Artık duramayız. Kesinlikle ileriye gideceğiz. Geriye ise hiç gidemeyiz. Çünkü ilerlemeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir. Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yakar ve yok eder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde layık olduğumuz yeri alacağız. Onu koruyacağız ve ilan edeceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. Medeniyetin coşkun seli karşısında direnmek boşunadır ve o gafil itaatsizlere karşı çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen medeniyetin kudret ve yüceliği karşısında çağdışı kalmış zihniyetlerle, ilkel, boş inançlarla yürümeye çalışan milletler yok olmaya veya hiç olmazsa esir olmaya ve aşağılanmaya mahkumdur. (1925)
Başlarında hala Allah’ın vekili, gölgesi sıfatını taşımakta olan hükümdarlar bulundurmakla beraber, egemenliğini kazanmış milletler olduğundan bahsetmiştik. Gerçekte bu milletlerin mensup oldukları bazı devletler milletin seçtiği milletvekillerinin oluşturdukları meclislere sahiptir. Hükümdar devleti temsil eder. Hükümet kuran vatandaş, teorik olarak hükümdar tarafından seçilir. Fakat gerçekte hükümet başkanı milletin güvendiği kuvvetli siyasi parti liderleridir. Bunların kurdukları hükümetler, millet ve memleketi idare ederler ve meclise karşı sorumludurlar. Bu açıkladığımız hükümetler temsilidirler. Gerçekte demokrasi prensibi yürürlüktedir. Fakat bunlar tam manasıyla demokrat hükümetler değildir. Demokrasinin tam anlamıyla ideali, milletin tümünün aynı zamanda idare eden durumda bulunabilmesini, hiç olmazsa devletin son iradesini yalnız milletin ifade etmesini ve göstermesini ister.
Bundan dolayı demokrasi prensibinin en modern ve mantıki uygulanmasını sağlayan hükümet şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilmiş meclistedir. Millet adına her türlü kanunları o yapar. Hükümete güvenoyu verir veya düşürür. Milletvekillerinden memnun olmazsa belirli zamanlar sonunda başkalarını seçerler. Biz Türkiye halkını insanlık dünyasından ayırarak kendi başımıza yaşayamayız. Bütün dünya ile bütün insanlıkla beraber yaşarız ve yürürüz! Hiç olmazsa onlarla bir hizada yürümeye mecburuz. Buna göre her hususta olduğu gibi özellikle yargıda da zamanın gereklerini daima göz önünde tutmak ve yeni yapacağımız şeyleri ona göre yapmak zorundayız. (1923)
Biz, büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce tarafları vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak lâzım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için, sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince, inkılâbı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız.1925 (Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, s. 165)
Bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir, sosyalist bir hükümet değildir ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükümetlerin, bilimsel yapıları itibarıyla hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat ulusal egemenliği, ulusal iradeyi tecellî ettiren tek hükümettir, bu mahiyette bir hükümettir! Unutulmamalıdır ki, milletin hâkimiyetini bir şahısta veyahut mahdut eşhasın elinde bulundurmakta menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. (Ocak 1923)
Bizim hükümetimizin şeklini ve esasını anlamayanlar veya anlamak istemeyenler vardır. Bu tereddüdü gidermek için Anayasanın ruhunu iyi incelemek lazımdır. Gerçekte Anayasanın özellikle bazı maddelerinin bilinmesi gereklidir. Mesela birinci maddeyi beraber inceleyelim. Madde 2 fıkrayı kapsıyor. Efendiler! Bilirsiniz ki irade denilen bir şey vardır. Bir insanın iradesi olduğu gibi insanlardan oluşan herhangi bir sosyal toplumun da iradesi vardır. İrade vicdanın eğilimi, arzusu demektir. Yani bu manevi bir şeydir. İrade-i külliyeyi zat-ı Bani’ye bırakarak şerri bir lisanla ifade etmek isterseniz, buna irade-i cüz’iye deyiniz! Bu manevi iradenin meydana çıkması ve görünmesi için bir araç gereklidir ve vardır ona egemenlik derler. Egemenliğini herhangi birine bırakan bir insan kendi iradesinin kullanılacağından emin olamaz. Bunun için insanlar, milletler kendi iradelerini kendi vicdanlarının eğilimini yapmak ve uygulamak isterlerse egemenliklerini mutlaka ellerinde tutmak mecburiyetindedirler. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve geleceklerini başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin bundan sonra egemenliğini bir kişiye vermesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat edebilirler. Ve bu istibdat şahsi istibdattan daha öldürücü olabilir. (1923)
Bizim milletimiz esasen demokrattır. Kültürünün, geleneklerinin en derin maziye ait dönemleri bunu doğrular. Bizim yapabileceğimiz bir şey varsa, bu fıtrî karakterin gereklerini yapay bir şekilde menetmek isteyenleri ortadan kaldırmaktır. (Vasfi Raşid Sevig, Türkiye Cumhuriyeti Esas Teşkilât Hukuku, 1938, Cilt: I, s. 329)
Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. 1930 (Afetinan, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, ss. 418)
Bu inkılâp milletin selâmeti namına, hak namına yapıldı. Milletimiz demokratik bir hükûmet tesis etmek sayesinde düşman ordularını imha etti. Vatanı istilâdan kurtardı. KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (Ocak 1023). Atatürk’ten Düşünceler (kitap). ODTÜ Yayıncılık. s. 62. ISBN 975-7064-12-2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (II)
Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakta meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin mutluluğuna ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu yolda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğuna çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve mutluluğunu temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında huzur, anlaşma ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim. Milletleri yönetenler doğal olarak öncelikle kendi milletlerinin varlığı ve mutluluğunun gerçekleştiricisi olmak isterler. Fakat bütün milletler için de aynı şeyi istemek lazımdır. Bütün dünya olayları bize bunu açıktan ispat eder. En uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün etki etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organı saymak gerekir. Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık varsa ‘bana ne’ dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar uzak olursa olsun bu esastan şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş, insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır, bencillik kişisel olsun, milli olsun daima kötü olarak kabul edilmelidir. (1937)
Bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükûmetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür.1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 399)
Bütün ilerlemeler insan düşüncesinin eseridir. Fikrin serbest hareketi ise ancak kişinin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmasıyla mümkündür. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve yok olma vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası hürriyettir. (1906)
Büyük, mühim bir inkılâp oldu. Bu inkılâp, milletin selâmeti namına, hak namına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükûmet tesis etmek sayesinde düşman ordularını imha etti. 1924 (Atatürk’ün S.D. II, s. 165)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyet‟i kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251)
Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec.,Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8)
Çağdaş demokraside ferdî hürriyetler, hususî bir kıymet ve ehemmiyet almıştır; artık ferdî hürriyetlere devletin ve hiç kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek ve kıymetli olan ferdî hürriyetin, medenî ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği, hürriyet kelimesinin mutlak surette düşünülebilen mânasıyla anlaşılmaz. Söz konusu olan hürriyet, toplumsal ve medenî insan hürriyetidir. Bu sebeple ferdî hürriyeti düşünürken, her ferdin ve nihayet bütün milletin müşterek menfaati ve devlet mevcudiyeti göz önünde bulundurulmak lâzımdır. Diğerinin hak ve hürriyeti ve milletin müşterek menfaati, ferdî hürriyeti sınırlar. Ferdî hürriyeti sınırlama, devletin de âdeta esası ve vazifesidir. Çünkü, devlet ferdî hürriyeti temin eden bir teşkilât olmakla beraber, aynı zamanda bütün hususî faaliyetleri, umumî ve millî maksatlar için birleştirmekle vazifelidir. “Hürriyet, başkasına zararı dokunmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır” denildiği zaman vatandaş hürriyetinin, yalnız bunun gaye olduğu, devletin bu gayeyi temin için bir vasıta sayıldığı ifade edilmiş olur. Fakat bu vasıtadır ki, milletin umumî menfaat ve gayesini muhafaza edecektir. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B.,s.278)
Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükûmet şekli Cumhuriyettir. 1930 (Afetinan M.B.ve M.K. Atatürk’ün El Yazılar, s. 29; 397-398)
Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıkî tatbikini temin eden hükûmet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 410-411)
‘Demokrasi yönetiminin esası, bugün çağdaş Anayasanın genelde en belirgin özelliği olarak görünmektedir. Hükümdarlık ve oligarşi, artık zamanı geçmiş geçici şekillerden başka bir nitelikte kabul edilemezler. Gerçi henüz başlarında hükümdarlar bulunan devletler vardır. Fakat bunların hemen hepsi demokrasi yönetimini kabul etmektedir. Artık egemenliğin sahibi olduğunu iddia cesaretinde bulunabilecek hükümdar enderdir. Bir milletin pratikte demokrasi yönetimini seçtiğini ilan etmesi, o milletin çoğunluğunun sosyal gücünün bir sonucudur. Millet yeterli derecede kuvvetli olunca, kuvvet ve kudreti eline alır. Bu olay bazen ihtilal ile ve bazen de hükümdarlarla barışçı bir anlaşma ile husul bulur.
Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. 20’inci yüzyıl birçok despot hükümetlerin bu denizde boğulduğunu görmüştür. Demokrasi prensibi egemenliği kullanan araç ne olursa olsun esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bu noktayı birkaç kelime ile açıklayalım. Demokrasi esas itibariyle siyasi bir görünümdedir. Demokrasi bir sosyal yardım veya ekonomik teşkilat sistemi değildir. Demokrasi maddi refah meselesi değildir. Böyle bir teori vatandaşların siyasi hürriyet ihtiyaçlarını uyutmayı amaçlar. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir. Onun hedefi milletin idare edenler üzerindeki kontrolu sayesinde siyasi hürriyeti sağlamaktadır. Demokrasinin birinci özelliği ile ortak esas itibariyle ikinci bir özelliği daha vardır. O da şudur. Demokrasi fikirseldir, bir kafa meselesidir. Hükümet prensibi de adalet sevgisini ve ahlak fikrini gerektirir. Demokrasi memleket aşkıdır. Demokrasi esasında bireyseldir. Bu nitelik vatandaşın egemenliğe insan sıfatıyla katılmasıdır. Demokrasinin temel niteliklerinden birisi de eşitliğe çok değer vermesidir. Şüphesiz bütün bireyler aynı siyasi haklara sahip olmalıdırlar. (1924)
Egemenlik meselesinin meydana koyduğu ikinci esas mesele, devlette, devlet içinde egemenlik meselesidir. Bu doğrudan doğruya Anayasa hukukunu ilgilendirir. Kamu hukuku ve devletler hukukunun sınırlarını belirlediği egemenlik kime aittir? Şunu söylemek gerekir ki devlet bir hukuki kavramdır. Gerçekte idare edenler egemenlik kullanırlar. O halde devlette idare edenler kimler olmalıdır? Siyasi kuvvetin meşru olabilmesi için devletin soyut egemenliği fiilen kime verilmelidir? İşte bu sorulara cevap veren demokrasi yönetimidir. (1929)
Demokrasi, insan ırkının ümididir. Kaynak: Türkiye’nin Kuruluş Yıllarında Bir Yabancı Gazeteci’nin Ankara Yolculuğu ve Atatürk’le Görüşmesi
Fertlerin gelişmesine mâni olmamak, onların her görüş noktasından olduğu gibi, bilhassa ekonomik sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyetiyle bir engel vücuda getirmemek, demokrasi ilkesinin en mühim esasıdır. O halde diyebiliriz ki “ferdiyet gelişiminin engel karşısında kalmaya başladığı nokta, devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder”. 1930 (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 441-445)
Fransa İhtilâli bütün cihana hürriyet fikrini yaymıştır ve bu fikrin, hâlen esas ve kaynağı bulunmaktadır. Fakat o tarihten beri insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi Fransız İhtilâli‟nin açtığı yolu takip etmiş, lâkin kendisine has ayırıcı özellikle gelişmiştir. Zira her millet, inkılâbını toplumsal ortamının baskı ve ihtiyacına tâbi olan hal ve vaziyetine ve bu ihtilâl ve inkılâbın meydana geliş zamanına göre yapar. Her zaman ve yerde aynı hâdisenin tekrarına şahit değil miyiz? Her ne kadar milletlerin ve demokrasilerin işbirliği etmeleri lâzım ve mümkünse de işbirliği, ancak bir tek gayeye, yani barışa yönelmiş ise mümkün ve faydalı olur. Bu noktayı kavrayıp anlamayanlar, meydana getirdiğimiz eser hakkında bir fikir ve hüküm elde edemezler. 1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 81)
Fransız İhtilali tüm cihana özgürlük fikrini aşılamıştır ve Fransa halen bunun temel kaynağıdır. Ancak o tarihten bu yana insanlık gelişmiştir. Türk demokrasisi Fransız İhtilalinin açtığı yolu izlemiş, ancak kendine özgü, seçkin niteliğiyle gelişmiştir. Zira her ulus devrimini sosyal yapısının baskısına ve gereksinimine bağlı olan hal ve durumuna ve bu ihtilal ve devrimin oluş zamanına göre yapar. Her zaman ve her mekânda aynı olayın yinelenmesine tanık değil miyiz? Her ne kadar ulusların ve demokrasilerin işbirliği yapmaları gerekli ve olanaklıysa da işbirliği ancak tek amaca, yani barışa yönelikse olanaklı ve yararlı olur. Bu noktayı algılamayanlar ve bunun farkına varamayanlar ortaya koyduğumuz eser hakkında bir fikir ve hüküm sahibi olamazlar. (8. III. 1928) Le Matin gazetesi muhabirine demeç. Seyfettin Turhan, Atatürk’te Konular Ansiklopedisi. İstanbul. 1993. ss.161-162
Hükümet memlekette kanunu egemen kılmak ve adaleti iyi dağıtmakla yükümlüdür. Adli siyasetimizde izlenecek amaç, öncelikle halkı yormaksızın süratle, isabetle, emniyetle adaleti dağıtmaktır. İkinci olarak toplumumuzun bütün dünya ile teması normal ve zorunludur. Bunun için adalet seviyemizi bütün medeni toplumların adalet seviyesi derecesinde bulundurmak zorunluluğundayız. (1922)
Hürriyet insanın düşündüğü ve dilediğini tam olarak yapabilmesidir. Bu tanım hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar bu anlamda hürriyete hiçbir zaman sahip olmamışlardır. İnsan doğanın yaratığıdır. Doğanın kendisi bile tamamen hür değildir, evrenin kanunlarına tabiidir. Bu nedenle insan ilk önce doğa içinde doğanın kanunlarına, şartlarına, nedenlerine, etkenlerine bağlıdır. Mesela dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır. İnsan dünyaya geldikten sonra doğanın ve birçok varlığın en zayıfı, en güçsüzüdür. İlkel insanların doğanın her şeyinden gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden, vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. İlk duygu ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini mutlaka yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İlkel insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine geçen Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde sayısız yasaklar yaratmıştır.
Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan birçok adetler ve gelenekler insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce hareket serbestisi gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. Toplulukların başına geçebilen adamlar, topluluğu, Allah adına idare ederdi. Her türlü hak ve yetki onlarda idi. Kişinin hakkı, hürriyeti söz konusu değildi. Buraya kadar olan düşüncelerimizi şöyle bir neticeye bağlayabiliriz. İnsan önce doğanın esiriydi, sonra buna gökten kuvvet ve yetki alan bir takım adamlara esir olmak eklendi. İnsan toplumları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe kişiler üzerindeki baskı o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, sınırsız, kayıtsız, şartsız, mutlak bir kudret olarak kabul ediliyordu. Kişinin hakkı, hükümdarın yararına olarak ilahi hak içindeydi. Bu hakka dayanarak hükümdar tebaasının hürriyetini istediği gibi kullanabilirdi, bu kişi hakkına saldırı sayılmazdı. İnsanlar fikri gelişmede ilerledikçe kendi kökenlerini daha açık düşünmeye başladılar. Yavaş yavaş, onun büyüklüğünü daha iyi anlama ve takdir etme gücüne sahip oldular.
Doğanın her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve değerini anlamaya başladı. İşte insanlar bu kavrayış derecesine yükseldikten sonra ‘doğanın insana verdiği bütün yetenekleri faaliyetlerde serbest olarak kullanmak ve gelişmek lazımdır, bu ihtiyaç doğaldır, doğanın verdiği haktır’ dediler. Artık bundan sonra kişi ile hükümdar ve devlet arasında hak ve davası ve hak mücadelesi başlar. Kişinin birinci hakkı, doğal yeteneklerini serbestçe geliştirebilmesidir. Bu gelişimi sağlamak içinse en iyi vasıta kişiye bir başkasının benzer hakkına zarar vermeksizin tehlike ve zarar kendine ait olmak üzere, kendi kendini istediği gibi sevk ve idare etmeye müsaade etmektir. İşte bu serbest gelişmeyi sağlamak kişisel hakların oluşturduğu çeşitli hürriyetlerin ana gayesidir. İnsanların bu haklarına saygı göstermeyen siyasi toplum asli görevinde kusur etmiş olur ve devlet varoluşunun nedenini ve anlamını kaybeder.
Çağdaş demokraside, kişisel hürriyetler özel bir değer ve önem kazanmıştır. Artık kişisel hürriyetlere devletin ve hiçbir kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak bu kadar yüksek ve kıymetli olan kişisel hürriyetin medeni ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği hürriyet kelimesinin mutlak şekilde düşünülen manasıyla anlaşılmaz. Söz konusu hürriyet, sosyal ve medeni insan hürriyetidir. Bu sebeple kişisel hürriyeti düşünürken her kişinin ve nihayet bütün milletin ortak çıkarını gözetmek gerekir. Bir başkasının hak ve hürriyeti ve milletin ortak çıkarı kişisel hürriyeti sınırlar. ‘Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her türlü davranışta bulunmaktır’ denildiği zaman vatandaş hürriyetinin yalnız bunun amaç olduğu, devletin bu amacı sağlamak üzere bir vasıta olarak kabul edildiği ifade edilmiş olur. Milletin genel çıkarını ve amacını koruyacak olan bu vasıtadır. (1930)
Kendi elyazısıyla yazılmış “Demokrasi’ye karşıt çağdaş akımlar” adlı yazı dizisinden: Bolşevik kuramının Rusya‟da tatbik olunmuş şekline bakalım: Bütün Rus milleti içinden amele, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık ekonomik esaslara dayanan, komünist partisi namı altında birleşerek, bir diktatörlük meydana getirmişlerdir. Gayelerinde, millî değildirler. Şahsî hürriyet ve eşitlik tanımazlar. Halk egemenliğine riayetleri yoktur. Dahilde ekseriyeti, zorlama ve tazyik ile görüş noktalarına itaate mecbur tutarlar; hariçte propaganda ve ihtilâl teşkilâtı ile, bütün dünya milletlerine kendi ilkelerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükûmet kurmaktan gaye, evvelâ, ferdî hürriyetin teminidir. Bolşevik tarzı hükûmetinde istibdat mahiyeti görülmektedir. Bir toplumu, bir kısım insanların görüşlerinin, zorla, esiri ve zebunu yaşatmak şekline, tabiî ve mâkul bir hükûmet sistemi gözüyle bakılamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 420 -422)
Kendisine “Atatürk” diye hitap edilmesi üzerine söylemiştir: Kendisine yalnız adıyla hitap ettiren, benim kadar demokrat devlet başkanı biliyor musunuz? (M. Şükrü Akkaya, Ülkü Dergisi Cilt: 2, Sayı: 24, 1948, s. 5)
Kendisine “Büyük Atatürk” diye hitap ettikleri vakit söylediği söz: İsmime böyle riyakâr kelimeleri karıştırmayınız. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 117)
Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan özgürlüğü zorbalık ve baskı altındaydı. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Özellikle din koruyuculuğu kılığına bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler ile söyleyebilenler hakkında uygun gördükleri zulüm ve işkenceler insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır. (1930)
Memleketimizde büyük sermaye sahibi, çok servet sahibi kaç kişi vardır ve bunların kaç parası vardır? Kapitalist olarak ortaya koyacağımız ve üzerlerine hücum edeceğimiz insanlar bunlar mıdır? Hayır efendiler. Bu memleket ve bu memleketin insanları daha çok zengin olmaya muhtaçtır ve bu hakkıdır. Bundan dolayı onların servetine göz dikmeyeceğiz ve belki orta sınıf tüccarları da onların seviyesine çıkaracağız ve hep birlikte daha çok zengin olacağız. İsteriz ki efendiler memleketimizde birçok milyoner ve milyarderler olsun. O zengin insanlar başlı başına bu memlekete bankalar, demiryolları, fabrikalar, şirketler ve sanayi müessesi kursunlar. (1923)
Memleketler çeşitlidir fakat medeniyet birdir. Bir milletin ilerlemesi için de bu tek medeniyete ortak olması lazımdır. Osmanlı İmparatorluğunun düşüşü batıya karşı elde ettiği başarılardan çok boş bir gururla kendisini Avrupa milletlerine bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz. (1923)
Milletler yerleştikleri arazilerinin gerçek sahibi olmakla birlikte, insanlığın vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri faydalanırlar ve hem de bütün insanlığı faydalandırmak ile yükümlüdürler. Bu kurala göre bunu yapmayan milletlerin yaşama hakkına ve bağımsızlığa layık olmamaları gerekir. (1920)
Napoléon, Forché’nin hayatını bildiği hâlde onu mevkiinde ibkâ etmiştir. Bundan mâda en büyük düşmanlarına îtimat etmesi cinnetten başka bir şey değildir. Napoléon, esaslı bir fikre istinat etmeden işe başlamış ve kendisine bir fırsat îcat edeceğini zannettiği hâdisâtın cereyanını tâbî olmuştur. Onun bu sûretle hareketi, demokrasinin altmış senelik gecikmesine sebebiyet vermiştir. Mart 1930. Karal (Ord. Prof.), Enver Ziya (2003). Fatih Özdemir Atatürk’ten Düşünceler. Ankara: ODTÜ Yayıncılık.
Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Bundan dolay her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. O halde halkçılık toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir sistemdir. (1921)
Özet olarak Türkiye Cumhuriyeti‟ni idare edenlerin, demokrasi esasından ayrılmamakla beraber “ılımlı devletçilik” ilkesine uygun yürümeleri, bugün içinde bulunduğumuz hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur. Bizim takibini uygun gördüğümüz “ılımlı devletçilik” ilkesi, bütün üretim ve dağılım araçlarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden sosyalizm ilkesine dayalı kollektivizm yahut komünizm gibi hususî ve ferdî iktisadî teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem değildir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 447 – 449)
Petit Parisien muhabirine Bursa’da verdikleri demeçten: Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız. Özetle, bizim hükûmet şeklimiz tam bir demokrat hükûmetidir ve dilimizde bu hükûmet, “halk hükûmeti” diye anılır. Bu hükûmet, doğrudan doğruya milletin arzularını tatmine hizmet eder ve millet ve memleketin idaresine bizzat sahiptir. Bu itibarla kendi mukadderatını kendisi tâyin eder. İdarî teşkilâtlarımızın hepsinde tatbik edilecek olan usul de budur. 1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 51-52)
Samsun Öğretmenleriyle Konuşmasından. (22 Eylül 1924) ‘Dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemelerini zamanında takip etmek şarttır. 1000, 2000, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak demek değildir. Bu vesile ile şahsıma karşı birçok iltifatta bulunmak nezaketini gösterdiler. Bu iltifatlar samimi ve kalpten olduğu için şüphesiz çok memnunum, duyguluyum ve teşekkür borçluyum. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir ferdinin kişiliğinde toplamak, geçmişe, bugüne ve geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumsal açıklanmasını ve ortaya çıkarılmasını böyle yüksek bir toplumun mütevazi bir şahsiyetinden beklemek elbette ki layık değildir, elbette ki lazım değildir. Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan sevgi ve hürmetimden dolayı huzurlarınızda bir gerçeği açıklamaya mecburum. Vatandaşlar, vatandaşınız olan herhangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi milli varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır.’ Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki amaçlara tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar. Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız. Kaynak Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, Birinci Cilt, Genelkurmay Yayınları – 1983
Siz milliyetçi topluluk, halk ile konuştuğunuz vakit yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, imanın ifadesi olduğu vakit tesir yapmaktan uzak kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük ülküyü, halkın kalbinde bir fikir haline, bir his haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, bilhassa sizin vazifenizdir. Birtakım kelimeler vardır ki, sık sık telâffuz edildiği halde, hattâ aydınlarımız arasında, onu tamamiyle anlayan çok değildir. Halkçılığımızın ne olduğunu, esaslarının neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi vazifeler yüklenmek mecburiyetinde kalacaklarını madde madde izah etmek lâzımdır. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet ilkelerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz. 1930 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)
Türk milleti, en eski tarihlerinde meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet reislerini seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerde başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 402)
Türkler demokrat, hür ve sorumlu vatandaşlardır. Türk Cumhuriyeti’nin kurucuları ve sahipleri, bizzat kendileridir. 1930 (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 465)
Yenileşme çalışmalarında ve halkçı demokratik kuruluşlara yönelik gelişmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti, Fransız demokrasisini doğurmuş olup o zamandan beri her milletin gelişimine ve kendi teşkilâtına uydurduğu inkılâpçı büyük hak ve adalet ilkelerinde sağlam bir dayanak bulmuştur. 1928 (Atatürk’ün S.D.V, s. 50)