HomeMAINAtatürk'ün Türk Tarih Tezi ve Sümer Yazı Medeniyeti

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Sümer Yazı Medeniyeti

“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları.

(1937 yılında, İkinci Türk Tarih Kongresini topladı. Ölümüne yakın yukarıda alıntıladığımız sözleri ederek vasiyet niteliğinde önermelerde bulundu. Bu uyarısında ne denli haklı olduğu, ölümünden sonra Türk Tarih Tezi’nin başına gelenlerle görülecektir. “Belleten” 140, sf.540; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, I.Cilt, sf.26)

Ana Kavramlar: Medeniyet. Yazı. Bilim. Türk. Orta Asya. Avrupa. Akdeniz. Nehirler. Ege, Eti, İskit, Sümer, Mısır

Atatürk 1930’lu yılların başlarında kendisini yoğun olarak tarih ve dil çalışmalarına vakfetmiş ve bunun neticesinde de ortaya bir tarih tezi ve dil tezi çıkmıştır. Fakat kendisinin vefatından sonra daha 1939 yılında bu tezler terkedilmiştir. Kurduğu cumhuriyetin de temellerini Atlantik İttifakı tarafından dinamitler yerleştirilmiş olmasına rağmen, halkın gücü sayesinde Cumhuriyet kalıcı bir pozisyonundadır artık.

Bizi düşündürmesi gereken Atatürk’ün özellikle tarih tezinin içeriği ile tekrardan nasıl buluşabileceğimiz, bir araya gelebileceğimizdir. Çünkü Atatürk söz konusu tarih tezini tüm düşünce gücünü bu konuya hasrederek ortaya koymuş ve neticeten de tarih kongrelerde bu tez tebliğler ile birlikte sunumu yapılmıştır. Atatürkçüyüm diye ortada gezinenler ise, bu tezin adını dahi anmamaktadırlar.

Bu tez ile ortaya konulan, merkeze alınan ve geçmişte özellikle Orta Asya’dan Türkistan’dan yola çıkarak Nil Nehri ile Maveraünnehir arasındaki bölgede ve Akdeniz havzasında Türklerin ilk harcını ortaya koydukları ilk olarak ateşledikleri yazı ve bilim medeniyetleridir.

Atatürk’ün söz konusu ettiği Ege, Eti, İskit, Sümer ve Mısır medeniyetleri bir bütünlük içerisinde Türklerin insanlık camiasına hediye ettiği canlı ve dinamik medeniyetlerdir. O zaman günümüzde bizlere düşen Atatürk’ün tarih tezini yeniden canlandırmak, kongreler, toplantılar düzenlemek ve bu şekilde ötekileştirilen Türk’ün medeniyet vasfını ve kimliğini dünya kamuoyuna insanların önüne sunmaktır.

Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesini yakalayacağız” vaadinin yaslandığı tarihi geçmiş ise Sümer‘in yazı medeniyeti ile başlayan 7000 yıllık medeniyetin kaynağı olan Orta Asya Türklüğüdür. Orta Asya’dan Akdeniz havzasına 7000 yıl önce gelip yerleşen Türkler bu havzada çok sayıda medeniyetler yaratmışlardır. Demek ki yeniden o çizgiyi muasır zamanlarda da yakalayabilmemizin sırrı ise, o medeniyet geçmişi ile o geçmişin kuralları, sanatı ve bilimselliği ile yeniden buluşmaktır.

Atatürk, tarih tezinin kalıcılığını, sürdürülebilirliğini temin etmek üzere zihinleri ateşlemek maksadı ile Türk Tarih Kurumu’nu ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak, bilimsel çalışmaların yapılmasını kurumlar vasıtasıyla teşvik etmek istemiştir aynı maksatla yine Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini kurmuştur.

Bütün bu kurumsal çabalara karşın Atatürk’ün tarih tezi, vefatını takiben artık sahipsizdir ve üzerinde durulmamaktadır ve yok olup gitmiştir. Yok olup giden ise Atatürk’ün dayanak noktası olarak düşündüğü, 7000 yıl önce Orta Asya’dan Akdeniz havzası hinterlandındaki bölgelere göç eden Türk halklarından olan özellikle Sümerlerin medeniyetinin temelinde yer alan bilim ve matematiktir.

Demek ki temel olarak alınması gereken bilim ve matematiktir ki zaten Sümerler yazıyı başlatan Turani kavimdir. Türkiye’de bu konuda sadece Muazzez İlmiye Çığ hanımefendinin kendi kişisel çabaları söz konusudur, kendisi de zaten soyadını Atatürk’ün bahşettiği bir misyon insanıdır.

Fakat düşündüğümüz zaman, Sümer medeniyeti çalışmalarının özellikle günümüze uyarlanması anlamında bir ekibin var olması lazımdır. Atatürk öldükten sonra onun bu tarihi tezi mirası siyaset ve kültür adamları tarafından değerlendirilmemiş, reddedilmiş ve onun yerine eski Yunan medeniyeti ve eski Anadolu medeniyetleri, Türklük hariç tutulmak üzere gündeme alınmıştır ve üzerinde çalışmalar yapılarak suni bir dayanak noktası teşkil edilmeye çalışılmıştır.

Ege, Eti, İskit, Sümer, Mısır medeniyetleri nehir ve deniz kenarlarındaki medeniyetlerdir. Atatürk bu medeniyetleri Orta Asya Türklüğü ile ilişkilendirmiştir.

Hâlbuki Atatürk’ün tarih tezi olmaksızın yürütülecek çalışmalar temelsizdir, dayanak noktası bulunmadığı için de doku uyuşmazlığı söz konusudur. O zaman dokuyu uyumlandırmak adına Sümer çalışmalarının özellikle de medeniyet temelli olmak üzere yeniden canlandırılması lazımdır.

Dikkat etmemiz, gözden kaçırmamamız gereken bir nokta da şudur ki eski Mısır medeniyetinin temelinde yer alan eski Sümer medeniyetidir ve Atatürk, Mısır medeniyeti ile Türklük arasındaki ilişkilendirmeyi, Sümer medeniyeti nedeniyle ortaya koymuştur. Bu ilişkilendirmeler ayan beyan iken ve büyük bir hazine teşkil etmekte iken neden hâlâ sessiz kalınmaktadır, bunun irdelenmesi lazımdır.

Atatürk’ün tarih tezi sadece on yıllık bir dönemde 1931-1941 yılları arasında okullarda tarih ders kitabı olarak okutulmuştur. Ardından ise bir daha üzerinde konuşulmamak üzere rafa kaldırılmıştır, bunu yapanların başında da İsmet İnönü ve Hasan Ali Yücel gelmektedir. Halide Edip Adıvar, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu Yunani korosuna dahil olmuşlardır.

Atatürk’ün tezinde Türk medeniyeti ana kavram iken, onun yerine geçen İnönü tezinde Yunan medeniyeti ana kavram haline getirilmiştir ve bunu yapanların başında ise Cumhuriyet’in ikinci adamı olarak adlandırılan İsmet İnönü gelmektedir.

Atatürk’ün tarih tezinin merkez ana kavramı medeniyet kavramıdır. Atatürk geçmişteki Orta Asya menşeli ve ardından Akdeniz havzasına ulaşan Türk medeniyetlerinden bahsederken gelecek için de muasır medeniyet seviyesinden söz etmektedir.

Dikkat ediliyorsa burada ırk kavramı yerine kültür ve medeniyet kavramı tercih edilmiştir. Bu tezi akıllarınca tarihin çöplüğüne atanlar, Atatürk’ün ölümünden itibaren sadece üç yıl bu tezin varlığına katlanabilenler, tarih yönünde bunun hesabını nasıl vereceklerdir acaba.

Atatürk yedi bin yıl önceki bir medeniyetten söz ederken, yazı medeniyetinden ve Sümerlerin getirdiği yeniliklerden, bilimsel uygulamalardan bahsetmektedir. Hazmedilemeyen acaba Türklere yakıştırılan bu öz karakter özellikleri midir ki Türkler, Fransız Ernest Renan  (1873) ve İngiliz Başbakan Gladstone (1876) gibi aşağılanmaya başlanmıştır, Atatürk’ün tezini yıkan karşı devrimci Yunani koro tarafından.

Günümüzde ise Atatürk’ün Tarih Tezi’ni savunanlar bir elin beş parmağıdır sadece. 

  1. Metin Aydoğan,
  2. Cengiz Özakıncı,
  3. Doğu Perinçek,
  4. Muazzez İlmiye Çığ,
  5. Kaan Arslanoğlu

Ve gelinen noktada artık tarihten bahsedilirken gene sadece 1071 ötesi bir dönem ve özellikle de Osmanlı tarihi söz konusu edilmektedir ki Osmanlı tarihinde Türk’ün adı maalesef yoktur.

**********************************

Atatürk’ün Sümerler hakkında sözleri

 

Demokrasi prensibinin tarihi gelişimi: Bundan 7000 sene evvel Elcezire’de (Mezopotamya) insanlığın ilk medeniyetini kuran Sumer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik olunmuştur. Hakikaten bu tür kavimler birleşik bir Cumhuriyet teşkil etmişlerdir. Bundan sonra Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri bir nevi demokrasi ile idare olunurlardı. Roma dahi demokrasi hayatı yaşamıştır. Kaynak: Medeni Bilgiler kitabı için El yazısı Taslak. Ocak 1930

Konferanstan sonra Türk ocağında Gazi hazretlerine takdim edilerek 1,5 saat kadar görüştüm. Gazi hazretleri ile tarih öncesi ve eski eserler meselesi etrafında sohbette bulunduk. Bu meseleler hakkında derin incelemelerde bulunmuş olan Gazi hazretleri Hititler’den, El Cezire‘de (Mezopotamya) Babillerden evvel bir medeniyet tesis etmiş olan Sümer, Akatlardan ve İtalya’da yaşamış olan Etroryalılardan bahsettiler. Gazi hazretleri bu milletlerin tesis ettikleri ve esası kati surette malum olmayan medeniyetin kökeninin Türk olduğu kanaatindedir.

Gazi hazretleri diyorlar ki:  Bu eski medeniyetler orta Asya’dan çıkmıştır. Orta Asya aynı zamanda Türklerin de vatanıdır. O halde bu medeniyetlerin esasını Türk olarak kabul etmek lazımdır.

Gazi hazretleri bu meseleler hakkında o kadar etraflı, derin incelemelere dayanan malumat verdiler ki, ben de ben bu malumatın hepsini hatırlayamadım Gazi’nin bu kadar meşguliyetler arasında resmi askeri ve siyasi hayatında bu kadar diğer tetkiklerde bulunduğuna hayret ettim. Gazi‘de bilhassa şu hasleti gördüm: O Türk ve Türk’e ait olan şeylerden başka bir şey düşünmüyor; bütün düşünce gücüne hakim olan fikir Türk ve Türklüktür. İşte bu büyük ve harikulade adamın manevi kuvvetinin sırrı buradadır. Kopenhag üniversitesi doğu tarihi medeniyeti kürsüsü idaresi Profesör Y. Oestrup. 3 Nisan 1930

Yontma taş devrini, orta Asya’da Türkler Milat’tan 12.000 sene evvel atlayabildikleri halde, Avrupalılar bu tarihten 5000 sene sonraya kadar bu devri yaşamaya devam etmişlerdi; yani Avrupa’da Milat’tan ancak 7000 sene evvel bu devirden çıkılabilmiştir.

Tunç devri Türklerde ve Türklerin medeniyet kurduğu ülkelerde, mesela Sümer‘de Milat’tan altı 7000 sene evvel, Mısır’da biraz sonra başlamıştır. Türklerde demir devri başlarında yazı icat edilmiş ve tarih devri açılmıştır. Avrupa’da yazı bilinmeksizin, dört muayyen devir geçirilmiştir. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Malumdur ki, Sümer memleketinin en eski şehri Ur’dur. Oğus Han’ın Milat’tan 4000 sene evvel Ur şehrinde yaşadığından bahsederler. Bu keyfiyet, Sümerce ile Türkçenin akrabalığını aydınlatma noktasından mühimdir. En eski Sümer hükümdar listelerinde Patesi unvanlı Uş (Ouch) ve hükümdar unvanlı Okuş (Okouch) namında iki hükümdarın ismine tesadüf olunur. Uş, okuş kelimeleri telaffuzda Us, Ogus kelimelerine benzer. Bu benzeyiş, eski Türklerle Sumerlilerin lisanları arasındaki münasebetin doğruluğunu göstermeye yardım eder. Oğus namı, insan hakkında olduğu gibi, memleket hakkında da kullanılmıştır. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Mısırlılar pek çok ilimler bilirlerdi. Taşkın‘dan sonra tarlalarını tanımak için Kalde’de olduğu gibi, ölçü kullanırlardı. Bu keyfiyet, onları geometride ilerletti. Mısır’ın bulutsuz seması ve parlak geceleri yıldızların gözlemini kolaylaştıran yıldızları gözlemlemekle Mısırlılar astronomi ilminde ilerlediler. Papazlar, her türlü ilimde çok ileri gitmişlerdi. Muallim, doktor, alim hep onlardı. Mezopotamya’da, Sümer-Akat ve Elam‘da çoktan keşfedilen ve tatbik olunan ilimler, Mısır’da da gelişmiştir. Mısırlılar eski zamanların diğer milletler tarafından bilgileri ve memleketlerindeki intizam dolayısıyla çok itibara mazhar olmuşlardır, rahipleri çok şeyler düşünürlerdi. Yabancılar bilhassa Yunanlılar onlarla konuşmaya gelirlerdi. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Milâttan 2000 seneden evvele ait şehirler bulundu . Saraylar, mağazalar, evler, nihayetsiz san’at eserleri, lâvhalar, heykeller, çiniler, aletler, silâhlar, mücev­herler, elhasıl orijinal ve incelmiş bir medeniyetin bakiyyeleri meydana çıkarıldı. Bütün bunların ne olduğu bilinmiyordu. 1875tenberi, Alman Şilman ve andan sonra diğer âlimlerin muvaffakiyetli taharrileri sayesinde, binlerce noktalarda, asırlarca karanlık içinde kalmış bütün bir medeniyet meydana çıktı. Bu medeniyetin sahibi olan kavim “Hint Avrupalı,, lardan eski ve Samiler’e yabancıdır. Yemen’de bir eski medeniyet vardı. (Himeyrilerin). Bu medeniyeti şüphesiz, Acem Körfezi sahillerince Sumerler getirmiştir. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Biz tabii olarak ve esasen, batı istikametinde Yakındoğu’ya doğru gelip, bugün Sümer, Hitit denilen medeniyetlerle Küçük Asya’nın tarihöncesi diğer medeniyetlerini kurmuş olan grupla alakadarız. Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan okyanusunun bu birbirini takip eden dalgalarına karşı büyük bir siper inşa etti bu en sonunda Bizans İmparatorluğu şeklini aldı. Onlar ve bizim Türk atalarımız savaşa tutuştular. 14 Ağustos 1932. ABE. Cilt 25. sayfa 393-394

Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağî olsun hiçbir sıkıcı hudut içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk milleti olan bizler pek ziyade alâkadarız.

Ancak, en büyük alâkamız onların Çin büyük duvarını paralayarak o vakte kadar korunabilmiş Çin medeniyetinin tâ yüreğine sokulmalarına yahut kuzey-batıya doğru dönerek geniş İskandinavya sahasına girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk kumandasında Orta Avrupa’ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz.

Biz, tabiî olarak ve başlıca o grupla alâkadarız ki tam batı istikametinde yakın doğuya doğru gelerek, bugün Sümer medeniyeti, Hitit medeniyeti denilen medeniyetlerle Anadolu’nun başlıca tarihten önceki medeniyetlerini kurmuşlardır.

Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga -Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı.

Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel (kuzey-batı) istikametinde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanunî Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötelerini zapt ederek Viyana kapılarına dayandı.

Türklerin bu istikamette ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki, o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir. Osmanlı İmparatorluğu, biz kahraman Türkler nedeniyle bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî teşkilât yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî teşkilât çok kuvvetli bir müessese halinde İstanbul’da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî teşkilâtın nüfuzuna mağlûp oldu ki, bu iki müessese tahakküm merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika’daki mıntıkaları idare ediyorlardı.

İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış ve süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka zemine atılmışlardı.

Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu, batı medeniyetine karşı kendisini Türk silâhlarıyla değil, daha ziyade batı devletlerini biribirine düşürmek suretiyle müdafaa etti ki bu devletlerin siyaseti de İstanbul’a ve Boğazlara talip olmak isteğiyle birleşiyordu. Avrupalılar bize “Avrupa’nın hasta adamı” adını verdiler ve her tarafta birçok miras davacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında Büyük Harp çıktı. Biz de, Küçük Asya’da ticarî menfaatler arayan merkezî Avrupa devletlerinin yakın doğu ihtiraslarıyla bu harbe sürüklendik. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)

“Mesela Ege medeniyeti, Küçük Asya’da yerleşen ve gelişen Eti medeniyeti, Tuna yalılarından Akalarımızla akıp gelen İskit medeniyeti, Mezopotamya’da büyük mihrakını kuran Sumer medeniyeti ve Delta’da başlayarak Nil’in çağlayanlarına yükseldikten sonra oradan çağlayanlar gibi Akdeniz sahillerini aşan, Ege havzasına da dalgalarını temas ettiren Mısır medeniyeti, bütün bu medeniyetlerin hepsi, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.

Zincirin iki ucu ise halkalarının dövüldüğü Altay’ın demir ocaklarındadır. Şu halde bu medeniyetler o ocaktan gelen feyz ateşini birbirine nakletmiş ve her biri diğeri üzerinde etkili olmuş bir bütün halinde incelenmelidir.

Bu saydığım eski medeniyetlerdir ki bugünkü medeniyetin güneşleri olmuşlardır. Biz bu güneşi tutuşturan adamların çocuklarıyız.(Alkışlar) ”

Ege Medeniyetinin Kökenine Genel Bir Bakış. 1 Temmuz 1932. ABE. Cilt 25. Kaynak Yayınları.

“Eksikliğiyle, asaletiyle, doğurganlığıyla ve sonsuz yaratma kabiliyetiyle Türk dilinin, bütün dünya dilleri arasında işgal ettiği mümtaz mevkii; Bu dilin başka kavimlere nasıl milli dil olduğunu, yahut başka milletlerin dillerine kendi kelime hazinesinden ve sözdiziminden kök, kelime ve uzviyet vererek hepsine genel bir ana kaynak hizmetini gördüğünü; Türk dilinin bütün dünya dillerinin gelişmesinde en tesirli bir etken olduğunu; Türk dilinin, Sumerlerin, Etilerin ve diğer eski Anadolu kavimlerinin, Mısırlıların, Yunan medeniyetini doğuran Giritlilerin ve Egelilerin ve Roma kültürünü doğuran Etrüsklerin ana dilleri olduğu ispat ederek, bugünkü modern Batı medeniyetine ana kaynak olan bu en eski yüksek medeniyetlerin, Türk kavimlerinin ırki dehasının mahsulü olduğunu göstermek.” 4 Temmuz 1935 Türk Tarihi Araştırma Kurumu Programının Önprojesi: (ATABE, C. 27, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.282-283)

“Türk dili üzerinde ve bu münasebetle diğer dillerde yapılan inceleme ve araştırmalardan ve dille alakadar olan filozofi, psikoloji, sosyoloji bahislerinin gözden geçirilmesinden doğmuştur. Bu doğuş, filolojide yeni bir teori olarak görülebilir. Bu teorinin temeli, insana benliğini veren Güneş’in tanıtmış olması fikridir. (…)

Dil, psikolojik ve sosyolojik kanunlara bağlı olarak meydana gelmiştir. Fikri hayatın en ince teferruatı, harici dünyadan gelen levhalar veya içimizde doğan ruhi cereyanlar şeklinde tezahür eder. İnsanlar bunları dil vasıtasıyla tespit etmeye muvaffak olur. Dil harici dünyayı temsil eden ve bize onu hatırlatan birçok gösterici işaretleri, ince farklarla birbirinden ayırma çabalamasından ibarettir.”  Ekim 1935, Etimoloji, Marfoloji ve Fonetik Bakımdan Türk Dili: (ATABE, C. 27, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.315, 317)

‘Türk dili yapay bir dil değildir’

Ulus gazetesine dil yazıları : “Çok malum ve anlamları her Türk için besbelli olan şu birkaç öz Türkçe kelimenin analizi, bize açık olarak gösteriyor ki, Türk dili dimağının tam teşekkül ve gelişmesinden sonra düşünülerek kurulmuş, yapay bir dil değildir.

Türk dili, Türk dimağı kadar tabiidir. Türk dili, Türk dimağı ve dahi kadar mantıklıdır, yüksektir, Türk dilinin en küçük bir biçimbirimi, Türk’ün tabiatı incelemekten aldığı en büyük kavramın ifadesidir.2 Kasım-7 Aralık 1935 (ATABE, C. 28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.91-92)

“Bugünkü Cumhuriyet’in aydın Türklerine düşen başlıca vazifelerden biri de bu hakikati ilim dünyasına bütün teknik ve mantıksal tarzlarda göstermektir. Bunda biz Türklerin asla şüphemiz yoktur. Tereddüt noktası hariçte değil, içimizdedir. İçimizi anlamayanlardır.

Biz kendi içimizi egomuzu anlamış olduğumuzu idrak etmişsek, bizim ortaya koyacağımız büyük hakikatleri reddetmek çok küçük, manasız şeyler olacağına vatandaşlarımızın bütün kalpleriyle inanmalarını rica ederiz.2 Kasım-7 Aralık 1935 (age.,s.108)

3. Türk Dili Kurultayı için Afet Hanım’a dikte edilen nutuk: “Türk tarihi, Türk ırkını ancak müspet ilim belgeleriyle bulur. Türk dili bunlardan en önemlisidir. Bugünkü ilim dünyası içinde dili, ırk için esas kabul etmeyen âlimler de yok değildir. Bu esas belki bazı camialar için doğru olabilir. Fakat Türk için, asla…

Türk’ün tarihi varlığını ve bu varlığın dünyadaki yaygınlığını, Türk dili orjinalliği bilhassa çok açık bir kesinlikle göstermektedir. Bu itibarla Türk Tarih Kurumu, birbirini tamamlaması icap eden iki aydın abidedir. Türk Tarih Kurumu, işte bu inanladır ki, Türk Dil Kurumu’nun kurultayını büyük saygı ile selamlar ve onun, dil bakımından olduğu kadar, tarih bakımından da ilmi verimler almasını diler.” 24 Ağustos 1936 (ATABE, C. 28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.254)

Tabiatta, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Yarın, bizi saran tabiatın unsurları içinde, binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır.

Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekası, realiteye kavuşmak için çalışanları tatmin edecek ve insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuş ve tespit etmiştir. Tarih bakımından arkeoloji ve antropoloji, bu ilimlerin ba­şında gelir. Tarih, bu ilimlerin bulup meydana çıkardığı belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır.

İşte, bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu ilim belgelerine dayanır. Onun içindir ki, bizim tarih belgelerimizin her parçası, klasik sayılan kültür eserlerinin de anasıdır. Ocak 1936  Mustafa Kemal Atatürk – Ocak 1936

Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir.

Şimdi dünya âlimleri yazıdan bahsettikleri zaman bununla Gerek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri kastederler. Bu kasıt şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur?

Sümer’in, Hati’nin, Mısır’ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur’un, Maya’nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazıları, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı abideleri değil midir? 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)

 

**********************************

Atatürk’ün Sümerlere olan ilgisinin sebebi: Devletin ve milletinin bütünlüğünün sağlanması için kültür birliğinin gerekli olduğunu düşünen Atatürk, bu kültür birliğini sağlamak için ortak paydamız olan Türk dili, tarihi ve kültürünün araştırılması, köklerinin ne kadar eskiye dayandığının ispatlanması konusunda araştırmacıların önünü açmıştır. Kendisinden sonra yetişecek olan Türk aydınlarına da kendisinde var olan bu kültür bilincini miras bırakmıştır.

Türk kültürünün, tarihinin ve dilinin bilimin ışığında araştırılması ve ne kadar köklü olduğunun ispatlanması için açılan kurumlardan ve yapılan çalışmalardan desteğini hiçbir zaman esirgememiştir.

Atatürk’ün Sümerlere olan ilgisinin sebebi dillerinin Türkçeye benzemesi, Mezopotamya’ya Orta Asya’dan gelmiş olabilecekleri düşüncesi ve Sümer Türk kültüründeki paralelliklerdir.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde “Asuroloji” olarak açılacak bölümün adını “Sümeroloji” koydurması, yaptığı okumalarda Sümerlerle ilgili bölümlerin üzerine notlar alması, katıldığı dil kurultaylarında Sümerlerle ilgili görüş bildirmesi araştırmacıların ufkunu genişletmiştir.

Atatürk’ün açtığı bu yolda birçok araştırmacı, Sümer dili ve kültürü ile Türk dili ve kültürü arasındaki benzerlikleri tespit etmiş ve Türklerin binlerce yıl önce de tarih sahnesinde var olduklarını kanıtlamıştır. https://www.academia.edu/38073188/Atat%C3%BCrk_T%C3%BCrk_K%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC_ve_S%C3%BCmerler

Türk Tarih Tezi’ne göre tarihteki Türk devletleri şu şekildedir:

  1. Orta Asya’da Türk-Hun İmparatorluğu.
  2. İdilTuna arasında İskit İmparatorluğu.
  3. Ural Dağları ve İdil Nehri arasında Batı HunDevleti.
  4. Avrupa Türk-Hun İmparatorluğu ve Avarİmparatorluğu.
  5. Batı Türkeli ve Kuzey Afganistan’da AkhunlarDevleti.
  6. Orta Asya’da Gök Türk İmparatorluğu, Tukyu ve Kutluk Devleti.
  7. Karadeniz’in kuzeyinde HazarBulgar ve başka isimde Türk devletleri.
  8. Gök Türk İmparatorluğu‘ndan sonra, Orta Asya’da çeşitli isimlerde Türk devletleri.
  9. Aral Gölü güneyinde Samanoğulları Devleti.
  10. Aral Gölü’nden Hint’e kadar uzanan alanda Gazneliler Devleti.
  11. Sir Irmağı doğusunda Karahanlılar ve Karahitaylar Devleti.
  12. İran, Mezopotamya, Anadolu ve Suriye sahalarında Selçuklar Devleti.
  13. Harzem kıtasında ve bütün İran’da Harzemşahlar (Harizm) Devleti.
  14. Başkenti Semerkant olan Büyük Timurİmparatorluğu.
  15. Hindistan’da Babür İmparatorluğu.
  16. Asya, Avrupa ve Afrika’da Türk-Osmanlıİmparatorluğu.
  17. Türkiye Cumhuriyeti.

Medeniyeti öne çıkaran Türk Tarih Tezi ırk temelini savunan Turancı görüşe ters düşmektedir. Türk Tarih Tezi’nde, millet tanımı, bir ırk aidiyetine dayandırılmaz, onun yerine medeniyetleri esas alır. Atatürk Afet İnan’ın 1930 yılında hazırladığı Medeni Bilgiler isimli kitabındaki öne çıkan ırk aidiyetine olan atfı çıkararak millet tanımını bizzat Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu şeklinde düzeltir.

Türk Tarih Tezi’ne, ilmi dayanaktan yoksunluk ve milliyetçilik suçlamaları üzerine gelişen eleştirilerin abartılması, Türklerin tarihi ile ilgilenen araştırmacıların ilkel milliyetçilik ve kafatasçılık gibi suçlamaları göğüslemeyi göze almalarını gerektirmiştir. Türk Tarih Tezi – Vikipedi

KRONOLOJİ

1873 Ernest Renan: Turani halklara uygarlık atfetmeyin (aktaran Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8.. 1:14:20)

1873 senesinde Paris’te verdiği bir konferansta Leon Cahun, Avrupa’ya medeniyetin
Turanlılar tarafından getirildiğini Cahun konferansında Avrupa’da sonu -ac, -aq, -ak gibi
eklerle biten yerleşimlerim Turanî (Türkçe) kökenli olduğunu savunmuştur.

1876  Gladstone: Turani halklara uygarlık atfetmeyin (aktaran Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8.. 1:14:20)

Atatürk Tarih konusuna çok önem verdiği için Türk Tarih Kurulunun kurulmasına öncülük etmişti. 1930 yılında Afet İnanTevfik BıyıklıoğluSamih RıfatYusuf AkçuraReşit GalipHasan Cemil ÇambelSadri Maksudi ArsalŞemsettin GünaltayVasıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer “Batılı yazarlar tarafından yazılmamış” Türk tarihini araştırmak için çalışmalara başladılar.

1930 yılında Türk Tarihinin Ana Hatları adlı 606 sayfalık eseri hazırladılar. 606 sayfalık bu çalışma sadece bir ön derlemeydi. Sadece 100 adet bastırılarak ülke çapında bilim adamlarına dağıtılarak incelettirildi. İlk derleme kitabı ilim adamlarınca incelendi, tartışıldı ve değerlendirmeler ve düzeltmeler yapıldı.

1931 yılında 87 sayfalık ikinci kitap Türk Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü hazırlandı. 4 ciltlik bu çalışma bu sefer 30,000 adet bastırıldı. 4 ciltlik eser 1931-1941 döneminde liselerde tarih derslerinde okutuldu.

1935 Etimoloji, morfoloji ve fonetik bakımından Türk dili Ekim 1935 Güneş dil teorisi esas ve kaynakları ss 311-348 ABE Cilt 27

Atatürk son senelerinde yabancı dil kitaplarını okumakta idi. İşte güneş dil teorisi bunun bir neticesidir. Fakat son hastalık günlerinde “dil işimizde henüz bir istikrara varamadık, daha çok ve pek çok çalışmak lazımdır” demişti. Aktaran Afet İnan. Mart 1935.

1935 yılında Atatürk; Afet İnan ve Hasan Cemil Çambel’e yeni bir araştırma programı dikte etti. Tarih konularında araştırma yapacak bilim adamlarının yetişmesi amacıyla, 1935 yılında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu.

1936 Türk Tarih Kurumu As Başkanı Afet Hanım’ın tarihe giriş dersi için yazdırılan kısım Ocak 1936. Afet İnan’ın Tarihe Giriş dersi için yazdığı kısım. Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, 28. Cilt, s.152

1937 yılında İkinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Bu kongreye yabancı bilim adamları da katıldılar.

1939: Atatürk’ün Türk Tarih Tezi rafa kaldırıldı 

KAYNAKLAR

  • Atatürk’ün Bütün Eserleri:  23.cilt 30.293 / 24.cilt Sümer, 26, 29, 48, -ler, 61. Sumerce, 29./ 25.cilt Sümer, 394, – medeniyeti, 367.
  1. Atatürk ve Sümerler  
  2. Bunu söyleyen suikaste kurban gidiyor: Sümerlerin atası Türkler… Atatürk’ü depresyona sokan çalışması | Kaan Arslanoğlu | Odatv
  3. Gemini. Atatürk hangi yıla kadar tarih tezi ile ilgilendi
  4. Atatürk’ün Tarih Anlayışı Doktora Tezi 1991 İstanbul Üniversitesi. ss.149-151
  5. Atatürk’ün Türk dili üzerine görüşleri, Ercan Dolapçı, Aydınlık
  • Türk Tarih Kurumu
  • Türk Dil Kurumu
  • Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi 1935

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi nedir?

images.jpg

Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya’dan dünyaya yayılan Türklerin de atası olan halklar, dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur.

Muazzez İlmiye ÇIĞ

  • MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE TÜRKİYE’DE ARKEOLOJİ*MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ**
  • Atatürk ve Sumerliler, Muazzez İlmiye Çığ  Atatürk devrimlerini ve Sümerliler ile olan bağlantısını öğrenmek ister misiniz? Cevabınız “Evet!” ise Atatürk ve Sumerliler kitabı tam size göre. Dünyaca tanınan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ bu kitabında Atatürk ve Sümer ilişkisinden cumhuriyet dönemi devrimlerine kadar birçok konuyu anlatıyor. Kadim tarihten günümüze eğlenceli ve öğretici bir maceraya hazır olun! Haydi, bu eşsiz kitaba bir göz atalım. “Atatürk ve Sümerliler” adlı kitabı neden okumalısınız? Muazzez İlmiye Çığ kitabında, kapsamlı bir tarihsel süreçten söz ediyor. Eserde tarihî değeri yüksek olan birçok belge ve kitaba da atıfta bulunuluyor.
  • Atatürk’ün arkeolojiye ve kadim uygarlıklara verdiği öneme değinen kitapta birçok farklı görüş ve düşünceye de değiniliyor. Atatürk devrimleri ve Atatürk’ün bilime verdiği önemin anlatıldığı kitap; sosyolojik ve felsefi unsurları dönemin şartları ile birlikte ele alıyor. Laiklikten demokrasiye birçok siyasi sürece ışık tutan kitap Muazzez İlmiye Çığ’ın yazdığı makale ve kitaplara da atıfta bulunuyor. Tarihî gerçeklerin izini süren yazar, kitapta birçok makaleden ve çeşitli röportajlardan da yararlanıyor. Türk tarihinin ve kültürünün başlangıcını Sümerlere dayandıran yazar; kitapta bu konuda yapılan çalışmaları da okuyucuya belgeler ile birlikte sunuyor. Atatürk ve Sumerliler kitabında akıcı ve sade bir üslup kullanılıyor. Mitler, efsaneler ve tarihî gerçeklerin harmanlandığı kitap, okurlarda büyük bir beğeni yaratıyor. Tarih ve araştırma kategorisindeki bu eser, her kütüphanede bulunması gereken eşsiz kitaplardan biri.
  • Atatürk ve Sumerliler (Muazzez İlmiye Çığ) Fiyatı, Yorumları, Satın Al – Kitapyurdu.com

Cengiz ÖZAKINCI

Milli Eğitim’de Türk Tarih Tezi rafa kaldırılarak Yunan-Roma Tarih Tezi’nin benimsenmesi 1939’da kimlerce nasıl gerçekleştirildi? Belgelerle:

Metin AYDOĞAN

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular