Eski yazı metin Ahmet Hezarfen tarafın­dan okunmuştur.

229

KONYA TÜRK OCAĞINDA NUTUK* (20 MART 1923)

Eskişehir: 24 – Gazi Paşa Hazretleri Konya daki ikinci nutuklarını Türk Oca­ğının çay ziyafetinde irat buyurdular. Konya Türk Ocağı Reisi Ziya Bey tarafından kısa fakat azametli bir nutuk irat edilmiş ve Gazi Paşa’nın inkılabındaki ulvi ehem­miyet Üzerinde ısrar edilerek bu milletin asırlardan beri taçlı ve taçsız birtakım şa­hısların esir ve hizmetçisi olarak yaşadığı, bundan kurtulmak için kendisine yol gös­teren olmadığı, nihayet bu çıkmaz yola Millet Meclisinin başında bulunan Gazi Pa­şanın bir nihayet verdiği, yapılan mesut inkılabın tecellisine kadar icap ederse genç­liğin canını vermekte Paşa’nın küçücük bir işaretiyle tereddüt etmeyeceği, harpte ol­duğu gibi bu sahada da kanını akıtmaktan çekinmeyeceği bildirilmekte idi. Bu nutka Gazi Paşa Hazretleri aşağıdaki heyecanlı ve kudretli hitabe ile karşılık verdiler:

Muhterem gençler,

Türk Ocağı namına hakkımda söylenen sözlerden, gösterilen muhabbet ve emni­yetten dolayı değerli Ocak üyelerine özel olarak teşekkür ederim.

Arkadaşlar, hakikaten bu millet asırlarca kendi arzusu hilafında, milletin emelleri ve menfaatları hilafında olarak sevk ve idare edilmiş, millet hiçbir tarihi devrede yara-tılışındaki kabiliyeti geliştirecek mesai sahasına sahip olamamıştır. Ve bu mazhar ola­mamak yüzünden birçok felaketlerin altında ezilmiştir. O acı felaketler, milleti ölüme kadar götürebilecek mahiyetteydi. Teşekküre değerdir ki, en son ölüm darbeleri millet­te en hayati uyanışları doğurmaya vesile oldu. Ancak o sayededir ki, üç buçuk dört se­nedir milletin ahenkli mesaisi neticesindedir ki, millet hepimizi memnuniyette, dünya­yı hayrette, düşmanları dehşette bırakan zaferlere, muvaffakiyetlere ve Allah’ın yardım­larına mazhar oldu. Bizi kendi benliğimize sahip yapan bu uyanışa, bize kendimizi bul­duran bu hakiki uyanıklığa daha evvel sahip bulunsa idik, daha eskiden kendi mevcu­diyetimiz, kendi selametimiz, kendi gayemiz için çalışmış olsaydık, bugünkü netice da­ha parlak olur ve biz son badirelere düşmeyerek dünyanın en bahtiyar milleti olurduk. Milletimiz en yüksek medeniyet derecesinde, en parlak olgunluk mertebesinde, en şan­lı şeref ve talihte iken, diğer birtakım milletler ancak milletimizin darbeleri karşısında kendi benliklerini bularak o darbeleri geçirdikten sonra bugünkü vaziyetlerini bulmuş­lar, biz ise onlardaki uyanışa bedel, çok derin gafletler içinde dalıp gelmişizdir.

* Hâkimiyeti Milliye.lb Mart 1923, Numara: 773, s.1-2. Özeti için bkz. Vakit, 27 Mart 1923, Numara: 1901, s. 1. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları. Anka­ra, 1959, s, 137-146. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Ahmet Hezarfen, Vcıkit’tek’ı ise Musa Sarı-kaya taralından okunmuştur.

236

Arkadaşlar, her yerde söylüyoruz, her yerde söylüyor ve tekrar ediyoruz, milletin bugünkü zaferleri pek parlak olmakla beraber, henüz milletimizi hakiki kurtuluşa mazhar kılmamıştır. Belki bundan sonraki mesaimiz, zaferi kazanmakta olduğu gibi aynı gayretle, aynı fedakârlıkla yapılacak mesai neticesindedir ki,, asıl gayeye ulaşa­cağız. O gayeye varmak için de her şeyden evvel bizi şimdiye kadar gaflet içinde bı­rakan sebepleri ve etkenleri tahlil etmek, meydana çıkarmak, unutmamak lazımdır;’ Bu hakikatleri, millet vicdanının kulağına ulaştırmak, bu hakikatleri milletin vicda­nına iyice kazımak için onları bir daha, beş daha söylemek, onları daima ve daima tekrar etmek lazımdır. Milleti uzun asırlar gaflette bırakan türlü sebepler arasında ha­kiki noktayı bir kelime ile ifade etmiş olmak için diyebilirim ki, bütün sefaletlerimi­zin kati sebebi zihniyet meselesidir. İnsanlar ve insanlardan meydana gelen cemiyet­ler her şeyden evvel bütün fertleriyle salim bir zihniyete sahip olmalıdırlar. Zihniye­ti zayıf, çürük, hasta, bozuk olan bir toplumun bütün mesaisi hebadır. İtiraf mecbu­riyetindeyiz ki, bütün İslam âleminin toplumlarında hep yanlış zihniyetler hüküm sürdüğü içindir ki, doğudan batıya kadar İslam memleketleri düşmanların ayakları al­tında çiğnenmiş ve düşmanların esaret zincirine geçmiştir.

Bu fikrimi izah etmek arzusuyla biraz daha tafsilat vermek isterim. Hepinizce ma­lumdur ki, Cenabı Peygamber ahkâmı nususu1 tebliğe memur olduğu tarihte, etraf ül­kelerde muhtelif kavimler vardı. İslam dinini bütün insanlığa kabul ettirmek için, fisc-bilillah2 kılıç çeken Arap mücahitleri, asırlarca yüksek medeniyetler yaşamış milli ma­zilerine ve örf ve ananelerine sahip birçok kavimleri, Türkler, İranilcr, Mısırlılar, Bi­zanslılar gibi kavimleri az zamanda İslamiyet dairesine aldılar. Yine fennen, ilmen, maddeten görüyorsunuz ki, herhangi bir kavim yeni bir şekil alinca, devleti bütün esas­larıyla kabul etmekte, hazmetmekte, müşkülata uğruyor. Daima uzun bir mazinin ken­di mevcudiyetinde yaşadığını görüyor. Daima asırlık medeniyetinin kendi toplumsal bünyesinde yaşattığı alışkanlıklara, inançlara bağlı kalıyor ve böyle her yeni bir şey alan kavimlerde yeniyle eskinin birbirine karıştığını, yeni şeyin esaslarıyla kendinde mevcut eski esasların karıştırıldığını görüyoruz. Bu tabii kaide, İslamı kabul eden mil­letlerde de aynen tecelli eyledi. Dini mübini İslamın çok ulvi, çok kıymetli esaslarını ve hakikatlerini bu milletler olduğu gibi almamakta inat ettiler. İslamiyetin ilk parlak devirlerinde mazinin mahsulü olan hastalıklı âdetler bir zaman için kendini gösterme­ye ve nüfuz etmeye muktedir olamamışsa da, biraz sonra İslamın hakikatlerine sarıl­maktan, İslamın esaslarına hareketlerini uydurmaktan ziyade mazinin miraslarından olan âdetleri ve inançları dine karıştırmaya başlamışlardır.

Bu yüzden İslam cemiyetine dahil birtakım kavimler İslam oldukları halde düşü­şe, sefalete, çöküşe maruz kaldılar. Mazilerinin hastalıklı veya batıl alışkanlıkları ve inançlarıyla İslamiyeti karıştırdıkları ve bu suretle İslamın hakikatlerinden uzaklaş­tıkları için kendilerini düşmanların esiri yaptılar.

Bu İslam kavimlerinin içinde bizim milletimiz olan Türkler milli ananeler ve te­amül itibariyle hastalıklı şeylere sahip değillerdi. Türk toplumsal ananelerinin pek çoğu İslamın hakikatine uygun ve yakındı. Lakin Türkler bulundukları saha, yaşadık-

  • Kuran hükümleri. (Y.N.)
  • FisebiliIIah: Allah yolunda; karşılık beklemeksizin. (Y.N.)

237

lan bölgeler itibariyle bir taraftan İran ve diğer taraftan Arap ve Bizans milletleriyle temas halinde idiler. Şüphe yok ki, temasların milletler üzerinde tesirleri görülür. Türklerin temas ettiği milletlerin o zamanki medeniyetleri ise çürümeye başlamıştı. Türkler bu milletlerin hastalıklı âdetlerinden, fena yönlerinden etkilenmekten kendi­lerin koruyamamışlardır. Bu hal kendilerinde karışık, ilmi olmayan, insani olmayan zihniyetler doğurmaktan geri kalmamıştır. İşte düşüşümüzün belli başlı sebeplerin­den birini bu nokta teşkil ediyor.

Yine biliyorsunuz ki, İslam âlemine dahil cemiyetler ve Hıristiyan âlemi kitlele­ri arasında birbirini affedilemez gören bir düşmanlık mevcuttur. İslamlar, Hıristiyan­ların, Hıristiyanlar İslamların ebedi düşmanları oldular. Birbirlerine kâfir, mutaassıp gözüyle baktılar. İki dünya yekdiğeriyle asırlardan beri bu taassup ve düşmanlıkla yaşadı. Bu düşmanlığın neticesidir ki, İslam âlemi Batının her asır yepyeni bir şekil ve renk alan ilerlemelerinden uzak kalmıştı. Çünkü İslam ehli o ilerlemelere tenez­zül etmeksizin, nefretle bakıyordu. Aynı zamanda, iki kitle arasında uzun asırlardır devam eden düşmanlığın zorlamasıyla İslam âlemi silahını bir an elinden bırakma­mak mecburiyetinde bulunuyordu. İşte silahla bu daimi meşguliyet, düşmanlık his­siyle Batı’nın yeniliklerine iltifat etmemek, düşüşümüzün sebeplerinden ve etkenle­rinden diğer mühim bir sebebini teşkil eder. Bu saydığım sebeplerden başka asıl bi­zim milletin, bilhassa, aydınlarımızın çok dikkatle, çok ehemmiyetle nazarı itibare alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en son kademede kalışımızın -unutmayalım- memleketimizin baştan başa bir harabe oluşu­nun asli sebebidir. Düşüşümüzün bu ana sebebini şu nokta teşkil ediyor: İslam âlemi iki sınıf ayrı heyetlerden meydana gelmektedir. Biri çoğunluğu teşkil eden avam, di­ğeri azınlığı teşkil eden aydınlar. Bozuk zihniyetli milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka zihniyete sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam zıtlık, tam muhalefet vardır. Aydınlar asli kitleyi kendi hedefine sevk etmek ister; halk ve avam kitlesi ise bu aydın sınıfa tabi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayini­ne çalışır. Aydın sınıf telkinle, irşatla çoğunluk kitlesini kendi maksadına göre ikna-ya muvaffak olamayınca, başka vasıtalara başvurur. Halka tahakküme ve zor kullan­maya başlar; halkı istibdatta bulundurmaya kalkar. Artık burada asıl tahlili noktaya geldik. Halkı ne birinci usul ile ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sü­rüklemeye muvaffak olamadığımızı görüyoruz; neden?

Arkadaşlar,

Bunda muvaffak olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir uygunluk olmak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği mefkureler, hal­kın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur. O aydınla­rın telkinleri, milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış mefkureler midir?

Şüphesiz hayır. Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız da vardır ki, incelemelerimize ve araştırmalarımıza zemin olarak çoğun­lukla kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetle­rimizi ve ihtiyaçlarımızı almayız. Aydınlarımız belki bütün cihanı, bütün diğer mil­letleri tanır, lakin kendimizi bilmeyiz.

Aydınlarımız, milletimi en mesut millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuş­sa onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir teori hiçbir de-

238

virde muvaffak olmuş değildir. Bir millet için saadet olan bir şey, diğer millet için fe­laket olabilir. Aynı sebepler ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht ede­bilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, ilerlemelerinden istifade edelim, lakin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz.

Milletimizin tarihini, ruhunu, ananelerini doğru, salim, dürüst bir gözle görmeli­yiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençleri arasında halk ve avama uy­gunluk muhakkak değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasındaki ay­rılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki zihniyet arasındaki uygunluğu temin etmek lazımdır. Bunun için de biraz avam kitlesinin yürümesini çabuklaştır­ması, biraz da aydınların çok hızlı gitmemesi1 lazımdır. Lakin halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha ziyade aydınlara düşen bir vazifedir.

Gençlerimiz ve aydınlarımız ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvela kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice hazmedilebilir ve kabul edilebilir bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitvarım ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Biliyorum ki, ih­tiyarlarımız gibi gençlerimizin de tecrübeleri vardır. Zira milletimizin yakın senele­re ait gördüğü acı dersler, yakın senelerin en yoğun vakalar ile dolu oluşu, devrimi­zin gençlerini eski devirlerin ihtiyarları kadar ve belki onlardan fazla vakaların şahi­di, dolayısıyla gençlerimizi ihtiyarlar kadar tecrübe sahibi yaptı. Herhangi gencimiz yaşadığı devrin belki üç misli nispetinde vakalara şahit olduğu için, her gencimizi üç misli yaş sahibi sayabilir, onları da ihtiyarlar gibi tecrübeli kabul eyleyebiliriz. Genç­lerimizin gördükleri bu tecrübelerden istifade ederek, faal, memleketin hizmetinde ve azim ve imanla donanmış olarak vazifelerini hakkıyla yapacaklarına eminim.

Arkadaşlar,

Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asil ruhlu, ilerlemeye çok kabiliyetli bir halktır. Bu halk eğer bir defa muhataplarının samimiyetle kendilerine hizmet ettikle­rine kani olursa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden evvel millete güven vermesi lazımdır.

Bunun için de mefkuremizi açıklıkla ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve onu çok sebatkârane takip etmeliyiz. Şahsi menfaatlarımızdan, hasis emellerimizden uzak­laşmaya ancak böyle canlı ve alevli mefkure sayesinde muvaffak olacağız. Gençlerin kardeşleriyle, babalarıyla, tecrübe sahibi ihtiyarlarıyla, İslamın ruhuna vâkıf hakiki de­ğerli ulemasıyla beraber mesaisinde muvaffâkiyete mazhar olacağı muhakkaktır.

Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün sebata, azim ve metanete, ortaya koyulan bütün birlik ve dayanışmaya rağmen yine en güzel, en isabetli, en doğru zihniyetleri ve mefkureleri bozmaya çalışacak insanlara tesadüf edilecektir. Öylelerine karşı bütün millet fertleri çok şiddetli karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı kahredici bir birlik kitlesi şeklinde tecelli etmekliğimiz, en zaruri bir vicdani gerekliliktir.

Zira bu hususta fesatlık yapacak insanlara müsamaha göstermek, âlicenaplık gös­termek terbiye eseri değil, belki bir milletin saadetine, şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara müsamahadır ki, hiçbir vakit, hiçbir fert buna müsaade edemez. Hiç kimse buna müsaade etmek hakkına sahip değildir ve siz de olmamalısınız. (Alkışlar.)

1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlışlıkla “gitmesi” şeklinde okunmuş. (Y.N.)

239

Arkadaşlar,

Bir milletin namuskâr bir mevcudiyet, hürmete değer bir mevki sahibi olması için. o milletin yalnız ilim ve fen sahibi bulunması kâfi değildir. Her ilmin, her şeyin üzerin­de bir hassaya sahip olması lazımdır ki, o da o milletin belirli ve olumlu bir seciyeye sahip bulunmasıdır. Böyle bir seciyeye sahip olmayan fertler ve böyle fertlerden mey­dana gelen milletler hiçbir dakika hakiki bir devlet teşkil edemezler. Böyle milletler bi­rer fesat ocağı olurlar. Şunun bunun oyuncağı ve şunun bunun esiri olurlar. Benim bil­diğime göre memleketimizde çok senelerden beri açılmış ve halen mukaddes ateşlerle yanan ve alevi her mensup olanın kalp ve vicdanını aydınlanmış kılan Türk Ocakları’-nın esas gayesi, millete böyle olumlu bir karakter vermektir. Türk Ocakları, milletin harsı üzerinde mühim tesirler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha ziyade yapa­caklardır. Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tembellik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telafiye çalışmalıyız. Bilirsiniz kî, bir milli­yet prensibi vardır bir de bunu dağılmaya sevk eden teoriler vardır. Lakin yine bilirsi­niz ki, milliyet teorisini, milliyet fikrini, milletlerdeki millet mefkuresini dağıtmaya ça­lışan teorilerin dünya üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü, tarih, vakalar, hadiseler ve gözlemler hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğu­nu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük ölçekte fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.

Bilhassa bizim milletimiz, milliyetini bilmezden gelişinin çok acı cezalarını gör­dü. Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki muhtelif kavimler hep milli akidelere sarıla­rak, milliyet mefkuresinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, on­lardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bize hakaret ettiler, hor gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize hürmet edelim. Benliğimize ve milliyeti­mize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün fiillerimizle ve hareketlerimizle göstere­lim; bilelim ki, milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır..

Milli mevcudiyetimize düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi,

(karşı duvardaki levhayı işaret ederek)

“Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi”

diyelim. Düşmanlarımıza bu hakikati ifade ettiğimiz gün, kanaatimize, mefkure­mize, ikbalimize yan bakan her ferdi düşman kabul ettiğimiz gün, milli benliğe uza­nacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdi­ğimiz gün, hakiki kurtuluşa ulaşacağız. Ve sizler gibi aydın, azimli, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza emin olabiliriz. (Şiddetli alkışlar.)

Türk Ocağı üyelerinden Operatör Eyüb Sabri’nin “Milletimizin inkılabına muha­lefet eden ve kendisini din irşadıyla mükellef gören bir sınıf var, bu sınıfa karşı ne gi­bi tedbirler alınmıştır?” sorusu üzerine Mustafa Kemal ayağa kalkarak sözüne tek­rar başlamıştır:

Bu soruyu soran arkadaşımızı müsaadeleriyle bir noktada eleştireceğim. Soruları mühimdir, açıklığa sahip değildir, Evvela soruyorum. Bu soruyu sorarken bu belir-

240

sizlik bulutlarına ne ihtiyaç vardı. Bu meseleden bahsederken muğlaklığa sebep ne­dir? Biz bir şeyi vicdanen iyi yaptığımıza, sözlerimizin hakikat olduğuna kani isek onu olduğu gibi açık, vazıh, tereddüt ve kapalılıktan uzak olarak anlatmalıyız. Ben kendilerinin sorusunu izah edeyim: Buyurdular ki, bu millet esasen her şeye kabili­yetlidir; fakat bazı insanlar vardır ki, hakikati idrak edecek kadar olgun değildir. Bu sebeple, halkın saf vaziyetinden istifade ederek, halka zararlı fikirler vererek, halk için fesatçı mevkiinde kalabilirler. Bunlara karşı tedbir var mıdır? Eğer soru böyle irat edilse idi, işte burada hazır bulunanlar içinde muhtelif mesleklerde bulunan ar­kadaşlar var, asker var, tüccar var, ulema var, vesair mesleklerden ve sınıflardan ze­vat var. Şüphesiz hepimiz aynı kanaatte olduğumuzu söylerdik.

Her şeyden evvel şunu en temel bir dini hakikat olarak bilelim ki, bizim dinimizde özel bir sınıf yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din, tekelciliği kabul etmez. Mesela ule­ma; mutlaka aydınlatma vazifesi ulemaya ait olmadıktan başka, dinimiz de bunu kati­yetle men eder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde özel bir sınıf vardır, diğerleri dinen ay­dınlanma hakkından mahrumdur. Böyle kabul edersek kabahat bizde, bizim cahilliği mizdedir. Hoca olmak için, yani dini hakikatleri halka telkin etmek için, mutlaka ilmi kisve şart değildir. Bizim ulvi dinimiz her Müslim ve Müslimeye ilmin araştırılmasını farz kılıyor ve her Müslim ve Müslime ümmeti aydınlatmak ile mükelleftir.

Efendiler, bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimiz içinde hakiki ulema, ule­mamız içinde milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği âlimlerimiz vardır. Fakat bun­lara karşılık ilmi kisve altında ilmin hakikatinden uzak, lüzumu kadar öğrenememiş, ilim yolunda layıkı kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız.

Seyahatlerimde birçok hakiki aydın ulemamızla temas ettim. Onları en yeni ilmi terbiye almış, sanki Avrupa’da tahsil etmiş bir seviyede gördüm. İslamın ruhuna ve hakikatine vâkıf olan ulemamızın hepsi bu olgun mertebededir. Şüphesiz ki, bu gibi ulemamızın karşısında imansız ve hain ulema da vardır, lakin bunları onlara karıştır­mak isabetli olmaz.

Efendiler, hakiki ulema ile dine zararlı ulemanın yekdiğerine karıştırılması Emevi-ler zamanında başlamıştır. Hazreti Peygamberin saadet zamanlarında, Peygamberimi­zin irtihalinden sonra dört halife hazretlerinin zamanlarında, hep doğrudan doğruya Hazreti Peygamberin yol göstermesiyle İslam olan dört halifenin aydınlatmasıyla se­lamette bulunan ümmet kitlesi arasında hakiki temizlik, kalbi hürmet, ulvi bir irtibat vardı. Ne vakit ki Muaviye ile Hazreti Ali karşı karşıya geldiler, ne vakit ki Sıflîn va­kasında Muaviye’nin askerleri Kur’anı Kerim’i mızraklarına diktiler ve Hazreti Ali’nin ordusunda bu suretle tereddüt ve zaaf husule getirdiler. İşte o zaman dine fesatlık, İs­lamlar arasına nefret girdi ve o zaman hak olan Kuran, haksızlığı kabule vasıta yapıl­dı. En zorba hükümdarlardan olan Muaviye’nin nasıl bir hile neticesinde hilafet sıfatı­nı da takındığını biliyorsunuz. Ondan sonra bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler; ihtiras ve istibdatlarını desteklemek için hep ulema sınıfına müracaat eyledi­ler. Hakiki ulema, dini bütün âlimler, hiçbir vakit bu müstebit tacidarlara boyun eğme­diler, onların emirlerini dinlemediler, tehditlerinden korkmadılar. Bu gibi ulema kam­çılar altında dövüldü, memleketlerinden sürüldü, zindanlarda çürütüldü, darağaçların-da asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarların keyfine dini alet yapmadılar. Fakat ger-

241

çekte âlim olmamakla beraber, sırf o kisvede bulundukları için âlim sanılan, menfaatı-na düşkün, hırslı ve imansız birtakım hocalar da vardı. Hükümdarlar işte bunları ele al­dılar ve işte bunlar, dine uygundur diye fetvalar verdiler. İcap ettikçe yanlış hadisler bi­le uydurmaktan çekinmediler. İşte o tarihten beri saltanat tahtında oturan, saraylarda yaşayan, kendilerine halife namı veren müstebit hükümdarlar bu gibi hoca kıyafetli di­lencilere iltifat ve onları himaye ettiler. Hakiki ve imanlı ulema her vakit ve her devir­de onların düşmanı oldu.

Üç buçuk dört sene evveline kadar sağ olan Osmanlı hükümdarları da aynı şeyleri yapmışlar, aynı hilelerden istifade etmişlerdi. Osmanlı tarihinden bu hususta uzun mi­saller iradına lüzum yok, son Osmanlı hükümdarı Vahdettin’in harekâtı gözünüzün önündedir. Onun emliyledir ki, bile bile ölüme götürülen milleti kurtarmak isteyenler asi ilan edildi. Onun emriyle millet ve vatanı kurtarmak için kan döken aziz ordumu­zun serseriler sürüsü olduğuna dair fetvalar veren ulema kıyafetli kimseler çıktı. Onlar bu fetvaları Yunan tayyareleriyle ordumuzun içine atıyorlardı. İşte bu noktada soruyu soran arkadaşımıza yerden göğe kadar hak veririm. Ulema içinde böyle hainleri hima­ye, aşağılık hareketlerini şeriata tatbik eden, din kisvesi ve şeriat sözleriyle milleti kü­çük düşüren ve aldatan âlimlerin -onlar için bu tabiri kullanmak istemem- böyle şerre alet olan insanların yüzündendir ki, dört halifeden sonra din daima siyaset vasıtası, menfaat vasıtası, istibdat vasıtası yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi; Abbasi­ler, Emeviler zamanında böyle idi. Fakat şurayı görüşlerinize arz ederim ki, böyle adi ve sefil hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini alet yapmaya tenezzül eden sahte ve imansız âlimler tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve daima cezala­rını görmüşlerdir. Abbasi halifelerinin sonuncusu, biliyorsunuz ki, bir Türk taralından parçalanmıştı. Dini kendi ihtiraslarına alet yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca namlı hainler hep bu akıbete uğramışlardır. Böyle yapan halifelerin ve ulemanın arzularına muvaffak olamadıklarını tarih bize sonsuz misallerle izah ve ispat etmekte­dir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle âlimler görmeye tahammülü ve im­kânı yoktur. Artık kimse öyle hoca kıyafetli sahte âlimlerin yalan dolanına ehemmiyet verecek değildir. En cahil olanlar bile o gibi adamların mahiyetini pekâlâ anlamaktadır. Fakat bu hususta tam bir emniyet sahibi olmakhğımız için bu uyanışı, bu uyanıklığı, on­lara karşı, bu nefreti, hakiki kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hatta artan bir azim­le muhafaza ve idame etmeliyiz. Eğer onlara karşı benim şahsımdan bir şey anlamak isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların olumsuz istikamette ata­cakları bir adım, yalnız benim şahsi imanıma değil, yalnız benim gayeme değil, o adım benim milletimin hayatıyla alakadar, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine havale edilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle hemfikir ar­kadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemektir. (Alkışlar.)

Şüphe yok ki arkadaşlar, millet birçok fedakârlık birçok kan pahasına, en nihayet elde ettiği hayati umdesine kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükümetin, Meclis’in, kanunların, Teşkilatı Esasiye’nin mahiyet ve hikmeti hep bundan ibarettir.

Sizlere bunun da üzerinde bir söz söyleyeyim. Farzımuhal eğer bunu temin ede­cek kanunlar olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öl­dürürüm. (Şiddetli alkışlar.)

242

KONYA HİLALİ AHMER KADINLAR ŞUBESİ’NİN ÇAYINDA NUTUK*

(21 MART 1923)

Gazi Paşa Hazretleri Konya daki üçüncü nutuklarını Konya Hilali Ahmer] Ka­dınlar Şubesinin çay ziyafetinde irat buyurdular. Kadın ve erkek yüzlerce zevatın ha­zır bulunmasıyla verilen bu çay ziyafetinde Hilali Ahmer Kadınlar Şubesi Kâtibesi Hanımefendi tarafından bir nutuk okundu. Bu nutukta hanımlarımızın Gazi Başku­mandanlarına karşı duydukları hürmet ve sevgi, Türk kadınlarının da büyük kurtarı­cılarının gösterdiği uyanış ve inkılap yolunda metin adımlarla yürüyeceği, milli mü­cadelede Türk kadınlığının da nasıl fedakârane çalıştığı, son yarım asır zarfında memleketimizin nasıl felaketler geçirdiği ve en nihayet bu art arda gelen kara gün­lerden büyük dahilerinin gayretiyle nasıl kurtuldukları, kadınıyla erkeğiyle bütün Türkiya’nın nasıl yeni bir devre girdiği anlatıldıktan ve Hilali Ahmer’deki kadınların eğer devletler milli ve hayati haklarımızı kabul etmezler de yeniden harp başlarsa nasıl candan çalışacakları izah edildikten sonra Gazi Paşa Hazretleriyle muhterem eşlerine uzun ve mesut ömürler temenni edildi. Onu müteakip Belediye Reisi Muhlis Bey tarafından da toplumsal hayatımızın yükselmesi yolunda beyanatta bulunarak inkılap tarihimizde bir merhale olan bu toplantıdan dolayı Gazi Paşa ile muhterem eşlerine teşekkür ve böyle bir toplantıyı hazırladıklarından dolayı da Hilali Ahmer Reise si Şerife Hanımla idare heyetini memleket namına tebrik eyledikten sonra Ga­zi Paşa Hazretleri her iki nutka Türk kadınlığı hakkında gayet kıymettar bir şaheser olan aşağıdaki hitabe ile karşılık verdiler:

Muhterem hanım ve beyefendiler;

Bu dakikada Konya’nın çok güzide kıymetli hanımlanyla, çok muhterem aydın hemşirelerimizle ve kendilerine refakat eden arkadaşlarıyla hep bir arada bulunmak­tan çok memnun ve mütehassisim. Bize böyle samimi, memnuniyet verici, kıymetli dakikalar hazırlayan Konya Hilali Ahmer Kadınlar Şubesi’ni teşkil eden hanımefen­dilere özel olarak teşekkürlerimi arz ederim. Bilhassa hemşiremiz Hanımefendi’nin, cemiyetlerinin tercümanı hissiyatı olarak hakkımda beyan buyurdukları fevkalade övgülere2 karşı minnettarım. Hanımefendi hemşiremiz irat ettikleri nutukla memle­ketimizin kırk senedir yaşadığı hayatı, geçirdiği devirleri pek kıymetli ve pek veciz

* Hâkimiyeti Milliye, 29 Mart 1923, No: 776, s. 1-2. Özeti için bkz. Vakit, 30 Mart 1923, Numara: 1904, s.3. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 147-153. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Ahmet Hezarfen, Vakit’teki ise Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

  • Kızılay. (Y.N.)
  • “Övgülere” sözcüğünün aslı olan “temdihata” sözcüğü yerine, Vakit’tc “teveccühe”. (Y.N.)

244

surette özetlediler. Bunu açmak için bir kelime bile hatırlatmak ve ilave etmek iste­miyorum. Sözlerini bu suretle tasviple andıktan sonra şunu ilave edeyim ki, Hilali Ahmer Cemiyeti’nin ve bilhassa bu ulvi cemiyette pek büyük bir faaliyet ve dirayet­le fedakârlık gösteren muhterem hanımlarımızın askeri harekâtta, milli mücadelenin muvaffakiyete ulaştırılmasında gösterdikleri gayret ve yardım orduya yapılan hiz­metlerin kıymetlilerinden birini teşkil etmektedir. Ordunun Başkumandanı sıfatıyla yüksek heyetlerine teşekkürler takdim eylerim.

Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da azimkârane çalışarak memleketimi­ze daha çok hizmetler1 yapacağınıza eminim.

Hanımlar, efendiler;

Bu son senelerin inkılap hayatında, hummalı fedakârlıklarla yüklü mücadele haya­tında, milleti ölümden kurtararak kurtuluşa ve bağımsızlığa götüren azim ve faaliyet hayatında milletin her ferdinin mesaisi, gayreti, himmeti, fedakârlığı geçmiştir. Bu ara­da en ziyade hürmet ile yâd ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen bir gayret vardır ki, o da Anadolu kadınının göstermiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymet­li fedakârlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üzerinde kadın mesaisi zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmek-te Anadolu kadını kadar gayret gösterdim” diyemez. (Şiddetli alkışlar.)

Hanımlar ve efendiler;

Kadınlarımız aslında toplumsal hayatta erkeklerimizle her vakit yan yana yaşadı­lar. Bugün değil, eskiden beri, uzun zamanlardan beri, kadınlarımız erkeklerle baş başa, mücadele hayatında, ziraat hayatında, iş hayatında2 erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında varlıklarını ispat ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynakları­nı kadınlarımız işletmiştir. Memleketin mevcudiyet vasıtalarını hazırlayan, kadınla­rımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin hayat kabiliyetini tutan, hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber sırlıyla, kağnısıy-la, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış3 demeyip, sıcak demeyip cephenin mühimmatını taşıyan, hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilahi Anadolu kadınları ol­muştur. Dolayısıyla hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim. (Alkışlar.)

Fakat muhterem hanımlar ve muhterem beyler, hepinizce malumdur ki, kadınları­mızın bu kadar fedakârlığına, kadınlarımızın bu kadar hizmetine, erkeklerden hiçbir yerde geri kalmayan bu kadar ehliyetlerine rağmen, düşmanlarımız ve Türk kadınının ruhunu bilmeyen yüzeysel bakışlar kadınlarımıza bazı isnatlarda bulunmaktadırlar. Ka-

  • Vakit’lc “iyilikler”.- (Y.N.)
  • “İş hayatında” sözcüklerinin aslı olan “hayatı maişette” sözcükleri yerine, Vakit’lc “tedariki maişet­te”.(Y.N.)
  • Vakit’tc çamur”. (Y.N.)

dınlanmızın hayatta atılane yaşadıklarını, ilim ile, irfan ile münasetbetleri bulunmadı­ğını, medeni hayat ve toplumsal hayat ile alakadar olmadıklarını, kadınlarımızın her şeyden mahrum kaldıklarını, onların Türk erkekleri tarafından, hayattan, dünyadan, in­sanlıktan, işten güçten uzak tutulduğunu söyleyenler vardır. Fakat halin hakikati böyle midir? Şüphesiz ki Türk kadınını bu suretle görmek, Türk kadınını görmemektir. Ya­bancıların ve bizi düşman gözüyle görenlerin tarif ve tasvir ettikleri kadınlar, bu vata­nın asıl kadını, Anadolu’nun asıl Türk kadını değildir. Öyle kadınlar bizim asıl hayatı­mızda ve asıl memleketimizde yoktur. Türk kadınını yanlış görüp yanlış anlatanlar, bil­hassa büyük şehirlerimizde, ileri, medeni zannedilen yerlerde bazı Türk hanımlarının harici manzaralarına bakarak aldanıyorlar. O kadınların harici manzaralarını aleyhimiz­deki kötü yorumlara müsait bir zemin olarak alıyorlar. Milletin genel hayatına nispetle pek sınırlı ve ehemmiyetsiz olan o kadınları, onların harici manzaralarından çıkardıkla­rı manayı bütün Türk kadınlığına yayıyorlar. İşte ilk düzeltilecek hata ve ilk ilan edile­cek hakikat buradadır. Harici manzaralarıyla düşmanlarımıza ve bilhassa içimizdeki bedbahtlara bilerek ve daha ziyade bilmeyerek haklı bir yalan dolan sermayesi veren manzaralara, hepiniz biliyorsunuz ve herkes biliyor ki, en ziyade memleketimizin en büyük şehri olan, asırlarca devletin patiyahtı ve hilafet merkezi bulunan İstanbul’da te­sadüf ediliyor. Düşmanlarımız bu manzaradaki kadınlardan aldıkları intibalar ile acı hü­kümler veriyor ve diyorlar ki: Türkiya medeni bir millet olamaz, çünkü Türkiya halkı iki parçadan meydana gelmektedir; kadın ve erkek diye iki kısma ayrılmıştır. Halbuki bir toplum aynı gayeye bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine ve medenileşmesine fenni imkân ve ilmi ihtimal yoktur.

Muhterem hanımlar, düşmanlarımızı aldatan bu harici manzara bilhassa kadınla­rımızın şeklinden, giyinme tarzından ve kapanma suretinden doğuyor. Onların aldan­malarına saik olan diğer bir nokta da yabancılarla temas edebilecek mevkide bulunan kadınlarımızın tavırlarının ve hareketlerinin milli tavırlarımızın ve hareketlerimizin timsali olmayıp, belki Avrupa tavırlarının ve hareketlerinin taklidi olarak görülrnesi-dir. Hakikaten memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde, giyin­me tarzımız, kıyafetimiz bizim1 olmaktan çıkmıştır. Şehirlerdeki kadınlarımızın gi­yinme ve kapanma tarzında iki şekil tecelli ediyor; ya bu yönde ya karşıt yönde aşı­rılık görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir harici şe­kil gösteren bir kıyafet, veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile harici kıyafet olarak arz edilemeyecek kadar açık bir giyim. Bunun her ikisi kötü tesirden, hayatı­mıza fenalık yapmaktan geri değildir. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin em­ri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o aşırılıktan da, bu aşırılıktan da tenzih eder.

O şekiller dinimizin gereği değil, muhalifidir. Dinimizin tavsiye ettiği tesettür, hem hayata, hem fazilete uygundur. Kadınlarımız şeriatın tavsiyesi, dinin emri icabın-ca tesettür etselerdi ne o kadar kapanacaklar, ne o kadar açılacaklardı. Şer’î tesettür ka­dınlar için müşkülata sebep olmayacak, kadınların toplum hayatında, iktisat hayatın­da, iş hayatında ve ilim hayatında erkeklerle işbirliği yapmasına mâni bulunmayacak basit bir şekildedir. Bu basit şekil, toplumumuzun ahlak ve adabına aykırı değildir.

1 Vakit’te “bir”. (Y.N.)

246

Giyinme tarzımızı ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklit edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdet­leri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin tak­litçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz ki hüsrandır.

Bizim tesettür meselesinde nazarı itibara alacağımız şey, bir yandan milletin ruhu­nu, diğer yandan hayatın icaplarını düşünmektir. Tesettürdeki şu ve bu yöndeki aşırı­lıktan kurtulmakla bu iki ihtiyacı da temin etmiş olacağız. Giyinme tarzımızda mille­tin ruhi ihtiyacını tatmin için, İslam ve Türk hayatını başından bugüne kadar layıkıy­la incelemek ve etrafıyla açıklamaklığımız lazımdır. Bunu yaparsak görürüz ki şimdi­ki hayat tarzımızda ne İslam ne de Türk ananelerine uygunluk yoktur. Şimdiki giyin­me tarzımız ve kıyafetimiz onlardan başkadır; lakin onlardan daha iyidir diyemeyiz. Bizim kadın hayatımızda, kadının giyinme tarzında yenilik yapmak meselesi söz ko­nusu değildir. Milletimize bu hususta yeni şeyleri özümletmek1 mecburiyeti karşısın­da değiliz. Belki ancak dinimizde, milliyetimizde, tarihimizde zaten mevcut olan makbul âdetlerin cereyanına intizam vermek söz konusu olabilir. Biz başlı başımıza ferden her türlü şekilleri tatbik edebilir, kendi zevkimize, kendi arzumuza, kendi ter­biye ve seviyemize göre istediğimiz kıyafeti seçebiliriz. Ancak bütün milletin kabule değer göreceği şekilleri, bütün milletin hayatında tatbik kabiliyeti olan kıyafetleri her halde genel temayüllerde aramak ve o şekillerin muvaffakiyetini genel temayüllere uygunlukta görmek lazımdır. Bazı milletlerin zevk âlemlerini memleketimizde tatbi­ke kalkmak bittabi hatadır. Bu yol toplumsal hayatımızı feyz ve fazilete ulaştırmaz.

Daha selametle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadı­nını mesaimizde müşterek kılmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadını­nı ilmi, ahlaki, toplumsal, iktisadi hayatta erkek ortağı, arkadaşı, yardımcı ve destek­çisi yapmak yoludur. Eğer kadınlarımız şeriatın tavsiye, dinin emrettiği bir kıyafetle, faziletin icap ettirdiği tavır ve hareketle içimizde bulunur, milletin ilim, sanat, top­lum hareketlerine iştirak ederse, bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi takdirden kendini alamaz. Bilakis o halin aleyhinde söylenecek sözlere karşı, belki onun müteşebbislerinden daha fazla, savunucusu olur. (Çok doğru sesleri.)

Benimle temas eden bazı yabancı muhabirleri, bilhassa bir İngiliz muhabiresi,2 ismini hatırıma getiremedim, bir sıra makaleler yazmış. Bu makalelerin birinde tesa­düf etmiştim, diyor ki: Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları memlekette çok yenilik­lerde bulunabilirler, birçok yenilikler yapabilirler, pek çok şeyleri değiştirebilirler; lakin yalnız bir şey yapamazlar, o da kadınların giyim tarzını değiştirmektir!

Bu İngiliz muhabiresi bundan bahsettiği zaman hep İstanbul’da gördüğü bazı ha­nımların fazla müsamahalı kıyafetlerini düşünüyordu. Nitekim makalesinin müte­akip kısımlarında bu hususu izah ediyor ve diyor ki, çünkü o hanımlar o kadar şık, o kadar zarif, o kadar incedirler ki, bütün Avrupa kadınları onları kendilerine model al­salar layıktır!

  • “Özümletmek” sözcüğünün aslı olan “bel’ ettirmek” sözcükleri, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlışlıkla “bellettirmek” şeklinde okunmuş. (Y.N.)
  • İngiliz gazeteci M. Grace Ellison olmalı. (Y.N.)

247

İşte bir yabancı muhabiresinin bu şahitliğinden de anlaşılıyor ki, bizim kadınları­mız, bazı yerlerde, Avrupa kadınlarını bile gıptaya sevk edecek kadar ilerlemişlerdir ve eğer kadınlarımız yalnız bu yönü düşünür ve yalnız şıklıkta, zarafette Avrupa ka­dınlarını bile geçmeyi hedef alırsa, kadınlık hayatında, dolayısıyla bütün milletin ha­yatında varmak istediğimiz mesut inkılaba ulaşmakta kolaylığa mazhar olamayız. Tesettür şekli meselesinde kolaylıkla, emniyetle yürüyebilmek, dinin, eski milli ana­nenin, akıl ve mantığın, ahlak ve faziletin emrettiği tabii şekli ve basit şekli kabul et­mektir. Şer’i mübinimizin tarif ettiği şekilden istifade ve onu hayatımızda tatbik et­mek, maksada ulaşmak için kâfidir. (Alkışlar.)

Kadınlarımızın her millette olduğu gibi, bizim milletimiz için de ne kadar yüksek ehemmiyeti olduğunu söylemeye lüzum yoktur. Bizim milletimizde kadın eskiden bu ehemmiyeti hakikaten en ulvi derecede ortaya koymuştur. Büyük atalarımız ve onla­rın anaları, tarihin ve vakaların şahitliğiyle sabittir ki, cidden yüksek faziletler gös­termişlerdir. Burada birçok noktalardan sayabileceğimiz o faziletlerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi kıymetli evlatlar yetiştirmeleriydi. Hakikaten Türk milletinin bütün cihanda yalnız Asya’da değil Avrupa’da dahi büyük hamleler göstermiş olması, tan­tanalı harekât icra eylemiş bulunması, hep öyle kıymetli ataların faziletli evlatlar ye­tiştirmesi ve daha beşikten çocuklarının ruhuna mertlik ve fazilet telkin eylemesi sa­yesinde idi. Şunu söylemek istiyorum ki, kadınlarımızın genel vazifelerde üzerlerine düşen hisselerden başka kendileri için en ehemmiyetli, en hayırlı, en faziletkâr bir va­zifeleri de iyi valide olmaktır. Zaman ilerledikçe, ilim ilerledikçe, medeniyet dev adımlarıyla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü icaplarına göre evlat yetiştirmenin müşkülatını biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirler­deki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıflara sahip evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak, pek çok yüksek vasıfla­rı taşımaya bağlıdır. Dolayısıyla kadınlarımız hatta erkeklerden daha çok aydın, da­ha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar.

Çok büyük şükranla görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız erkek­lerle fikir ve nur yolunda müsabaka edercesine yürüyorlar. Yine şükranla ifade etmek lazımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin aşağısında değildir. Hemen her yer­de kadın ve erkek seviyesi arasında bir denklik görmekteyim. Bu hal iftihara değer­dir. Kadınlarımızın, daha uygunsuz şartlar altında erkeklerden geri kalmayışı ve bel­ki aynı şartlar altında erkeklerden ileri gidişi iftihar sebebidir. Lakin kadınlarımız bu­nunla mağrur olmalı değil, bilhassa aydın hanımlarımız yabancıların, düşmanların ve içimizdeki kötü niyetlilerin kendilerine atf ve isnat etmek istedikleri vaki ve haklı ol­mayan noksanların hakikaten varit ve haklı olmadığını göstermek mecburiyetinde­dirler. Bunu fiilen, maddeten, giyimleriyle, tavır ve hareketleriyle, her şeyleriyle gös­termeli ve ispat eylemelidirler.

Şunu ilave edeyim ki, kadınlık meselesinde dış şekil ve kıyafet ikinci derecededir. Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette muvaffakiyetten ziyade, asıl muzaffer olunması lazım gelen saha nur ile, irfan ile, hakiki fazilet ile süslenmek

1 İyi ve kötüyü ayırt eden şeriatın. (Y.N.)

248

ve donanmaktır. Ben, muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kal­mayacak, bilakis pek çok yönlerde onların üzerine çıkacak nur ve irfanla donanacak-larına katiyen şüphe etmeyen ve buna kati surette emin olanlardanım. Sözlerime hi­tam vemeden evvel sözlerini dikkatle dinlediğim hemşiremiz Hanımefendi’nin benim ve eşim Latifenin hakkında kardeşçe ifade buyurduklan tebriklerden dolayı kendile­rine ayrıca teşekkür eder, Konya hanımlanna öncülük eden sizlerin huzurunda bize mesut dakikalar geçirttiğiniz için hepinize teşekkürler ederim. (Şiddetli alkışlar.)

249

KONYA SULTANİ MEKTEBİ’NDE NUTUK* (22 MART 1923)

Gazi Paşa Hazretleri, Konya’daki dördüncü nutuklarını Sultani Mektebinin ver­diği yüz elli kişilik çay ziyafetinde irat ettiler. Sultani Müdürü Bey, Osmanlı tarihinde­ki idarenin mahiyetini, padişahların milleti keyif ve ihtiraslarıyla nasıl mecnunca sü­rüklediğini, ferdi saltanat yüzünden milletin en nihayet nasıl bir hale geldiğini tarihin kuvvetli ve vâkıfane incelemesiyle anlattıktan ve artık tarihe karışan o şahsi, keyfi ida­renin ebediyen gömüldüğü, irfan ordusunun artık bütün kuvvetiyle milli hâkimiyetin bekçisi olacağı, bütün milletin artık hangi idarenin kendini ölümden kurtardığını an­ladığını ve yeni idaremiz sayesinde büyük Gazi’nin dahiyane rehberliğiyle az zaman­da layık olduğumuz feyiz ve ikbale ulaşacağımızı ve cehaletten kurtulacağımızı izah ettikten sonra Paşa Hazretleri ayağa kalkarak aşağıdaki nutku irat buyurdular:

Muhterem efendiler,

Konya irfan yurdunun muhterem müdürünü, güzide talim heyetini ve onların fe­yiz saçan öğretim dairesinde bulunan kıymetli talabelerini çok samimiyetle, hürmet­le, takdirle selamlarım.

Müdür Beyefendi’ye hassaten teşekkürler takdim etmeyi bir vazife bilirim.

Şundan dolayı ki, Müdür Beyefendi hakikaten bir irfan yurdunun reisine layık kıymetli beyanatta bulundular ve bugün milletin ruhuna, vicdanına, fikrine istika­met verebilecek mahiyette bir söz zemini seçtiler. Osmanlı tarihini bütün ince nok­talarına temas suretiyle faydalı surette özetleyen ve herkesin uyanış dersi alabilece­ği kıymetli neticelere bağlayan bu güzel özetin mükemmelliğini ve kıymetini ihlal etmemek için, ilave suretiyle değil, yalnız o özetteki fikirleri teyiden şunu söyleye­yim ki, büyük milletimiz hakikaten asırlardan beri birtakım mecnunların, müsrifle­rin, sefihlerin emellerinin ve ihtiraslarının oyuncağı olmuştur. Millet uzun asırlar buna katlanmış, mukadderatını kendi elinde değil, şahısların keyif ve hevesine tabi bulunduran bu idare neticesinde çok belalar, çok felaketler, çok elemler görmüş ve en nihayet o idare milleti dört sene evvel kati surette esaretin, yokoluşların, ölümün kenarına getirmişti. Şükre ve övgüye değerdir ki, millet yokluk mezarına tamamıy­la gömülmeden evvel2 silkinerek kendini topladı ve asırlardan beri sahip çıkmadığı

* Hâkimiyeti Milliye, 29 Mart 1923, Numara: 776, s.2; Babalık. 27 Mart 1923, Numara: 1155, s.2. Ayrı­ca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 153-156. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Hadiye Yılmaz, Bahaltk’taki ise Ahmet Hezarfen tarafın­dan okunmuştur.

  • Sultani: Bugünkü lise düzeyindeki okul. (YN.)
  • “Tamamıyla gömülmeden evvel” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye’dc “girmeden evvel”. (YN.)

253

benliğine bu defa1 kati azim ile, bütün şuur ve imanıyla sarılarak cihan sahasında yeni ve herkese hürmet telkin eden bir mevcudiyet halinde tecelli eyledi. (Alkışlar.) Milleti asırlarca başkalarının hırs ve faydalanma vasıtası kılan en büyük düşmanı, Müdür Beyefendi açık, kati, delilli bir ifade ile bildirdiler. Bu cehalettir; milleti ken­di benliğine sahip yapmayan, milleti asırlarca kendi hakkından gafil bulunduran hep bu cehalettir. Hükümdarların, şunun bunun milleti esir gibi, köle gibi istihdamları, bütün vatanı kendi hususi malikâneleri gibi kabul eylemeleri, hep milletin bu ceha­letinden istifade edilmek sayesinde idi. Hakiki kurtuluşu istiyorsak her şeyden ev­vel, bütün kuvvetimiz, bütün süratimizle bu cehaleti izaleye mecburuz. Burada ce­haleti yalnız okuyup yazmak manasına almıyorum; üç buçuk dört sene evvel millet kendisinin esaret ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayımladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı kıyam etmekle bu cehaleti yırttığı­nı ve bu cehaletten sıyrıldığını ispat etti. Lazım gelir ki, millet bir daha o cehalete düşmesin, hepimize düşen vazife, beyinleri bir daha bu cehalete düşmemek için ha­zırlamaktadır, bunu yapmak için aklen, mantıken, şer’an hiçbir mâni tasavvur olu­namaz. Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğruluk yolumuzda herhan­gi bir kara kaya ortaya çıkarsa, derhal o engeli yıkmak, o kayayı parçalamak, mem­leketin şerefini, namusunu, hayalını düşünenler için borçtur, farzdır, ilahi emirdir. (Alkışlar.) Bu hususta muvaffakiyetimizi kolaylaştıracak çarelerin en başında aydın­latma ve uyarma bulunuyor. Milleti aydınlatma ve uyarma yolunda muvaffakiyetle yürütebilecek dindaşlarımız hamt olsun çoktur. Genç ihtiyar bütün aydınlar, bütün memleketini sevenler bu nurlu vazifeye koşacaktır ve koşuyor. Yalnız şunu bilmeli­yiz ki, bu kanaatler içinde, bunların başında bulunması lazım gelen her mahaldeki, her beldedeki değerli ulemanın çok yüksek mevkileri, yapacakları çok hayırlı vazi­feleri vardır. Bu gibi ulemamızın gayretiyle, hakiki ilim erbabının hakiki şer’i esas­lara başvurularla, bugünkü idaremizin asıl şer’in ve dinin ruhundan alınmış olduğu­nu ve İslam hakikatinin bize asıl bugünkü şekli emrettiğini anlatmakla yapacakları vazifeler cidden kıymetli ve mühimdir.

Bütün İslam âleminin medarı iftiharı olan İbni Rüşd’ler, İbni Sina’lar, İmam Ga-zali’ler, Farabi’ler gibi yüksek düşünceli simaların milletimizin ulema sınıfı içinde nurlu beyinleriyle mevcudiyet arz edeceklerine eminim. Yoksa hakiki ulemamızın mahiyet ve şerefini karıştıranların zararlı olacağı şüphesizdir.2

Efendiler,

Acı, kara günlerden sonra milletin içine düşürüldüğü ölüm çukurundan kurtulma­sı, milletin bugünkü şeref mevkiini bulması hakkında, şükre ve övgüye layık teşeb­büslerde ve faaliyette bulunan arkadaşların gayelerine varmakta muvaffak olabilme­si, ancak milletin aydınlarının milleti her hadisede, her vakada aydınlatmaları ve uyarmaları, milleti daima genel hedefe yöneltmeleri sayesinde mümkün olmuştur. Biz bugünkü noktaya bu sayede, bütün aydınların yardımı, bütün kuvvetlerin birleş­tirilmesi sayesinde ulaşmıştık. Muhterem Müdür Bey’in kıymetli beyanatı arasında hepimize dayanak noktası olan bu yönü bir daha tecelli ettirerek ileri, daima ileri yü­rümek için gösterdikleri arzu ve özleme minnettarlık arz eylerim.

  • Dabahk’tA “bu dakikada”. (Y.N.)
  • Bu cümle Babalık’ta yer almaktadır. (Y.N.)

İşte heyetinizin karşısında bir daha ilan ediyor, bütün milletimin bilmesi için, ci­hanın işitmesi ve dostun düşmanın duyması için bir daha arz ediyorum ki, milletimin böyle bütün aydın kuvvetinin, milletimin hakiki ulemasının, milletimdeki ilmi zeva­tın aydınlatmasına ve yol göstermesine mazhar olarak, bütün seyahat ettiğim yerler­de şükran ile, hamdü sena ile gördüğüm üzere, milletin çiftçisiyle, esnafıyla, tücca-rıyla, bütün köylüsüyle itimadına mazhar oldukça, ileri, daima ileri, pervasız ileri yü­rüyecek, attığım adımların yalnız benim adımlarım olmadığını bilerek, bütün aydın kitlenin, bütün hayırhah tabakanın, bütün saf ve büyük ruhlu halkın benimle beraber geldiğini bilerek, kuvvetle, metanetle, azimle daima ve daima ileri yürüyeceğim. (Şiddetli ve sürekli alkışlar.)

Muhterem efendiler!

Böyle bir bütün olarak yapacağımız kurtuluş ve inkılap hareketinin de düşmana karşı yaptığımız bağımsızlık hareketi gibi mutlaka muvaffakiyetle neticeleneceğine şüphe yoktur. Bu ikinci gayemize de her gün daha çok muvaffakiyetle varmak için herkesin, her millet ferdinin ruh ve vicdanında şu kanaat sarsılmaz surette yerleşme-lidir ki, artık bu millet mazide olduğu gibi şunun bunun heveslerini ve ihtiraslarım, şan ve şerefini, niyetlerini ve menfaatini tatmin için değil, ancak kendine ait menfa-atlar için, kendisine lüzumlu ve faydalı gördüğü şeyler için yürüyecek ve bu millet artık ancak bu zihniyetle ilerleyecektir.

Böyle adımların nasibi de, bittabi Allah’ın emrettiği, Allah’ın bu millete mukad­der kıldığı zafer ve muvaffakiyetler olacaktır. (Şiddetli alkışlar.)

AFYONKARAHİSAR HALKINA NUTUK* (23 MART 1923)

Afyonkarahisarı’nda ancak yedi sekiz saat kalabilen Paşa Hazretleri, bu müddet içinde üç muhtelif mahalde üç mühim nutuk irat buyurdular. Devamlı bir seyahatin yorgunluğuna, istasyondan şehre kadar yarım saat süren mesafenin arkadan gelen on binlerce halkın ayaklarından çıkan tozlar içinde yaya olarak kat edilmesine rağ­men düşmana yıldırım gibi inerek memleketlerini tahripten kurtaran büyük kurtarı­cılarına karşı Karahisarlıların coşkun şükran ve heyecanı, Paşa Hazretlerini ayak­larının tozuyla Belediye kapısının merdiveni üstünde mahşeri bir izdiham halinde Belediye meydanını dolduran en az elli bin kişilik halka hitaben nutuk söylemeye mecbur bıraktı. Halk namına Paşa Hazretlerine Karahisar’a teşriflerinden dolayı bütün halkın duyduğu nihayetsiz şükran ve saadeti anlatan bir dava vekilinin kısa bir nutkunu müteakip Gazi Paşa Hazretleri kendilerine teşekkür ettikten sonra bütün halka yönelerek ve sesini yükselterek aşağıdaki nutku irat eyledi:

Ey muhterem ahali,

Evvelce birçok defalar şehrinize gelmiştim. Lakin o zamanlar sizi ümitsiz, düşün­celi, elemli görürdüm. Çünkü düşman yakınınızda idi ve içinize girmek ihtimali var­dı. Nitekim düşman içinize girdi, burada aylarca zulüm, haksızlık, kötülük icra eyle­di. Çok elemler, ıstıraplar, matemler çektiniz. Lakin emin olunuz, ben bütün çektiği­niz elemleri, duyduğunuz ıstırapları biliyordum; ben de sizin elemlerinize iştirak edi­yor, ben de sizin hıçkırıklarınızla beraber hıçkınyor, ben de sizinle beraber ağlıyor­dum. Elhamdülillah bugün hepinizi çok şen, çok şatır, çok sevinçli görüyorum. Sizi böyle görmekle ben de sizinle beraber bahtiyarım, mesudum. Bütün o elemli, karan­lık günlerden sonra elhamdülillah, işte size neşe, saadet bahşeden güneşli günlere er­diniz. Sizi bugünlere mazhar eden Cenabı Hakkın sizlerden bundan sonra beklediği noktayı da tabii pek iyi bilirsiniz. Cenabı Hak artık hepinizden bir daha öyle kara günlere düşmemenizi bekliyor.’

Ey ahali,

Gördüğünüz bütün o felaketlerden sonra, sizleri o felakete sürükleyen sebepleri el­bette pek salim fikirlerle anlamışsınızdır. Ve o felaketlerden nasıl kurtulduğunuzu el-

* Hâkimiyeti Milliye, 2 Nisan 1923, Numara: 779, s.3; Anadolu’da Yeniğim, 2 Nisan 1923, Numara: 764, s.3; Tanin, 5 Nisan 1923, Numara: 174, s.l. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkı­lâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.156-157. Anadolu’da Yenigün’deki eski yazı metin Hüse­yin Gültekin, diğerleri ise Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

1 Tanin’de cümle şu şekildedir: “Cenabı Hak artık bizi bir daha öyle karanlıklara düşürmeyecektir.” (Y.N.)

256

bette açıklıkla takdir etmişsinizdir. Sizler ve bütün millet o felaketlere, kendi benliğine hâkim olmadığı, mukadderatını şunun bunun eline verdiği, şunun bunun esiri olduğu için uğramıştı. O felaketlerden ancak milli benliğinize hâkim olduğunuz için kurtuldu­nuz; gayeye doğru yekpare bir millet halinde yürüdünüz, üzerinize çöken felaketlere ta­hammül gösterdiniz, sebat gösterdiniz ve ancak bu sayede muvaffak oldunuz.

Bundan sonra da hâkimiyetimizi canınız gibi saklayarak, milli hâkimiyetinize, namusunuza, mukaddesatınız gibi dört elle sanlarak ahenkli mesai ile, yekpare bir halde geleceğe doğru yürüyecek, bugünden daha saadetli, daha şerefli, müreffeh ve mesut günlere kavuşacağız.

Ey ahali,

Cenabı Hak birlikte, dayanışma halinde çalışan, şerefini, namusunu muhafaza eden kavimleri mesut eder. Biz de bundan evvel olduğu gibi bundan sonra da bu birlik, bu dayanışmayla çalışırsak, Allah’tan böyle bir saadeti haklı olarak bekleyebiliriz.

Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, ben ve arkadaşlarım, sizler için, mil­letin saadeti ve selameti için, milletin kendi hâkimiyetine sahip olarak bir daha şunun bunun esiri olmaması için ve layık olduğu ikbale mazhar olması için, gücümüzün yet­tiği kadar mesai hasredeceğiz. Bu mesaimizde bize kuvvet verecek, bize dayanak ola­cak sizlersiniz. Sizlerde bu emniyet ve itimadı gördükçe bütün arkadaşlarımla emin ve kuvvetli olarak çalışacağız. İleride daha müsait zamanlarda, daha etraflı görüşmek üze­re şimdilik allahaısmarladık, ey muhterem ahali. (Şiddetli alkışlar.)

257

AFYONKARAHİSAR TÜRK OCAĞIN’DA NUTUK* (23 MART 1923)

Bütün meydanı, sokakları, evlerin pencerelerini, damların üstünü dolduran on binlerce ve on binlerce halkın yaşasın sesleri ve sevinç gözyaşları, alkış tufanları içinde halk tarafından çok mükemmel ve zarif bir surette süslenmiş ve hazırlanmış arabaya binen Paşa Hazretleriyle muhterem eşleri iki saat kadar ikametgâhlarında istirahat buyurduktan sonra akşamüstü Türk Ocağındaki çay ziyafetini teşrif buyur­dular. Türk Ocağı Reisi Namdar Bey samimi bir nutuk irat ettiler. […] Gerek bu nu­tuk ve hu destandan, gerek Ocağın böyle teşekküre değer faaliyetlerini işitmekten ve gerek bir saattir gençlerle yapılan samimi hasbıhallerden pek mütehassis olan Paşa Hazretleri ayağa kalkarak aşağıdaki nutku irat ettiler:

Muhterem genç arkadaşlarım,

Afyonkarahisar’ın Türk Ocağında geçen bu kıymetli zamanlar pek çok ferahlığı­ma ve bahtiyarlığıma sebep oldu. Genç arkadaşımızın memleketin ehemmiyet ve ahalisinin kabiliyet ve faaliyeti hakkındaki izahatından fevkalade memnun kaldım. Hakikaten Karahisar üç şimendifer hattının buluşma noktasında bulunmakla beraber, mevkiinin bu ehemmiyetiyle orantılı bayındır bir manzara göstermiyorsa kabahat halkta, kabiliyet ve faaliyeti pek bariz olan halkta değil, bütün kabahat, bütün Ana­dolu’yu baştan başa harabe halinde bırakan eski idarededir.

O idare yüzündendir ki, Anadolu bu halde kaldı. Sarayların rahatı içindir ki, Ana­dolu böyle bakımsız bırakıldı. O idareyi kökünden atıp koparan milletin uyanış ve uyanıklılığı, artık bundan sonra Anadolu’nun az zamanda bu harabezar halinden kur­tarılacağına iyi bir alamettir.

Ocağınızın henüz bir buçuk aylık ömrü olmasına rağmen gösterdiği mesai ve top­ladığı semereleri cidden takdire değer gördüm.1 Memleketin âlimleri, muallimleri. aydınları tarafından kıymetli mesai neticesinde toplanan bu semereler daha ilk adım­da el ile hissedilecek bir şekide tecelli etmektedir. Bize harekât serbestimizi, fikir ser­bestimizi, faaliyet serbestimizi bahşeden milli idaremizin sayesinde kusurlarımızı, noksanlarımızı, zararlarımızı, mahrumiyetlerimizi az zamanda telafiye muvaffak ola­cağımıza eminim.

* Hâkimiyeti Milliye. 2 Nisan 1923, Numara: 779. s.3; Anadolu’da Yeni^ün, 2 Nisan f 923, Numara: 764. s.3; Tanın, 5 Nisan 1923. Numara: 174, s. 1-2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Türk İn­kılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları. Ankara, 1959, s. 157-159. Anadolu’da Yenigün’Ğeki eski yazı metin Hü­seyin Gültckin. diğerleri ise Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

I Hâkimiyeti Milliye’ât “görürüm”. (Y.N.)

258

Arkadaşımızın şahsım hakkında gerek Ocak namına gerek halkın hissiyatı namı­na okuduğu destandan aynca mütehassisim. Milletin her vesile ile her vasıta ile böy­le emniyet ve itimadını gördükçe kuvvetim artıyor. Vaktim olmadığı için, görülen za­ruretten dolayı kıymetli beldenizden bu gece harekete mecbur olduğum için, sizlerle uzun müddet hasbıhalde bulunamayacağıma üzgünüm. Yalnız bu üzüntümü sununla tadil etmekteyim ki, memleketiniz güzergâh üstündedir. Buraya kolaylıkla gelinmek her vakit mümkündür. İnşallah ileride daha etraflı ve tafsilatlı görüşmek mümkün olur. (Alkışlar.)

Paşa Hazretlerinin bu nutkundan ve deminden beri büyük Gazilerinin kendile­riyle teklifsizce, arkadaşça hasbıhallerde bulunmasından mütehassis olan bir genç ayağa kalkarak dedi ki:

“Büyük Gazi’miz, siz bütün bir tarihsiniz ve bizler de böyle canlı bir tarihin kar­şısında bulunmakla tarihi kimseler olduk, ileride bizim bu nasibimizi ve sizin büyük­lüğünüzü düşünen torunlarımız, sizin için diyecekler ki, o da bizim gibi bir insan mı idi, bizim gibi yürür, bizim gibi konuşur mu idi, acaba onun gözleri de bizim gibi mi görür, kulakları bizim gibi mi işi tirdi?”

Bu gencin candan ve ruhundan gelen bu sözleri üzerine Paşa Hazretleri yeniden ayağa kalkarak aşağıdaki karşılığı verdi:

Arkadaşlarım,

Ben zannediyorum ki, milletin bütün fertlerinin hiçbirinden fazla yüksekliğe sa­hip değilim. Bende fazla teşebbüs görüldüyse, bu benden değil, milletin bileşkesin­den çıkan bir teşebbüstür. Sizler olmasaydınız, sizlerin vicdani eğilimleriniz bana da­yanak noktası teşkil etmemiş olsaydı, şimdiki1 teşebbüslerin hiçbiri olamazdı. Mille­te ait meziyetleri yalnız şahıslarda toplayan ve yoğunlaştıran, milletin zaferlerini ve büyüklüklerini yalnız şahıslara atfeden zihniyet, eski idarelerin sistem ve usul mese­lesinden kaynaklanıyordu. Vaktiyle mevcut devlet ve devletlerin teşekkül mahiyeti sırf bir şahsın menfaatlarını ve arzularını tatmine yönelik idi. Şahısların bu arzu ve emellerinin hizmetinde olan millet, gösterilen büyüklüklerin şerefinden katiyen his­sedar olamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete atfolunurdu. Bugün bu hal mevcut değilse, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi cihana göstermişse, fazla­lık bende değil, mevcut şeklin mahiyetindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevki-ye çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz. Arkadaşımızın hakkım­daki sözleri beni mütehassis etti. Fakat bana karşı söylediğiniz sözlerin asıl samimi­yeti, bana karşı gösterdiğiniz harekâtın asıl ciddiyeti, ancak bugünkü idare şeklinin muhafazasında göstereceğiniz kahramanlıkla sabit olacaktır. (Şiddetli alkışlar.)

1 Hâkimiyeti Milliye’dc “bendeki”. (Y.N.)

259

AFYONKARAHİSAR BELEDİYE HEYETİNE NUTUK*

(23 MART 1923)

Efendiler!

Karahisar’ın muhterem ahalisini temsil eden belediye heyetiyle bu gece burada bulunmaktan mesut ve memnunum ve Karahisar belediyesiyle hazır bulunanları ve Karahisar halkını hürmetle selamlarım. Karahisar’ın düşmanın zulüm ve cefasına düşmeden evvelki bir günü hatırlıyorum. Yine burada, bu dairenin içinde, şu odada muhterem Karahisar halkıyla karşı karşıya dertleşmiştik. O günkü hazin vaziyeti ta­mamen hatırlamaktayım. O zaman düşman Karahisar’ı işgal edebilecek bir vaziyette ve ordumuz henüz buna mâni olamayacak bir mevkide idi. Halk, vaziyeti hal ve tav­rıma bakarak benden anlamak istiyor, ben hakikati izahtan kaçınmaya çalışıyordum. Gözlerimizin karşılıklı manalarında gelecek felaketin endişeleri okunuyordu. Ağzım­dan teselli edici kelimeler dökülmekle beraber, masum halk benim çehremden, tered­düdümden, vaziyet ve tavrımdan hakikati sezmişti. Lakin buna rağmen metindi, mü­tevekkildi, azim ve iman ile mukadderatına tevekkül gösteriyordu. O mukadderat ki, bu beldenin Yunanın pençesine düşmesiydi. İşte bu beldenin halkı o zaman onu me­tanetle karşılamıştı; bunu daha sonra fiilen de ispat etti. Bu belde geçici bir zaman için bizden ayrı kaldı. Buna rağmen zehirli çember içindeki kardeşlerin kahramanlı­ğını ve yüksek hissiyatını öğreniyorduk. Düşmanın her türlü baskısına, hunharlığına rağmen halkın yine vatanperverane hissiyatını göstermekten kaçınmadıklarını öğren­mekle iftihar ediyordum. Nihayet bu kıymetli beldeyi düşmandan kurtarmak ve düş­manı vatandan atmak zamanı gelmişti. Son taarruz vaki oldu. Karahisar ve Karahi­sar’ın fedakâr ve hamiyetli halkına, aylarca düşmanın haksızlık ve zulmünü çeken ce­fakâr ahalisine bir an evvel kavuşmak için bu şehre girdim. Lakin kendileriyle o za­man temasa meydan kalmadı. Düşmanı takip etmek zarureti burada kalmaya mâni teşkil ediyordu. O günden bugüne kadar muhterem Karahisarlılarla yakından temas etmeyi çok derin özlemlerle arzu ediyordum. Ne yazık ki, birtakım engellerin araya girmesiyle buna muvaffak olamadım. Nihayet bugün Karahisarlılann içinde bulun­makla, o arzu ve özlemimin tahakkukunu görmekle memnun ve bahtiyarım. Bilhas­sa ahalinin hakkımda gösterdiği çok samimi, çok hararetli tezahürat, bende hürmet­ler, muhabbetler, hassasiyetler hasıl etti. Bugün muhterem Karahisar halkına alenen teşekkür etmiştim, şükranlanmın bir defa daha halka bildirilmesini burada yüksek heyetinizden tekrar rica ederim. Bekir Efendi Hazretleri’nin maziye ait görüşleri,

* Hâkimiyeti Milliye, 2 Nisan 1923, Numara: 779, s.4. Özeti için bkz. Tanin, 5 Nisan 1923, Numara: 174, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınlan, Ankara, 1959, s. 159-163. Eski yazı metinler Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

Harbi Umumiyi müteakip mütareke zamanlarına ve milletin o zamanki ahvaline da­ir muhakemeleri çok istifadeye ve feyz almaya değerdir. Bu hakikatleri bu kadar açıklık ve kuvvetle gören, mazi ile bugün arasında bu kadar güzel mukayeseler ya­pan Efendi Hazretleri’ne teşekkürü vecibe bilirim. Evvela kendi şahsi hislerini gös­termiş, ikinci olarak halkın hissiyatına salahiyet ve belagatle tercüman olmuştur ve söylediği sözlerde bilinmesi lazım gelen hakikatlerden geniş bir kavrayışla haberli oluşu iftihara değerdir. Hakikaten bütün millet fertleri ve bütün halk bu hakikatleri tanıdıktan, milletin çektiği acıları ve gördüğü felaketleri böyle idrak ettikten, kurtu­luş yolunu böyle açıklıkla anladıktan sonra o kara günlerin dönmesine imkân ve ih­timal yoktur. Ben milletin bir ferdi sıfatıyla sizlerde bu vukuf ve idraki görmekle haz ve saadetler içindeyim. Bekir Efendi Hazretlerinin beyanatı sırasında yeri gelince hakkımda esirgemedikleri iltifatkârane sözlerden dolayı hassaten teşekkür ederim. Her vakit tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste öna-yak olmuşsam, bu hizmet ve teşebbüsün asli kaynağı, hürmetler ve muhabbetlerle bağlı olduğum, bundan sonra da hürmet ve muhabbetle saadet ve ikbaline varlığımı hasredeceğim, hayatımı vakfedeceğim aziz milletime, sizlere aittir. (Alkışlar.) Efen­diler, bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir, lakin öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; me­ğer ki genel bir hissin, genel bir iradenin, milletteki bu genel ihtiyacın etkeni, ifade­si ve temsilcisi olsunlar. Bu milletin fikirlerine ve hissiyatına yakından vâkıf olmak­tan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı ifadeden başka bir şey yapma­dım. Onun bu kabiliyet ve hissiyatına olan vukufumla iftihar ediyorum. Milletimde -ki bugünkü zaferleri doğurabilecek hassayı görmüş olmak, bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir. (Alkışlar.) Bekir Efendi Hazretleri tarihi bir zemin üzerinde söz söy­lediler. Bazı cihangirlerden, fatihlerden bahis buyurdular.

Hakikaten tarihi vakaları bu suretle incelemekten, kahramanlar ve cihangirleri ta­rihi vakalar ile karşılaştırarak mukayeseden doğacak faydalar pek çoktur. Ben de bu noktadan şunu arz ederim ki, tarihte şanlar, şöhretler kazanmış pek çok insanlar mil­li noktadan fazilete sahip değildir. Mesela hakikaten askeri kudret sahibi olan, Mos­kova’ya kadar giden, yangınlar, harabeler üstünden Fransız ordusunu sürükleyip eri­ten Napolyon’u düşününüz. Onun hareketleri Fransız milletinin hakiki ve milli men-faatlarını değil, kendi cihangirane emellerini tatmin içindi. Bunu tatmin için Fran­sa’nın milyonlarca güzide evladını eritti ve nihayet hepinizin bildiğiniz akıbete uğra­dı. Bizim Osmanlı tarihindeki en büyük ve şanlı görülen harekâtı da aynı noktadan incelemek, aynı mahiyette mukayese etmek mümkündür.

Paşa Hazretleri, burada Fatih’in geniş ölçekteki batı siyasetini, Selim’in doğuda ve güneyde yapmak istediği aynı siyaseti ve Kanunî’nin her iki siyaseti birleştirerek takip ettiği cihangirane siyaseti etrafıyla ve bütün tarihi delilleriyle söz konusu ede­rek bunlarda milletin hakiki menfaatına aykırı ve zararlı olan mahiyetleri, bu şanlı seferler yüzünden uzak ve yabancı topraklarda milyonlarca vatan evladının yok olup gittiğini anlattıktan sonra nutuklarına devam ederek dediler ki:

262

Efendiler,

Milletlerden ibaret toplumlar, birer hükümet teşkili zaruretindedirler. Lakin bu zaruret toplumun kendisini muhafaza etmesi içindir. Hükümetlerin teşekkül maksa­dı, gayesi, manası bundan ibarettir. Halbuki bizim eski hükümetlerimiz bunu düşün­mediler, hükümetlerimizin başındakiler doğu ve batıya serseri1 harekât icra ettiler. yalnız harici siyasetler yapmak istediler. Halbuki harici siyaset bir toplumun dahili teşekkülü ile sıkı surette alakadardır. Çünkü dahili teşekküle dayanmayan harici si­yasetler daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun daimi teşekkülü ne kadar kuvvetli. metin olursa, harici siyaseti de o nispette kuvvetli ve sağlam olur. Halbuki Osmanlı hükümdarları asla harici emellerini, harici siyasetlerini doğu ve batının uzak iklimle­rine yapılan o zararlı maceraları milletin dahili ihtiyaçlanna ve teşekküllerine göre icra etmediler; bunun için bütün o seferler zayıf neticeler verdi. Nihayetinde ne o ha­rici emeller gerçekleşti, ne de dahili vaziyette bir istikrar husule geldi. Bütün tarihi devirlerde muhtelif milletlerde, muhtelif insanların yaptığı harekât hep bu şekilde in­celenebilir ve değerlendirilebilir. Böyle devletlerin akıbeti yok olmaktır. Nitekim Os­manlı devleti de, milleti değil şahısları düşündüğü için, milletin hayati ihtiyaçlarını temin değil, şahısların şan ve ihtirasını tatmin ile hareket ettiği için çökmeye ve düş­meye başladı. Nihayet yokluğun mezarına gömüldü. Milletimiz bu kadar sarsıntılar­dan sonra, asırların bu kadar tahribatından sonra, nihayetsiz yoksulluklara rağmen yeniden uyanmış, azim ve iman ile yeniden ayağa kalkmış, son bulmuş Osmanlı dev­leti yerine yeni Türkiya devleti halinde mevcudiyet arz eylemişse, bu, milletimizin kendi hukukuna, kendi hâkimiyetine, kendi benliğine sahip olmasından, hukukundan ve milli menfaatları haricinde emellerden kaçınarak yürümesinden husule gelmiştir. Milletimiz aynı yolda yürüdükçe hakikaten sonsuz olacağına şüphemiz olmamalıdır. Bu yolda yüründükçe şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Cenabı Hakkın lüt-fu bizimle beraber olacaktır.

Benim şahsen kuvvet ve kudretim, halkın bana gösterdiği emniyet ve itimattan ibarettir. Bu itimat devam ettikçe ben de bu itimada layık olmakta devam edecek ve geleceğe bu karşılıklı emniyetle hep beraber yürüyerek inşallah pek az zamanda mil­lete refah ve saadet verecek olan büyük gayemize varacağız. (Şiddetli alkışlar.)

I Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlışlıkla “seri” şeklinde okunmuş. (Y.N.)

263

KÜTAHYA SULTANİSİNDE ÖĞRETMENLERE NUTUK*

(24 MART 1923)

Paşa Hazretleri, Afyon Belediye Dairesinde halk ile biraz daha hasbıhalden son­ra istasyona dönmüş ve ertesi günü öğleye yakın halkın emsalsiz ve coşkun karşıla­ma ve tezahüratı içinde Kütahya’ya varmışlardır. Kütahya’da zaruret gereği pek az kalınacağı için hükümet, belediye daireleri, çini imalathaneleri, Kütahya’nın bazı ca­mileri ziyaret edildikten sonra Mektebi Sultaniye gidilmiş ve orada muallime ve mu­allimlerin hazır bulunmasıyla Paşa Hazretlerine verilen çay ziyafetinde irat edilen nutuklar ve okunan şiirleri müteakip Paşa Hazretleri nispeten kısa fakat canlı nutuk­larından birini irat buyurmuşlardır. On iki gün devam eden ve büyük kısmı şimendi­fer seyahatiyle geçen Adana seyahatinde Gazi Paşa tarafından on beş nutuk irat edil­miş olup, Kütahya Sultanisi ‘ndeki nutuk sonuncuyu teşkil etmektedir, irfan ordusu hakkında kıymetli hakikatleri ifade eden bu nutuk da aşağıdadır:

Muallime hanımlar ve muallim efendiler;

Bu irfan çatısı altında hepinizi bir arada görmekten ve hepinizi de selamlamaktan fevkalade memnun ve bahtiyarım. Müdür Beyefendi’nin çok güzel tasvir ve izah ey­lediği memleketimizi, toplumumuzu hakiki hedefe, saadet hedefine ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin ge­leceğini yoğuran irfan ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, feyiz­lidir, muhteremdir; fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi yekdiğerine tercih edilir. Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz, bu iki ordunun ikisi de hayatidir.

Yalnız siz, irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için şunu söyleyeyim ki, sizler, ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz. (Alkışlar.)

Muhterem muallime hanımlar ve muallim beyler, biz, iki ordudan birincisine, va­tanı çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya -bütün dünya bi­lir ve bütün dünya şahit oldu ki- pek mükemmelen sahibiz. Vatanın dört sene evvel düştüğü büyük felaketten sonra yoktan var olan bu ordu vatanı yok etmeye gelen düş­manı vatanın mukaddes ocağında boğup mahvetti. (Şiddetli alkışlar.) Yalnız, işimiz yalnız bu orduya sahip olmakla bitmiş, gayemiz yalnız bu ordunun zaferiyle sona er­miş değildir. Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlannda ne

* Hâkimiyeti Milliye, 2 Nisan 1923, Numara: 779, s.A; Anadolu’da Yenigün, 2 Nisan 1923, Numara: 764, s.3. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 163-165; Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c.l, TC Millî Eğitim Ba­kanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s. 131. Hâkimiyeti Milliye’deki es­ki yazı metin Musa Sarıkaya, Anadolu’da Yenigün’dtki ise Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

264

kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin sağlam neticeler vermesi ancak ir­fan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun semereleri kaybo­lur. Milletimizi hakiki saadet ve selamete ulaştırmak istiyorsak ve milletimize emin ve feyizli bir gelecek bahşeylemek istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin ebediyetini istiyorsak, bir an evvel büyük, mükemmel, nur­lu bir irfan ordusuna sahip olmak zaruretinde bulunduğumuzu inkâr edemeyiz.

Eski idarelerin, eski hükümet gençlerinin en büyük fenalıklarından biri de irfan ordusuna layık oldukları büyük ehemmiyeti vermemeleridir. Eğer bu ehemmiyet ve­rilseydi, geleceği ellerine verdiğimiz sizlere, gelecek kadar emin bir mevki verilmek lazım gelirdi. Henüz üç buçuk dört senelik bir hayata sahip olan milli idaremiz de, gerçi irfan ordusuyla layık olduğu kadar meşgul olamamıştır. Fakat bundaki zarure­ti milletin aydınları olan sizler elbette ki herkesten daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetlerimizi yalnız cepheye hasrettiğimiz, bütün metanetimizi cephedeki orduda toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa müddet içinde, bittabi irfan ordusuyla layıkıy­la meşgul olamazdık. Lakin Cenabı Hakka binlerce hamdü sena olsun ki, düşman karşısındaki aziz ordular için sarf ettiğimiz bütün emekler mesut semerelerini verdi. Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı gayretle irfan ordusu için çalışa­cak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, faaliyetlerimizin, gayretlerimizin mesut ve muzaffer semerelerini aynı parlaklık ve aynı feyiz ve bere­ketle elde edeceğiz. (Alkışlar.)

Arkadaşlar, asker ordusuyla irfan ordusu arasındaki benzerliği ve mutabakatı arz et­miş olmak için şunu da ilave edeyim; kıymetli bir eserde ordunun ruhu, subaylar heye­ti ve kumanda heyetidir, deniliyor. Hakikaten böyledir. Bir ordunun kıymeti subaylar ve kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz muallime hanımlar ve muallim beyler, sizler de irfan ordusunun subaylar ve kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. Bağımsızlık mücadelesinde, üç dört senedir, düşma­nı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız harpte ordunun ruhu olan subaylar ve kumanda heyet ve erkânı kıymetlerinin yüksekliğini nasıl göstermiş ve ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız nur ve inkılap mücadelesinin, milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup ve kahretmek harbinde dahi irfan ordusunun ruhu olan siz muallime hanımlar ve muallim beylerin aynı kabiliyeti göstereceğinize eminim. Hepi­nizi bu emniyetle selamlarım, muhterem arkadaşlar. (Sürekli ve şiddetli alkışlar.)

265

KONYA’DAN HACI HÜSEYİN AĞA İLE SÖYLEŞİ* (3 EKİM 1923)

Gazi Paşa, Büyük Millet Meclisinin riyaset odasında iki gün evvel beyaz sakallı olmasına rağmen kırmızı yüzlü, dinç ve pür sıhhat, abani sarıklı, yetmiş beşlik bir ih­tiyarı kabul etmiştir.

İhtiyar, Gazi Paşa’ya hürmet arz etmek, ve bazı maruzatta bulunmak üzere Kon­ya’dan şehrimize gelmiştir. Dün bir yazarımız ihtiyarla tanışmış ve kendisiyle görüş­müştür. Yazarımız mülakatını şöyle anlatıyor:

Muhatabım, çok sevgili ve tatlı dilli bir ihtiyardır, ismi Hacı Hüseyin Ağa’dır. Ga­zi Paşa ile neler görüştüğünü sorduğum zaman bana dedi ki:

-Paşa Efendiyi ben Konya’dan tanırım. Ona diyeceklerim vardı. Beni huzuruna aldı. Dedim ki, seninle burada mı söyleşelim evine varayım mı?

-“Bizim ev kalabalıktır, orada rahat rahat görüşemeyiz” dedi. “Peki” dedim. Sonra dedim ki “Paşa! Sana diyeceklerim var. Biz çiftçiler pek batkındırlar. Bu yakınlarda Konya’da bir kanal açtılar. Bizim çiftliğin yanından akan suya başka bir su karıştırdı­lar. Bu karışan su için bizden çiftçi dönümü hesabınca yetmiş beş kuruş alıyorlar. Bu­nu bizim vermemizin imkânı yoktur. Ahali bunu veremez. Bu işin hakkından gelemeye­ceğiz. Bunu aza indiriniz”. Paşa, beni dinledi sonra da “olur, düşünürüz” dedi.

Sonra “Paşa Hazretleri, bizim boynumuzu büken bir şey daha vardır” dedim. “Bi­zim Konya’mızda ne öküz kaldı ne de tohum. Bizim köylülere öküz ve tohum alıverin.” Paşa Efendi de:

“Onlara para ayırarak, öküz ve tohum alacağız” dedi. Dedim ki:

“Paşa Hazretleri, bizi cefalara düşüren bir şey daha var. Bu son günlerde malı­mızdan, canımızdan emin değiliz. Ahırlarımızdan atlarımızı, evlerimizden mallarımı­zı çalıyorlar. Eşkıyalar türemiş, bunları ne edeceksen hemen ediver”. Dedi ki:

“Bugün onun müzakeresini yaptık, kanun yapacağız. Onları her halde hızlandı­racağız.”

-“Allah seni millete bağışlasın. Sen her işi yaparsın” dedim.

Paşa Efendi bana sordu:

“Hüseyin Ağa, batak yerleri yaptırıyor musunuz?”

* Anadolu’da Yenigün, 5 Ekim 1923, Numara: 920, s.l. Eski yazı metin Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

Mustafa Kemal Paşa, 1 Ocak 1925 günü Ankara’dan hareketle Anadolu seyahatine çıkar ve 3-13 Ocak 1925 tarihleri arasında Konya’da kalır. 12 Ocak 1925 günü Hacı Hüseyin Ağa’yı evinde ziyaret eder. “Konya’da Hacı Hüseyin Ağayla Sohbet” başlıklı bu görüşme için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.17. (Y.N.)

“Belediye yardım ediyor. Allah’ın inayetiyle hepsi olur. Belediye Reisi Kâzım Bey’den hepimiz memnunuz. Allah işinde daim etsin” dedim. Sonra dedim ki “Paşa Efendi, validenin sana çok selamı vardır. Sana altı okka bal hediye gönderdi. ‘Bizim ağzımızı Paşa tatlandırdı, al bu balı Paşaya ver, onun da ağzı tatlansın’ dedi. Kadı­nına da bir namaz bürgüsü, Konya işi bir yün çorap ile bir de çalık gönderdi. Latife Hanımefendi bu örtüyü örtsün ve kışın çoraplarımızı giysin dedi”.

Paşa Efendi çok memnun oldu; güldü. Ben de çok sevindim, dedim ki “Paşa Haz­retleri, validemin sana çok selamı var. Bana, Paşanın gözlerinden öp dedi. Gel Pa­şam seni öpeyim” dedim. Ayağa kalktı, masanın önünden bana doğru eğildi. Müba­rek gözlerinden öpü öpüverdim. Sonra selamlaştık birbirimizden ayrıldık. Oğlum, Paşa’mızdan çok memnunuz. Biz Konyalılar Paşayı canımızdan fazla seviyoruz. Yet­miş beş yaşına geldim. Böyle büyük adam görmedim. Bizi kâfirin elinden kurtardı. Ben onun ellerini değil ayaklarını bile öperim.

BURSA’NIN KURTULUŞUNUN İKİNCİ YILDÖNÜMÜ ÜZERİNE BURSA HALKINA NUTUK*

(11 EYLÜL 1924)

Bursa, 11 Eylül (Özel olarak gönderdiğimiz muhabirimizden) Bursa coşkundu. Bütün sokaklar dolmuştu. Saat 2’de belediyeye geldi. Evvela mebusların, sonra vilayet erkânı ve muallimlerin, adliye memurlarının, esnafın teb­riklerini kabul etti. Bu esnada Macar Moris Velmuş da kabul edilmiştir. Kabul mera­siminden sonra hazırlanan kürsüye gitti. Halk, Gaziyi görmeye koşuyordu. Zabıta, izdihamı engellemek için ahaliyi geriye sevk ederken Gazi Paşa ayağa kalktı. “Arka­daşlar, asker, polis çekilin” diye emir verdi. Halk, Paşa’nın etrafını aldı. Tevfik Bey’in nutkuna Gazi Paşa nutkuyla karşılık verdi. Halk, Paşayı bütün kalbiyle dinliyordu. Nutuk yüzlerce defa alkışlandı. Geçit töreni çok güzel oldu. Piyadeler, topçular, bü­tün asker çok mükemmeldi. Hepsi iftiharla Gazi’yi selamlıyorlardı. Gazi Paşa ku­mandanlara askerden dolayı takdirlerini belirtti. Müteakiben Işıklar Lisesi geçti. Ga­zi Paşa, küçük talebelere selamla iltifat etti.

Bundan sonra Mudanya’ya gidildi. Bursa’da Osman Gazi türbesinde Şehit Asker için kolordu kumandanının huzuruyla merasim yapıldı. Halk, fırka karargâhında or­duya şükran arzına geldiler. Bir zat nutuk irat etti. Ali Hikmet Paşa da karşılık ver­di. Şimdi Bursa fener alayları içinde çalkalanıyor.

Gazi Paşa’nın İrat Ettiği Nutuk

Efendiler, Bursa’nın kurtuluşuna tesadüf eden bugünlerde, burada, aranızda buluna­rak sevinçlerinize şahsen iştirak edebildiğimden, pek ziyade memnun ve bahtiyarım.

Memleket namına irat edilen hitabede gösterilen samimi hissiyata, muhabbete, itimada bütün kalbimle teşekkür ederim. Fakat, müsaadenizle derhal izah etmeliyim ki, ifade olunan bütün takdirler, benim şahsımdan ziyade, beni de başında bulundur­duğunuz kahraman Türk ordularının yüksek kumanda ve subaylar heyetlerine ve fe­dakâr askerlerine, en nihayet bütün bu kahramanların anası, babası, velinimeti olan büyük Türk milletine aittir. Ben de bu şanlı orduların bir ferdi, büyük Türk milleti-

* Vakit, 12 Eylül 1924, Numara: 2409, s. 1-2; Cumhuriyet. 12 Eylül 1924, Numara: 126, s. I; Hâkimiyeti Milliye. 14 Eylül 1924, Numara: 1220, s. 1-2; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Sonbahar Seyahatleri, 1925, s.55-60. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tari­hi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 183-187. Vakit, Cumhuriyet ve Hâkimiyeti Milliye’Ğeki eski ya­zı metinler Hüseyin Gültekin, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Sonbahar Seyahat-leri’ndeki Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

1 Buraya kadarki kısım Vakit’tc yer almaktadır. (Y.N.)

297

nin bir evladı olmakla ve onun hizmetine mevcudiyetimi hasretmiş bulunmakla ifti­har etmekteyim ve mesudum.

Aziz hemşerilerim, nutuk irat eden arkadaşımız, yedi asırdan beri bu yeşil yurda düşman ayağı basmadığını söylerken, yirmi-yirmi beş asırlık Bursa’nın malumumuz olabilen bütün tarihi beynimde canlandı. Bu uzun hayatlı güzel şehrin ve şehirlilerin çok zararlar görmüş, çok kara günler geçirmiş olduklarını hatırladım. Bitinya kralla­rının Husrev’lere, İskender’lere boyun eğmekle tahtlarında oturabildikleri devirler­den, Bursa’nın Roma veya1 Bizans vilayeti halinde idare olunduğu zamanlardan bah­sedecek değilim. Fakat, Bursa’nın taşı toprağı ve baştan nihayete kadar bütün ahalisi Türk olduktan sonra geçirdiği kederleri hatırlatmak isterim.

Arkadaşlar, ecdadımız Türkler buraya sahip olup yerleştikten sonra kaç Türk hü­kümdarı, kaç Osmanlı şehzadesi saltanat taç ve tahtı kavgasıyla Bursa’ya hücum et­mişler, Bursa’yı yakmışlar, yıkmışlar, ahalisini soymuşlardır. Zavallı Bursa ve Bursa­lılar bu saltanat düşkünlerinin oyuncağı halinde ne acı günler geçirmiştir.

Efendiler, bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acı­dır. Fakat, kendi ırkından büyük tanıdığı ve başlarında taşıdığı insanlardan vefasız-lık, felaket görmesi ondan daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.

Kardeşler, Bursa’nın kurtuluş gününde, kurtulduğu felaketin hakiki müsebbiple­rini de hatırlamak ve onları ilelebet lanetlemek lazımdır. Bunun için hatıratınızı bun­dan dört-dört buçuk sene evveline döndürmek istiyorum.

İzmir rıhtımından aziz vatanımıza saldırılan Yunan ordusu, Balıkesir’in güneyle­rine kadar gelmişti. Arkadaşımız Kâzım Paşa, kendisine iltihak eden vatanperver, fe­dakâr bir avuç kahramanla bu düşmanın karşısında cephe teşkil etmişti. Onun kuze­ye ve doğuya yayılmasına, bilhassa kıymetli Bursa’mızı çiğnemesine engel olmaya çalışıyordu. Fakat, henüz İstanbul’da halife ve padişah unvanıyla oturan zat, taç ve tahtını muhafaza etmek hülyasıyla düşmanlarla birleşmişti. Fazla olarak onların Türk vatanını çiğnemesini, Türk milletini esir etmesini kolaylaştırmak vazifesini de taah­hüt etmişti.2 Ve bu maksatladır ki, Anzavur gibi pespayelere, payeler, paralar, vasıta­lar vererek, Karesi’de3 millet cephesini arkadan vurmaya memur etti. Topladığı bir­takım haşeratı halife ordusu namı altında İzmit’e çıkardı. Milleti düşman esaretine teşvik etti. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanları idama mahkûm etti. Yunan tayyareleriyle millete fetvalar yağdırdı.

Baştan, arkadan ve içeriden gelen bu hücumlar, bu hıyanetler, bu fesatlıklar, ha­rici düşman karşısındaki kuvvetlerimizden birçoğunu ayarttı.4 Milleti kalbinden han-çerlemeyi hedefleyen bu cinayetler her türlü tehlikelerin üzerinde idi. Her şeyden ev­vel buna yönelmek zaruri idi. Halife ve padişah hıyanet vazifesinde muvaffak olmuş­tu; hakikaten milli cepheyi zayıflatmış ve birçok sinirleri gevşetmişti.

Düşmanlar bu fırsatı kaçılmadılar; taarruz ettiler, yürüdüler, birçok güzel şehir ve kasabalarımızla beraber bu yeşil yurdu da çiğneyip geçtiler. İşte bu suretledir ki, Bur­sa ve Bursalılar iki seneden fazla devam eden feci, uğursuz felakete, esarete düştüler.

  • Vakit ve Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Sonbahar Seyahatleri’nâe “ve”. (Y.N,)
  • Cumhuriyet’te “deruhte etmişti” (üstlenmişti). (Y.N.)
  • Balıkesir. (Y.N.)
  • Eski yazı metinlerde “ayırttı” yazılmış. “Ayarttı” olmalı. (Y.N.)

298

i Bu felaketten içimizin ne kadar kan ağladığını ve onu bir an evvel bertaraf etmek için vicdanlarımızın ne kadar sızladığını izah edemem. Fakat, ne çare ki, üzerimize saldırılan halife ordusu namı altındaki idraksiz sürüleri bertaraf etmek, halifenin mil­let içinde yer yer tutuşturduğu fesat ve nifak yangınlarını bastırmak ve ondan sonra da vatanımızın en mamur yerlerini eline geçirmiş olan kuvvetli bir düşman ordusu­nu denize dökecek kadar kuvvetlenmek ve hazırlanmak ihtiyacında idik. Birçok müş­kül safhalardan sonra, nihayet, Türk milleti dahilinde sükûneti temine muvaffak ol­du ve düşman ordusunu denize dökmek kudretini de buldu. Artık ondan sonra bir an dahi durmaksızın güzel Bursa’yı ve düşman elinde bulunan bütün aziz vatan parçala­rını kurtarmak kararını tatbik etti.

Arkadaşlar, Türk orduları düşman ordusunun ana kuvvetlerini Karahisar civarın­da yakalayabilecekti. Onun için Bursa’yı elinde tutan, Bursa yollarını kapayan düş­man kuvvetlerine sıra, biraz sonra gelecekti. Hakikaten. Afyonkarahisar-Dumlupı-nar-Aitıntaş üçgeni içinde iki tarafın ana kuvvetleri çarpışırken; Gemlik-İznik Gölü-Bilecik hattında düşmanın takviye olunmuş olan 11. Fırkasını, Halit Paşa kumanda­sında Kocaeli Grubumuz ve Eskişehir’de bulunan 3., 10. ve müstakil fırkalarını. Şük­rü Naili Paşa kumandasında bulunan 3. Kolordumuz başlangıçta yalnız tespit etmek vazifesini almışlardı.

Büyük Meydan Muharebesi’nin muvaffakiyetle tecelli ve devam eden ilk günlerin­den sonra 28 Ağustos gününde idi ki, meydan muharebesi sahasından bir süvari fırka­mızı, bir gün sonra da 1. Piyade Fırkası’yla Büyük Millet Meclisi Muhafız Taburunu Kütahya-İnönü istikametinde düşmanın Eskişehir Grubu gerisine sevk ettik. Bu kuv­vetlerimiz, düşmanın Eskişehir Grubundan ayrılıp batıya yürüyen müstakil fırkasına Kütahya güneyinde tesadüf ederek onu mağlup ve perişan ettikten sonra yollarına de­vam ettiler ve Eskişehir’den sökülen düşmanı takip eden 3. Kolordumuzla İnönü ci­varında birleştiler. İnönü mevzilerinde durmak isteyen düşmana hep beraber taarruz ederek mağlup ettiler. Ricat eden düşman tekrar Karaköy sırtlarında mevzi aldı. 11. Fırka’larının cephesini uzatmış oldu. Artık Kocaeli Grubu da kahramanca faaliyete geçmişti. 3. Kolordumuz bütün kuvvetleriyle Karaköy sırtlarına taarruz ederken, Ko­caeli Grubu Kumandanı da bizzat kumanda ettiği özel bir müfreze ile Gemlik ile İz­nik Gölü arasındaki dar mıntıkada düşmana şiddetli taarruzlarla baskı yaparak, Kara­köy’e kadar uzanan düşman cephesinin ricat hattını tehlikeye sokuyordu. Nihayet bü­tün bu cephede ricata mecbur edilen düşman öteden beri hazırlamış olduğu Kazancı sırtları-Gemlik hattındaki müstahkem mevzilerine çekildi. Takip eden kuvvetlerimiz bu mevzilerde dahi düşman üzerine atıldılar. 9 Eylül günü ordumuzun ana kuvvetleri İzmir’e dahil olurken, buradaki kuvvetlerimiz de, düşmanın son müstahkem mevzile­rinde 3., 10., 11. fırkalarını mağlup ve perişan ederek, onları Bursa ovalarında takibe koyuldu. Artık Bursa kurtulmuştu. Fakat Türk orduları Bursa ve Bursalıları ve daha nice kıymetli şehir ve kasabalarımızı ve oralardaki kardeşlerimizi ezen, onlara işken­ce eden bu düşmanı bu kadarla bırakamazdı. Onun için 10 Eylül akşamı Bursa’yı ta­mamen kurtardıktan sonra çekilen düşman fırkalarının durmaksızın peşine düştü.

Düşmanın 11. Fırkası, gemilerle gelmiş bir ihtiyat alayıyla beraber, başlarında ku­mandanları olduğu halde Mudanya’da esir edildi. 3. ve 10. Fırkaları da Kapudağı ya-

299

rımadası boğazında yakalanarak hemen tamamen mahvedildi. Ancak bunların kılıç artıkları orada bekleyen gemilerine can atabilmişlerdi.

İşte bu suretle Bursalılar iki sene kendilerine eziyet eden istilacıların, mütecaviz­lerin uğradıkları cezayı gözleriyle görerek kurtuluş gününe erişmiş oldular.

Efendiler, bu kurtuluş gününü size tebrik ederken, bu dağlarda, bu ovalarda kan­larını döken muhterem şehitlerimizi ve vatanları için, milletleri için mihnet ve me­şakkat bilmeyen kahraman gazilerimizi hürmetle ve tazimle yâd ederim.

Muhterem Bursalılar, matemlerin, felaketlerin nihayet bulduğuna işaret olan bu kurtuluş bayramında bu güzel beldeyi, bu feyizli mıntıkayı Türk Cumhuriyeti’nin bü­yük, medeni merkezlerinden biri hal ve şanına koymak için üzerinize düşen vazifenin ne kadar büyük, ne kadar gayret ve fedakârlığı gerektirdiğini de söylemek isterim.

Arkadaşlar, Nilüfer Çayı ve onunla birleşen birçok derelerle sulanan ovasıyla, 2 500 metre boylu dağının buzlu ve kaplıcalarının kaynar sularıyla, Mudanya gibi iskelesiyle, dağlarında ve ovalarındaki büyüleyici manzaralarıyla her türlü ilerle­meye aday olan bu latif, bu verimli, bu feyizli memleket mutlaka layık olduğu me­deniyet mertebesine ulaştırılmalıdır.

Efendiler, Bursa ziraat memleketidir, zanaat memleketidir, ticaret memleketidir, şi­fa memleketidir. Bursa, sahip olduğu tabii güzellikleriyle ferah ve neşe memleketidir.

Fakat muhterem kardeşler, bilelim ve itiraf edelim ki, Bursa bugünkü haliyle is­raf olunan asırların ve bu asırlarda uğradığımız felaketlerin nişanesinden başka bir şey değildir. Bu kıymetli belde henüz iftihar ve refahı icap ettiren mühim bir şey arz etmiyor. Onun için tekrar etmeliyim ki, memleketin talep ettiği teyakkuz ve uyanış ve ona göre gayret ve himmet derecesi büyüktür.

Bununla beraber, ey fedakâr ve memlekete muhabbetkâr muhterem Bursalılar, siz Cumhuriyet’in ayrılmaz bir parçası olan medeniyet ve yenilik yolunda yüksek eser­ler vücuda getireceksiniz. Bu suretle Türk Cumhuriyetini her gün daha çok takviye eden ve sağlamlaştıran unsurların daima ileri saflarında bulunacaksınız. Bundan as­la şüphe etmiyorum.

Arkadaşlar, inkılabımız Türkiye’nin asırlar için refahına, saadetine kefildir. Bize düşen, onu idrak ve takdir ederek çalışmaktır.1

1 Cumhuriyet’te “…takdir ederek muhafazası için çalışmaktır”. (Y.N.)

300

TRABZON HALKINA NUTUK* (15 EYLÜL 1924)

Trabzon, 16 (Özel muhabirimizden) – Dün akşam Belediye tarafından Reisicum­hur Hazretleri şerefine otuz kişilik pek mükellef bir ziyafet verildiğini bildirmiştim. Ziyafette Belediye ve halk namına Halk Fırkası heyetinden Dava Vekili Faik Bey, Ga­zi Paşa Hazretleri’ne hitaben bir nutuk irat etmiş ve demiştir ki: […]

Reisicumhur Hazretleri bu nutka pek samimi bir mukabelede bulunmuşlar ve Trabzonlulara teşekkür ederek demişlerdir ki:

Muhterem efendiler, Trabzon ve Trabzonluları temsil eden zatıâlileriyle bir sofra­da bulunduğumdan, pek büyük bir memnuniyet hissediyorum. Bilhassa bugün yap­tıkları hararetli karşılamadan, gösterdikleri ciddi ve samimi muhabbetten dolayı muhterem Trabzon ahalisine arz etmeyi vazife bildiğim kalbi teşekkürlerimi zatıâli-lerinize hitap ile ifadeye fırsat bulduğumdan, çok bahtiyarım.

Efendiler, hemen bütün Trabzon halkını, yekpare bir samimiyet kitlesi halinde gördüm. Kadınlarının, çocuklarının, ihtiyarlarının gözlerinde yaş gördüm. Bu ne fev­kalade his, bu ne şefkat, bu ne yüksek ahlaktır.1 İtiraf etmeye mecburum ki, bugün­kü gördüklerimin ve hissettiklerimin bu kıymetli memleket ve bu muhterem halk hakkında bende hasıl ettiği fikirleri, kanaatleri, bugüne kadar hiçbir vasıta bu dere­cede temin edememişti. Emin olabilirsiniz ki, Trabzon’u ve muhterem Trabzonluları ziyaret etmek, senelerden beri bende hâkim olan büyük bir arzu ve derin bir özlem halinde idi. Beni bu saadetten bugüne kadar mahrum eden, malumunuz olan ahval ve şartlar idi. Bugün çok mesudum; çünkü, beni, sevdiklerimi görmekten men eden o uğursuz şartlar, tamamen bertaraf edilmiştir.

Çok arzu ederdim ki, birçok telgraflarla beni görmek arzusunu gösteren Trabzon’a bağlı yerleri ve o yerlerin ahalisini de ziyaretle şerefyâb olayım. Fakat, o kadar zaman tahsisine imkân olmayacaktır. Ne yazık ki, onları şimdilik, yalnız hürmetle yâd ve se­lam ve muhabbetlerimi takdim eylemekle yetinmek mecburiyetinde bulunuyorum.

* Cumhurbaşkanlığı Arşivi, A: V-4, D: 81; F: 2-438’den fotokopisiyle birlikte aktaran: Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Gazi’nin Kuzeydoğu Gezileri (Eylül-Ekim 1924)”, 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevresi, c.l, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1973, s.137-138, 162-164; Hâkimiyeti Milliye, 17 Eylül 1924, Numara: 1223, s.l; Cumhuriyet, 17 Eylül 1924, Numara: 131, s. 1-2; Vakit, 17 Eylül 1924, Numa­ra: 2414, s.l; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin Sonbahar Seyahatleri, 1925, s.67-69. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri fi, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 187-188. 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevr<?.v/”ndeki eski yazı belge Ahmet Hezarfen, diğer es­ki yazı metinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

1 …Sonbahar Seyahatlerinde “asalettir”. (Y.N.)

303

Arkadaşlar, beş sene evvel ilk defa Samsun’a ayak bastığım zaman, bana kalp kuvveti veren vatandaşlarımın ilk safında kahraman Trabzonluların bulunduğunu as­la unutmayacağım. Büyük kanlı Sakarya Muharebesine 3. Fırka ile yetişen Trabzon evlatlarının muharebe meydanında gösterdikleri fedakârlıkların kıymetli hatırası da­ima beynimde nakşolmuş kalacaktır. Bu vatanperver halka, o kahraman evlatlara sa­hip olan bu kıymetli memleketimizi, bir Ermenistan kapısı veya hayal edilen bir Pon-tos Krallığı ülkesi yapmak talep ve tehditleri, ne uğursuz idi. Şüphesiz o kâbuslar, ile­lebet hayal olmuştur.

Efendiler, vatanın birliğini, hürriyet ve bağımsızlığını temin eden, milletimizi Cumhuriyet idaresine kavuşturan inkılabımız, iktisadi refah ve saadetimizi, medeni­yet âleminde layık olduğumuz mevkii de temin edecektir. Bu verimli, ahalisi zeki, müteşebbis, çalışkan olan Trabzon’umuzu, az zamanda dahile şimendiferle bağlan­mış, güzel rıhtım ve limanla donatılmış görmek, en büyük emelimdir.

Trabzon, Türk camiasında Cumhuriyetin, zengin, kuvvetli, hassas, pek mühim dayanak kaynaklarından biridir. Böyle bir Cumhuriyet şehri, elbette1 lüzumlu gördü­ğü bütün ümran ve ilerleme vasıtalarına sahip olacaktır.

Sözlerime nihayet verirken, muhterem Trabzonlulara muhabbet ve hürmetlerimin ve gösterdikleri samimi hissiyattan dolayı teşekkürlerimin bildirilmesine aracı olma­nızı rica ederim.

I Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatlerinde “atide” (gelecekte). (Y.N.)

304

TRABZON SEYAHATİ HAKKINDA BAŞVEKİL İSMET PAŞA’YA*

(15 EYLÜL 1924)

Türkiye Cumhuriyeti                                                                     Trabzon

Başvekâleti                                                                              15.9.340 [1924]

Kalemi Mahsus Müdüriyeti

Adet

Makine Başında Gayet Aceledir

Ankara’da Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine

Bugün öğleden önce saat onda Trabzon’a geldik. Deniz kıyılarından başlayarak bütün güzergâha koşan halkın çok samimi ve kalbi tezahüratı arasında Belediye, Halk Fırkası ve Hükümete gidildi. Hükümet civarında askeri kıtanın teftiş ve geçit törenini müteakip şehirde tahsis olunan ikametgâha geldik. Muhterem halkın göster­diği muhabbetten çok memnunum.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi’nden fotokopisiyle birlikte aktaran: Veysel Usta, Atatürk ve Trabzon/ Fotoğraflar-Belgeler-Dcmeçler, Serander Yayınları, Trabzon, 1999, s.10-11. Eski yazı belge Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

305

Halkla Konuşmalar 5

TRABZON HALK FIRKASININ VERDİĞİ ZİYAFETTE NUTUK*

(16 EYLÜL 1924)

Trabzon, 16 (AA) Gazi Paşa Hazretleri bugün hükümet dairesini teşrif ederek, üst seviyedeki memurları ile daireleri alakadar eden meseleler hakkında ayrı ayrı görüşmüşlerdir. Ondan sonra ziraat müdürü, evkaf müdürü, sermühendis, defterdar, maarif müdürü, nüfus müdürlerinden birer birer dairelerin idari vaziyetlerini sor­duktan sonra, Adliye’de cinayet reisi ve cinayet müddeiumumisine de vilayetin adli vaziyeti hakkında bazı sorular sormuşlar ve orada Vali Bey’i refakatlerine alarak li­seye gitmişlerdir. Liseyi tamamen gezdikleri gibi, muallim beylerle ayrı ayrı konuş­muşlar ve birlikte çay içmişlerdir.2 Paşa Hazretleri, İplik Mensucat Fabrikası’na gi­derek, büyük alaka ile incelemelerde bulunmuşlar ve fabrikaların gelişme ve ilerle­mesi arzusunu ifade etmişlerdir. Müteakiben dönerek Memleket Hastanesi’ni ziyaret etmişler ve hasta koğuşlarını birer birer gezmişlerdir. Ondan sonra, geçen sene açı­lan Ticaret Mektebi ve oradan da Erkek Muallim Mektebi’ni ziyaret eylemişler ve

* Hâkimiyeti Milliye, 18 Eylül 1924, Numara: 1224, s.l; Cumhuriyet, 18 Eylül 1924, Numara: 132, s.l; Vakit. 18 Eylül 1924, Numara: 2415, s.1-2; Tanın, 18 Eylül 1924, Numara: 964, s.l; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Sonbahar Seyahatleri, 1925, s.72-73. Ayrıca bkz. Büyük Tarih Trab­zon’da, Derleyen: Trabzon Çocuk Esirgeme Kurumu, İstanbul, 1938, s.9-10; Atatürk’ün Söylev ve De­meçleri I!, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 189-190. 7an/n’deki eski yazı metin Musa Sarıkaya, diğerleri Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

  • Ağır ceza reisi ve ağır ceza savcısı. (Y.N.)
  • O sırada Trabzon Lisesi’nde Fransızca, Edebiyat ve Tarih öğretmenliği yapan Münir Hayri (Egeli) Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın liseyi ziyaretini şöyle aktarmaktadır:

“Trabzon Lisesi’nde muallimler odasında otururken dini ilimler hocasına:

-Hocaefendi, Vettini vezzeytuni, ne demektir? diye sordu. Hoca, şaşırdı. Arkasından, İslamın bina­sını sordu. Hoca bütün bütün bocaladı. Nihayet peygamberimiz hakkında bazı meseleleri ortaya at­tı. Bu sırada haber gönderilen Cudi Efendi ismindeki muhterem müftü gelip imdada yetişti. O va­kit Atatürk, olanları anlattı ve sordu: -Bu zat nerede yetişmiştir? -Medresede…

-Peki, medresede ne okumuştur? -Lisanı Arabî…

-İnsaf edin, Efendi Hazretleri, bir medreseden icazet alıp bir soruya cevap veremeyen bu ulemayı neyleyelim. Bu medreseleri ne yapmalı?.. Cudi Efendi:

-Vallahi Paşam, kapamalıdır, deyince Ata: -Ben de onu düşünüyorum, cevabını vermişti.”

Bkz. Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hâtıralar, 2. Basım, Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapçılık ve Kâğıtçılık Ltd. Şti., İstanbul, 1959, s.78. Ayrıca bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c.l, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.173. (Y.N.)

309

 

mektebin kültür müzesiyle yakından alakadar olarak çoğu eserleri incelemiş ve mek­tebin defterine hatıralarını kayıt buyurmuşlardır. Oradan dönerek Hürriyet Meyda-nı’ndan sahile dik olarak açılacak 25 kilometrelik caddenin temelinin atılmasını icra buyurmuşlar ve bu esnada caddenin yüce isimleriyle adlandırılması için gösterilen arzuyu kabul buyurmuşlardır. Müteakiben askeri kumandanlığını ziyaret ederek ika­metlerine tahsis edilen binaya dönmüşlerdir. Bu gece saat 9’da Halk Fırkası binasın­da Fırka tarafından Paşa Hazretleri şerefine bir ziyafet çekilmiş, iki buçuk saat de­vam eden bu ziyafette Fırka namına aşağıdaki nutuk irat edilmiştir: […]

Gazi Paşa Hazretleri bu nutka aşağıdaki gibi karşılık vermişlerdir:

Muhterem arkadaşlar, Trabzon’u, temiz kalpli muhterem Trabzonluları bizzat gör­düğümden, onların temsilcileriyle şahsen tanıştığımdan çok memnun ve bahtiyar bir haldeyim. Cumhuriyet hükümetimizin büyük fırkasının Trabzon muhterem heyetiy­le Fırka mahfilinde bir arada bulunmak fırsatını bana bahşettiğinizden dolayı bahti­yarlığım sonsuz olmuştur.

Arkadaşlar, Halk Fırkası, memleket ve millet her türlü dayanaktan mahrum bıra­kılarak felakete atıldığı uğursuz zamanda bütün milleti kadrosu içine alarak kuvvet ve kudret yapan, harici düşmanları kovan, dahili düşmanları imha eden, halka hürri­yet ve hâkimiyet temin eden mukaddes bir cemiyettir. Halk Fırkası, hiçbir safsataya iltifat etmeyerek Türk Cumhuriyeti’ni kuran inkılapçı bir ruhun bütün millette1 ken­disini gösteren örgütlenişidir. Halk Fırkası, Türkiye’yi medeni âleme sokan ve orada yükseltmeyi taahhüt eden azimkar bir fırkadır. Onun için Başvekilimiz muhterem İs­met Paşa Hazretlerinin fiilen idare ve riyaset ettikleri Halk Fırkasının umumi reisli­ği benim için iftihar sebebidir.

Arkadaşlar, bu münasebetle bir reisicumhurun fırka reisliğiyle alakası cihetini iki­de bir tekrar edenler ve bütün cihan bilsin ki, benim için bir taraflık vardır, bitaraflık2 değil. Bir tarafım, o da Cumhuriyet taraftarlığı, fikri ve toplumsal inkılap taraftarlığı. Halk Fırkasının mefkuresi, esas umdesi olan bu noktada, yeni Türkiye camiasında bir ferdi hariç tasavvur etmek istemiyorum. Onun için Cumhuriyet riyasetinde bulundu­ğum halde, Fırkamızın umumi riyasetini de iftiharla muhafaza ediyorum.

Bu suretle yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin takviyesine ve sağ­lamlaştırmasına hizmet etmekte olduğum kanaatindeyim.

Muhterem arkadaşlar, fikri ve toplumsal inkılapta bana verdiğiniz kuvvet ve ce­sarete hassaten teşekkür ederim. Cemiyetimiz, fırkamız, millet içinde, milletle be­raber vatan ve bağımsızlığı kurtarmakta önder olduğu gibi, fikri ve toplumsal inkı­lapta da rehberliğini yapacak ve mutlaka muvaffak olacaktır. Fırkamızın izlediği yol milletin yüksek ve hayati menfaatlarıdır. Bugüne kadar bütün eserler ve hadiseler bunu ispat etti.

Arkadaşlar, milletin muhabbet ve itimadından emin olarak üzerinde bulunduğu­muz medeniyet, ilerleme ve yenilik yolunda azimli ve tereddütsüz yürüyelim.

  • Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatlerinde “memleketlerde”. (Y.N.)
  • Bitaraflık: Tarafsızlık. (Y.N.)

310

 

GİRESUN GENÇLERİNE NUTUK* (19 EYLÜL 1924)

19 Eylül 340 [1924]

[…] Bugün Giresun en büyük, en tarihi ve en heyecanlı gününü geçirecekti. […] Yüz binlerce halk, sahillere dökülmüş, caddeleri doldurmuştu. Halk, Reisicum-hur’unu, Gazi Paşasını görmek ve alkışlamak için sabırsızlanıyordu. […] Paşa, is­keleye adım atar atmaz bir kurban kesildi. […] Piyade ve jandarma subayları ve as­kerleri iskelede mevki almışlardı. “Nasılsınız askerler” diye hatır soruldu.

Mithat Paşa Oteli’nin köşesini takiben yerlerini tutmuş olan halk. Paşayı görür görmez bir alkış tufanı, “Yaşa büyük kurtarıcı” nidaları göklere yükselmeye başladı.

Bilgi Yurdunun yılmaz gençleri bütün meydanı çınlatıyorlardı.

[…] Gazi Paşa, Yurt binasının önünden geçerken, gençler namına Doktor Necdet Bey çok heyecanlı bir nutuk söylediler. Nutuk başlarken yurdun formasını giymiş iki yurtlu genç, Süreyya ve Sırrı Beyler, Bilgi Yurdu ismini taşıyan merasim bayrağıyla Paşanın önünü kesmişlerdi. Yurt binasından Paşa’mn üstüne konfetiler yağıyordu.

Maalesef Paşa’nın nutkunu tamamen not edemedik. Gür ve kuvvetli bir sesle Pa­şa böyle başladı:

“Ey genç! Bütün memleketin gençliğine tercüman olan kıymettar sözlerinden fevkalade memnun oldum .. Hakikatin ifadesi olan Giresun gençliğini tebrik ederim.

* Giresun İşık, 24 Eylül 1924, Numara: 101, s.l. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Tamını ve Telgrafları V, Hazırlayanlar: Sadi Borak-Dr. Utkan Kocatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s.32. Eski yazı metin Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur. Mustafa Kemal Paşa’mn konuşması diğer kaynak ve gazetelerde şu şekilde yer almaktadır:

Reisicumhur Hazretleri gençlerin bu tezahüratına karşı gelecekten emin olduğunu beyan buyurarak:

‘Bu sözlerinizle bütün memleket gençliğine tercüman olmaktasınız. Muharebe meydanlarında kan­larını akıtan şehitlerin ruhları, bu sözleri işitmekte ve müsterih olmaktadır. Memleketin şuurlu ve zinde gençliği karşısında hissettiğim bahtiyarlık büyüktür’ cümleleriyle karşılık vermişlerdir.”

Bkz. Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden fotokopisiyle birlikte aktaran: Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Gazi’nin Kuzeydoğu Gezileri (Eylül-Ekim 1924)”, 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevresi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1973, c.l, s.170; Hâkimiyeti Milliye, 21 Eylül 1924, Numara: 1226, s.1-2; Cumhu­riyet, 21 Eylül 1924, Numara: 135, s. I -2; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Pasa Hazretleri’nin Sonba­har Seyahatleri, 1925, s.84-85. Ayrıca bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928). c.l, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s. 177. 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevms/’ndeki eski yazı belge Ahmet Hezarfen, Hâkimiyeti Milliye ve Cıımhuriyet’lek’ı eski yazı metinler Hüseyin Gültekin, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazret­lerinin Sonbahar Seyahatleri’ndeki ise Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur. (Y.N.)

 

Afyonkarahisar, Dumlupınar’da sizin uşaklardan da vardı. Bundan dolayı müsterih ve memnun olabilirsiniz. Bu sözleri söyleyen gençlikle memleket iftihar edecektir…

Bu memleketin gençliği, hakkımda pek büyük teveccüh gösterdi… Bu kadar la­yık olduğumu bilmiyordum. (Layıksınız Paşa sesleri.)

Arkadaşlar, bu memleketi ve bu milleti asırlardan beri berbat edenler çoktan öl­müştür. Bütün gençlik buna iman etmelidirler… Bizim başlarımız gitmedikçe, bizim kanımız akmadıkça bunlar bir daha dönmeyeceklerdir.”

[…] Hükümetten dönerken Hazine Vekili Hasan Fikret Bey yazıhanesi balkonun­dan Paşa’ya hitaben bazı sözler söylemiştir. […]

Bilgi Yurdu kapısında bekleyen heyet, Paşa Hazretlerine “buyurunuz” demişler ve bütün heyetle yurda dahil olunmuştur. Yurdun piyanosu çalıyordu. Paşa, piyano­nun yanında yeşil kanepeye oturmuşlar ve yurt heyeti kendisine takdim edilmiştir. Yurt binasını beğenmeyen Paşa “Yalnız bir salonunuz mu vardır?” demesi üzerine kendilerine izahat verilmiş ve bu binaya ne için gelindiği tafsilatıyla anlatılmıştır. “Emvali metruke’ binalarından müsait bir bina var mıdır?” diye sormuşlar, müsait bi­nalar kendilerine anlatılınca Vali’ye işaretle yaverine bağırmış, “Ne için gençlere is­tedikleri binayı vermediniz” demişlerdir. Birçok mazeretler öne süren Vali, kendisini haklı çıkarmak istemiş, birçok derelerden su getirmiş ise de Paşa’nın kati emirlerine karşı para etmemiş, “Ben Maliye ile anlaşırım. Siz bu binayı gençlere verin” diye Gi­resun gençlerini minnetler içinde bırakmışlardır. Paşa Hazretleri sohbet esnasında buyurmuşlardır ki: “Ne için ayrı bir isim altında çalışıyorsunuz? Yeni binaya taşın­dıktan sonra isminizi Türk Ocağı’na çevirin” demişlerdir. Daha bazı özel sohbetler­de bulunduktan sonra. Paşa, Bilgi Yurdundan “Bu kadar kuvvetli ve zinde bir genç­lik içinde kendimi gördüğümden dolayı bahtiyarım” sözleriyle ayrılmıştır. […]

Paşa Hazretleri, belediye önünde otomobillerinden inmişler ve iskeleye kadar olan mesafeyi yaya olarak yürümüşlerdir, iskeleye gelmezden evvel Yıldız Lokanta-sı’nın Fransızca yazılı levhası nazarı dikkatini çekmiş ve derhal indirilmesi için emir verilmiştir, iskeleden sonra birinci takın önünde yerlere kapanarak Paşanın yanına birisi yaklaştı. Paşa, derhal durdu. Titreyen elleriyle Paşaya bir kâğıt uzatan bu adam aynı zamanda söylüyordu: “Üç günden beri çoluk çocuk aç yatıyoruz. Mavna­larımızı işe karıştırmıyorlar, Paşam” diyor ve mütemadiyen ağlıyordu. Paşa, Validen meselenin izahım istedi ve sonra hemen mavnaların suya inmesine ve iş görmeleri­ne emir verdi. Kayıkçı tekrar Paşanın ayaklarına kapandı.

Bütün memleket halkının alkışları arasında iskeleye ulaşan Paşa Hazretleri, iki taraflı duran halkın ellerini sıkmış ve istimbotlarına binerek yine yaşa sesleri arasın­da iskeleden uzaklaşmışlardır.

I Emvali metruke: Terk edilmiş, bırakılmış, sahipleri bilinmeyen mallar. Hükümetçe görülen idari ve siyasi lüzum ve zaruret üzerine bulundukları yerlerden başka yerlere naklolunan veya kendiliklerinden bulun­dukları yerleri terk ederek kaybolan, ayrılan veyahut yabancı memleketlere, yahut düşman işgali altında bulunan yerlere kaçan gayrimüslim unsurların bıraktıkları mallar hakkında kullanılır bir tabirdir. (Y.N.)

30

 

ORDU HALKINA NUTUK* (19 EYLÜL 1924)

Ordu, 19 (AA) – Ordulular mütehassisane beklemekte oldukları Reisicumhur Ga­zi Paşa Hazretleri’nin teşriflerini haber alınca, halk fevkalade heyecan ile akın akın karşılamaya koşuştular ve saat 3 sonrada ufukta görünen ve Büyük Gazimizi getiren Hamidiye Kruvazörünü herkes büyük bir istekle beklemekteydi. Reisicumhur Hazret­leri’ne vapurda karşılama ve saygı törenini yapmak üzere Vali Rifat ve Ordu Mebu­su Faik, Belediye ve Halk Fırkası Reisi Yusuf Beylerden meydana gelen heyet Hami­diye Kruvazörüne gitmiş ve kendilerini Halk Fırkası, Belediye, Ticaret Odası, Hila­li Ahmer, İdare Meclisi ve Vilayet Encümeni, Muallimler Birliği, Gençlik Yükselme Birliği, İdman Yurdu, ihtiyat subayları, manifatura, terziler, kunduracılar, esnaf he­yetleri ve müesseseler tarafından ayrı ayrı kayıklarla diğer karşılama heyetleri takip etmiştir. Valinin riyasetindeki karşılama heyeti tarafından Reisicumhur Hazretleri’ne hükümet ve halk namına tazimat arz olunmuştur. […]

Reisicumhur Hazretleri, iskeleye ulaştıkları sırada aşağıdaki beyanatta bulun­muşlardır:

Muhterem Ordu ahalisi! Hakkımda gösterdiğiniz samimi tezahürat bende pek de­rin hissiyat bıraktı. Maalesef ciddi bir sebep, aranızda fazla kalmama mâni oluyor. Bunun için üzgünüm. Fakat vaat ediyorum: İlk fırsatta aranızda daha fazla kalmakla bu üzüntüyü gidereceğim. Gönül arzu ederdi ki, burada günlerce kalayım ve sevim­li köylerinizi gezerek zevk alayım.

Arkadaşlar, sizin gibi şuurlu bir millete sahip olan bu devlet, bütün cihana karşı iftihar etmek hakkına sahiptir. Büyük üzüntüyle sizlerden ayrılıyorum. Fakat vaadi­mi yaptığım zaman bu üzüntülerim sona erecektir. Allahaısmarladık.

* Hâkimiyeti Milliye, 21 Eylül 1924, Numara: 1226, s. 1-2. Eski yazı metin Hüseyin Gültekin tararından okunmuştur.

Mustafa Kemal Paşa’nın konuşması Cumhuriyet’te şu şekilde yer almaktadır:

“Muhterem Ordu ahalisi, hakkımda gösterdiğiniz samimi tezahürat bende derin hissiyat bıraktı. Bu şuurlu tezahüratınızla Türk milletinin bütün cihan karşısında ilelebet yaşayacağını bir daha ispat et­miş olan sizin samimi çehreleriniz ve sevimli gözleriniz karşısında günlerce kalmak ve sizinle sa­mimi hasbıhallerde bulunmak isterdim. Fakat ciddi bir sebep buna mânidir. İnşallah samimi ve se­vimli muhitinizi ziyaret ederim. Allahaısmarladık.”

Bkz. Cumhuriyet, 20 Eylül 1924, Numara: 134, s.3. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Tamim ve Telgrafları V, Hazırlayanlar: Sadi Borak-Dr. Utkan Kocatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınla­rı, Ankara, 1972, s.32-33. (Y.N.)

32

 

SAMSUN BELEDİYESİNDE VERİLEN ZİYAFETTE NUTUK*

(20 EYLÜL 1924)

Samsun, 21 (AA) – Reisicumhur Hazretleri’nin Samsun’a ulaştıkları 20 Eylül ak­şamı belediye dairesinde şereflerine 60 kişilik bir ziyafet verilmiştir. Ziyafet esnasın­da belediye dairesinin geniş koridorları, odaları ve civar sokaklar hınca hınç halk ile dolu idi. Bütün şehir donatılmıştı.

Ziyafetin nihayetine doğru belediye üyelerinden İbrahim Veysi Efendi şehir namı­na aşağıdaki nutku irat etti: […]

Reisicumhur Hazretleri kalkarak pek asil ve vakur bir tavır, pek ahenkli ve canlı bir sesle cevabi nutuklarını irat buyurdular. Nutkun hemen her cümlesi davetliler ta­rafından heyecanla alkışlandı. Alkışlar yemek salonu haricinde koridorlarda ve so­kaklardaki halk kitlesi arasında pek heyecanlı akisler hasıl ediyordu.

Reisicumhur Hazretlerinin nutukları aşağıdadır:

Efendiler, muhterem Samsun ahalisinin hakkımda gösterdikleri sıcak ve samimi hissiyat ve muhabbetten dolayı fevkalade mütehassisim, çok memnun ve müteşekki­rim. Bugün gördüğüm tezahürat, muhterem halkın şefkat, muhabbet ve hassasiyeti­nin tecellisi olduğu kadar, yüksek bir medeni kabiliyetin parlak gelişmesine de kıy­metli bir delil teşkil etmektedir. Milletin, yapılan mücahedelerin ve inkılapların ma­hiyet ve kıymetini bu kadar hassasiyetle, bu derece şuurla idrak ve takdir etmekte bu­lunması, cidden iftihar ve itimada layıktır. Bu, hepimiz için büyük bahtiyarlıktır. Şah­sıma dair gösterilen teveccüh ve itimada gelince, buna karşılık ne suretle hissiyatımı ifade edebileceğimde şaşkınım. Yalnız şu kadar arz edeyim ki, gördüklerim ve duy­duklarım bir insan kalbini durduracak kadar his ve heyecan bahşetmektedir. Muhte­rem halka bütün kalbimle teşekkürlerimi ve muhabbetlerimi takdim ederken, onların selamet ve saadeti yolunda bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da daima mev­cudiyetimi ortaya koymakla en büyük saadeti duyacağımı arz eylerim.

Efendiler, bu kıymetli toplantıdan istifade ederek, malumunuz olan bazı noktalar üzerinde kısa bir değerlendirmede bulunmaya müsaadenizi rica edeceğim.

Arkadaşlar, bugün memleketin idaresi mesuliyetini taşıyan heyet, bence mefkure ve maksat itibariyle, bütün milleti kapsayan ve unvanı Halk Fırkası olan Cumhuriyet fırkasıdır. Bu fırkanın esas umdesi, memleket ve milletin hakiki selamet ve saadeti-

* Hâkimiyeti Milliye. 23 Eylül 1924, Numara: 1228, s. I-2; Cumhuriyet. 23 Eylül 1924, Numara: 137, s.l-2; Vakit, 23 Eylül 1924, Numara: 2420, s. I -2; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ‘nin Son­bahar Seyahatleri, 1925, s.92-95. Ayrıca bkz. Atatürk’ü/ı Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Ens­titüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 190-192. Eski yazı metinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

38

 

ni temine çalışmaktır. Bu maksada götüren yol bence birdir ve bellidir: O da Cumhu-riyet’i takviye etmek ve sağlamlaştırmakla beraber, fikri ve toplumsal inkılapta ve medeniyet ve yenilik yolunda milletin seri, azimkârane ve muvaffakiyetle yürümesi­ni temine aracı olmaktır. Bu bir ve belli olan ve fakat şüphesiz yorucu ve uzun olan yolun yolcuları baştan sona kadar bir hizada ve aynı zindelik veya1 aynı yorgunluk derecesiyle yürüyemeyebilir ve bu takdirde fikirleri ve tedbirleri arasında fark olabi­lir. Fakat yoldan sapmamaları, genel hedeften gözlerini ayırmamaları, esas maksadı ihlal etmemeleri lazım gelir. Biz bugün muayyen yolun başında bulunuyoruz. Henüz fikirlere tesir icra edecek kadar mesafe kat olunmuş değildir. Görüşler lüzumu dere­cede açıklık ve isabet kazanmalıdır.2 Ondan evvel tefrika fikri alelade fırkacılıktır ki, memleket ve milletin huzur ve emniyet şartları henüz böyle bir tefrikaya yol açmaya müsait değildir, efendiler…

Böyle bir zamanın tabii olarak gelmesi halinde alınabilecek vaziyetleri bugünden ifade etmek, teorilerin hatırı için memleketin birliğini ihlalden başka bir netice ver­mez. Bütün gezdiğim ve gördüğüm yerlerde bu hakikatin tamamıyla anlaşılmış oldu­ğuna kanaat getirdim.

Efendiler, halkımız yüksek şuurludur; her türlü ilerlemeye kabiliyetli ve müsta­haktır; fedakârdır, saygıdeğerdir. Böyle bir halkın samimi kucağında onların temsil­cileriyle bir arada bulunmaktan hissettiğim saadet büyüktür. Size ve muhterem Sam­sun halkına samimi teşekkürlerimi ve muhabbetlerimi tekrar etmekle zevk duyarım.

Gazi Hazretleri’nin bu cevabi nutkundan biraz sonra Belediye Reisi Beyefendi ayağa kalkarak, yemek salonunda Reisicumhur’un sofraya oturduğu sandalyenin ar­kasında özel olarak konulmuş bir koltuğu göstererek “Değerli hazır bulunanlar, bu koltuk Reisicumhur Hazretleri’nin Samsun’a ilk geldikleri zaman belediye dairesinde oturdukları koltuktur; uğur sayarak buraya getirilmiştir. Arz ederim” dediler.

Bunun üzerine Reisicumhur Hazretleri tekrar ayağa kalkarak aşağıdaki nutku irat buyurmuşlardır:

Arkadaşlar, memleket namına nutuk irat eden muhterem arkadaşımız ve şimdi Belediye Reisi Beyefendi, beş sene evvel Samsun’a ayak bastığım günlere ait hatıra­ma temas ettiler. Hakikaten düşmanların İzmir’e çıktıkları ve bütün vatanı parçalama­ya karar verdikleri günlerde idi ki, İstanbul’dan çıkarak Samsun’a gelmiştim. Bu gü­zel ve kıymetli şehirde yabancı askerler ve subaylar dolaşıyordu. Bu güzel şehir aha­lisinin dahil ile irtibatı Merzifon’da bulunan yabancı askerlerle kesilmişti. Karade­niz’e açık olan bu şehir ve onun vatanperver halkı düşman donanmanın toplarıyla tehdit altında bulunuyordu. Fakat, bütün bunlara rağmen ben Samsun’u ve Samsun halkını gördüğüm zaman memleket ve millete ait bütün tasavvurlarımın, kararları­mın her halde uygulanabilir olduğuna bir defa daha kuvvetle kani oldum. Samsunlu-

  • Anadolu Ajansı’ndan aktaran Cıtmhuriyet’tek’ı “aynı zindelik veya” sözcüklerinin aslı olan “aynı zinde-gi veya” sözcükleri yerine, diğer gazetelerde “aynı zamanda”. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Scyalıatleri’ndck’ı aslı “Noktai nazarlar lüzumu derecede vuzuh ve isabet kesbetnıelidir” olan cümle Vakit ve Anadolu Ajansı’ndan aktaran Cıınılmriyet’te şu şekildedir: “Ana noktai nazar lüzumu kadar vuzuh ve sarahat kesbetmelidir.” (Y.N.)

39

 

ların hal ve vaziyetlerinde gördüğüm, gözlerinde okuduğum vatanperverlik, fedakâr­lık, ümit ve tasavvurlarımı sağlam kanaate vardırmaya kâfi gelmişti. Bu kanaatimi o zamanın İstanbul ricalinin en büyüklerine bildirmekte gecikmedim. Fakat, onlar memlekete ve millete kıymet atfetmekte çoktan düşmanların gerisinde kalmışlardı.

Muhterem Samsunlular hakkında ilk gözlemimin verdiği fikir ve kanaatteki isa­betimi, beş seneyi aşkın bir devrin bütün hadiseleri ve neticeleri bariz bir surette is­pat etmiştir.

Bu kıymetli memleket ve bu temiz şuurlu fedakâr halk, zaman zaman ve layık olduğu derecede temsil edilememiş bulunmakla beraber, Samsun’u ve Samsunluları daima ilk gördüğüm gibi ve bugün tekrar gördüğüm gibi tasavvur etmekte asla tered­düt etmedim.

1 Cumhuriyet ve Vakit’te “ve” bağlacı yok. (Y.N.)

40

 

SAMSUN-ÇARŞAMBA DEMİRYOLU HATTININ İNŞAATINA BAŞLAMA TÖRENİNDE NUTUK*

(21 EYLÜL 1924)

Samsun, 21 (AA) – Reisicumhur Hazretleri bugün öğleden sonra saat 3’te Samsun-Çarşamba ve uzantısı şimendifer hattının inşaatına başlama merasiminde hazır bulun­muşlardır. Merasim mahallinde bayraklarla donatılmış birçok gölgelikler yapılmıştır.

Merasime şimendifer hattının imtiyaz sahibi Nemlizade Galip Bey’in aşağıdaki nutkuyla başlanmıştır: […]

Buna Reisicumhur Hazretleri aşağıdaki nutuk ile cevap vermişlerdir:

Efendiler, vatandaşlarımızın milli sermaye1 ile memlekette demiryolu inşa etmek teşebbüsü, izaha muhtaç olmayan birçok bakımlardan fevkalade mühimdir. Böyle mil­li teşebbüslerin Cumhuriyet hükümetimiz ve riyaset tarafından ne kadar büyük mem­nuniyet ve iftiharla karşılanmakta olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. Demiryolu yap­makta ilk milli teşebbüsün tatbikatına başlandığını bizzat görmek fırsatı, benim için cidden mesut bir tesadüftür. Memleketimizin asırlardan beri yolsuz bırakıldığı ve bir demiryoluna olan ihtiyacın şiddeti düşünülürse, bu hususta müteşebbis olanları ne ka­dar takdir etmek ve onlara ne derece destek olmak lazım geleceği pek güzel anlaşılır. Nemlioğullarını bu teşebbüs ve muvaffakiyetlerinden dolayı hararetle tebrik ederim.

Efendiler, memleketin her tarafında olduğu gibi, bu defa ziyaret ettiğim vilayet­lerimizde de, en büyük sıkıntının yolsuzluk olduğu, bütün millet fertleri tarafından acı bir surette tekrar olundu. Bu üzüntüye iştirak tabiidir. En derin teessürle alakadar­lardan sordum ki, vilayetin yolu kâfidir denebilmek için kaç kilometre yol inşasına lüzum vardır? İfade olunan rakamlar iki yüz, üç yüz, dört yüz kilometre idi. Ben bu rakamları gördüğüm vilayetler için beş yüz, hatta yedi yüz kilometreye kadar çıkar­dıktan sonra düşündüm: Dün liva olan bugünkü vilayetlerimizde yedi yüz senede ye­di yüz kilometre yol yapılamaz mıydı? Daha basit ifade edeyim, senede bir kilomet­relik yol yapılamaz mıydı? Bu hesabı bütün milletin yapması ve bunun sebepleri üze­rinde her gün daha derin düşünmesi lazımdır. Bu hesap ve değerlendirme bugünkü idare adamları hakkında insaflı bulunmaya da dayanak olur.

* Hâkimiyeti Milliye. 23 Eylül 1924, Numara: 1228, s.2; Cumhuriyet, 23 Eylül 1924, Numara: 137, s.2; Vakit, 23 Eylül 1924, Numara: 2420, s.2; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Sonba­har Seyahatleri, 1925, s.97-98. Eski yazı metinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmu.ştur. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söyler ve Demeçleri II. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 193-194.

1 Hâkimiyeti Milliye’de “milli bir sermaye”. (Y.N.)

 

Efendiler, bu münasebetle şunu da beyan edeyim ki, memleket idaresinde yüksek­ten atarcasına, muğlak,’ karışık fikirlerle ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, hal­kın aklıselimine müracaatı tavsiye etmelidir. Halk, köylüler, bana her yerde iş progra­mını şu iki kelime ile hatırlattılar: Yol, mektep. Hatta yoldan bahsederlerken, yol köy­lünün kanadıdır demeleriyle her şeyden evvel ona ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Hakikaten bütün iktisadiyat birinci kelimenin ve her şey ikinci kelimenin özündedir.

Efendiler, merkezi Anadolu’nun iskelesi olan Samsun’u Sivas’a bağlayacak de­miryoluna başlanırken, Nemlioğulları hakiki programa fiilen girişmekle ne kıymetli bir misal olmuştur. Samsun-Çarşamba demiryolunun ne kadar feyiz ve refah yolu olacağını düşünerek iftihar edebilirler.

1 “Yüksekten atarcasına, muğlak” sözcüklerinin Anadolu Ajansı’ndan aktaran Cumhuriyet ve Vakit’lek\ aslı olan “bâlâpervazâne, muğlak” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye’de “bilâperva, zata müteallik” (pervasız, kişisel). (Y.N.)

43

 

SAMSUN’DA ÖĞRETMENLERE NUTUK* (22 EYLÜL 1924)

Samsun, 23 (AA) – Reisicumhur Hazretleri 22 Eylülde Samsun’da askeri kıtaları, kışlaları teftiş etmiş ve gördükleri intizamdan ve talim ve terbiyenin mükemmeliyetin­den memnuniyetlerini beyan etmişlerdir. Ondan sonra bütün Samsun muallime ve mu­allimlerinin toplandığı İstiklal Ticaret Mektebine gidilerek orada Gazi Paşa Hazretle­rinin şerefine verilen bir çay ziyafetinde pek samimi iki saat geçirilmiştir. Ziyafete pi­yano refakatiyle talebe tarafından söylenen milli şarkılarla başlanmış ve bir muallime ve üç muallim tarafından nutuklar irat olunmuştur. Reisicumhur Hazretleri cevaben bü­tün dinleyicileri heyecanlandıran ve mütehassis eden aşağıdaki nutku irat buyurdular:

Muhterem Hanım, Muhterem Beyefendiler,

Bu çay ziyafetini tertip edenlere özel olarak teşekkür ederim. Bu vesile beni Sam­sun’un çok aydın bir muhitinde bulundurmuş oldu. Bu vesile, beni beyinleri ilim ve fen ile süslü, kıymetli insanlardan meydana gelen bir heyetin huzurunda bulunmak­la pek mesut etti.

Efendiler, dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için,1 hayat için, mu­vaffakiyetler için en hakiki mürşit2 ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde yol gös­terici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır. Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini idrak etmek ve ilerlemelerini zamanında takip eylemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene evvelki ilim ve fen lisanının çizdiği düs­turları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen tatbike kalkışmak3 elbette ilim ve fen­nin içinde bulunmak değildir. Çok mesut bir his ile anlıyorum ki, muhataplarım bu hakikatlere nüfuz etmişlerdir. Mesudiyetim yükseliyor. Şununla ki, muhataplarım ta­lim ve terbiyeleri altında bulunan yeni nesli de bu hakikatin nurlanyla4 doğuşuna et­kili ve etken olacak surette yetiştireceklerini vaat eylemişlerdir. Bu, hepimiz için if­tihara değer bir noktadır.

* Cumhuriyet, 25 Eylül 1924, Numara: 139, s. 1-2; Hâkimiyeti Milliye, 25 Eylül 1924, Numara: 1230, s.l-2; Vakit, 25 Eylül 1924, Numara: 2422, s.I-2; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Sonbahar Seyahatleri, 1925, s. 103-108; Maarif Vekâleti Mecmuası, Numara: 12, Ağustos 1927, s. 110-116. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 194-199. Maarif Vekâleti Mecmuası’nâiM eski yazı metin Musa Sarıkaya, diğerleri Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

  • Gazetelerde yer alan “maddiyat için, maneviyat için” sözcükleri Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlışlıkla “medeniyet için” şeklinde okunmuş. (Y.N.)
  • Mürşit: İrşat eden, doğru yolu gösteren, kılavuz. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatleri’nit “çalışmak”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet’tç. “hakikatin nurlarının”; Vakit’te “hakikat nurlarının”. (Y.N.)

44

 

Muhterem efendiler, hemşiremiz hanımefendi ve ondan sonra beyanatta bulunan muhterem ve hassas arkadaşlarımız uzak maziyi çok güzel işaretle açıkladılar. Yakın mazinin acılarını da hakikaten kalpleri kan ağlatacak tarzda beyan buyurdular. Bu ve­sile ile, şahsıma çok teveccühkâr bulunmak nezaketini gösterdiler. Bu teveccühlerin samimi kalplerden çıkması itibariyle şüphesiz çok memnunum, mütehassisim ve mü­teşekkirim. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla ehemmiyet atfetmek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde toplamak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu de­virlere ait bir toplum meselesinin açıklanmasını ve ortaya konulmasını, bu yüksek topluluğun mütevazı’ bir şahsiyetinden beklemek, elbette ki layık değildir; elbette ki lazım değildir.

Muhterem kardeşler! Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan muhabbet ve hürmetimden dolayı huzurunuzda bir hakikat noktasını izaha mecburum. Vatandaş­lar! Vatandaşınız olan2 herhangi bir şahsı istediğiniz gibi3 sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fa­kat bu sevgi sizi, milli mevcudiyetinizi, bütün muhabbetlerinize rağmen, herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sevk etmemelidir. Bunun aksine hareket ka­dar büyük hata olamaz. Bir millet için, bir millet varlığı, bir millet şerefi ve haysiye­ti, bir millet büyüklüğü için bu kadar hata olamaz.4 Ben, mensup olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık işlemeyeceği hakkında tam bir itimada sahip olmak­la müsterihim ve iftihar ediyorum.

Arkadaşlar, ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, bundan beş, beş bu­çuk sene evvel vatan ve millet5 ümitsiz bir felakete düştüğü zaman, vazifeli oldukla­rı, vicdanen, namusen, haysiyeten6 mükellef bulundukları vazifeyi yapmak mevkiin­de kaldılar. Bunu bittabi yapacaklardı. Yapmaları mecburi idi, vicdani idi, insani idi, milli namus icabı idi. Ben bu mukaddes esasların haricinde hareket edebilir miydim? Efendiler, elbette edemezdim. Türk milletinin hakiki hiçbir ferdi bu icapların haricin­de hareket edemezdi. Ben de elbette bu acı manzara karşısında vicdanımın emirleri­ne, milli namusumuza muhalif7 hareket edemezdim. Mensubu olmakla iftihar ettiğim yüksek toplumun yüksek haysiyetine elbette aykırı hareket edemezdim. Bence men-subiyetiyle iftihar ettiğim milletin hiçbir ferdi bu namus icabından asla ayrılmamış­tır. Eğer bundan müstesna gösterilenler varsa, emin olunuz aziz ve namuskâr vatan­daşlar, onların kalp ve vicdanı milletimizin müşterek temiz vicdanından hiç ilham alamamış, kapkara, sefil vicdanlardır.

  • Hâkimiyeti Milliye ve .. .Sonbahar Seyahatleri’nĞe “münferit” (tek). (Y.N.)
  • “Vatandaşınız olan” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatleri’nĞe “Vatanınız­da”. (Y.N.)
  • “İstediğiniz gibi” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye ve ...Sonbahar Seyahatlerinde “istediğinizi”. (YN.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve .. .Sonbahar Seyahatleri’nĞe bu cümle yok. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatlerinde “vatanı aslîi millet”. (Y.N.)
  • “Vicdanen, namusen, haysiyeten” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatleri’nĞe “namusu vicdan, namusu haysiyetle”. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve ...Sonbahar Seyahatleri’nĞe “…emirlerine muhalif, namusu milliyemizin hilafın­da”. (Y.N.)

45

 

Efendiler, bizim milletimiz derin, büyük bir maziye sahiptir. Milletimizin hayat eserlerini düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı-yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden, çok asırlık Selçuk Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine denk olan büyük Türk devrine kavuşturur.1 Bütün bu devirlere dikkat buyurunuz, Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş, nereden geldiği belirsiz birtakım reislerin şuursuz vasıta­sı olmak mevkiine düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini, kendi dimağını, kendi ru­hunu unutur gibi olmuş ve2 bütün mevcudiyetiyle herhangi bir maksada, neticesi zil­let olan, esaret olan, karşılık beklemeksizin köle olmaya götüren hakir bir hedefe sü­rüklenmiştir. Millet ne yazık ki bu gaflet halini3 çok sürdürdü. Bu yüzden her türlü se­faletlere ve mahkûmiyetlere uğramaktan kendini kurtaramadı. Bütün bu tebaiyetleri, aldığı milli olmayan terbiyenin icapları olduğunu fark etmeksizin, sağlam bir terbiye­nin eseri olduğu kanaatiyle tatbik ediyordu. Terbiyenin esası, terbiyenin hedefi, terbi­yenin mahiyeti ne büyüktür. Bu hususta istikamet yanlış ise ve koskoca bir millet em­niyet ve itimat ettiği kitapları, mukaddes kitapları4 şahit göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürse ve bu yürüyüş istikameti kendilerini mahv ve yok olmaya düşürürse, kabahat bu istikameti takip eden nezih, ahlaklı, fedakâr, reh­berlerine itimat eden zavallı halktan ziyade, rehberlere ait değil midir?

Efendiler, söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana nereden ilham ve kuvvet al­dığımı sordu. Bu soruya kısa bir cevap vermek isterim. Diyebilirim ki, bugünkü uya­nışı, düne, maziye borçluyuz. Her halde babalarımızın, analarımızın, mürebbilerimi-zin ruh ve beyinlerimizin gelişiminde feyizli tesirleri vardır. Gerçi biz, belki burada bulunanların tamamı dünyaya geldiğimiz zaman bu topraklar üzerinde yaşayanlarla beraber, kahredici bir istibdadın pençesi içinde idik. Ağızlar kilitlenmiş gibi idi. Mu­allimler, mürebbiler yalnız bir noktayı kafalara yerleştirmeye mecbur tutulmakla idi: Benliğini, her şeyini unutarak bir heyulaya boyun eğmek, onun kulu, kölesi olmak. Bununla beraber, hatırlamak lazımdır ki, o tazyik altında dahi, bizi bugün için yetiş­tirmeye çalışan hakiki ve fedakâr muallimler5 ve mürebbiler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir zatıâliye tesadüf et­tim. O, benim rüştiye birinci sınıfında muallimim idi. Bana henüz temel şeyler öğre­tirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti.

Efendiler, izah etmek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra mektepte­ki mürebbinin lisanından, vicdanından, terbiyesinden alınır. Bu ilhamların gelişmeye mazhar olması, millet ve memlekete hizmet edebilecek kudret ve kabiliyeti bahşedebil -mesi için, millet ve memlekete büyük ve derin alaka yaratan fikir ve duygularla her an takviye olunmak lazımdır. Bu fikir ve duyguların kaynağı bizzat memleket ve millettir. Milletin müşterek arzu ve eğilimine temas etmek ve onun icaplarına mevcudiyetini hasretmeyi hareket düsturu bilmek, hakiki yolda yürüyebilmek için yegâne esastır. Bit milletin fertlerinde hâkim olması, riayet edilmesi icap eden milletin müşterek arzusu,

  • Cumhuriyet ve Vakit’tz “… ne büyük Türk devirlerine kavuşturacaktır”. (Y.N.)
  • HâkimiyetiMilliye’de “benliğini, kendi dimağını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve” sözcükleri yok. (Y.N.)
  • “Gaflet halini” sözcüklerinin aslı olan “hali gafleti” sözcükleri yerine, Cumhuriyet ve Vakit’lc “hatayı gafleti”. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve .. .Sonbahar Seyahatlerinde “mukaddes kitapları” sözcükleri yok. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatlerinde “hakiki fedakârlar ve fedakâr muallimler”. (Y.N.)

46

 

ortak fikridir. Bir insan memleket ve milletine faydalı bir iş yaparken, gözünden bir an uzak bulundurmamaya mecbur olduğu düstur milletin hakiki eğilimidir.

Dolayısıyla efendiler, arkadaşımızın sorduğu ilham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin müşterek eğiliminin, genel fikri olduğunu inkâr edenler de var­dır. Bu gibileri hepiniz çok işitmişsinizdir. Bu gibiler, memleket ve milletle alakasız ve gafil insanlardır. Memleketimizin ve milletimizin başına gelmiş olan bunca fela­ketler hiç şüphe etmemelidir ki, bu gafil insanların memleketin talih ve iradesini el­lerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.

Efendiler, bir toplumun mutlaka ortak bir fikri vardır. Eğer bu her zaman ifade edilemiyor ve ortaya konulamıyorsa, onun mevcut olmadığına hükmolunmamalıdır. O, fiiliyatta mutlaka mevcuttur. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün fiil ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi eserinden başka bir şey değildir. Arkadaşlar, bugün ulaştığımız netice şüphe yok, çok memnu­niyet ve ümit vericidir. Fakat bu memnuniyeti mahfuz tutabilmek için, ümitleri fiili­yat sahasına koyabilmek için bundan sonra dikkat edilecek noktalar da çoktur. Son söz söyleyen hoca efendinin beyanatından ilham alarak arz edeyim ki, en mühim, en esaslı nokta terbiye meselesidir. Terbiyedir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terk eder.

Efendiler, terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince kas-tolunan bir manaya intikal eder. Tafsilata girişilirse terbiyenin hedefleri, maksatları çeşitlilik gösterir. Mesela dini terbiye, milli terbiye, milletlerarası terbiye… Bütün terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhu-riyeti’nin yeni nesle vereceği terbiyenin milli terbiye olduğunu katiyetle ifade ettik­ten sonra diğerleri üzerinde durmayacağım. Yalnız işaret etmek istediğim manayı kı­sa bir misal ile izah edeceğim.

Elendiler, yeryüzünde üç yüz milyonu aşkın İslam vardır. Bunlar ana baba, hoca terbiyesiyle, terbiye ve ahlak almaktadırlar. Fakat maalesef hadisenin hakikati şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun esaret ve zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi terbiye ve ahlak onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insani meziyeti verememiştir, veremiyor. Çünkü terbiye hedefleri milli değildir.

Efendiler, milli terbiyenin ne demek olduğunu bilmekte artık herhangi bir karı­şıklık kalmamalıdır. Bir de milli terbiye esas olduktan sonra, onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti münakaşa kabul etmez. Milli terbiye ile gelişti­rilmek ve yükseltilmek istenilen genç beyinleri bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturu­cu, hayali, lüzumsuz şeylerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak lazımdır.

Hoca efendi bu fikrini izah için “Vettini vezzeytûni vb…” âyetini kendince yorum­ladılar; incir ve zeytin çekirdeğinden düstur çıkardılar. Birindeki çokluğa diğerindeki tekliğe işaret ettiler. Ayetin manası bu mudur, değil midir, bir şey demeyeceğim. Yal­nız bu seyahatim esnasında tesadüfen bu âyetin manasını ben diğer bir hoca efendi­den sormuştum. Bunun için yarım saat kadar araştırmaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde dini ilimler okumak ve okutmakla geçiren bir zat bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyaç öne sürerse, millet, millet efradı

47

 

ne desin? Onun için efendiler, genç neslin beyni yorulmadan, onun her şeyi almaya ve özümlemeye yatkın1 elvahı2 hakikat izleriyle süslenmelidir.

Muhterem efendiler, bu toplantıda söylenen sözler o kadar hissiyatıma, rikkatime sebep oldu ki, kulağımda o kadar ilâhi bir ahenk vücuda getirdi ki, bunu bozmamak için bir kelime bile telaffuz etmek niyetinde değildim. Fakat huzurunuzun ruhumda hasıl ettiği zapt edilemez haz ve his,3 beni hissiyat ve fikrimi beyana sevk etti.

Beni dinlemek zahmetine katlandığınızdan, hepinize teşekkür ederim.

  • “Yatkın” sözcüğünün aslı olan “müstait” sözcüğü yerine, Hâkimiyeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatle­rimde “müsait”. (Y.N.)
  • Elvah: Levhalar, tablolar. (Y.N.)
  • “Zapt edilemez haz ve his” sözcüklerinin aslı olan “gayri kabili zapt haz ve tahassüs” sözcükleri yerine, Cumhuriyet ve Vakit’te “gayri kabili kıyas haz” (kıyaslanamaz haz). (Y.N.)

48

 

HAVZA HALKINA NUTUK* (24 EYLÜL 1924)

Havza, 24 (AA) – Gazi Paşa Hazretleri, eşleri ve maiyetleriyle bugün öğleden son­ra emsalsiz tezahürat içinde Havza’yı teşrif ettiler. Kasabanın girişinden belediyeye ka­dar uzanan caddelere yerleşmiş kadın, erkek binlerce halkın uzun alkışlarına, “yaşa, var ol” seslerine, Paşa, “çok teşekkür ederim Havzalılar, zahmet buyurdunuz” diye karşılık vermişlerdir. Kasaba girişinde Paşa’yla buluşan Zübeyirzade Nafiz Bey, Ga­zinin ilk Havza’ya geldiği ve teşkilata başladığı günleri, bilhassa 25 Mayıs 35 [1919] tarihini hatırlattı. Latife Hanımefendi de bu tarihin tespitini istedi. Halkın ufukları dol­duran alkış tufanı arasında belediyeye inen Gazi Paşa Hazretleri belediye ve cemiyet­ler erkânını kabul buyurarak belediye namına okunan bir nutka cevaben:

“Kahraman Havzalılar!

Sizinle en elemli ve yaslı günlerde tanıştım. Aranızda günlerce kaldım. Bana ma­zinin kıymettar hatıratını canlandıran şu daire içinde kıymettar mesai ve yardımınız­dan pek istifade ettim” demişlerdir.

Paşa Hazretleri buradan nasıl İstanbul’a çağırıldığını ve bundaki maksadı izah ettikten sonra:

“Eğer Havzalılann o samimi ve metin karşılamaları olmasa ve eğer Havza’nın faydalı ve şifalı kaplıcaları sıhhi ahvalim üzerinde müspet bir tesir bırakmasaydı, emin olunuz ki, inkılap için çalışamayacaktım. Bundan dolayıdır ki, Havza’ya ve Havzalılara çok borçluyum. Kalbi bağlılığımı ebediyen saklayacak, sizi hiç unutma­yacağım. Muhterem Havzalılar, ilk cüreti, ilk cesareti gösteren, ilk teşkilat yapan siz oldunuz. İnkılap ve Cumhuriyet tarihinde kahraman Havza’nın ve Havzalılann bü­yük bir yeri vardır” buyurdular.

Gazi M. Kemal Paşa Hazretleri, Havza hakkında eser yazan Fuat’ı takdir ettik­ten sonra şu sözleri söylemişlerdir:

“Kahraman Havzalılar, sizinle tekrar görüştüğüme cidden memnun oldum. Sizi hiç unutamayacağım.”

* Hâkimiyeti Milliye, 26 Eylül 1924, Numara: 1231, s. 1. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s. 199-200. Hâkimiyeti Milliye’û6k\ eski yazı me­tin Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur. (Y.N.)

 

AMASYA HALKINA NUTUK* (24 EYLÜL 1924)

Gazi Mustafa Kemal Pasa ve eşleri Lâtife Hanımefendi 24 Eylül 1924 Çarşamba günü saat alaturka 1’de Amasya’yı şereflendirmişlerdir. Kulüstepe önünde büyük bir zafer takı kurulmuş ve radyum lambaları ile aydınlatma yapılmıştır. Gazi orada:

“Muhterem Amasyalılar,

Güzel ve sevimli memleketinizi birinci defa olarak, beş sene evvel yaşadığımız
kara, felaketli bir günde ziyaret etmiştim. Bu acı günleri hatırlatırken, o zaman azim
ve sebat tavsiye ettiğimi de hatırlarsanız teşekkür ederim. Bütün vatandaşlarım gibi,
Amasyalılar da bu tavsiyemi iyi karşılamakta hiç tereddüt etmemişti. Bugün bütün
felaketlerden sonra yeni mesaimizde muvaffakiyet ve yenileşme yolunda emniyetle
yürüyebilmek için aynı tavsiyeyi tekrar edeceğim. Cumhuriyet bayrağı altında birlik,
azim ve gayret en esaslı düsturumuz olmalıdır. Gösterilen iyi kabulden dolayı hepi­
nize teşekkürler ederim” demiştir.                                       

* Ahmet Demi ray, Resimli Amasya Tarihi, Güney Matbaacılık ve Gazetecilik T.A.O., Ankara, 1954, s.149; Amasya İl Yıllığı 1967, Ticaret Matbaacılık A.Ş., s.101; Yurt Ansiklopedisi, c.l, Anadolu Yayın­cılık A.Ş., İstanbul, 1981, s.438; Hüseyin Menç, Millî Müeadele Yıllarında Amasya! Portreler-Belgeler, Ankara, 1992, s.237.

53

 

I

AMASYA BELEDİYESİ’NDEKİ ZİYAFETTE NUTUK* (24 EYLÜL 1924)

Amasya, 25 (AA) – Dün aksam Amasya Belediyesinde Reisicumhur Hazretleri’nin şerefine 50 kişilik bir ziyafet verilmiştir. Ziyafette Amasya’nın pek mükemmel fasıl ta­kımı çalıp söylemiştir. Ziyafet esnasında şehirde bütün mekteplerin ve halkın iştira­kiyle muhteşem bir fener alayı yakılmış ve heyecanlı tezahürat icra edilmiştir. Ziya­fetin nihayetinde Reisicumhur Hazretleri aşağıdaki nutku irat buyurmuşlardır:

Muhterem efendiler, benim için, memleket için, inkılap için çok mühim günler geçirdiğim bir şehirde bulunuyorum. Bu şehrin muhterem ahalisi gecenin karanlığı­na rağmen beni uzaklardan, çok parlak, pek hararetli, samimi tezahüratla karşıladı­lar. Bu dakikada bu kıymetli halkın kıymetli temsilcileriyle, mensuplarıyla bir sofra­da bulunuyorum. Bütün bunlara ait hissiyatım, fikirlerim o kadar çok, o kadar heye­can halindedir ki, bunları tamamıyla ifade ve izah için beşeri lisanı yetersiz görüyo­rum. Biliyorsunuz ki, kalpten kalbe yol vardır. Benim bu dakikadaki bütün hislerimi en açık bir surette kendi kalblerinizde,1 kendi vicdanlarınızda okuyabilirsiniz. Yalnız Amasya’da geçirdiğim günlere ait iki hatırayı canlandırmadan geçemeyeceğim. Biri halen müftünüz bulunan Kâmil Efendi Hazretlerine aittir.

Efendiler, bundan beş sene evvel buraya geldiğim zaman, bu şehir halkı da bütün millet gibi hakiki vaziyeti anlamamışlardı. Fikirlerde karışıklık vardı; beyinler adeta durgun bir halde idi. Ben burada birçok zevatla beraber Kâmil Efendi Hazretleri’yle de görüştüm. Canlandırmak iste’diğim hatıra, Efendi Hazretlerinin bir camii şerifte hakikati halka izah etmiş olmasıdır. Efendi Hazretleri halka dediler ki: “Milletin şe­refi, haysiyeti, hürriyeti, bağımsızlığı hakikaten tehlikeye düşmüştür. Bu felaketten kurtulmak,2 icap ederse vatanın son bir ferdine kadar ölmeyi göze almak lazımdır. Padişah olsun, halife olsun, isim ve unvanı her ne olursa olsun, hiçbir şahıs ve ma­kamın mevcudiyetinin hükmü kalmamıştır. Yegâne kurtuluş çaresi halkın doğrudan doğruya hâkimiyeti eline alması ve iradesini kullanmasıdır.” İşte Efendi Hazretle-ri’nin vuku bulan bu yol gösterici vaaz ve nasihatinden sonra herkes çalışmaya baş-

* Hâkimiyeti Milliye, 26 Eylül 1924, Numara: 1231, s.l; Cumhuriyet, 26 Eylül 1924, Numara: 140, s. 1-2; Vakit, 26 Eylül 1924, Numara: 2423, s. 1; Tanin, 26 Eylül 1924, Numara: 702, s. 1; Reisicumhur Gazi Mus­tafa Kemal Paşa Hazretler i’nin Sonbahar Seyahatleri. 1341 [ 1925), s.l 12-113. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.200-201. Tanin ve Hâki­miyeti Milliye’âtla eski yazı metin Musa Sarıkaya, diğerleri Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

  • Cumhuriyet, Vakit ve Tanin’ûe “kendi kalbierinizde” sözcükleri yoktur. (Y.N.)
  • Vakit’lc “kurtulmak için”. (Y.N.)

54

 

ladı. Bu münasebetle Müftü Kâmil Efendi Hazretlerini takdirle yâd ediyorum. Genç Cumhuriyet’imiz bu gibi ulema ile iftihar eder.

İkinci hatıram şudur: Biliyorsunuz ki, yeni Türk devleti, yeni Türk Cumhuriyeti tesis olunmazdan evvel’ birçok asırlar büyük ecdadımızın sırtlarına yüklenerek muh­telif devletler, muhtelif hükümetler teşkil edenler, hiçbir vakit millet mevcudiyetini tanımamışlar, ona hürmet etmemişlerdir. Maddi, manevi bütün mevcudiyet, her şey kendi şahsi makam ve menfaatlanndan ibaretti. Kendi mevkileri için, kendi menfa-atları için, milleti, memleketi feda etmekte asla tereddüt etmezlerdi. Çok vesileler, bilhassa en son hadiseler bunu ispat etmiştir.2

Efendiler, milletin mevcudiyetini tanımayı alçalma sayanlar, kendilerinin Allah’ın gölgesi olduğunu iddia gafletinde, cüretinde, sahtekârlığında bulunanlar, en nihayet bu mukaddes varlığa ilk defa bu şehirde hürmete mecbur edilmiştir. Bu noktayı izah için bir iki kelime ilave edeyim: Hepiniz hatırlarsınız ki, Sivas Kongresi’nden sonra milletin iradesini temsil etmek üzere bir heyet teşkil olunmuş idi. Ben o heyetin ri­yasetinde idim. Demin izah ettiğim makam sahiplerinin bir delegesi, millet temsilci­leriyle karşı karşıya gelmeyi kabul ederek İstanbul’dan buraya, Amasya’ya gelmişti. Ben milletin mevcudiyetine hürmet, iradesine riayet şartını, esas olarak ihtiva eden bir anlaşmayı o delegeye burada imza ettirmiştim. İşte bu itibarla Amasya, inkılap ve Cumhuriyet tarihinde daima ehemmiyetini muhafaza edecek bir mevki kazanmıştır.

Efendiler, beş sene sonra Amasya’da geçirmekte olduğum bu dakikaların bence çok kıymetli olduğunu beyan etmekle yetiniyorum.

  • “Tesis olunmazdan evvel” sözcüklerinin aslı olan “teessüs etmezden evvel” sözcükleri yerine, Hâkimi­yeti Milliye ve …Sonbahar Seyahatlerinde “teessüs eder etmez”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet, Vakit ve Tanin’de bu cümle yoktur. (Y.N.)

55

 

ERZURUM BELEDİYESİ’NCE VERİLEN ZİYAFETTE NUTUK*

(30 EYLÜL 1924)

30.9.340 [1924] Gece, saat: 9

Gazi Paşa Hazretlerinin Erzurum’da Belediye tarafından verilen ziyafette

irat buyurdukları hitabe:

Efendiler, muhterem hemşehrilerim, kahraman Erzurumluların bugün hakkımda gösterdikleri samimi, merdane ve vefakârane tezahürattan dolayı, fevkalade memnu­num. Bugünkü manzara beni o kadar mütehassis etti ki, layıkıyla ifade edemeyece­ğim. Fakat, bu manzaranın manasını, ulviyetini, belki benden daha az üzgün olanlar, çok güzel ifade edebilirler. Bunun izahını, o arkadaşlara terk etmeyi tercih ederim.

Bundan beş buçuk sene evvel buraya gelmiş ve aynı tarihte buradan ayrılmıştım. Buraya gelirken ve ayrılırken bu muhterem halk beni, bugünkü gibi, samimiyetle, muhabbetle kabul etmiş ve uğurlamıştı. O günün vicdanımda saklı olan hatırasını, derin bir hisle yâd etmek isterim.

Memleket namına konuşan arkadaşımızın izah ettiği gibi, benim buraya gelişim, bütün milletin ateşten bir çember içine alınmış olduğu bir zamana tesadüf etti. Bütün millet, bu çemberin içinden nasıl çıkacağını düşünmekle meşguldü. Memleketin batı ucu düşman ayaklarına terk edilmiş ve oradaki halk silaha sarılmış, buranın ahalisi ise

* Cumhurbaşkanlığı Arşivi, A: V-4, D: 81, F: 2-197 ve 2-198’den fotokopisiyle birlikte aktaran: Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, “Gazi’nin Kuzeydoğu Gezileri (Eylül-Ekim 1924)”, 50. Yıl Armağanı Erzurum ye Çevresi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1973, c. 1, s. 147-150, 175-176; Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Sonbahar Seyahatleri, 134! 11925), s. 127-130. Özeti için bkz. Hâ­kimiyeti Milliye, 2 Ekim 1924, Numara: 1236. s.l; Cumhuriyet, 2 Ekim 1924, Numara: 145, s.3; Vakit, 2 Ekim 1924, Numara: 2429, s.l. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.202-204. 50. Yıl Armağanı Erzurum ve Çevresi’ndeki eski yazı bel­ge Ahmet Hezarfen. diğer eski yazı metinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur. Vakit’te. Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum ziyareti hakkında şu bilgi de yer almaktadır:

«             “Erzurum, I Teşrinievvel 11 Ekim) (AA) – Reisicumhur Hazretleri, 30 Eylül Erzurum’a ulaştıkları

günü, Erzurum’da yeni inşa kılınan bir caddenin açılış törenini icra eylemişler ve Belediye Rcisi’niıı caddenin ‘Gazi Mustafa Kemal Caddesi’ diye isimlendirilmesi hakkındaki ricasına rağmen, ‘Cum­huriyet Caddesi’ namı verilmesini tavsiye eylemişler ve cadde bu suretle isimlendirilmiştir. Gazi Hazretleri bugün Erzurum hükümet dairesinde Vali, Kolordu Kumandanı olduğu halde, felaketze­deler komisyonuyla felaketin çapı ve yapılacak seri yardım hakkında fikir alışverişinde bulunmuş­lardır. Yarın bizzat depremin tahribat icra eylediği Pasinler mıntıkasına gideceklerdir.”

Bkz. Vakit, 2 Ekim 1924, Numara: 2429, s.l. (YN.)

63

 

memleketin felaketten kurtulması için ayağa kalkmış bir vaziyette idi. Ben, işte böyle bir zamanda Erzurum’a geldim. Burada gördüğüm samimiyet, mertlik, vefakârlık, be­nim memleketi kurtarmak için her türlü fedakârlığı yapmak hususundaki azim ve kuv­vetimi artırmıştı. O zamanki vaziyetimi pekâlâ biliyorsunuz. Burada rütbemi, resmi mevkiimi, üniformamı attım ve bütün kâinata ilan ettim ki, sinei millette bir ferdim.

Arkadaşlar! O gün memleketin, milletin kurtuluşu için nasıl her şeyimden vazgeç­miş isem, bugün de, icap ettiği takdirde, millet için, onun hayat ve saadeti için bütün mevcudiyetimi feda etmekle en büyük zevki ve saadeti duyacağımı temin ederim.

Arkadaşlar! Erzurum’a öyle bir zamanda gelmek istiyordum ki, Cumhuriyet’in ümran ve refah sahasında üstlendiği vazifeler, burada beklediğimiz eserlerini baştan başa tecelli ettirmiş olsun. Merkezde, bu maksatla çalışıyorduk. Böyle bir neticenin husulü vasıtalarını hazırlamakla meşguldük. Fakat son günlerin felaketi, her türlü fi­kirleri bertaraf etti. Musibete dair aldığım haberlerden son derece üzgün olarak, der­hal bu havaliye koştum. Malumunuzdur ki, Karadeniz ve Akdeniz sahillerinde büyük bir seyahat yapmak için yola çıkmıştım. Fakat Trabzon’da o acı haberi alır almaz, bu­raya koşmak, buradaki felaketzedelerle hemdert olmak, en büyük emelim oldu. Zel­zelenin bu havalide yaptığı tahribattan içim kan ağlıyor.

Efendiler! Emin olabilirsiniz ki, Erzurum’daki zelzeleden üzülen, bütün bir mil­lettir. Bütün Türk camiasının kalbi, tıpkı benim üzüntümle çarpmaktadır. Umumun bu üzüntülere yalnız manen alakadar kalmayacağı, mevcut felaketi hafifletmek için maddeten de şefkat vazifesini yapacağı muhakkaktır.

Arkadaşlar! Hükümet heyetimizin Erzurum felaketi ile, felaketzedeleriyle pek sı­kı surette alakadar olduğunu, yalnız resmi vazife icabı olduğu için değil, insani, vic­dani hislerle ıstırabı hafifletmek için en tesirli tedbirleri almakla iştigal ettiğini ehem­miyetle kaydederim. Benim buraya gelişim, aynı zamanda hükümetin de lazım gelen malumatı almasında, ayrıca kolaylık temin edecektir. Mümkün olan her şey yapıla­cak, vaziyeti iyileştinneye çare bulunacaktır. Bu felaketzedelere merkezi hükümetin seri yardımı şüphesizdir. Buraya gelmekliğim, felaketzedelerin ahvalini mahallinde bizzat inceleyerek bulabileceğim tedbirleri merkezi hükümete bildirmek hususunda faydalı olacaktır.

Efendiler! Demin Erzurumlular namına nutuk irat eden arkadaşımız, beyanatında esaslı bir noktaya temas etti. O da, milletin hakiki hâkimiyetine, hakiki hürriyet ve ba­ğımsızlığına darbe vuran eski zevat ve müesseselerin yıkılmasıdır. Muhterem Erzurum hemşerilerimden bu eski müesseselerin bertaraf edilmesinden doğan memnuniyeti işit­mek, bildiğim bir hakikati tekrar etmiş olmakla beraber, ayrıca beni bahtiyar etmiştir.

Hakikaten efendiler, Cumhuriyet hayatı, bu eski müesseseler ile beraber yürüye­mezdi. İsabet, bu noktada idi. Görüyorum ki, Erzurumlu kandaşlarımın hür ve yük­sek vicdanı, bu mühim noktada en açık bir kanaate sahiptir. Demek ki, biz, memle­ketin diğer kısımları için olduğu gibi, Erzurum’un hakiki eğilimlerini yerine getinni-şiz. Bununla da, ayrıca bahtiyarım.

Efendiler! Bu defa Erzurum’a gelirken ayrı ayrı mıntıkalardan geçtim. Memleke­tin doğusu ile batısı ve merkezi arasındaki irtibat, Cumhuriyet idaresinin kâfi göre­meyeceği bir derecededir. Bunun için, doğuyu vatanın diğer kısımlanna bağlayacak

64

 

bir şimendifer hattının buraya kadar uzatılmasını, Türk Cumhuriyeti için hayati me­sele sayıyorum. Ve hükümetin de buna aynı ehemmiyeti vermekte olduğunu ve mem­leketin doğu ucu ile batı ucunun medeni nakliye vasıtalarıyla birkaç sene zarfında mutlaka birleşeceğini size temin ederim.

Efendiler! Erzurum, birçok devirlerde, birçok defalar tecavüze, taarruza, baskıya uğramış bir sınır memleketimizdir ve bu yüzden birçok harabeler vücuda gelmiş ve buradaki insanlann hali cidden acı olmuştur. Artık bu acı günlerin tekrarlanmasına katiyen ihtimal vermemelidir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyeti, Erzumm ve havalisinin hayatıyla alakadar olmakta ve onun huzur ve emniyetine tamamen ke­fil olmaktadır.

Efendiler! Cumhuriyet idaresinin feyizli faaliyeti sayesinde, bütün bu harabelerin mamureye ve bütün bu acıların refah ve saadete dönüşmesi muhakkaktır. Gelecekten bunu emniyetle bekleyebilirsiniz. Memleket namına konuşan arkadaşımızın şahsıma yönelttiği samimi ve kalbi sözlerinden dolayı kendilerine ve namına konuştuğu hem-şerilerime bir defa daha teşekkür ederim.

65

 

SİLİFKE HÜKÜMET KONAGI’NDA NUTUK* (28 OCAK 1925)

Arkadaşlar, Silifke halkı ve özellikle öğretim için gençlik adına söylenen sözler­den çok memnun oldum. Bundan dolayı teşekkür ederim. Dile gelen fikirler, ileri sü­rülen istekler, halkımızın Cumhuriyet idaresinden istekleridir. Devlet bunu ve buna benzer şeyleri yapmakla görevlidir. Yeni devlet ekonomik kalkınmaya, halk ihtiyaç­larını karşılamaya önem verecektir. Merak etmeyin. Zamanla her şey olacaktır ve siz, yeni idareden memnun kalacaksınız.

Efendiler, Osmanlı siyaseti asırlarca pek yüksek ve parlak yaşamakla beraber, yi­ne de imparatorluğu parçalanmaktan kurtaramamıştır. İmparatorluğun sükûtu ve çö­küşü karşısında çok yalnız ve mustarip kalan Türk milleti, kendini kurtarabilmek için Osmanlı siyasetine tamamen zıt bir siyaset izledi. Bu siyaset, halkı kurtarmayı hedef edindiği için milli bir siyasettir.

Silifkeliler, arkadaşlarım, insanlarda kusur olabilir. Kusurları söylemek iyi ve ya­rarlı bir şeydir. Geçmişte çok ve acı hatalar yapılmış, kusurlu işler olmuştur. Bu yüz­den insanımız ve milletimiz zor durumlara düştü. Biz mümkün mertebe az kusurlu olmaya, buna karşılık çok dikkatli, gayretli, fedakâr ve çalışkan olmaya mecburuz. Millet işlerindeki alaka ve heyecanınızı kutlarım. Teşekkür ederim.

* Sadık Taşucu’nun İçel gazetesinden yukarıdaki şekilde aktaran: İzzet Aslan, Atatürk Silifke’de, 2. Ba­sım, İçel, 1981, s. 151 – i 52. Ayrıca bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c. I, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.206. Belgeye, Atatürk Silifke’de’de şu açıklamayla yer verilmiştir: “Seyahatin ikinci günüdür. Konuğumuz. Hükümet Konağı’ndadır. Silifke’nin memur, tüccar, işçi, çiftçi ve diğer kişileriyle tanışacaktır. Vali oda­sı kapıya kadar doludur. Sağlık Müdürü Dr. Hasan Ali (Giritli) söz alır. Silifke’ye şeref verdiklerini, bu­günün hiçbir şekilde unutulmayacağını söyler. […] Daha bazı konuşma ve dilekleri dikkatle dinleyen Mustafa Kemal, ayağa kalkarak şunları söylemiştir:” (Y.N.)

172

 

SİLİFKE TÜRK OCAĞINDA NUTUK* (28 OCAK 1925)

Arkadaşlar, Silifke’ye geldiğimden son derece memnunum. Bu çatı altında güzel bir tesadüfle, Türk Ocağı-Cumhuriyet Halk Partisi-İdman Yurtlu gençlik havası ya­şamaktayız. Türk milleti hayal peşinde koşmaktan bıkmış usanmıştır efendiler. Artık akılcı ve gerçekçi bir politika izlemek devrine girmiş bulunuyoruz. Cumhuriyet Halk Partisini onun için kurduk. Milli sınırlar içinde Türk zekâsını işlemek, Türk’ün uy­garlık kabiliyetini geliştirmek, maddi ve manevi kaynaklan işletmek Cumhuriyet’in temel politikasıdır. Bu sebeple Türk Ocaklan da, Türk tarihinin kutsallığını, soylulu­ğunu, dünyada ilk uygarlığı yayanın Türkler olduğunu anlatmalıdır.

[…] Görevli gençler, ayran tepsilerini ve bardakları bir yana bırakarak sıraya geçip Atalarının elini öpüyorlar. Coşku son düzeydedir. Büyük Önder tekrar ayakta­dır. Bu kez konuşması tamamen, Cumhuriyet Halk Partisi üzerinedir.

Silifkeliler, sizlere şunu açıklıkla belirtmek zorundayım. Cumhuriyet’in temelinin ileri bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu hakikat göz­den kaçmamalıdır. Zira Türk halkı, padişah idaresinden çok ıstırap çekmiştir. O yüz­den çok kanlar akıtmıştır. Milyonlan şehit, yüz binleri gazi etmiştir. Geri kalışın, ya­banlığın günahları arasında dediklerimin ehemmiyetli yeri vardır.

Halkçılık, halktan yana bir tutum içinde olmak demektir. Bütün devrimci güçle­rin halktan yana olması şarttır. Halkın desteği sağlanmadıkça hiçbir şey kazanılamaz. Bu nedenle, Cumhuriyet sıkı sıkıya dediğim ilkeye bağlı kalacaktır. Devletimiz, hal­kın devletidir. Bunun böyle bilinmesini isterim.

* Yukarıdaki şekilde aktaran: İzzet Aslan, Atatürk Silifke’de, 2. Basım, İçel, 1981, s. 153-156. Belgeye, kaynakta şu açıklamayla yer verilmiştir: “Mustafa Kemal |.„] Hükümetten sonra, yaya şekil­de Türk Ocağı binasına gelmişlerdir.

Türk Ocağı salonu alkış ve yaşa, var ol seslerinden belki yarım saat çın çın ötmüştiir. Gösterilen sevgi ve bağlılığı masaya oturmadan ayakta izleyen Mustafa Kemal, yine masaya oturmadan şunları söyle­miştir:” (Y.N.)

173

 

KASTAMONU BELEDİYE BİNASINDA NUTUK* (24 AĞUSTOS 1925)

Gazi Hazretlerinin belediyeye teşriflerini bilen bütün halk köprüden belediye da­iresine kadar iki taraflı hıncahınç dolmuştu. Paşa Hazretleri geçerken halk “Paşa” ni­dalarıyla alkışlamıştır. Paşa Hazretleri belediye dairesine çıkarken halkı selamlamış­lar, ondan sonra belediye dairesinin kabul salonunda istirahat buyurmuşlardır. Ufak bir kahve içtikten sonra, evvela Halk Fırkasının daha sonra belediye heyetlerinin zi­yaretlerini kabul etmişlerdir. Paşa Hazretleri bu esnada ayağa kalkmışlar ve başı açık olarak heyetlerin ziyaretlerini kabule başlamışlardır. Belediye heyetinin ellerini sıkar­ken Gazi Hazretleri Kastamonu halkının ellerini sıkabildiğinden dolayı memnun, me­sut ve bahtiyar olduğunun halka bildirilmesini rica ve istirham etmişlerdir. Ondan sonra Türk Ocağı, Muallimler Birliği heyetlerini kabul ederek feyiz ve ilim ocakları­nın ilimdarlarının ellerini sıkabildiğinden müteşekkir olduğunu söylemişlerdir.

Heyetlerin ziyaretlerini kabulden sonra Paşa Hazretleri, Araç, Daday, İnebolu ve Safranbolu, Taşköprü, Tosya, Devrekani’den Gazi Paşayı karşılamak için şehrimize gelen heyetleri kabul etmiş ve hepsine ayrı ayrı iltifat ederek uzun müddet memleket­leri hakkında malumat almıştır. Bilhassa çiftçilerle çok konuşmuş, teşkilatlarını, ma­kineleri olup olmadığını sormuştur. Heyetlerin “Yok” demesi üzerine Paşa Hazretleri:

“Ben de çiftçi olduğumdan biliyorum. Makinesiz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşiniz; birliklerle makine alırsınız. Senede yüz dönüm ekeceğinize, on misli, yüz misli fazla ekersiniz. Bir de toprağa sevdiği tohumu bulup atmalıdır.’ Memleketimiz hakiki çiftçi memleketidir. Henüz bu hususta hak kazanmış değiliz. Fakat ziraat mem­leketi olacağız. Bu da makine ile olacaktır.”

Gazi Paşa Hazretleri, Çiftçiler Birliğinin ricası üzerine Kastamonu Çiftçiler Bir­liği’nin fahri reisliğini de kabul etmişlerdir. Bu esnada çiftçilere hitaben:

“Memleketimizde yapılması lazım devletin noktai esasisi çiftçiliktir.2 Tüketici yaşamak iyi değil; üretici olalım!” demiştir. Ondan sonra genç fikirler hakkında ge­çen sözlere:

* Açıksöz, 25 Ağustos 1925, Numara: 1443, s. 1. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975, s.23-24; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.206-207. Eski yazı metin Musa Sarıkaya ve Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

  • Bu cümle yalnız Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de yer almaktadır. (Y.N.)
  • Açıksöz’dek’ı bu bozuk cümle Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de de aynı şekilde okunmuştur. Bir ya da birkaç sözcük düşmüş olmalı. (Y.N.)

277

 

ı

“Milletin hakiki emelleri, görüşü budur. Bundan hariç hiçbir şey olamaz. İstisna­sız hepimiz ona yönelmeye mecburuz. Genç fikirli demek, hakiki fikirli demektir”1 demiştir.

Ineboluludara, Devrekânililere, Dadaylılara, Taşköprülülere memleketlerine gi­deceklerini vaat etmiştir. Bu esnada Kastamonu’nun bütün esnafı belediyenin orta katına dolmuşlardı. Paşa Hazretleri bundan haberdar olunca esnafın arasına girdi. hepsine ayrı ayrı Kastamonu’nun zanaatı hakkında birçok sorular sordu ve bir terzi istedi. Eliyle şalvarlı, cüppeli bir esnafı göstererek:

“Şalvarlı elbiseler mi ucuz. yoksa milletlerarası son kıyafet mi? dedi. Terzinin “beynelmilel daha ucuz” demesi üzerine Gazi:

“İşte görüyorsunuz ya… Bu elbiseler ucuzdur; hem basittir; yerli ise pahalıdır. Aynı kumaştan birer elbise daha yaparsınız.”2

Bir esnafa da: “Fesini göster”, dedikten sonra: “İşte, içinde takke, üzerinde aba­nı sarık, fes… Bunların hepsinin ayrı ayrı parası yabancılara gidiyor. Bunu söyle­mekten maksadım şudur: Biz her bakımdan medeni insan olmalıyız. Çok acılar gör­dük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımız içindir. Fikrimiz, zihniyetimiz medeni olacaktır. Şekillerimiz, kıyafetlerimiz tepeden tırnağa medeni olacaktır. Şu­nun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Medeni olacağız. Bununla iftihar ede­ceğiz. Bütün Türk ve İslam âlemine bakınız. Zihinlerini, fikirlerini medeniyetin em­rettiği kapsam ve yüksekliğe uyduramadıklarından ne büyük felaketler ve ıstıraplar içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız ve en nihayet son felaket çamu­runa batışımız bundandı. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmıştık. Bu, zihniyeti-mizdeki değişikliktendir. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz. Geriye ise hiç gi­demeyiz. Çünkü ileri gitmeye mecbumz. Millet açıkça bilmelidir, medeniyet öyle bir kuvvetli ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar ve mahveder.

İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu muhafaza edecek ve yükselteceğiz.4 Refah, saadet ve insanlık bundadır.”

Halk ve esnaflar “Yaşasın fikir rehberimiz” diye alkışlamışlardır.

Paşa, […] hükümet dairesine giderek en küçük memura kadar bütün memurları kabul etmiştir. Dairelerin reislerinden vilayet hakkında tafsilatlı malumat almış, bil­hassa memleketin ziraatı, ticaret, sanayi ve sıhhiyesi ile diğer hususlar hakkında bir­çok sorular sormuştur.

  • Atatürk’ün Şapka Devi iminde…’de “Genç fikirli demek, doğruyu gören ve anlayan, gerçek fikirli de­mektir. Milletin egemen amaçlan, görüş noktası budur. Hepimiz ona uymak zorundayız”. (Y.N.)
  • Atatürk’ün Şapka Devriminde…‘de bu kısım şu şekildedir:

“[…] Bu sırada bir terziye elbisesini göstererek:

-Bu elbiseler herhalde ucuzdur. Kumaşı da düz. Uluslararası kıyafet midir? diye sorunca,

-Evet, uluslararasıdır, diye cevap vermiş;

-O halde bu elbiseler hem ucuz ve hem de yerli malıdır. Aynı elbiseye kumaşından bir de serpuş

yaparsınız, demiştir.”

Bkz. aynı yerde. (Y.N.)

  • Bu cümle Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yoktur. (Y.N.)
  • “Yükselteceğiz” sözcüğünün aslı olan “ila edeceğiz” sözcükleri, Açıksöı’âe yanlışlıkla “ilan edeceğiz” şeklinde yazılmış. (Y.N.)

278

 

Posta ve Telgraf Başmüdürü’yle görüşürken, telgrafçıların vaziyetleriyle bu sene içinde meşgul olacaklarını ve derin incelemeler neticesinde her halde telgrafçıları incelemek için uğrayacağını vaat etmiştir.

Gazi Hazretleri, belediyede ve hükümet dairesindeki merasimde başı açık olup, bütün heyetler ile memurlar ve sarıklılar, bilhassa Müftü Efendi Hazretleri, Gazi’nin yanına başı açık girmişlerdir. Gazi Hazretleri, Müftü Efendiyle görüşürken, kendisi­ne kisvenin tarihçesini sormuştur.

Ondan sonra bizzat Müftüye hitaben hazır bulunanlara kisvenin İslamiyetteki […]] menfaat ve ihtiyaç olduğunu, cüppenin hangi tarihte, kimlerden ve nerelerden, ne maksatla giydirildi ğini izah etti ve ateşgedelerden2 alınan bir ineğin sütünü vermek için ateşgede kıyafetini göstermek lazım geliyorsa, bir lslamın bu kıyafete girmesi la­zım geldiğini söyledi. Paşa Hazretleri akşam geç vakit konaklarına dönmüşlerdir.

  • Silik bir sözcük okunamadı. (Y.N.)
  • Ateşgede: Ateşe tapanların ibadet ettikleri mabet. (Y.N.)
  • Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de bu kısım şu şekildedir:

“İ…J Memurlar başı açık olarak Gazi’nin yanına girmiş; başında sarığı olan Müftü Efendi de sarı­ğını çıkarmış, başını açmıştı. Müftüye Gazi, kisvesinin tarihçesini sordu. Müftü de Gazi’mize ve yanında bulunanlara karşı konuşarak, kisvenin İslamiyette şeklini, çıkar ve gereksinmeye tabi ol­duğunu, cübbenin hangi tarihte kimler tarafından ne amaçla giydirildiğini açıkladı. Ateşe tapanlar­dan alman inek, yeni sahibine sütünü sağdırmazsa o adamın ateşe tapan kılığına girebileceği hak­kındaki hükmü söyledi.

Gazi, Müftü Efendinin cevabını dikkatle dinlemiş, daire başkanlarına teşekkür ederek Hükümet bi­nasından ayrılmış ve bir süre sonra da İnebolu’ya hareket etmiştir.”

Bkz. aynı yerde. (Y.N.)

279

 

İNEBOLU’DA HALKA NUTUK* (26 AĞUSTOS 1925)

Hakkımda bu derece samimiyet, muhabbet ve bağlılık gösteren muhterem İnebo-lululara, oyunlarını zevkle takip ettiğim mert ve cesur denizcilere teşekkür ederim.

Ben, şimdiye kadar millet ve memleket hayrına ne gibi hamleler, inkılaplar yap­mış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların alaka ve muhabbetlerinden, gös­terdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz, hep mil­let ve memleketimizin selameti, saadeti ve ilerlemesidir. Şimdiye kadar yaptığımız ic­raatımızda ve aldığımız kararlarda bizi aldatan ve millet aleyhine tecelli eden hiçbir

* Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve inebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, Tür­kiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975, s.54-55. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Ta­mim Telgrafları V, Hazırlayanlar: Sadi Borak-Dr. Utkan Kocatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayın­ları, Ankara, 1972, s.36. Mustafa Kemal Paşa’nın bu nutku, Cumhuriyet, İkdam ve Akşam’Aa. şu şekilde yer almaktadır:

“İnebolu, 27 (AA) – […] Yoğun bir kalabalığın iştirak ettiği Kayıkçılar Kâhyası İlyas, Cemil ve Hamdi Kaptanların idaresi altında bulunan fener alayları da gayet parlak meşalelerle ve ananevi, milli şarkılar söyleyerek Paşa Hazretleri’nin ikametgâhları önüne gelmişlerdir. Bu sırada binlerce halkın ‘Yaşasın Reisicumhurumuz ve kıymetli misafirimiz’ nidalarıyla şiddetli bir surette devam eden tezahüratı üzerine Reisicumhur Hazretleri ikametgâhlarından çıkmışlar ve halkın içinde mev­ki alarak birçok dakikalar gayet sürekli alkışlarla kesilen mühim bir nutuk irat buyurmuşlardır. Pa­şa Hazretleri nutuklarında esas olarak demişlerdir ki:

‘Arkadaşlar, beraber çalışmaya başladığımız günden beri sizin hizmetlerinizi hatırlıyorum. Siz, be­nim işaret ettiğim yolda daima aynı kudret ve şevkle yürüdünüz. Arkadaşlar, medeniyet için, iler­leme ve refah için ve memleketimizin selametini temin için daha çok çalışacağız. Bunu şimdiden size haber veriyorum. Sizin cevherinizi, sizin ruh asaletinizi tanımayanlar vardır. Arkadaşlar, sizi şimdiye kadar yanlış yolda yürütmedim. Bundan sonra da yürütmeyeceğime emin olunuz. Benim ve arkadaşlarımın takip ettiğimiz yol, milletimizi medeni bir millet ve memleketi­mizi müreffeh bir memleket yapmak ve size yüksek bir fikir vermektir.

Arkadaşlar, sizinle şimdiye kadar karşı karşıya geldiğimden ve sizi yakinen tanıdığımdan ve gör­düğümden, çok bahtiyar ve mesudum. Sizi tanımayanlara sizi ve büyüklüğümüzü tanıştıracağız. Her defa olduğu gibi bu defa da sizinle, milletle temastan çok kuvvet ve salahiyet aldım. Bunu, mil­letin hayır ve menfaati için kullanacağım.'”

Bkz. Cumhuriyet, 28 Ağustos 1925, Numara: 468, s. 1-2; İkdam, 28 Ağustos 1925, Numara: 10198, s.2; Aksam, 29 Ağustos 1925, Numara: 2470, s.l. Eski yazı metinler Musa Sarıkaya, Hadiye Yılmaz ve Hü­seyin Gültekin tarafından okunmuştur. Ayın haber, Cumhuriyet (27 Ağustos 1925) ve Açıksöz’de şu şekildedir:

“Belediye Meclisi, Ticaret Odası ve belde eşrafı ve esnaf cemiyetlerini kabulden sonra kayıkçıları memnuniyetle karşılayarak, ‘Sizin hizmetlerinizi ve faaliyetinizi öteden beri takdir ediyorum. Ve yine her vakit ve her suretle vatan emrinde bulunacağınıza kaniim. Yaptığınız hizmetleri hiç unu­tamıyorum’ diye İnebolu denizcilerini taltif buyurmuşlardır.

Müteakiben Muallimler Birliği heyeti kabul buyurulmuştur. Gazi Paşa Hazretleri muallimlere ‘hu­susi mahalle mekteplerinin kaldırılmasını nasıl buldukları’ sorusunu yöneltmişler ve muallimlerden

280

 

şeyimiz yoktur ve gösterilemez. Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz.

İstanbul’da saltanat ve sefahatlerinin, menfaatlarının devam ettirilmesini düşman­ların anavatanımızı istila etmek emellerine uydurmakta, onlarla işbirliği yapmakta, düşman devletlerin her isteğine boyun eğmekte asla tereddüt göstermeyen, vicdanla­rı sızlamayan, milletimizin hür ve bağımsız yaşama azmini kırma için hainane teşeb­büslerden çekinmeyen sultan ve halifelerin artık bu vatanda asla yeri yoktur ve ola­maz. (Katiyen olamaz ve olmayacaktır sesleri.)

İneboluluların hiçbirinin böyle düşünmediklerini, böyle bir fikir taşımadıklarını, taşıyanları da kınadıklarını biliyorum. Bu defa geldim gördüm. Canlı şahidi oldum.

Hilmi Bey ‘Hususi mekteplerin kaldırılması çok doğrudur. Çünkü memlekette tam bir eğitim hasıl olamıyor ve ilköğretim ehil olmayan ellerde kalıyordu. Çok mektep olmaktan ise iyi muallimler elinde az mektebin bulunması daha iyidir’ demiş, Reisicumhur Hazretleri bu beyanattan memnun kalmışlardır. |…)

Bunu müteakip Çatalzeytin nahiye heyeti, başlarında müdürleri Selahattin Bey olduğu halde Gazi Paşa Hazretleri tarafından kabul edilmiş ve Paşa Hazretleri heyete memnuniyetlerini beyan ederek ‘Mümkün olsa oralara da gelir, halk ile temas ederdim’ demişlerdir. Daha sonra kunduracılar şirke­tini kabul buyurarak şirketin sermayesini, faaliyetini ve nerelere kadar iş yapabildiğini sormuşlar, verilen izahattan sonra şirketin daha ziyade sermaye ve faaliyetini artırmasını ve yabancı memle­ketlere dahi ihracatta bulunmasını tavsiye buyurmuşlardır. […]

Reisicumhur Hazretleri biraz istirahatten sonra belediyeden ayrılırken Belediye Reisi Hüseyin Ka­şif Bey’e ‘Halkın gösterdiği tezahürattan çok mütehassis oldum. Kendilerine müteşekkirim, teşek­kürlerimi münasip surette halka tebliğ ediniz’ diye iltifat buyurarak daire önünde toplanan ve cad­delerde ihtiramla dizilmiş bir halde bulunan binlerce halkın fevkalade tezahüratına mazhar olmuş­lardır. Paşa Hazretleri’nin ‘Kazanızda en fazla gelir hangi vergidendir?’ sorusuna Mal Müdürü ‘Ara­zi vergisidir, zira sayılmamış arazi yoktur. Bundan sonra temettü vergisidir’ cevabını vermiştir.’ |… 1 Düyunu Umumiye memurlarının kabulünde Gazi Paşa Hazretleri’nin gülerek Düyunu Umumiye Müdürü’ne sordukları ‘Parayı nereye gönderiyorsunuz?’ sorusuna cevaben Müdür ‘Ankara’ya gön­deriyoruz’ demiştir.

Bundan sonra Ziraat Bankası memurlarına, köylüye ne derece nakdi yardımda bulunduklarını sor­muş ve ‘İnşallah gelecek sene tüccarlara da nakdi yardımda bulunursunuz’ demişlerdir.)…) Gazi Paşa Hazretleri hükümet dairesinde son defa olarak kabul ettiği Tosya Çeltik Fabrikası mü­hendisine ‘Sizin gibi gençler ne kadar fazla yetişirse memleketimiz o nispette ilerleyecektir’ de­mişlerdir.”

Bkz. Cumhuriyet, 27 Ağustos 1925, Numara: 467, s.1-2; Açıksöz, 29 Ağustos 1925, Numara: 1446, s. 1. Cumhuriyet\€k\ eski yazı metin Hüseyin Gültekin, Açıksaz’d&ki Hadiye Yılmaz tarafından okun­muştur. (Y.N.)

281

 

İSTANBUL’DA DİKİLECEK HEYKEL HAKKINDA İSTANBUL ŞEHREMİNİ OPERATÖR EMİN BEY’E*

(26 AĞUSTOS 1925)

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, İstanbul’da dikilecek heykel­lerinin* ilk temel tasının konulması münasebetiyle Şehremini Emin Bey’e aşağıdaki teşekkür telgrafını çekmişlerdir:

İstanbul Şehremini Operatör Emin Beyefendiye

26.8.41 [1925] İstanbul – Muhterem İstanbul halkının ilk olarak benim heykelimi dikmeye teşebbüs suretiyle hakkımda gösterdiği pek ulvi kadirşinaslık eserinden mü­tehassis olmuştum. Bugün ilk temel taşımın konulması münasebetiyle tercüman ol­duğunuz muhabbet hislerinden dolayı teşekkürler takdim eylerim, Efendim.

Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal

* Cumhuriyet, 27 Ağustos 1925, Numara: 467, s. I. Eski yazı metin Musa Sarı kaya tarafından okunmuştur. I Ünlü Avusturyalı heykeltraş Heinrinck Krippel tarafından yapılan İstanbul Saraybuınu’ndaki “Atatürk Heykeli”. Heykel hakkında bkz. elinizdeki ciltte, s.261. (Y.N.)

282

 

İNEBOLU TÜRK OCAĞINDA NUTUK* (27 AĞUSTOS 1925)

İnebolu, 27 (AA) (Gecikmiştir) – Reisicumhur Hazretleri saat altıda güzergâhla­rında toplanan halkın şiddetli ve sürekli alkışları ve yaşa sesleri arasında maiyeti ile Türk Ocağını teşrif buyurmuşlar ve Ocak Reisi ve üyeleri tarafından hararetle kar­şılanmışlardır. Gerek salon, gerek balkon ve koridorlar ve diğer odalar kadın ve er­kek ve gençlerden meydana gelen büyük bir kitle tarafından tamamen doldurulmuş bulunuyordu. Reisicumhur Hazretleri bir müddet istirahat ettikten sonra Ocak üye­lerinden ve Darülfünun Hukuk talebesinden Mustafa Selim Bey tarafından aşağıda­ki nutuk irat edilmiştir:

Nutuk alkışlanmış ve Reisicumhur Hazretleri karşılık olarak aşağıdaki pek mü­him ve kıymettar nutku irat buyurmuşlardır:

Hanım ve Bey arkadaşlarım:

Bana nezih huzurunuzda söz söylemek fırsatını bahşettiğinizden dolayı çok bah­tiyarım. Bunun için size özel olarak teşekkür ederim. Hemen ilave etmeliyim ki, İne­bolu’nun muhterem halkı beni çok samimi kabul etti; hakkımda kalbi tezahüratta bu­lundu. Bunun bende doğurduğu memnuniyet hislerini belediye dairesinde ve hükü­met konağında bir vesile ile söylemiştim. Fakat burada, huzurunuzda bir defa daha bu memnuniyetimi ve samimi teşekkürlerimi ifade etmek, benim için çok zevkli bir vazifedir. Müsaadenizle onu izah edeyim:

Arkadaşlar, ben sevgili memleketimizin hemen bütün kısımlarını gezdim, gör­düm. Bütün vatandaşlarımızın büyük kuleleriyle yakından temas ettim. Bütün bu candan temaslarımın bende bıraktığı silinmez hatıraları hürmetle yâd ve zikrederken, beyan etmeliyim ki bu havalide, Çankırı ve Kastamonu havalisinde ilk defa olarak seyahat ediyorum. Arkadaşlar, bu havaliyi yakından görmek benim için mukaddes bir emel halinde idi. Bu emel şüphesiz memleket ve millet vazifelerini vukufla1 ye-

* Cumhuriyet, 29 Ağustos 1925, Numara: 469, s. 1 -2; Vakit, 29 Ağustos 1925, Numara: 2752, s. 1; Hâkimi­yeti Milliye, 30 Ağustos 1925; Numara: 1513, s. 1; Akşam, 30 Ağustos 1925, Numara: 2471, s. 1. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.208-212; Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, Tür­kiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1975, s.60-66. Özeti için bkz. Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti Türk Ta­rihi Tetkik Cemiyeti, Devlet Matbaası, İstanbul, 1934, s.236-237; Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c. I, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, An­kara, 1991, s.213. Cumhuriyet ve Vakit’tek’ı eski yazı metinler Hadiye Yılmaz, Hâkimiyeti Milliye ve Ak-jflm’dakiler Musa Sarı kaya tarafından okunmuştur.

I Cumhuriyet ve Vakit’tc “dikkatle”. (Y.N.)

283

 

rine getirmek bakımından da aynı zamanda bir vazife idi. Onun için vilayet namına Ankara’ya gelen muhterem heyetin vuku bulan davetine memnuniyetle ve derhal ica­bet ettim. Bu noktada güzel ve yüksek bir tecelliyi ifade etmek, benim için çok ifti­har vesilesi olacaktır. Mühim bir vazifenin yerine getirilmesinde benden evvel teşeb­büs eden millet olmuştur. Benim şu veya bu sebeple ertelediğim mühim bir vazifeyi millet bana hatırlatmış ve yaptırmıştır. Bunu milletin hissiyatına, bunu milletin müş­terek ruhundaki ulviyet ve rüşte parlak bir misal olarak zikretmeliyim.

Efendiler, bu hitap münasebetiyle ufak bir noktayı tekrar edeyim. “Efendiler” de­diğim zaman, başka yerlerde olduğu gibi, burada da bunun anlamı “Hanımefendiler ve Beyefendilerdir. Bu seyahatim ne isabet oldu, geniş ormanlarıyla, çok sayıda çe­şitli madenleriyle Türkiye Cumhuriyeti’nin en mühim servet kaynaklarını ihtiva eden bu mıntıkayı yakından görmek benim için ne kadar istifadeli oldu. Fakat çok yüksek sesle ifade etmeliyim ki, bundan daha çok ve daha kıymetli istifade veren şey, bu mıntıka halkıyla yakından temas etmek oldu. Bütün gördüklerim her bakımdan beni çok bahtiyar etmiştir. Çankırı’da, Kastamonu’da, Ankara’dan İnebolu’ya kadar bütün bu üç yüz elli kilometrelik güzergâhta ve bugün burada samimi huzurlarıyla şeref duyduğum muhterem İnebolulularda gördüğüm aydınlanma, yüksek zihniyet ve ge­lişme derecesi cidden iftihara değerdir. Cidden ehemmiyetle zikre değerdir. Güzel kalpli arkadaşlar! Bu bariz hakikatin aksini iddia edenlerin de, mevcudiyetini düşün­dükçe elem duyuyorum. Bu gibiler, millete, milletin eğilimine, milletin yüksek emel­lerine ne kadar yabancıdırlar. Bu gibiler kendi gafletlerini umumi zannetmek derin gafletindedirler. Kendi dar zihniyetlerini ölçü tutarak milleti her türlü ilerlemeden, her türlü yüksek yenilikten mahrum etmeye kalkışıyorlar.’ Milletin medeniyet ve in­sanlık yolundaki uzun adımlarını durdurmak için adeta çırpınıyorlar.2 Fakat o gibiler niçin düşünmüyorlar ki, buna artık imkân kalmamıştır.

Ey memleketi seven ve memleketi, milleti için hayatını fedadan çekinmemiş bu­lunan kıymetli vatandaşlar! Hep beraber bütün cihana açık olarak ifade edelim ki, bunca inkılapların şuurlu kahramanı olan bu millet, medeniyet güneşinin bütün hara­retini almıştır. Şüphe etmeye mahal var mıdır ki, bu hararetin feyizleri elbette emri­vaki halinde feyizli olarak fışkırmaktadır.3

Muhterem arkadaşlar, gerçi çok kısa bir zamanda seri ve yoğun denilecek kadar siyasi, idari, toplumsal inkılaplar yaptık. Bu yaptıklarımızın sürat ve yoğunluğundan ancak memnuniyetle ve bahtiyarlıkla bahsolunabilir. Çünkü bu böyle olmasaydı, kur­tuluş ihtimali tehlikeye düşebilirdi. Emniyet etmek lazımdır ki,4 ve böyle yapmak za­rureti olduğu içindir ki, böyle yaptık. Artık bugün her şeyi anladığına kani olduğum muhterem vatandaşlar, size soru tarzında bazı hitaplarda bulunacağım. Hâkimiyetine sahip olan bu milletin başında, bir dakika bile olsun, bir sultanı bırakmak caiz olabi­lir miydi? Bunu sizden soruyorum. (Asla, katiyen sesleri.)

Benim sevgili kardeşlerim, fikir ve idrak sahibi olduğunu büyük hadiseler ile is­pat etmiş olan bu millet, Allah’ın gölgesi ve Peygamberin vekili olduğunu iddia küs-

  • Vakit’ic “kalkışırlar”. (Y.N.)
  • Vakit’te “çırpınırlar”. (Y.N.)
  • Vakit’te “semereli olacak ve fışkıracaktır”. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de “muvafıktır ki”. (Y.N.)

284

 

tahlığında bulunan halife unvanındaki gafillere, cahillere, riyakârlara vatanında, vic­danında yer verebilir miydi? Bunu sizden soruyorum. (Haşa, katiyen sesleri.) Ey bü­yük millet, cihan medeniyet ailesinde ihtiram mevkii sahibi olmaya layık1 Türk mil­leti, evlatlarına vereceği terbiyeyi mektep ve medrese namında birbirinden büsbütün başka iki tür müesseseye taksim etmeye halen katlanabilir miydi? Eğitim ve öğreti­mini birleştirmedikçe aynı fikirde, aynı zihniyette fertlerden meydana gelen bir mil­let yapmaya imkân aramak abesle iştigal olmaz mıydı?

Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti’ni tesis eden Türk halkı medenidir. Tarihte mede­nidir, hakikatte medenidir. Fakat medeni âleme -ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum- medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle, zih­niyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek mecburiyetindedir. Medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Kısacası medeniyim diyen, Türkiye’nin hakikaten me­deni olan halkı, başından aşağıya kadar harici vaziyetiyle dahi medeni ve olgun in­sanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdurlar. Bu son sözlerimi çok açık beyan et­meliyim ki, bütün memleket ve cihan ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu iza­hatımı yüksek heyetinize, hepinize bir soru yönelterek yapmak istiyorum, soruyorum: Bizim kıyafetimiz milli midir? (Hayır, hayır sesleri.) Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? (Hayır, hayır sesleri.) Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millidir ve ne de milletlerarasıdır. O halde kıyafetsiz bir mil­let! Bu olur mu arkadaşlar? Böyle vasıflandınlmaya razı mısınız arkadaşlar? (Hayır, ha­yır, katiyen sesleri.) Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak âlemin gözleri önüne koymakta mana var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsu­nuz demek isabetli midir?2 Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir ve tabi­idir. Cevherin muhafazası için bir mahfaza yapmak lazımsa onu altından veya platinden yapmak icap etmez mi? Bu kadar açık bir hakikat karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına ve bönlüğüne hükmetmekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya mahal yoktur. Medeni ve milletlerarası kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için layık bir kıya­fettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantalon, üstünde yelek, göm­lek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperlik-li başlık… Bunu çok açık söylemek isterim; bu başlığın ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız. Buna caiz değil diyenler vardır.3 Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:

Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz ve yine onlara ve bütün milletime hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının4 ve Yahudi ha­hamlarının özel kisvesi olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? Bu bahse ait beyanatımı bitirmeden evvel birkaç kelime daha söylemek isterim.

  • Cumhuriyet ve Vakit’le “olmak isteyen”. (Y.N.)
  • “İsabetli midir” sözcüğünün aslı olan “musib midir” sözcüğü yerine, Cumhuriyet ve Vakit’tc “ayıp­tır” (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye’de “İşte şapkamız diyenler vardır”, Cumhuriyet, Vakit ve Akşam’Ğu “Bunda tereddüt edenler vardır”; Tarih IV’te “Şapkaya itiraz edenler vardır”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet, Vakit ve Akşam’on “imparatorlarının”. (Y.N.)

285

 

Efendiler, toplumsal hayatın temeli asri aile hayatıdır.’ Aile, izaha hacet yoktur ki, kadın ve erkekten meydana gelmiştir.2 Kadınlarımız hakkında, erkekler hakkında söz söylediğim kadar fazla izahatta bulunmayacağım.3 Fakat bu ulvi mevcudiyeti bilhas­sa huzurlarında müsamaha ile geçemem. Müsaade buyurulursa bir iki kelime söyleye­ceğim ve siz ne4 söylemek istediğimi kolaylıkla anlayacaksınız. Seyahatim esnasında, köylerde değil, bilhassa kasaba ve şehirlerde kadın arkadaşlarımızın yüzlerini ve göz­lerini çok sıkı ve itinalı surette kapamakta olduklarını gördüm. Bilhassa bu sıcak mev­simde bu tarzın kendileri için mutlaka azap ve ıstırap verici olduğunu tahmin ediyo­rum. Erkek arkadaşlar, bu biraz bizim bencilliğimiz eseridir.5 Bu belki çok iffetli ve dikkatli olduğumuzun icabıdır. Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da,6 bizim gibi idrak ve fikir sahibi insanlardır. Onlara son icapları7 telkin etmek ve milli ahlakı­mızı anlatmak ve onların dimağını nur ile, incelikle donatmak esası8 üzerinde bulun­duktan sonra fazla bencilliğe lüzum kalmaz. Onlar da yüzlerini cihana göstersinler. Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak bir şey yoktur.

Arkadaşlar, bilhassa9 telaffuz ediyorum. Korkmayınız, bu gidiş zaruridir. Bu zaru­ret bizi yüksek ve mühim bir neticeye ulaştırıyor. İsterseniz bildireyim ki, bu kadar yüksek ve mühim bir neticeye ulaşmak için lazım gelirse, bazı kurbanlar da verelim. Bunun ziyanı10 yoktur. Mühim olarak şunu ihtar ederim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi her an kurbanlık koyun olmak eğiliminden kurtaramaz. Ha­nım ve bey arkadaşlarım! Size malumunuz olan bir hakikati kısa bir cümle ile tekrar arz edeceğim; beni mazur görünüz. Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet beyhudedir ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, semalar­da uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, in­celeyen medeniyetin kudret ve ulviyeti karşısında ortaçağ zihniyetleriyle, ilkel hurafe­lerle yürümeye çalışan milletler mahvolmaya veya hiç olmazsa esir olmaya ve aşağı­lanmaya1 ‘ mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı yenilikçi ve gelişmiş bir millet12 olarak ilelebet yaşamaya karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte eşsiz kah­ramanlıklarla parça parça etmiştir…” (Gayet şiddetli ve pek sürekli alkışlar.)

  • Bu cümle Akşam’da şu şekildedir: “Efendiler, içtimai hayatın mebdei akdesi aile hayatıdır” (Elendiler, toplumsal hayatın kutsal temeli aile hayatıdır). (Y.N.)
  • “Kadın ve erkekten meydana gelmiştir” sözcüklerinin aslı olan “kadın ve erkekten mürekkeptir” söz­cükleri yerine, Vakit’ic “kadın ve erkeğin heyeti unıumiyesidir”, Akşam’d’d “kadın ve erkek heyeti ıımu-miyesidir”. (Y.N.)
  • Vakit ve Akşam’&a “Kadınlarımız hakkında da, erkekler hakkında söz söylediğim kadar açık izahatta bulunacağım.” (Y.N.)

4/Mjam’da “siz de”. (Y.N.)

  • Vakit’te cümle şu şekildedir: “Erkek arkadaşlar, bu ham hodbinliğimiz ağırdır”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet, Vakit ve Akşam’da “rüfekayı nisvanımız da”. (Y.N.)
  • “Son icapları” sözcüklerinin aslı olan “icabatı ahireyi” sözcükleri yerine. Hâki/niyeti Milliye ve Ata­türk’ün Şapka Devriminde…‘de “mukaddesatı ahlakiyeyi”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet ve Vakit’te “ibresi”. (Y.N.)
  • “Bilhassa” sözcüğünün aslı olan “sureti mahsusada” sözcükleri yerine, Hâkimiyeti Milliye ve Ata­türk’ün Şapka Devriminde.. .’de “sureti mütehakkıkada” (hakikat olarak). (Y.N.)

 

  • Hâkimiyeti Milliye ve Atatürk’ün Şapka Devriminde…‘de “ehemmiyeti”. (Y.N.)
  • “Esir olmaya ve aşağılanmaya” sözcüklerinin aslı olan “esir ve zelil olmaya” sözcükleri yerine, Cıım-huriyet’te “esir ve rezil olmaya”. (Y.N.)
  • Cumhuriyet ve Hâkimiyeti Milliye’dc “kitle”. (Y.N.)

286

 

DADAY HALKINA NUTUK* (30 AĞUSTOS 1925)

Daday’a geldiğimden dolayı çok memnun, çok mütehassisim. Memnun olduğum cihet, doğrusunu itiraf etmek lazım gelirse, Dadaylıları bana ve benim gibi sizi gör­meyenlere tanıttıranlann ne kadar yanılmış olduğunu1 anladığım içindir.2 Sizi bize başka türlü anlattılar; burası adeta cehalet ve taassup içindedir, dediler. Bugün işte görüyorum ve parlak alınlarınızda ve gözlerinizde görüyor ve anlıyorum ki, sizi ba­na anlatanlar çok şuursuz ve yalancı imiş! Ben sizden aldığım ilhamla bugün onlara kalpten nefret ediyorum.3 Benim bütün Kastamonu vilayetinde olduğu gibi, burada da gördüğüm hakikat budur. Yüksek zihniniz ve dimağınız nurla doludur. Yoksa bu­günkü gördüğüm şeklin bir günde meydana çıkarılmasının imkânı yoktur.

Arkadaşlar, sizi bize böyle tanıttıran, sizi temsil edenlerden bazılarıdır. O kadar ki, onlar sizin hakiki hayatınıza yabancıdırlar. Burada gördüklerimi bütün Ankara’da-ki arkadaşlarıma anlatacağım ve sizin aleyhinizde söylenecek sözlere karşı sizi ve haklarınızı ben bizzat müdafaa edeceğim.

Arkadaşlar, memleket sizin ve ordunun kahramanlığı sayesinde kurtulmuştur ve4 bugünkü refah ve saadete gelmiştir. Bu yol üzerinde büyük bir emniyetle yürümek ve hakikati tespit etmek için bundan sonra da çok çalışmak lazımdır. Gece gündüz za­ten çalışıyorsunuz; çalışınız, hakikati5 bütün cihana tanıtalım. Arkadaşlar, sizden ay­rılırken büyük bir vicdani haz duyuyorum. Bu hususta sizlere çok teşekkür ederim.

* Hâkimiyeti Milliye, 1 Eylül 1925. Numara: 1515, s.2; Cumhuriyet, 31 Ağustos 1925, Numara: 471, s.2: İkdam, 31 Ağustos 1925, Numara: 10201, s. 1; Açıksöz, 3 Eylül 1925, Numara: 1450, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Kelim İmece, Tür­kiye İs. Bankası Kültür Yayınları. Ankara, 1975, s.77; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.212-213. Özeti için bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğret­men Atatürk (1919-1928), c. 1, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkan­lığı, Ankara, 1991, s.215. Hâkimiyeti Milliye’dek’ı eski yazı metin Musa Sarıkaya, Ikdam’daki Hadiye Yılmaz, Cumhuriyet ve Açıksöz’dekılcr Hüseyin Gültekin tararından okunmuştur.

  • İkdam ve Açıksöz’de “tanıttıranlann söyledikleri .şeylerin ne kadar yanlış olduğunu”. (Y.N.)
  • Atatürk’ün Şapka Devriminde…‘de “yanlış olduğunu anladığımdır.” (Y.N.)
  • Bu iki cümle İkdam ‘da yoktur. (Y.N.)
  • “Kurtulmuştur ve” sözcükleri yerine. Cumhuriyet ve İkdam’âit “kurtarılmış”. (Y.N.)
  • İkdam ve Aç ıksöz’dt “hakiki şekli”, Cıımhuriyet’te “hakiki şeklimizi”. (Y.N.)

291

 

KASTAMONU HALKINA VEDA NUTKU* (31 AĞUSTOS 1925)

Kastamonu, 31 (AA) – Reisicumhur Hazretleri bugün saat 12’de Çankırı’ya doğ­ru hareket buyurdular. Halk, Gazi’nin konağından şehir haricine kadar iki taraflı di­zilmiş idi. Asker ve halkın ellerini sıkarak ‘Allahaısmarladık, arkadaşlar” diye ilerle­yen Gazi’yi tarif edilmez bir muhabbetle alkışlıyorlardı. Halkın hissiyatına tercüman olan Kastamonu Lisesi Almanca Muallimi Cemal Bey bir nutuk irat etti. Bu hitabe Paşanın gözlerini yaşarttı. […]

Reisicumhur Hazretleri bu nutka aşağıdaki cevapla karşılık vermişlerdir:

Arkadaşlar! Muhterem Kastamonu halkının coşkun hislerini açık bir surette ifa­de eden arkadaşımızın sözleri, benliğimin üzerinde tesirler ve heyecanlar hasıl etti. Buna aynı samimiyetin, aynı derin hislerin vicdanımda yükselttiği heyecanı ifadeyle karşılık vermek isterim.

Arkadaşlar! Benim için sizden ayrılmak çok acıdır. Arkadaşımızın ifade ettiği ka­ti mecburiyet olmasaydı, şimdi buradan geri döner ve çok bahtiyar olurdum. Fakat emin olunuz ki, size veda için elimi uzattığım zaman, bu sizden uzaklaşmak için de­ğil, sizinle temasımı bütün ömrümde hissetmek içindir.

Teminat verebilirim ki, burada bulunmadığım ve birkaç yüz kilometre mesafede bulunduğum halde bile yine sizin içinizde imiş gibi mütehassis olacağım.

Arkadaşlar! Çok yerde büyük tezahürata şahit oldum. İtiraf edeyim ki, buradaki tezahüratın samimiyet şiddetini çok yüksek gördüm. Buna bilhassa teşekkür ederim. Bu samimiyet kitlesi karşısında meramı ifade edebilmek çok güçtür. Biliyorsunuz ki, samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyet ifade edilemez. O, gözlerden ve yüzlerden an­laşılabilir. İşte size yüzümü, gözlerimi çeviriyorum. Bakınız, görünüz. Oradan anla­yacaksınız ki, kalbim çok şiddetli bir muhabbetle çarpmaktadır. Hepinize derin bir muhabbetle veda ediyorum.

* İkdam, l Eylül 1925, Numara: 10202. s.2; Açıksöz, 1 Eylül 1925, Numara: 1448, s.2; Hâkimiyeti Mil­liye, 2 Eylül 1925, Numara: 1516. s. 1; 10 uncu Cumhuriyet Bayramı Hatırası Kastamonu Yıllığı. Kas­tamonu Vilayeti Matbaası, Kastamonu, 1933, s.75-77. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Şapka Devriminde Kasta­monu ve İnebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, An­kara, 1975, s.79-86; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.218; Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c. 1, TC Millî Eğitim Bakanlı­ğı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.216-217. Ikdam’ddki eski yazı me­tin Hüseyin Gültekin, diğerleri Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

297

 

ÇANKIRI’DA NUTUK* (31 AĞUSTOS 1925)

Çankırı, 31 Ağustos (AA) Gazi Paşa Hazretleri bugün öğleden sonra saat beşte şehrimizi teşrif buyurmuşlar ve başta askeri kıtalar, mektep talebeleri, memurlar ve teşkilatlarına mahsus bayraklarla bütün esnaf kadın, erkek, çocuk binlerce halk tara­fından karşılanmışlardır. Rençherler, kırmızı beyaz kurdelelerle süslü ve başak dolu bir kağnı arabası hazırlamışlardı. Bütün halkın başı açıktı. Reisicumhur Hazretleri “Zahmet ettiniz, teşekkür ederim, afiyette misiniz?” iltifatıyla halkı sevince boğmuş­lardır. Gazi Paşa kağnı arabası hizasına gelince rençberlerden Dava Vekili ismail Efendi aşarın ilgasından dolayı köylünün minnet ve şükranını arz etmiş ve Gazi Paşa Hazretleri “Aşar kalktığı halde, tatbikinde müşkülat vardır diyenler var, böyle bir şey var mıdır” diye sormuşlar ve rençherler “Hayır, katiyen Paşam” cevabını vermişler­dir. Reisicumhur Hazretleri şehre girerken top atılmak suretiyle selamlanmıştır.

“Yaşa öksüzler, yetimler babası, bin yaşa” nidaları ve alkışlar arasında hükümet dairesini teşrif etmişler ve orada bir müddet istirahatten sonra Çorum Mebusu isma­il Kemal Bey’in riyasetinde davet için İskilip’ten gelen heyeti kabul buyurmuşlardır.

Reisicumhur Hazretleri İskilip’e kadar seyahatlerini uzatmaları hakkında heyetin vuku bulan istirhamlarına cevaben “Seyahatimi uzatmaya imkân kalmadı. Bundan sonraki ilk fırsatta güzel İskilip’i de görmeye geleceğim. Muhterem İskiliplilere te­şekkürlerimi ve selamlarımı iletiniz” buyurmuşlardır. Heyetle sohbet esnasında baş­lık ve kıyafet meselesi söz konusu olmuş ve Gazi Paşa Hazretleri “Kıyafetin medeni bir şekle sokulması için kanun lazım değildir. Millet karar verir, yapar. Yalnız bir Di­yanet İşleri Riyaseti ve bu makama mensup müftü, imam ve hatipler vardır. Bu sını­fa ait olan kıyafeti tanırız. Bu işlerle vazifeli olmayıp da haricinde kalanların aynı kisveyi giymeleri doğru değildir. Bu gibilerini kimse tanımaz ve kabul etmez.

Biz de medeni kisvenin bütün teferruatını kabul ettik. Bunu memurlar ve mebus­lar lüzumu kadar tatbik ederek halka rehber olmalıdırlar. Tekkeler mutlaka kapanma­lıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her şubede yol gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet

* Cumhuriyet, 2 Eylül 1925, Numara: 473. s. 1-2; İkdam, 2 Eylül 1925, Numara: 10203. s.4; Hâkimiydi Milliye, 2 Eylül 1925, Numara: 1516, s. 1 -2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İne­bolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1975, s.94-96; Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c. 1, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eği­tim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.217; Cumhııriyet’in 50. Yılında Çankırı 1973 İl Yıllığı, 1974; Ertuğrul Zeka.i Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezileri (1922-1938). c. I, Tarihi Araştırmalar Vakfı İstanbul Araştırma Merkezi, İstanbul, 2000, s.368. Eski yazı metinler Musa Sa-rıkaya ve Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

298

 

alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Tekkelerin1 gayesi halkı meczup ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız abdal ve meczup olmamaya karar ver­miştir.2 Tekkeler3 basit bir keyfiyet görünür, fakat ehemmiyeti vardır. Biz medeni dünya ailesi içinde bulunuyoruz.4 Her bakımdan medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz” demişler ve tekrar kıyafet meselesine geçerek “Samsun’da bulunuyordum. Halk miting yapıyordu. Bir İngiliz memuru da inceleme yapmak için orada bulunu­yormuş. Halkı türlü türlü kıyafette gören İngiliz, bunlar millet değildir, hamallar fa­lan demiş. Aynı zamanda medeni kıyafet daha faydalıdır. (Heyet arasında bir zatın kıyafetini göstererek) Bu kıyafet milli ve medeni bir şey değildir. Hatta medeni kıya­feti kabul ve tatbik etmeyenleri medeni bir muhite koymamalı” buyurmuşlardır. Re­isicumhur Hazretleri seyahatlerine ait hislerinden bahis buyururken:

“Kastamonu, İnebolu, Taşköprü, Daday, Çankırı köylerini ve halkını aydın ve yüksek fikirli ve yüksek zihniyetli, çok temiz duygulu görüyorum” demişlerdir. Ço­rum Mebusu ismail Kemal Bey’in aşarın ilgasından doğan sevinç hakkındaki sözle­rine Gazi Paşa Hazretleri “Esasen bu gibi işlerde çok ara vermek doğru değildir. Lü­zumuna kani olduğumuz bir işi derhal yapmalıyız. Mütefekkirler, köylülere daima yol göstemeli, alışkanlıkları değiştirmelidir” buyurmuşlardır. Daha sonra, büyük sa­londa bütün memurları kabul buyuran Gazi, her memurun ayrı ayrı elini sıkmış, sıh­hiye müdürüne “Sıhhiye ahvali nasıldır?”, hastahane doktoruna “Çok hasta var mı?”, matbaa, müdürüne, “Matbuatınız var mı? Kaç gazete çıkıyor?” sorularını sormuşlar, tapu müdürüne “Tapu kayıtları çok karışıktır, kadastrosuzdur. Güç oluyor” demişler­dir. Orta nahiyesi müdüründen nahiye hakkında malumat almışlardır. Nahiyenin ve­rimliliğini ve ekili alanların bire kaç verdiğini soran Gazi, dört buçuk cevabını alın­ca “Çok az” demişlerdir. Daha sonra istirahat için orta. mektebi teşrif buyurmak üze­re hükümet dairesi önüne inen Gazi’ye hitaben, Türk Ocağı Reisi Tahsin Nahid Bey tarafından bir nutuk irat edilmiş ve Reisicumhur Hazretleri de binlerce halkın alkış

                                                                                                                       .>

tufanını davet eden nutuklarını irat buyurmuşlardır:

Sevgili kardeşler, beni mütehassis etmek, beni heyecanlandırmak için ne güzel bir kardeş aracı kıldınız. Bundaki isabetinizi tebrik ederim. Sizin çok derin, çok sa­mimi hissiyatınıza teşekkürler ederim. Bana dediniz ki, beni çok seviyorsunuz, bana çok emniyet ve itimat ediyorsunuz. İtimadınız o kadar yüksek, o kadar kayıtsızdır ki, işaret ettiğim noktaya bütün mevcudiyetle ve korkusuzca yürünür. Benim buna vere­bileceğim cevap şudur ki, ben bu samimi itimadınızı hak edecek muvaffak neticeler göstermiş isem, o da sizin yardımınızladır. İtimadınızı iyi kabul ederek vicdani ve milli vazifede devam etmek için muhtaç olduğum kuvvet ve salahiyeti sizden bulmuş oluyorum. Bahtiyarlığımı Çankırı’nın muhterem samimi umum halkının samimiyeti karşısında yüksek sesle ifade ediyorum.5

  • Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de “Dalâlete düşmüşlerin” (sapkınlığa düşmüşlerin). (Y.N.)
  • Cumhuriyet ve fkdam’da “Halbuki halk meczup ve abdal olmaya karar vermemiştir.” (Y.N.)
  • Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de “Bunlar”. (Y.N.)
  • Hâkimiyeti Milliye ve Atatürk’ün Şapka Devriminde…’de “Biz cihan ailesi içinde medeniyiz.” (Y.N.)
  • Bu paragraf yalnız Cumhuriyetin 50. Yılında Çankırı 1973 İl Yıllığı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Yurtiçi Gezilerinde yer almaktadır. (Y.N.)

299

 

KONYA’DA HACI HÜSEYİN AĞA’YLA SOHBET* (12 OCAK 1925)1

Muhterem okuyucularıma bugün Babalık’ta büyük misafirin küçük haneyi ziyare­tinden bahsedeceğim. Gazi Reisicumhur Mustafa Kemal Paşa Abdi Develili Hüseyin Ağa’nın hanesinde.

Hüseyin Ağa, Konya’nın ne eşrafından ne de muteberan dediğimiz kibar sınıfın-dandır. Onu bütün Konya bilir ki, tam bir köylüdür. O, eşraftan sayılı değil, bilakis halktandır. Hüseyin Ağa, Gazinin Konya’yı ilk ziyaretlerinden beri onun aşinasıdır. Hatta Hüseyin Ağa geçen sene Ankara’ya kadar gitmiş ve Gazi Paşa ile muhterem eşlerine çamsakızı çoban armağanı kabilinden bazı hediyeler götürmüş, Gazi kendi­sini Çankaya’daki köşklerinde kabul etmiş ve konuşmuştu?’

Gazi Paşa Hazretleri bu defaki ziyaret ve seyahatlerinde de Hüseyin Ağa’yı gör­mek istedi. Buradan hareketlerinden bir gün evvel alafranga üç buçuğa doğru otomo­biller küçük hanenin büyük misafirlerini Sedirler Mahallesine doğru götürüyordu.

Hüseyin Ağa sevinçten uçacak gibi… Mahalleye yayılan bu sevinçli haber üzeri­ne özlem dolu ve kaçamak bakışlarla etrafta toplanan kadınlar, çocuklar Gazi’yi bek­liyorlar. Kulaktan kulağa fısıldaşmalar.

-Kız kim gelip batır?

-Anadolu’yu kurtaran Paşa.

Otomobilin arslan homurdayışını andıran sesi duyulunca Hüseyin Ağa dışarı fır­ladı. Artık misafirler gelmişlerdi. Ağa, otomobilin kapısını açarken dedi ki:

-Paşa! Çok büyüksün. Bizler gibi fukaranın kalbim almak için fakir evimize gel­din. Zahmet ettin. Bizim kalbimiz seni misafir etmeye layık değil. Fakat görüyorsun ya! Şu etrafta toplanan analar ve hemşireler, ihtiyarlar… Hepsinin kalbi seni misa­fir etmek için hazır. Bizim noksanlarımızı görme.

Ve derhal Latife Hanım’a dönerek:

-Var ol kızım. Allah size uzun ömürler versin. Validen işte kapıda… Seni bekliyor. Konya’ya geldiğin günden beri kızımı görür müyüm diye ağlar. Bilsen onu, şimdi ne kadar sevinecek.

* Babalık, 16-18 Ocak 1925, Numara: 1694-1695, s.1-2; Cumhuriyet. 21 Ocak 1925, Numara: 225, s.2. Eski yazı metinler Hüseyin Giiltckin tarafından okunmuştur.

  • Haberde, Mustafa Kemal Paşanın Konya’dan ayrılışından bir gün evvel bu ziyareti gerçekleştirdiği be­lirtilmektedir. Paşa, 130cak 1925 günü Konya’dan ayrıldığına göre, bu ziyareti 120cak 1925 günü yap­mış olmalıdır. (Y.N.)
  • Mustafa Kemal Paşa’nın Hacı Hüseyin Ağa ile 3 Ekim 1923 tarihli bu görüşmesi için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri. I6, Kaynak Yayınları, Mayıs 2005, s. 125-126. (Y.N.)

156

 

Kapıdan içeriye giriliyordu. Altmış ile yetmiş yaş arasında, fakat zinde, şen, tam manasıyla bir Türk kadını iri vücuduyla Gazi’yi karşıladı.

-Paşam hoş geldin. Allah ömrünü uzun etsin dedi. Misafirler bir kattan ve iki odadan ibaret olan binaya üç basamaklı bir merdivenden çıkarak girdiler. Oda tam manasıyla bir köylü, bir çiftçi odasıydı. Bütün sadeliği gösterir tarzda minderler dö­şenmiş, yayılmış, cicimlerle bezenmiş, beyaz badanalı, aydınlık, tertemiz bir oda. Bir Türk köylüsünün ruhu, kalbi kadar saf, şen ve ferah bir mesken…

Gazi bu odada ne duydu. Onun yüksek duygusuna tercüman olan birkaç satırlık ha­tırayı okumak isterim. Şimdi Reisicumhur sedirin sağ tarafına bir köylü gibi mütevazı olduğu halde bağdaş kurarak oturdu. Latife Hanım da diğer köşeye çekildi. Fahreddin Paşa, Belediye Reisi Kâzım Bey ve eşleri hanım; Fırka Mutemedi İsmail Hakkı Bey ve diğer zevat etraftaki minderlere oturdular. Gazi, Hüseyin Ağa’nın haremini sol tarafı­na ve Latife Hanımla kendi arasına oturttu. Hüseyin Ağa’nın haremi Latife Hanımın başını bütün ruhundaki bir analık samimiyetiyle okşadıktan sonra elini tuttu:

-Biraz ateşin var, hasta mısın? (Gayet tabii olarak eşine döndü) Aman Hacı! Biz de güya ev sahibiyiz. Sedire geçtik, oturduk… Ya sen kalk, ya ben… Misafirlere kah­ve pişirelim.

Hacı Hüseyin Ağa: Sen kalk da pişiriver.

Kadıncağız kuvvetli adımlarıyla odadan çıktı.

Biraz sonra bu koca nine, bu asil Türk ve bu şehitler anası elindeki tepsinin için­de beş bardak ayran olduğu halde içeriye girmişti. Kadın girince Gazi dedi ki:

-Hanım sen otur bakalım. Gel… Dağıtırlar.

Hacı Hüseyin Ağa (söze karışarak): Haydi bak oturanların hepsi evladımız. Pa­şa ne diyor sana. Gitverine otur.

Hazır bulunanlar arasında bulunan Müfettişlik Yaveri Mülazım Talat Bey kalktı, misafirlere ayranları dağıttı. Bu köylü evinde misafirlere yetişmeyecek kadar, ancak beş bardak vardı. Onlar boşalacak ve yeniden dolup gelecek, sıra ile içilecekti. Ay­ranlar içildikten sonra Gazi, Hüseyin Ağaya hitaben:

-Nasılsınız, rahat mısınız?

Hacı Hüseyin Ağa hemen cevap verdi:

-Elhamdülillah Paşam, ne rahatsız olacağız. Sizi gördük. Daha iyi olduk. Bir oğ­lum var, köyde çalışır; eker, biçer, zahiremizi, her şeyimizi gönderir. Biz de burada yer, içer, otururuz.

Gazi (Hacı Hüseyin Ağanın haremine dönerek): Başka oğlunuz var mı?

Hanım: Üç erkek çocuğumuz vardı. Bunlardan ikisi, memlekete gâvur gelmişmiş. devlet emretti, muharebeye gittiler. Orada şehit oldular. Birinden beş, diğerinden dört çocuk kaldı. Köydekinin de dört çocuğu var. O iki şehidin karılarına, yavruları­na, sağ kalan bu oğlumuz bakıyor. Şükrolsun; kimseye muhtaç değiliz; geçiniyoruz.

157

 

Dedi. Bu söyleşide öyle bir saflık ve incelik vardı ki, odanın bütün misafirleri mü­tehassis olmuşlardı. Gazi diyordu ki:

-Türk yavrularının bu yüksek duygulu anaları oldukça geleceğimiz emindir. Bu yüce hissi kuvvetlendirmek lazımdır. İşte bu kadın hakiki bir kadın efendidir… Evet, hakiki bir kadın efendi…

Gazi, Hacı Hüseyin Ağanın haremine sordu:

-Hacı Hüseyin Efendi sizi almadan evvel bir haremi daha varmış, doğru mu?

-Evet Paşam. Evvel bir haremi vardı. Dört çocuğu da vardı. Benim hemşirem Ha­cının kardeşi Ali Efendi’de idi. Ben hemşiremin yanına gidip geldikçe bu Hacı hana gönül koymuş. Babamdan istedi. Babam evvela vermemek istedi ya… O zorla, ısrar­la nihayet beni aldı.

-Nasıl, iyi geçinebildiniz mi?

-Evvelki haremi biraz huysuzca idi. Hatta ekmeği felanı kitlerdi. Ama ben idareli olduğumdan, gürültüye meydan vermedim, iyi geçinmeye çalıştım. Evvelki haremi Hicaz’a gidinceye kadar pek tatlı geçindik.

Latife Hanım: Sizi mi çok severdi, evvelki haremini mi?

Hanım: Ben ferik idim. Tabii beni çok severdi.

Latife Hanım: Desene hanım, bizim pabuçlar dama atıldı.

Hanım büyük bir şaşkınlıkla hemen güya bir hatayı tamir eder gibi:

-Yok… Ana kızım. Ben latife ediyorum. Öyle söylemedim. Allah arkadaşından ayırmasın. Bak kızım Hacı’ya bana; bizi kantarlar çekmiyor. Ne olur siz de burada otursanız da rahat etseniz…

Hacı Hüseyin Efendi (diz çökmüş ve ellerini dizlerinin üstüne koymuştu): Paşa! Bilmem, aklım erer de mi söylerim, yoksa ermez de mi söylerim. Biz seni böyle iki üç senede bir kere görmekle doyamıyoruz. Şurada daimi olursan… Rahat etsen… On­lara da haber gönder sen, buraya gelseler.

Gazi: Onlar kim?

Hacı Hüseyin Ağa: Hep işte o hükümettekiler felan… Onları çağırıver buraya gelsinler vesselam.

Gazi: Hacı aklın eriyor. Hem pek iyi eriyor.

Hacı: Vallah Paşa, bilmem eriyor mu? Siz okuyup yazmak biliyorsunuz.

i Ferik: Kümes hayvanlarının civcivlikten çıkmış yavruları, piliç. (Y.N.)

158

 

Bunu müteakip Gazi sözün mecrasını değiştirdi ve dedi ki:

-Nasıl köyünüz buraya kaç saat?.. Selametle gidip geliyor musunuz? Hırsızlık fa­lan var mı?

-Köyümüz buraya beş saat. Abdi Develi… Elhamdülillah selametle gidip geliyo­ruz. Bir şey yok. Yalnız buradaki yerebatasıcalar sövmeye (yani boş yere) silah atar­lar. Sen geldiğin günden beri korkularından kestiler. Sen gittikten sonra atmamaları için kimin kulağını çekecek isen bir çek…

Hacı Hüseyin Ağa, Latife Hanıma dönerek dedi ki:

-Hani geçen sene sana çorap getirmiştim, işte onları bu validen yapmıştı. Şimdi yine çorap hazırladı.

-Teşekkür ederim Hacı Efendi.

Hacı Hüseyin Ağa Gazi’ye dönerek güya Latife Hanım’a çorap hediye edildiği halde Gazi’ye verilmezse gücenir zannıyla:

-Oğlum, dedi, senin de çorapların hazır, sana da hazırladılar.

Hacının bu çocukça saflığı andıran sözleri, bilhassa Gazi’ye çoraplar için verdi­ği teminat hazır bulunanları güldürüyordu. Hemen sözünü değiştirdi, ilave etti:

-Ah oğlum… Sen bana darılmışsın doğru mu? Güya geçen sene Ankara’da bir şey söylemişim. Sen bundan bana gücenmişsin, doğru mu? Bunu o fesatçı gazeteciler yazmış? Eğer hatırına bir şey geldiyse vazgeç oğlum, bana darılma.

Gazi: Ne söylemiş gazeteciler, ne yazmış?

-Ben sana güya deliyi burada bağlasak durmaz demişim. Ben bunu başka mak­satla söylemedim. Paşa bütün akıllıları buraya toplamış, buraya deli giremez demek istedim. Canım şu gazeteciler de ne tuhaf adamlar, insanın arasını açmaya çalışıyor­lar. Bilmem nereden işitiyorlar. Nasıl duyarlar. Yoksa içimizde mi bir fesatçı var. Kor­karım ki bugün şu konuştuklarımızı da yazarlar.

Hüseyin Ağa bunu bilmeyerek ne güzel keşfetmişti. Çünkü o dediği şey işte devam eden şu satırlarla şimdi artık bir emrivakidir.

Gazi, Hüseyin Ağaya sordu:

-Hani mahallenizde bataklık vardır diyordun. Yolunuzu gördüm; çok iyi, bataklık falan yok.

Hacı: Yaz olsa da bir görsen… Belediye yaptırdı ama bitiremedi. Parası yok be­lediyenin. .. Yeterli gelmiyor. Bütün parayı Ankara’ya çekme oğlum. Biraz da burada bırak da belediye şunları yapsın.

-Peki Hacı… Size yardım ederiz.

Hacı Hüseyin Ağa bu vaadi alınca biraz daha ileri gitti. Mahallelerinde bir cami yaptırdıklarını, imamın maaşı altı lira olduğunu, geçinemediğini, başka bir yere ka-

159

 

çacağını ve hiç olmazsa maaşına bir zam yapılarak yirmi liraya çıkarılırsa durabi­leceğini söyledi ve rica etti.

Gazi, hocanın mahallede namaz kıldırmaktan başka vazifesi olup olmadığını sordu.

Hacı Hüseyin Ağa: Efendim… Hutbe okur, geçici kâtiplikte bulunur.

Gazi: Hutbeden ne anlıyorsun Hacı? Doğru söyle.

-Ne anlayım, oğlum. Okuyorlar, biz de dinliyoruz. Ben cahil bir adamım. Tabii an­layan anlar. Tabii sizler anlarsınız.

-Ben de anlamıyorum.

-Nasıl anlamazsın! Geçende elhamın, kulhünün manasını bana verdin. O günden beri ben düşündükçe hep ağlarım, iki üç gündür hocalara gittim. Onlara dedim ki:

-Haydi bakalım… Düşünüz önüme, sizi Paşaya imtihanı (imtihan) ettireceğim. Bak korkularından banga yanaşamadılar. Gelemediler.

-Canım hutbeden hiç de mi bir anladığın yok?

-Arada bir devlete dua ediyorlar. Onu anlıyorum, ama ötelerim anlamıyorum. Pa­şam, çok ileri gitme, ben cahilim. Beni karının yanında imtihanı edip de mahcup etme.

-Mahallenizde mektep yok mu?

-Ha… iyi hatırıma getirdin oğlum. Geçen sene yalvardık yakardık. Bize evin ya­nında bir mektep yapmaya karar verdiler. Boğçaya (bütçeye) iki üç bin lira koymuş­lar. O da yetişmemiş… Altı bin lira lazımmış. Bu sene yine yalvaracağız. Sen de bir gayret et de şu mektebimiz yapılsın. Bilmem ki, ben, boğça yalnız kadınların olur zannederdim. Meğer erkeklerin de boğçası olurmuş. Mektep parası bu boğçaya ko-nurmuş. Nedir bu, yapıversinler, çıksınlar.

-Köyünüz nasıl? Bir arzunuz var mı? Hepsine benden selam söyle.

-Köyümüz çok iyi. Hükümette işlerimiz iyi görülüyor. Doğrusunu istersen, eskisi gibi değil. Yalnız şu Ziraat Bankasından köylüye biri birine kefil olmakla para ver­miyorlar. Konya’da mutlaka bir tüccar kefil istiyorlar. Ah oğlum! Bunu bize düzeltti-river. Herkes tüccardan kefil bulamaz. Bana kalırsa sandık azalarım çiftçiden yap­sak. .. Onlar para verecek vermeyecek çiftçileri pekâlâ bilirler. Yine sen bilirsin ya, başka hiçbir endişemiz yok. Elhamdülillah gâvur korkusu felan da kalmadı. Rahat rahat yiyip içip dua ediyoruz. Allah gâvurun kalbine bir korku verdi. Onlara karşı seni çok büyük gösterdi. Onlar da korktular, kaçtılar senden.

Hacı Hüseyin Ağa zevcesine hitaben:

İişte kız… Yunan gâvurlarını  kovalayan paşalar bunlar…

Bu aralık Latife Hanım, Hacı Hüseyin Ağanın haremine sordu:

160

 

-Hacı Efendi sizi aldığı zaman bir kadayıf hikâyesi olmuş… Şu nasıl oldu?

-Kızım, başını ağrıtmazsam anlatayım. Mademki istedin, söyleyeyim. Eski za­manda bizim evlere kadayıf senede bir iki defa girerdi. Bir gün Hacı bize kızmış, ata­sına demiş ki, sana kadayıf göndereceğim, iyi pişiremediler diye bahane ederek şu karılara adamakıllı bir sopa atacağım demiş. Kadayıf geldi. Ramazandı. Biz de pi­şirdik, akşama hazırladık. Hacı namazdan geldi. Bir surat, bir kıyamet… Hiçbirimi­zin yüzüne bakmıyor. Somurtuyor. Yemek yememek istiyor. Kaynanamız ne vırladı, yi­ne yemedi. Biz tuttuk, yemeği güzelce yedik. En sonra kadayıfı yedik, içimden tuttu, Hacı’nın şöyle yüzüne baktım. O da gözünün altından bir baktı, gülüştük. Bunun üze­rine kaynanam: “Haydi oğlum haydi. Sende avret dövecek suret yok. Beyhude yere kadayıftan oldun” dedi. Ah Paşam. Biz Türküz, köylüyüz, kusurumuza bakmayın.

Gazi: Ne demek, hepimiz Türküz… Türkler dünyanın en büyük milletidir. Bey­hude sıkılacak bir şey yok…

-Bilmem ya! Şehirliler bize kenar mahallelidir diye gelmezler.

Latife Hanım: Beğenmemek ne demek. Milletin anasını köylüler teşkil eder. Siz teşkil ediyorsunuz.

Bu sözler üzerine Hacı Hüseyin Ağa’nın hareminin yüzünde büyük bir güvenin eserleri görünüyordu.

Gazi: Tekrar Hicaz’a gitmek ister misin?

-Ya… Paşam gideceğim. Hem bak, parasını da senden alacağım ha… Aklıma gel­miş iken söyleyeyim. Şu Hicaz meselesine bir çare düşününüz. Orada hacıları soyu-yorlarmış. Hicaz’da İngilizlerin bir kralı varmış. Öyle söylüyorlar bana… Şuna bir çare bulunmaz mı?

Gazi: Emanatı Mukaddese bizde Hacı Efendi… Ankara’da muhafaza ettiriyorum.

-Ah oğlum neden söylemedin. Geçen sene bir ziyaret edeydim ya… Ankara’ya bir geleyim de onları bana ziyaret ettir.

Gazi kalkmak istedi. Hüseyin Ağa yalvarıyordu: -Ah oğlum. Lokmaya kalalım. Bir köylü yemeği ye…

-Ayran içtik, kahve içtik. Hacı Efendi bak başka işlerimiz de var… Bize müsaade et de gidelim.

Büyük misafir, artık bu küçük köylü hanesinden çıkmıştı. Binanın haricine, sokağa, mahallenin, civar mahallenin çoluk çocukları, kadınlar, genç ihtiyar her cinsten, her tabiattan birçok adam toplanmıştı. Gazi Paşa ile Latife Hanım dışarıya çıkınca “Paşa hangisidir, karısı hangisidir” diye soruyorlardı. O dakikada verilen bir göz işareti kâfi geldi, işte bu dakika, görülecek bir sevinç ve neşe anı idi. İlahi, o manzara ne idi! Gör­seniz ve bilseniz bu kalabalık ne yaptı. Hemen bütün kadınlar, genç ihtiyar Paşaya hü-

161

 

cum eder gibi yaklaştılar, etrafını bir hale gibi kuşattılar. Kimi yüzünü, kimi elini öpü­yor, öpüyordu… Birçok ihtiyar kadıncağızın ağzından şu sesler yükseliyordu:

-Paşa, biz de şehitler anasıyız. Sizi gördük, memnun olduk. Bundan sonra artık ölsek de gözümüz açık gitmez. Allah size uzun ömürler versin.

O zaman dikkatli bir nazar değil, alelade bir bakış da görebilirdi, o metin adam, Gazi titriyordu ve gözleri çok yaşarmıştı. Garez ve menfaattan, kin ve hileden uzak bu samimiyetlerin ifade ettiği mana ne yüksek idi. Bütün orada bulunanlar, hep o saf ve pak manzaranın karşısında gözlerinin yaşlarını siliyorlardı. Birçok kadınlar se­vinçlerinden hüngür hüngür ağlıyordu. Çocuklar ve daha küçükler, neden ve ne için olduğunu bilmiyorlardı. Çocukça, masumca büyük bir sevinç içinde ellerini çırpıyor­lar ve çırpmıyorlar, zıplıyorlardı.

Artık otomobillere binilmişti. Hacı Hüseyin Efendi elinde “nevli” denilen bir ur-ma seccade ile, iki çift çorap ile geldi. Latife Hanım’a dedi ki:

-Kızım şu hediyeni al.

Otomobiller yürüdü. Caddenin kıvrımları içinde kayboluyorlardı. Bütün gözler ve bütün bu mahallenin saf gönlü, temiz kalbi küçük hanenin büyük misafirlerini ta­kip ediyor ve onlara selametler temenni eyliyordu.

162

 

ŞAPKA GİYİLMESİ HAKKINDA BURSA’DA HALKA NUTUK*

(28 EYLÜL 1925)

Bursa, 28 (AA) – Bugün saat ikide belediye meydanında çok sevinçli başlayan te­zahüratı müteakip Bursalılar binlerce kişilik kitleler halinde Reisicumhur Hazretle-ri’nin köşklerine gitmişler ve şapkanın istisnasız Bur saklarca kabul edildiğini ve gi­yildiğini bilfiil Gazi kurtarıcımıza göstermişlerdir: […] Bursalılar namına Türk Oca­ğı Sorumlu Delegesi Doktor Nazif Şerif Bey […] Reisicumhur Hazretleri’ne hitaben […] dedi ve şiddetle alkışlandı.

Reisicumhur Hazretleri aşağıdaki karşılıkta bulundular:

Muhterem arkadaşlar!

Sizi yekpare bir vicdan halinde, bir kalp halinde karşımda görüyorum. Bu kalbe vicdani bir hazla temas ediyorum. Bu temas bana çok yüksek saadetler bahşediyor. (Şiddetli alkışlar.)

Arkadaşlar, ben öteden beri muhterem Bursalıların bu yüksek kabiliyette olduğu­na çok kaniydim. Fakat ne yazık ki, üç beş ahmak bu kitlenin önüne çıkmak, bu ze­kâ ve kabiliyeti örtmek istediler. (Kahrolsunlar nidaları.) Halbuki hakikatin örtül­mek imkânı olmadığı bugünkü tezahüratınızla tecelli etmiştir. Hepinize tercüman olarak beyefendi biraderimizin söylediği sözlerden çok mütehassis ve minnettarım. Bu samimiyete teşekkürler takdim eylerim. Bu çok coşkun hissiyata, galeyan halin­de bulunan tezahürata layık olduğu şekilde karşılık vermekte, görüyorsunuz ki, aşırı heyecanım mânidir. (Alkışlar.) Yalnız sözlerime daha birkaç kelime ilave edeyim.

Arkadaşlar! Bir zamanlar bu milletin başına fes giydirebilmek için şeyhülislam­lar değiştirildi; fetvalar çıkarıldı. Şükrana ve övgüye değerdir ki, bugün milletimiz böyle hissiz, manasız, mantıksız vasıtaların hiçbirine ihtiyaç duymuyor. Bu gibi kı­lavuzlara ihtiyaç göstermiyor. Bizim kılavuzluğumuz ise milletimizden1 aldığımız il­hamdan başka bir şey değildir ve olamaz. (Alkışlar.) Muhterem Bursalılar, samimi­yetle, katiyetle ifade etmek isterim ki, hep beraber takip ettiğimiz yol doğrudur, isa­betlidir.2 Bu yol bizi saadete götürecektir. Tereddüde mahal yoktur. Takip ettiğimiz

* Hâkimiyeti Milliye, 30 Eylül 1925, Numara: 1540, s.l; Cumhuriyet, 29 Eylül 1925, Numara: 500, s.2; İkdam, 29 Eylül 1925, Numara: 10230, s.l; Akşam, 30 Eylül 1925, Numara: 2502, s.l; Ayın Tarihi, 1341 [1925], c.6, Sayı: 19, s.567. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınlan, Ankara, 1959, s.218-219. Hâkimiyeti Milliye, Cumhuriyet ve İkdam’daki eski ya­zı metinler Hüseyin Gültekin, Akşam’daki Hadiye Yılmaz, Ayın Tarihi’ndeki Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

  • Cumhuriyet’tt “hür kalbimizden”. (Y.N.)
  • “İsabetlidir” sözcüğünün aslı olan “musibdir” sözcüğü yerine, Akşam ‘da “samimidir”. (Y.N.)

24

 

yolun cidden isabetli olduğu, yine sizin hal ve şanınızdan ve yüksek hareketleriniz­den bellidir. Tesirlisiniz.1 (Alkışlar.) Arkadaşlar, takip ettiğimiz yol demek, içimizden herhangi birimizin çizdiği herhangi hat değildir. Bütün fikirlerin bileşkesinin çizdiği yol demektir. Onun için doğrudur, isabetlidir. (Alkışlat:) Arkadaşlar, memleketimizin her yerinde aynı hissiyat tecelli etmiştir. Fakat bu hissiyatın fiilen gösterilmesi bugün ilk defa Bursa’da oluyor. Bunu yapan sizlere ve tertip heyetine büyük bir samimiyet­le tebrikler ve teşekkürler takdim eylerim. (Sürekli alkışlar.)

1 “Tesirlisiniz” sözcüğünün aslı olan “Müessirsiniz” sözcüğü Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri //’de yanlış­lıkla “Müteessirsiniz” (üzgünsünüz) şeklinde okunmuş. (Y.N.)

 

GEMLİK HALKINA NUTUK*

(6 EKİM 1925)

Bursa, 6 (AA) – Reisicumhur Hazretleri bugün biri yirmi geçe Gemlik’i teşrif bu­yurmuşlardır. […]

Gazi Paşa Hazretleri saat ikide askeriye dairesini teşrif ve ondan sonra belediye tarafından şereflerine verilen yirmi kişilik ziyafeti kabul buyurmuşlardır. Yemeği mü­teakip Gemlik Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi ve Belediye Reisi Ziya Bey Reisi­cumhur Hazretleri’ne hitaben bir nutuk irat ederek vaki olan davetlerini lütfen kabul buyurduklarından dolayı kendilerine karşı Gemlik halkının duyduğu sonsuz hürmet ve şükranları ve bugün hissettikleri bahtiyarlığı arz eylemiştir. Reisicumhur Hazret­leri bu nutka cevaben:

“Muhterem Gemlik ahalisi namına vuku bulan beyanatınızdan pek ziyade memnun ve mütehassis oldum. Geçen defa geldiğimde olduğu gibi, bu defa da gösterdikleri te­zahürat ve samimiyetten dolayı çok memnun ve mütehassisim. Özel olarak teşekkür ederim. Teşekkürlerimi münasip surette halka bildirmenizi rica ederim” demişlerdir.

Reisicumhur Hazretleri üçü yirmi geçe askeriye dairesinden ayrılarak Halk Fır­kası binasını teşrif ile kırk dakika kadar istirahat eylemişler ve kendilerine kahve ve limonata ikram edilmiştir.

Gazi Paşa Hazretleri Fırka’daki fotoğraflarına “6 Teşrinievvel 341 [6 Ekim 1925]” tarihi ve “Gemlik Cumhuriyet Halk Fırkasına” ibaresini yazarak imza buyur­muşlardır.

* Cumhuriyet, 7 Ekim 1925, Numara: 508, s.2; ikdam, 7 Ekim 1925, Numara: 10238, s.2. Cumhuriyet’ie-ki eski yazı metin Hadiye Yılmaz, İkdam’daki Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

36

 

BALIKESİR’DE HALKA NUTUK* (8 EKİM 1925)

Muhterem ahali,

Bugün buraya gelişim münasebetiyle muhterem Balıkesir ahalisi tarafından yapı­lan bu coşkun tezahürat karşısında hissettiğim saadet pek büyüktür. Belediye Reisi Beyefendi’nin hepiniz namına söylediği bu samimi sözler kalbimde en heyecanlı his­siyatın doğmasına sebep olmuştur. Bilhassa şikâyet olarak ifade olunan arzu, hakkım­da en büyük bir lütuf ve iltifattır. Bilhassa teşekkür ederim. Efendiler, muhterem genç arkadaşlarımızın da çok kıymetli ve esaslı fikirler ve hakikatler ihtiva eden ve mem­leket halkının1 milli duygu ve heyecanlarına açık olarak tercüman olan hitabesini baş­tan nihayetine kadar derin hassasiyet içinde çok dikkatle dinledim. Memleketin genel fikirlerini yalnız bana değil bütün cihana bildiren beyanatından dolayı kendisini teb­rik ederim. Arkadaşlar, Türk milletini şimdiye kadar taşıdığı püsküllü yadigârın2 gös­terdiği şey gibi kabul edenler elbette çok aldanmışlardır. Gerçi milleti kirlilik ve ceha­letin nişanesi gibi kabul edilebilecek şekil ve kıyafette bırakarak, cihanın3 alay ve dış­lamasına maruz bırakmakta mana yoktu. Bu gaflette bulunanların ve bütün milleti kendi gafletlerine tabi kılmak için hatıra gelen ve gelmeyen manasız safsatalara daya­nanların hataları büyüktür; affedilemez. Fakat Türk milletini, cahil ve cehaletini giz­lemek için muhitin karanlığını teminden başka çaresi olmayanlara kıyas ederek anla­maya çalışanların da hatası daha az değildir. Türk milleti her gün yeniden yeniye ve çok dikkatle incelenmeye değeri olan bir cevherdir. Bugün başlan yüksekte, alınları hürriyet ve medeniyet güneşiyle4 parlayan Türk milletinin, onun kıymet ve ehemmi­yetini görmek istemeyenlere yakın bir gelecekte hakikati ret ve inkâr edilemez bir tarzda itiraf ettireceğine asla şüphe edilmesin. Ve bütün cihan bilmelidir ki, Türk mil­leti artık mazinin bin türlü fenalıkları eseri olarak beyninde yer tutan pası tamamen silmiştir. Gözleri önünde her gün biraz daha fazla toplanmak istenen bulutları katiyen dağıtmıştır. Artık bütün manasıyla ve bütün çıplaklığıyla hakikati görüyor ve anlıyor. Bu milleti bütün mevcudiyetiyle temas ettiği hakikatten, hakikate yürümekten men et-

* İkdam, 10 Ekim 1925, Numara: 10241, s.l; Hâkimiyeti Milliye, 11 Ekim 1925, s.2; Karesi, 12 Ekim 1925, Numara: 98, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Ya­yınları, Ankara, 1959, s.221-223. Özeti için bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c.l, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.223-224. Karesi’dskı metin Hadiye Yılmaz, diğerleri Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

  • Karesi’de “Balıkesir halkının”. (YN.)
  • Püsküllü bela, fes. (YN.)
  • Hâkimiyeti Milliye’deki “cihanın” sözcüğü yerine, diğer kaynaklarda “cehaletin”. (YN.)
  • Karesi’de “nuruyla”. (YN.)

37

 

mek imkân ve ihtimali kalmamıştır. Türk milletini kendi nefsini bile anlamaktan men eden seller, setler imha edilmiştir, yıkılmıştır. Ve devamlı imha edilecektir, yıkılacak­tır. Her halde millet tuttuğu yolda süratle, şiddetle yürüyecek ve mutlaka layık olduğu saadet ve selamete kavuşacaktır. Arkadaşlar, huzurunuzda, milletin huzurunda iftihar sebebi saydığım bir hakikati tekrar etmeden sözlerime son vermeyeceğim. Görüyor­sunuz ki, saflık, samimiyet ve katiyetle vuku bulmakta olan müşterek mesaimiz der­hal olumlu ve feyizli neticelerini vermektedir. Adımlarını, attığımız medeniyet ve ye­nilik adımlarına uydurmak istemeyenler ne bedbahttırlar. Bu gibiler hâlâ milleti alda­tacaklarını ümit ediyorlarsa, bu ümitlerinin kendilerinin hüsranlarından başka bir ne­tice vermeyeceğine şimdiden emin olabilirler.

Hep beraber toplumumuzun her gün yeni bir mesut kademeye yükseldiğini gör­mekle çok bahtiyarız. Yüksek liyakat ve istihkakınızı ispat eden fiillerinizden ve az­minizden dolayı, ey muhterem ahali, sizi, milleti tebrik ederim.

38

 

MANİSA BELEDİYESİNDE HALKA NUTUK* (10 EKİM 1925)

Manisa, 10 (AA) – Reisicumhur Hazretleri Akhisar’dan öğleden sonra onda Ali Said, Hikmet, Fahrettin Paşalar ve maiyeti ekânı ile teşrif buyurdular. İstasyonda 1. Fırka kumanda heyetleriyle vilayet erkânı, belediye temsilcileri, Türk Ocağı heyeti, Halk Fırkası temsilcileri tarafından karşılandılar. […] Belediye önünde Naci Paşa tarafından karşılandılar. Belediyede beş dakika istirahatten sonra kaza heyetlerini kabul buyurmuşlar, birer birer tokalaşmışlardır. Ondan sonra salona çıkarak bekle­mekte bulunan halkı selamladılar. Belediye Reisi Bahri Bey aşağıdaki nutukla şehir namına hoş geldiniz dedi: […]

Reisicumhur Hazretleri aşağıdaki nutukla karşılık verdiler:

Manisa’nın muhterem ahalisi,

Yaptığınız bu coşkun tezahürat ve sevinçle hasıl olan heyecanın şiddeti kaybol­madan bana müsaade ediniz, sizi büyük bir samimiyetle selamlayayım ve hakkımda­ki tezahürattan dolayı teşekkür edeyim. (Alkışlar.)

Muhterem arkadaşlar, sizin fikirlerinizi, eğilimlerinizi pek veciz bir suretle ifade eden Belediye Reisi Beyefendi’nin sözlerini ikiye ayıracağım: Birincisi şahsıma ait iltifatlarınızda-. Buna minnet arz ederim. (Alkışlar.) İkinci yön -ki, en mühimi, en esaslısıdır- o da sizin ilerleme ve yenilik yollarında atmakta olduğunuz adımların manası ve gösterdiğidir. Bunları da büyük bir takdirle yâd ederim. (Alkışlar.) Muhte­rem ahali, bu noktada iftihar sebebimiz olan bir hususu arz edeyim. Görülüyor ki, bi­zim kalbimiz, bizim fikrimiz tamamıyla sizin hislerinize, fikirlerinize ve emellerini­ze uymaktadır. (Hay hay sesleri.) Bu vesile ile tekrar etmek isterim. Bütün memle­ket, bütün cihan bilsin ki, Türkiye halkı, reisleriyle, idarecileriyle ve reisleri, idareci­leri de halkıyla beraber aynı yolun yolcusu, hemfikir insanlardır.

Aziz Manisalılar, ben Manisa’yı yangınlar içinde, harap ve türap bir halde gör­müştüm. Muhterem Manisalılar, ben sizi karanlıktan, ateşten, esaretten henüz kurtul­duğunuz bir zamanda görmüştüm. Fakat o günkü halleri, itiraf ederim, hakiki üzün­tüyle karşılamadım. Gerçi siz zalim bir taarruzun1 şiddetli darbelerinden henüz kur­tulmuştunuz. Fakat ben emindim ki, bu kadar şiddetli darbeler insanların imanlarını

* Cumhuriyet, 11 Ekim 1925, Numara: 512, s.2; Hâkimiyeti Milliye, 12 Ekim 1925, Numara: 1550, s.1-2; ikdam, 11 Ekim 1925, Numara: 10242, s.1-2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 11, Türk İnkı­lâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.224-225. Hâkimiyeti Milliye’deki eski yazı metin Hüse­yin Gültekin, diğerleri Musa Sarıkaya tarafından okunmuştur.

1 Hâkimiyeti Milliye’âe “zulüm ve taarruzun”. (Y.N.)

50

 

 

takviye eder. Kabiliyeti, cevheri olan bir millet öyle darbelerden uyanıklık kazamr. Maziye nispeten geleceğini daha çok parlak yapabilir. Muhterem arkadaşlar, felaket­ler insanları, akılları başında olan milletleri daima azimkar, iyi hamlelere sevk eder ve işte siz de o hamleleri yapmaktasınız. Bugün mamuriyet itibariyle gördüğüm, alınlarınızda okuduğum eserler, bu hamlelerin çok bariz tezahürleridir. Arkadaşlar, bugünkü teyakkuzlarınızın, azminizin çok az zamanda çok feyizli neticeler vereceği­ne emin olarak sizi tekrar hürmetle selamlarım.

51

 

İZMİR BELEDİYESİ’NDE HALKA NUTUK* (11 EKİM 1925)

İzmir, 11 (AA) – Gazi Paşa Hazretleri saat dörde kadar istirahatten sonra hükü­met dairesinde vilayet erkânını, kumandanlıkta askeri erkân ve üst subayları kabul eyledi. Ondan sonra Halk Fırkasını teşrif ederek Aydın ve Denizli vilayetleri fırka idare heyetleriyle, İzmir vilayeti merkez ve bağlı yerlerinin mutemet ve idare heyet­lerini, Türk Ocakları, Hilali Ahmer Himayei Etfal ve diğer cemiyetlerin temsilci­lerini kabul buyurdular. Müteakiben belediyeye gidildi. Belediye önünde biriken on binlerce halkın “Kurtarıcımızı görmek isteriz. Gazi, bizi ve memleketi sen kurtardın!” nidaları üzerine Gazi Hazretleri belediye balkonuna çıkmışlardır. Belediye Reisi Aziz Bey şu nutku irat etmiştir: […]

Aziz Bey’in nutku sürekli alkışlarla karşılanmış, Reisicumhur Hazretleri buna aşağıdaki nutuk ile cevap vermişlerdir:

Muhterem İzmirliler, aziz hemşerilerim! Siz bana bugün çok tarihi diğer bir günü hatırlattınız. Bugünkü vefakârane hissiyatınızla yaptığınız tezahüratla bana İzmir’in geri alındığı gün bu sokaklarda geçirdiğim dakikaları hatırlattınız. (Şiddetli alkışlar.) Muhterem arkadaşlar, hatta diyebilirim ki, siz o gün çok büyük elem ve keder içindey­diniz. Yahut kurtulmuş olmaktan kaynaklanan sevinciniz içinde yine büyük bir kede­riniz vardı. Fakat ben görüyorum ki, bugün daha coşkun ve daha yüksek hissiyat için­desiniz.3 Arkadaşlar! Müsaadenizle, hatırladığım bu dakikayı bir kelimeyle ifade ede­yim. Çünkü o gün henüz o günün kıymetini anlayacak zihniyette değildiniz. Arkadaş­lar! O günden bugüne kadar geçen zaman, zannediyorum ki, size çok büyük hakikat­leri ispat etmiş, göstermiş ve hissettirmiştir. (Alkışlar, doğru sesleri.)

Muhterem vatandaşlar! Bu münasebetle size şunu da ifade edeyim ki, her geçen gün ve her geçen sene size birçok hakikatler daha gösterecek ve ispat edecektir. Yal­nız tavsiye ederim ki, çok dikkatle ve sabırla o zamanın geçmesini, o hakikatlerin an­laşılmasını bekleyiniz.

Muhterem hemşerilerim! Size çok eski bir nokta üzerindeki hatıramı arz etmek is­terim. Benim İzmir’i ilk gördüğüm gün, mektebi terk ederek sürgün yerime gittiğim

* Hâkimiyeti Milliye, 13 Ekim 1925, Numara: 1551, s.l; Cumhuriyet, 13 Ekim 1925, Numara: 514, s.2; İkdam, 13 Ekim 1925, Numara: 10244, s.1-2; Ahenk, 13 Ekim 1925, Numara: 9636, s.l. Ayrıca bkz. Ata­türk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.225-227. Eski yazı metinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

  • Kızılay. (Y.N.)
  • Çocuk Esirgeme Kurumu. (Y.N.)
  • Ahenk’ts yer alan bu kısım diğer gazetelerde şu şekildedir: “[…] o gün çok büyük elem ve kederden ye­ni çıkmış, coşkun bir sevinç gösteriyordunuz. Fakat ben bugün görüyorum ki, siz daha coşkunsunuz, hissiyatınız daha yüksektir”. (Y.N.)

52

 

 

 

 

günleri5 (kahrolsunlar…) bu güzel rıhtımda ancak birkaç saat geçirmeye müsaade ala­bilmiştim. İşte o saatlerde bu güzel İzmir rıhtımını baştan nihayete kadar bize can düş­manı olan yabancı bir ırka mensup insanların başlarındaki şapka ile dolu görmüştüm. Ve daha o zaman hükmetmiştim ki, İzmir, hakiki, asil ve necip Türk İzmirlilerden git­mişti. Fakat ne yapayım ki, o tarihte idrak ettiğim bu hakikati size söylemeye imkân yoktu. Çünkü sürgün yerime gidiyordum. Arkadaşlar! O gün hakikati gösterememek yüzünden bütün memleketin İzmir’le beraber ne kadar büyük, ne kadar acı ve ne kadar berbat felaketlere uğradığım elbette bilirsiniz. Bunun için muhterem arkadaşlar, bugün o devirde bulunuyoruz ki, birbirimize daima hakikati söyleyeceğiz. İsterse bu hakikat iyi veya fena olsun, felaket veya saadet getirsin, fakat illa hakikati söyleyeceğiz.

Arkadaşlar! Hakikat kolaylıkla anlaşılır bir şeydir. Fakat hakikati bulandıranlar vardır. Hakikat diye bahsedenler vardır.6 Çok nazarı dikkatinizi çekerim,7 bu gibi al­datıcılara inanmayınız.

Muhterem ahali! Kıymetli Belediye Reisiniz Beyefendi Hazretleri’nin pek iyi hi­tabelerini dikkat ve hassasiyetle dinledim. Hiç şüphe yoktur ki, bu sözler tamamen kalbinizi ve hissiyatınızı ifade etmektedir. Yalnız ben çok üzgünüm ki, huzurunuzda duyduğum hissiyatı aynen ifade edemiyorum. (Islıklar, Allah sesleri.) Yalnız anlıyor­sunuz ki, hemşerilerim, sizi çok seviyorum ve size çok muhabbetim vardır. Çünkü sizden pek çok muhabbet ve emniyet ve itimat görmekteyim. Arkadaşlar! Bana ve mesai arkadaşlarımıza gösterdiğiniz itimadın icaplarını yapmak için size söz veriyo­rum.8 Bütün mevcudiyetimi buna hasr ve tahsis ediyorum. (Yaşa sesleri, alkışlar.)

Muhterem İzmirliler, siz hem çok bedbaht oldunuz, fakat aynı zamanda çok bah­tiyarsınız. Bedbaht oldunuz; çünkü çok işkenceler, acı zulümler ve baskılar gördü­nüz. Fakat bahtiyarsınız; çünkü bütün bir memleket sizi kurtarmayı hedef saydığı için kurtuldu.9 Ahmak düşman buraya gelmeseydi, belki bütün memleket gaflete dal­mış kalırdı. Siz bütün memleket ve millet ve bugün ve gelecek namına sıkıntı çekti­niz. (Elhamdülillah sesleri.) Fakat bugün bu sıkıntının mükâfatlarına mazharsmız. Sizi tebrik ederim. (Alkışlar.)

Arkadaşlar, şunu da ilave etmeliyim ki, İzmir, mazinin bin bir meselede olduğu gibi gafleti neticesi olarak o mezalime maruz kalmıştır. Artık o vakitler ve o dakika­lar çoktan geçmiştir. Ve bu noktayı çok iyi ortaya koymak için ilaveye mecburum ki ve bütün cihan işitsin ki, efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamaya-cağı çok mukaddes bir topraktır. (Fevkalade sürekli alkışlar.)

Efendiler, İzmir’e her gelişimde çok mütehassis oluyorum. Fakat bugün daha faz­la mütehassis oldum. Tekrar samimi teşekkürlerimi arz ederek veda ediyorum. Alla­haısmarladık arkadaşlar.

  • Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905’te Harp Akademisi’nden mezun olmuştur. Bunu izleyen günlerde, istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu şüphe çekerek 5 Şubat 1905’te Şam’da 5. Ordu emrine atandı. 10 Şubat 1905 günü Şam’a gitmek üzere İstanbul’dan hareket etti. İzmir’e bugünlerde uğramış olmalıdır. (Y.N.)
  • Ahenk’îekl bu iki cümle yerine diğer gazetelerde “Fakat hakikat diye gayri hakikiden bahsedenler vardır”. (Y.N.)
  • Ahenk dışındaki gazetelerde “Çok rica ederim”. (Y.N.)
  • Ahenk dışındaki gazetelerde cümle şu şekildedir: “Bana ve mesai arkadaşlarıma gösterdiğiniz nihayet­siz itimada, bütün mevcudiyetimi hasretmek suretiyle hak kazanmaya çalışacağım.” (Y.N.)
  • Ahenk dışındaki gazetelerde cümle şu şekildedir: “Çünkü bütün memleket sizi kurtarmayı mukaddes bir hedef kabul etmiştir.” (Y.N.)

53

 

İZMİR’DE FENER ALAYI DÜZENLEYEN HALKA NUTUK*

(11 EKİM 1925)

izmir, 11 (AA) – Reisicumhur Hazretleri gece fener alayını izlediler. On binlerce halk Paşa Hazretleri’nin ikametgâhları önünde toplanmışlar ve muhtelif tezahüratta bulunmuşlardır. Bu tezahürat münasebetiyle Gazi Paşa Hazretleri şu veciz nutku irat buyurmuşlardır:

Arkadaşlar, hanım ve bey arkadaşlarım! Çok samimi, vecd halinde, fakat yekpa­re bir vicdan, bir kalp karşısında bulunduğumu hissetmekle bahtiyarım. Arkadaşlar! Bilirsiniz ki, hissiyat denilen şey, aklın, mantığın, muhakemenin çok üstünde bir kudret ve kuvvete sahiptir. Bu kadar nezih, bu kadar kuvvetli ve bu kadar ince hissi­yata sahip olan milletimizin ilerlemelerin en son kademesine, en yüksek mertebesi­ne tam bir muvaffakiyetle ulaşacağına şüphe etmeyiniz. (Sürekli alkışlar.)

Ben sizin bugünkü halinizden ziyade gelecekte yaratacağınız büyüklükleri görü­yor ve çok bahtiyar oluyorum. Arkadaşlar! Sizin gibi bir milletin âciz bir ferdi oldu­ğumdan dolayı ne kadar mesut olduğumu düşünemezsiniz. Kendimi tebrik ediyorum. Çünkü size mensubum. (Şiddetli alkışlar.)

Hâkimiyeti Milliye, 13 Ekim 1925, Numara: 1551, s.2; Cumhuriyet, 13 Ekim 1925, Numara: 514, s.l; İkdam, 13 Ekim 1925, Numara: 10244, s.2. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylevve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınlan, Ankara, 1959, s.227. Özeti için bkz. Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c.l, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.226. Cumhuriyet’teki eski yazı metin Hadiye Yılmaz, diğerleri Hüseyin Gültekin tara­fından okunmuştur.

54

 

KARŞIYAKALILARA NUTUK* (12 EKİM 1925)

İzmir, 12 (AA) – Sabah saat 1; muazzam tezahürat devam ediyor. Reisicumhur Hazretleri özel vapurlarla gelen Karşıyaka ve Göztepelilere hitaben aşağıdaki nutku irat buyurmuşlardır:

İzmir’in Karşıyakalıları! Sizi derin muhabbetle selamlarım. (Teşekkür ederiz, var ol sesleri.) Karşıyakalılar! Ben karşı yaka beri yaka bilmem. Ben İzmir’in tamamını tanırım. İzmir’in tamamını severim. (Alkışlar.) Güzel İzmir’in temiz kalpli insanları­nın da beni sevdiklerinden eminim. (Vallahi Paşam, kurbanız Paşam sesleri.) Yalnız bir tesadüf beni Karşıyaka’ya daha ziyade bağlamıştır. Karşıyakalılar! Anam sizin si­nenizde, sizin topraklarınızda yatıyor. (Sen sağ ol Paşam sesleri.)

Karşıyakalılar! İzmir’i gördüğüm gün evvela Karşıyaka’yı ve orada sizin sineniz­de, sizin topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm. Hatırlar mısınız ne dedim? Aynen değilse bile mealen anamın kabrine, anamın Karşıyaka’daki topraklarına de­dim ki, “Seni ben öldürmedim. Hatta Allah da öldürmedi. Seni öldüren, mazideki is­tibdat, sultanlar, halifelerdir.” (Sen yaşa! Çok yaşa nidaları.)

Çok muhterem arkadaşlar! O zaman söz verdim ki, ifade ettim ki, anamı öldüren sultanlardan, halifelerden, istibdattan bu millet intikam alacaktır. Aldık mı arkadaş­lar? (Sayende Paşam sesleri.)

Arkadaşlar! Aldığınız intikamın derecesi kâfi değildir. Çok intikamcı olmanız la­zımdır. Çok intikamcı olunuz. Düşmanlarınız çoktur.

Sevgili Karşıyakalılar! Hatta birbirinize çok dikkatli bakınız. Dost ve düşmanı ayırma alışkanlığını kazanmalısınız. Bütün bu sözlerden sonra tekrar birinci noktaya dönmek istiyorum, çocukluğumda bir şarkı işitmiştim. Derler ki, Karşıyaka İzmir’in gülüdür. Ben görüyorum, karşımda güller kokuyor. Arkadaşlar bu gülün temiz ve çok semavi rayihasını gönlümde bırakınız. Rahatsız olmayınız, gidiniz.

Paşa Hazretlerinin nutukları sürekli bir surette alkışlandı. Bu esnada hazır bulunanlardan biri “Paşa Paşa lütfet, devam et” diye bağırdı. Muhterem Gazi’miz tekrar dönerek:

* Türkili, 12/13 Ekim 1925, s.l; Cumhuriyet, 13 Ekim 1925, Numara: 514, s.2; Hâkimiyeti Milliye, 13 Ekim 1925, Numara: 1551, s.2; İkdam, 13 Ekim 1925, Numara: 10244, s.l; Akşam, 13 Ekim 1925, Nu­mara: 2515, s.l. Özeti için bkz. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayın­lan, Ankara, 1959, s.227. Türkili’nâekı eski yazı metin Musa Sankaya, diğerleri Hüseyin Gültekin tara­fından okunmuştur.

55

 

Arkadaşlar hep insanız, eksik mahlukuz. Noksanımızın en mühim tarafı lisanımız-dadır. Kafamız, ruhi hassasiyetimiz lisanımızdan çok yüksektir. Onun için birbirimize karşı bakıyor, bakışıyor ve anlıyoruz ki, hissiyatımızı lisanımızla ifade edemiyoruz. İş­te bunun lügat kitaplarmdaki manası samimiyettir. Arkadaşlar, kardeşler! Samimiyetin lisanı yoktur. Görüyorum, samimi bir kitle karşısmdayım. Ben de bu kitleye karşı çok samimiyim.

Bu nutuk halkın gözyaşları ve sürekli alkışlarıyla karşılanmıştır.

56

 

AŞARIN KALDIRILMASI HAKKINDA TURAK İSTASYONUNDA KÖYLÜLERLE SOHBET*

(16 EKİM 1925)

Aşarın ilgasını1 takip eden ilk mahsul kaldırma sonunda köylüler zorba mülte­zimlerin ve adamlarının artık hakikaten köylerine gelmediğini görünce çok sevinmiş­lerdi. Bu yılın Teşrinievvelinde [Ekim’inde] memleketi dolaşmakta olan Gazi, trenle Dumlupınar yakınlarında Turak istasyonundan geçerken, birçok meşaleler yakarak, davullar zurnalarla köy havaları çalarak kendisini bekleyen köylülerle aşara dair şöyle konuştu:

-Nasılsınız, iyi misiniz? Böyle gece vakti zahmet ettiniz.

-iyiyiz Paşa Hazretleri, sizi görmekle çok sevindik.

-Bu sene hasılatınız nasıldır? Memnun musunuz?

-Hasılatımız pek iyidir, memnunuz Paşa Hazretleri.

-Zaten uğradığım her yerdeki halk da hasılattan memnuniyetini söylediği için ben de memnunum. Nasıl, mültezimlerin kalkması iyi oldu, değil mi?

Çok şükür Paşa Hazretleri, mültezim belasından kurtulduk, bize işkence eden kalmadı.

-Biliyor musunuz, aşar kalkmaz diye söyleyenler olmuştu. Hatta aşar şer’idir, onun kalkması şeriatın kalkması demektir diye haberler yaymışlardı; size de bunu söyleyenler oldu mu?

-Evet, söyleyenler oldu.

-Demek işittiniz?

-Evet, işittik.

* Tarih IV, Devlet Matbaası, İstanbul, 1934, s.279-280. Yeni basımı için bkz. Tarih IV, Kaynak Yayınlan, 3. Basım, İstanbul, Haziran 2001, s.279-280.

1 Aşarın ilgası hakkındaki kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce 17 Şubat 1925 tarihinde kabul edil­miştir. (Y.N.)

80

 

-Halbuki işte görüyorsunuz ve memnuniyetle söylüyorsunuz ki, Türkiye’de aşar kalktı. Bu sözlerin ne kadar yalan olduğunu ve bunu söyleyenlerin ne kadar yalancı olduğunu gördünüz ve anladımz, değil mi?

-Evet, gördük ve anladık Paşa Hazretleri!

81

 

KONYA’DAN HACI HÜSEYİN AĞA İLE SOHBET*

(17 EKİM 1925)

Konya, (Özel muhabirimizden) – Gazimizin Konya’yı şereflendirdiği günlerde dikkat çekici izlenimlerinden bir kısmı da hiç şüphesiz ihtiyar Hacı Hüseyin Ağa’nın hislerinden ibarettir. Hacı Hüseyin Ağa bu hislerini şöyle anlatıyor:

Paşa’mızı, sevgili Reisicumhur’umuzu görmek hepimiz için farzdır. Paşa’mızı gönlünden seven biz Konyalıları, Gazi yakından bildiği için bizi görmeye geldi. Memnun olduk. Allah razı olsun. Ebediyen yaşasın. Biz ta Afyon’a, Paşa’mızı karşı­lamaya gittiğimiz zaman ben orada bekledim ve herkesten sonra Paşa’ma sarılarak gözlerinden öptüm. Kendimi zapt edemedim, ağlayarak ellerini tuttum ve salavatı şe­rife getirdim. Bir insan için bundan daha büyük, daha mübarek ne olabilir, evladım?

Yolda Konya’ya gelirken Paşa Hazretleri’nin vagonunda oturdum; selam verdim; konuşmaya başladık. Dedim ki:

-Yavrum sen nasıl düşündün bu şapkayı? Pek güzel düşünmüşsün. Duyduğum an­da hemen alıp başıma geçirdim. Çok memnun oldum. Fakat Paşam bu şapkadan ne menfaatimiz oldu. Bana bir haber ver, dedim.

O da bana:

-Çok menfaatimiz oldu babam, çok istifade ettik, daha da edeceğiz dedi.

-Musul meselesi ne oldu, diye sordum.

-Arzumuza göre neticelenecek, hiç merak etme, dedi. Sevindim.

-Gazi Paşa Hazretleri, çiftlik de yaptırmışsın, ona da memnun olduk, sevindim, dedim. Aygırlar, kısraklar peyda ettik mi, diye sordum.

-Hazırladım. Çoğaltacağım. Hep köylere yollayacağım. Hatta iyisinden inekler, koyunlar toplattım; hepsinden köylere göndereceğim, dedi.

-Paşam dedim, çifti kendi süren kendi biçen makineden bir tane de bana gönder­meli idin.

-Peki baba, bir tane de sana vereyim, dedi.

-Ama kullanılmamış olsun, diye rica ettim.

Hakikaten Konya’ya geldiğimizde böyle bir makine tedariki için Gazi Paşamız Belediye Reisi’ne emretmiş, makine arandı. Fakat ben bu makineyi ancak ilkbahar­da isterim dedim. Çünkü yağmur yağdı. Şimdi eski usul saban işler.

* Cumhuriyet, 26 Ekim 1925, Numara: 527, s.2; Ak§am, 26 Ekim 1925, Numara: 2528, s.2. Eski yazı me­tinler Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, Hacı Hüseyin Ağa ile daha evvel iki kez görüşmüştür. 3 Ekim 1923 ve 12 Ocak 1925 tarihli bu görüşmeler için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.16, Kaynak Yayınlan, Mayıs 2005, s. 125-126; Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.17, Kaynak Yayınlan, Ağustos 2005, s. 156-162. (YN.)

82

 

ilkbaharda Paşa’ma yazacağım; doğrudan doğruya bana makine gönderecek.

Paşamıza “validen de seni özledi; görüşecek” dedim. Otomobil ile validesini Be­lediye Reisi Bey’in hanımı ile beraber köşke getirdiler ve Gazi Paşa Hazretleri’yle görüştüler, kucaklaştılar ve ağlaştılar. Fahri Paşa da beraberdi.

Gazi Paşa Hazretleri benden “Memlekette çok çalışanlar kimlerdir?” diye sordu. Ben de Belediye Reisi’mizi, Fırkamız müfettişi İsmail Hakkı ve Vali Beyleri söyledim. Memnun oldu.

Paşa’mıza “Senede bir defa seni görmeye dayanamıyoruz. Hiç olmazsa şunu altı aya indir de, seni, mübarek yüzünü görelim” dedim. Hatta oradan buraya bütün bü­tün geliniz, diye rica ettim. Fakat Paşam cevaben dedi ki:

-Benim elimde değil. Meclis öyle karar verdi. Orada oturacağız.

Validesi de “Yavrum, nerede rahat edersen orada selametle otur” dedi.

Her nereye gidersen, her halde Konya’ya giderken de gelirken de uğra dedik. Ay­rılırken gözlerinden öptük.

Gazi Paşam, validesine de bir şapka hediyesini emrettiler.

Paşa’mızın konağından koltuğumuzdan tutularak uğurlandık ve ağlayarak Gazi Paşa Hazretleri ile görüştüğümüzde Paşamdan bilhassa rica ettim. Dedim ki:

“Paşam fese değil, ama kalpağa ara sıra giymeye müsaade buyurulur mu?” Pa­şa Hazretleri:

-Hayır Hacı Hüseyin Ağa, giyilecek şey yalnız şapkadır. Başka bir şey giyilemez, dedi. Memleketteki fenalıkların kaldırıldığını ve fahişe gibi işlerin vücutlarının izale edildiğini memnuniyetle gördük elhamdülillah! diye Paşa Hazretlerine teşekkür ettim.

83

 

TEKİRDAĞ HEYETİNE NUTUK* (18 AĞUSTOS 1926)

Muhterem Tekirdağı vilayeti halkını temsil eden yüksek heyetinizin hakkımda gösterdikleri muhabbet ve samimiyete teşekkür eder ve muhterem halkı şahsınızda hürmetle selamlarım Trakya’nın güzel ve sevimli bir parçası olan Tekirdağı’nın ben-

* Cumhuriyet, 22 Ağustos 1926, Numara: 821, s.3. Eski yazı metin Musa Sankaya tarafından okunmuştur. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın 17 Ağustos 1926 günü Mardin, 22 Ağustos günü Bolu ve 30 Ağustos günü Malatya heyetlerini kabulü hakkında Hâkimiyeti Milliye’As. şu haberler yer almaktadır:

“Büyük Gazi’mize Mardin vilayeti halkının derin tazimkârane hissiyatını arz için Mardin Mebusu Abdürrezzak Bey’in refakatinde Belediye Reisi Doktor Mahmut Bey’in riyaseti altında Mardin Türk Ocağı ve Himayei Etfal Cemiyeti Reisi Doktor Cevdet Şakir, Meclisi Umumii Vilayet üyele­rinden Abdülkerim, Muallimler Birliği Delegesi Refet ve Ticaret Odası Reisi İsmail Beylerden meydana gelen heyet şehrimize gelmiş ve büyük Gazi’miz tarafından kabul olunmuştur. Heyet büyük Gazi’mize Mardinlilerin en derin tazimkâr hissiyatını arz etmiş ve teşebbüs edilen üm­ran ve imar faaliyetine dair gerekli izahat vermiştir. Ondan sonra Reis Mahmut Bey, Reisicumhur Hazretleri’ne hitaben aşağıdaki nutku irat etmiştir: […]

Reisicumhur Hazretleri bu nutuktan mütehassis olmuşlar ve Mardin halkının göstermiş olduğu bu derin alaka ve bağlılıktan dolayı duyduklan hazzı ve selamlarının halka beyanını tebliğ buyurmuş­lardır.

Heyet, Mardin’de inşa edilmekte olan mektebin büyük Reisicumhur’umuzun namıyla isimlendiril­mesi için istirhamda bulunmuşlar, Reisicumhur Hazretleri heyetin bu arzusuna rıza göstererek zi­rai, iktisadi, kültürel hayatta takibi zaruri olan yollar hakkında heyeti aydınlatmak ve yol göster­mek lütfunda bulunmuşlardır. Heyet 40 dakika kadar büyük Gazi’mizin yanında kalmış ve çok de­rin ve kuvvetli hislerle ayrılmışlardır. Heyetin istirhamına karşılık olarak, Reisicumhur Hazretleri en müsait bir fırsatta Mardin’i teşrif buyuracaklarını beyan etmişlerdir.”

Bkz. Hâkimiyeti Milliye, 18 Ağustos 1926, Numara: 1836, s. 1-2;

“Bolu halkının büyük Gazi’mize tazim ve muhabbet hissiyatını arza memur Vali Ali Rıza Bey’in ri­yaseti altındaki heyet dün Bolu mebusları Falih Rıfkı ve Cevat Abbas Beylerin refakatiyle dörtte Çankaya’ya gitmiş ve Reisicumhur Hazretleri tarafından kabul olunmuştur. Heyet, büyük Gazi’mi­ze halkın derin tazimkâr hissiyatını arz ve Belediye Reisi Tahir Bey Reisicumhur Hazretleri’ne hi­taben aşağıdaki nutku irat etmiştir: […]

Reisicumhur Hazretleri bu samimi hissiyata karşı lürufkâr bir şekilde karşılık vermişler ve selam­larının Bolu’nun muhterem halkına tebliğini beyan buyurmuşlardır.

Bolu’yu teşrifleri için vaki olan istirhama karşı büyük Gazi’miz en münasip bir fırsatta bu davete icabet buyuracaklarını tebliğ etmişlerdir.

Ondan sonra Reisicumhur Hazretleri Bolu’daki iktisadi ve kültürel faaliyet hakkında heyetle soh­bet etmişler ve bilhassa Bolu vilayetinin ormancılığı ve ziraatı hakkında heyetin maruzatını dinle­yerek yol gösterici vasiyetlerde bulunmuşlardır. Ondan sonra heyet Reisicumhur Hazretleri’ne veda ederek yanlarından ayrılmışlardır.”

Bkz. Hâkimiyeti Milliye, 23 Ağustos 1926, Numara: 1841, s. 1. Eski yazı metinler Hadiye Yılmaz tara­fından okunmuştur. (Y.N.)

270

 

de ayrı ve tatlı bir hatırası saklıdır. Harbi Umumi esnasında 19. Fırka Kumandanlığı­nı Tekirdağı’nda üstlenmiş ve fırkayı teşkil etmekliğim Maydos, Arıburnu ve Anafar-talar’daki askeri faaliyetimin esasını teşkil eylemiştir. Yüksek heyetinizle görüşmek suretiyle bu hatırayı canlandırdığımdan, sizlere ayrıca teşekkür eder ve muhterem Tekirdağı halkına hürmet ve selamlanmın tebliğini yüksek heyetinizden rica ile en müsait bir zamanda ziyaretlerine geleceğimi arz eylerim.

“Gazi Reisicumhur’umuza Malatya vilayeti halkının tazim hissiyatını arz etmek üzere Malatya Me­busu Mahmut Nedim Bey’in riyaseti altında Malatya Halk Fırkası Mutemedi Sait, Türk Ocağı De­legesi Talat, Ticaret Odası Delegesi Yahya, Belediye üyelerinden Osman ve Ali, Himayei Etfal De­legesi Abidin, Ticaret Odası üyelerinden Mahmut ve Araplar Ticaret Odası Reisi Asım, Türk Oca­ğı Delegesi ve tüccardan Mahmut, Tahrir Heyeti Müdürümüz Naşit Hakkı, Kemaliye Belediye Re­isi İsmail, tüccardan Bekir Sıddık ve Ömer Beylerden meydana gelen tazim heyeti Mebus Doktor Hilmi Bey’in refakatinde dün 16.30’da Çankaya’da Reisicumhur Hazretleri tarafından kabul buyu-rulmuştur.

Reisicumhur Hazretleri Malatya vilayeti halkının ve heyet üyelerinin ahvalini sorduktan sonra memleketin genel vaziyeti hakkında izahat talep buyurmuşlar ve verilen izahatı dinledikten sonra bir ziraat memleketi olan Malatya’da yapılacak zirai teşebbüsler hakkında yol gösterici vasiyetler­de bulunmuşlardır.

Reisicumhur Hazretleri’ne tazimkâr hissiyatını ifade için üyelerden Osman Bey tarafından aşağıda­ki nutuk okunmuştur: […]

Reisicumhur Hazretleri nutkun okunmasını müteakip Malatya halkı namına arz olunan hissiyattan dolayı mütehassis olduklarını ve muhterem vilayet ahalisini heyetin şahsında selamladıklarını ve özel selamlarının dönüşlerinde halka bildirilmesini emir buyurmuşlardır. Büyük Gazi’miz suikast hadisesi münasebetiyle gösterilen hissiyata karşı da müteşekkir olduklarını beyan buyurmuşlardır. Reisicumhur Hazretleri şimdiye kadar henüz şereflendirmemiş olduğu Malatya vilayetini ortaya çı­kacak en müsait bir fırsat ve imkânda teşrif eyleyeceklerini beyan buyurarak halkın bu asil arzusu­na karşı teveccüh göstermişlerdir.

Büyük Gazi’miz bilhassa Malatya vilayetinin milli mücadele esnasında göstermiş olduğu sağlam­lıktan bir takdir lisanıyla bahis buyurmak suretiyle heyetin kalbinde büyük minnettarlık uyandır­mışlardır. Heyet, bu minnettarlık hissiyatı arasında büyük Gazi’mizin yanından ayrılmıştır.”

Bkz. Hâkimiyeti Milliye, 31 Ağustos 1926, Numara: 1849, s.l. Eski yazı metinler Hadiye Yılmaz tara­fından okunmuştur. (Y.N.)

271

 

KAYSERİ HEYETİNE NUTUK* (29 AĞUSTOS 1926)

Reisicumhur Hazretleri’ne Kayserililerin tazimatını arz etmek üzere Vali Ali Vefa Beyefendinin riyasetlerinde Lise Müdürü Sadık, Türk Ocağı Reisi Bahattin, Halk Fırkası Reisi Faik, Kayseri Gazetesi Başyazarı Halis Zeki, Ticaret Odası Reisi Taş-çızade Ömer Hulusi, Belediye Reisi İbrahim Sefa, Meclisi Umumi üyelerinden Ali Rı­za, Bünyan Halk Fırkası namına Burhanettin Beylerden mürekkep olarak şehrimize gelen Kayseri heyeti dün saat 16’da Reisicumhur Hazretleri’nin huzurlarına kabul buyurulmuşlardır. Reisicumhur Hazretleri heyete fevkalade iltifat buyurmuşlardır.

Heyet reisi Vali Vefa Beyefendi halkın büyük Gazi’mize olan derin tazim ve bağ­lılığını irat ettiği şu nutukla arz etmiştir: […]

Reisicumhur Hazretleri bu nutka cevaben:

“Kayseri halkının muhterem heyetinizi zahmete katlanarak buraya kadar gönder­melerine teşekkür ederim. Çok mütehassisim. Dönüşünüzde selamımı muhterem hal­ka, Kayserililere tebliğ ediniz. Şahsım hakkındaki iltifatınıza da teşekkürler ederim. İlk fırsatta Kayseri’yi ziyaret edeceğim” buyurmuşlardır.

* Hâkimiyeti Milliye, 30 Ağustos 1926, Numara: 1848, s.2. Eski yazı metin Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

272

 

DOLMABAHÇE SARAYI’NDA İSTANBUL HALKI TEMSİLCİLERİNE NUTUK

(1 TEMMUZ 1927)

İstanbul, 1 (Özel muhabirimizden) Reisicumhur Hazretleri, Şehremini Muhittin Bey’in nutkunu müteakip istanbul şehri temsilcilerine hitaben aşağıdaki çok güzel ve yüksek nutku irat buyurmuşlardır:

İstanbul halkını, İstanbul’daki cemiyetleri ve muhtelif teşekkülleri yüksek heyeti­nizde selamlamakla bahtiyarım. Aziz vatandaşlarımın bana karşı olan teveccüh ve muhabbetlerinin bugünkü parlak tezahüratından çok mütehassis oldum. Canı gönül­den teşekkür ederim. İstanbul’dan çıktığım günden bugüne kadar sekiz sene geçti. Hicran ve hasretle geçen dakikaların bile ne kadar uzun geldiği düşünülürse, sekiz senelik hasretin, İstanbul’un muhterem ahalisi için ruhumda ateşlediği özlemin bü­yüklüğü kolaylıkla takdir olunur.

İki büyük cihanın buluştuğu noktada, Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin ser­veti, Türk milletinin gözbebeği İstanbul, bütün vatandaşlann kalbinde yeri olan bir şehirdir.

Bu şehir, uğursuz hadiselerle mustarip bulunduğu zamanlar, bütün vatandaşların kainlerinde kanayan yaralar açılmıştı. Kalbi yaralı olanlardan biri de bendim. Bugün görüyoruz ki, geçirdiğimiz karanlık gecelerin rahminden kalplerimizi sevinçlerle dolduran nurlu seherler doğdu. Sekiz sene evvel mustarip ve ağlayan İstanbul’dan kalbim sızlayarak çıktım, uğurlayanım yoktu. Sekiz sene sonra kalbim müsterih ola­rak, gülen ve daha güzelleşen İstanbul’a geldim. Bütün İstanbullulann ruhuma heye­can veren sıcak ve muhabbetkâr kucağıyla karşılandım.

Sekiz sene, toplumumuzun yeni dahil olduğu devrin tarihi, ihtiva ettiği ihtilaller­le, inkılaplarla ve neticeleriyle az dolu değildir. Sekiz senede milletimizin siyasi, top­lumsal ve medeni gelişme yolunda gösterdiği kabiliyet ve liyakat derecesi yüksektir. Bu dereceyi her gün daha ziyade yükseltmek için çok dikkatle ve azimle çalışacağız!

Vatanın imarı, milletin refahı, daha çok gayret ve mesai talep etmektedir. Hissi-yati ve vicdani anlayışlan ilim ve fenle geliştirerek ve terbiye ederek toplumumuzun

* Hâkimiyeti Milliye, 2 Temmuz 1927, Numara: 2147, s.l; Cumhuriyet, 2 Temmuz 1927, Numara: 1129, s.3; Milliyet, 2 Temmuz 1927, Numara: 496, s.2; İkdam, 2 Temmuz 1927, Numara: 10843, s.l; Hayat, 7 Temmuz 1927, Sayı: 32, s.9-12; Ayın Tarihi, 1927, c.14, s.40. Ayrıca bkz. Atatürk’ün Söylev ve De­meçleri II, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1959, s.246-247; Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk (1919-1928), c.l, TC Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Araçları ve Donatım Dairesi Başkanlığı, Ankara, 1991, s.453. İkdam’daki eski yazı metin Hüseyin Gültekin, Hayat ve Ayın Tari-/ı;”ndekiler Ahmet Hezarfen, diğerleri Hadiye Yılmaz tarafından okunmuştur.

349

 

hakiki huzur ve saadetine çalışmak ulvi bir görüştür. Bu görüşü size, aziz İstanbul halkına, sekiz sene evveline kadar içinde yedi evliya kuvvetinde bir heyula tasavvur ettirilmek istenilen bu sarayın içinde söylüyorum.

Yalnız artık bu saray, zıllullahlann1 değil, zill2 olmayan, hakikat olan milletin sa­rayıdır. (Alkışlar, bravo sesleri.) Ve ben burada milletin bir ferdi, bir misafiri olarak bulunmakla bahtiyarım.

İstanbul’un benzersiz güzellikleri, İstanbul halkının samimi iltifatları içinde geçi­receğim günlerin bende yeniden unutulmaz hatıralar bırakacağına, feyizli ilhamlar yaratacağına şüphem yoktur. Bunun için çok seviniyorum. Bu sevincimi bütün halka bildirmenizi rica eder ve yüksek heyetinizi tekrar selamlarım.

  • Zıllullah: Allah’ın gölgesi; halifeler, hükümdarlar için kullanılan sözlerdendir. (Y.N.)
  • Zili: Gölge. (Y.N.)

350

 

AFYON İSTASYONUNDA BİR İHTİYARLA SOHBET*

(8 MAYIS 1926)1

/...] Gazi Paşa ile bir ihtiyar arasında Afyon istasyonunda şu konuşma cereyan etmiştir:

-Nasılsınız, iyi misiniz baba?

Çok şükür Paşam, sayenizde çok iyi ve rahatız. Yurdumuzu kurtardın, düşmanla­rı kovdun, çıkardın ve hepsinin hadlerini bildirdin. Senden Allah razı olsun. Artık öl-sek de gam yemeyiz.

-Sanatınız nedir?

-Bezzazlık efendim.

-Bezzazlık ne demek?

-Manifaturacılık.

-Pekâlâ, para kazanıyor musunuz?

-Sayenizde pek iyi kazanıyoruz. Allah bir yağmur ihsan eder de hasılat olursa da­ha çok kazanacağız.

* Babalık, 10 Mayıs 1926, Numara: 2096, s.l; Cumhuriyet, 13 Mayıs 1926, Numara: 723, s.l; İkdam, 13 Mayıs 1926, Numara: 10447, s.l; Akşam, 13 Mayıs 1926, Numara: 2724, s.2; Yenises, 13 Mayıs 1926, Numara: 76, s.2. Cumhuriyet’teki eski yazı metin Musa Sarıkaya, İkdam’daki Hadiye Yılmaz, diğerleri Hüseyin Gültekin tarafından okunmuştur.

1 Mustafa Kemal Paşa, 7 Mayıs 1926 günü trenle Ankara’dan hareket etmiş, 8 Mayıs 1926’da Afyon’dan geçerek aynı gün Akşehir’e oradan da Konya’ya varmıştır. Afyon istasyonundaki bu konuşması 8 Mayıs 1926 tarihlidir. (Y.N.)

185

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular