HomeMAINBalkanlar'daki Osmanlı Darphaneleri

Balkanlar’daki Osmanlı Darphaneleri

Balkanlar’daki Osmanlı Darphaneleri,1566-1595, II.Selim ve III.Murad dönemleri

• Belgrad, Yugoslavya, Altın Sultani, Akçe
• Caniçe, Yugoslavya, Altın Sultani, Akçe
• Edirne, Türkiye, Akçe
• Filibe, Bulgaristan, Akçe
• İstanbul, Türkiye, Altın Sultani, Akçe
• Kratova, Makedonya Altın Sultani, Akçe
• Novo Brdo, Yugoslavya (Kosova), Altın Sultani, Akçe
• Ohri, Makedonya, Akçe
• Sakiz Adasi, Altın Sultani, Akçe
• Selanik, Yunanistan, Akçe
• Serez, Yunanistan, Altın Sultani, Akçe
• Sidrekapsi, Yunanistan, Altın Sultani, Akçe
• Srebreniça, Bosna, Altın Sultani, Akçe
• Üsküp, Makedonya, Akçe

I Giriş

Osmanlılar İmparatorluğun büyüklüğü ve bulunduğu coğrafyanın özellikleri nedeniyle başka sorunlarla da karşı karşıya kaldılar. Kimi tarihçilerin devletin ekonomi üzerindeki gücü ve denetimini sık sık vurgulamalarına karşın, Osmanlı ekonomisini tek işbölümü çevresinde örgütlenmiş, sıkı bir biçimde denetlenen ya da kapalı bir ekonomi olarak görmemek gerekir. Balkanlar’dan Mısır’a Kafkaslar’dan Mağrib’e kadar İmparatorluğun değişik bölgeleri Eski Dünya’nın farklı bölgeleriyle farklı ticari ilişkiler içindeydi. Örneğin Balkanlar Orta ve Doğu Avrupa’yla ve Karadeniz çevresiyle ticaret yapmaktaydı.

Nihayet, Osmanlı devleti Asya ile Avrupa arasındaki büyük ticaret yolları üzerinde kurulmuştu.
(ss.20)

II Osmanlı Devleti Kurulurken Ticaret ve Para 

Balkan Yarımadasında ise, Kara Ölüm diye adlandırılan büyük veba salgının ve bununla ilişkili olarak Avrupa’da yaşanan iktisadi bunalımın da etkisiyle, 14.yüzyıl bir iktisadi durgunluk ve mali güçlükler dönemiydi. Dönemin Balkan sikkelerinden de izlenebileceği gibi, Bizans’ın mali bunalımı bu güçlükleri daha da ağırlaşmıştı. Balkan sikkelerinin değerli maden içeriklerindeki azalma eğilimi, yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde hız kazanmıştır. Avrupa’nın pek çok bölgesinde ve Doğu Akdeniz Bölgesinde olduğu gibi Balkanlar’da da altın ve büyük gümüş sikkeleri rastlanmamaktadır. Küçük değerli bakır sikkelerin yokluğu ise, para ekonomisinin yaygınlaşmamasının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Öte yandan Venedikliler, Girit ve denetimlerindeki diğer adalarda büyük miktarlarda gümüş sikke basmaktaydılar. Venedik’in gümüş grosso’su 14.yüzyılın ortalarına kadar Güney Balkanlar’ın kıyı bölgelerinde en önemli sikke konumunda kaldı. Ancak, Bosna, Sırbistan, Bulgaristan ve Eflak’taki devletler, yabancı sikkelere sık sık karşı çıkmakta ve kendi sikkelerinin tedavülünde ısrar etmekteydiler.

Osmanlı dönemi için çok önemli sonuçlar yaratan bir gelişme de 13. yüzyılın sonlarından ve 14.yüzyılın başlarından itibaren Makedonya, Sırbistan ve Bosna’da gümüş madenciliğinin canlanmasıdır. Bu gelişmenin en önemli nedeni, Saksonların ve diğer toplulukların Bohemya ve Macaristan’dan bölgeye göç etmeleri ve gelirken beraberlerinde Orta Avrupa’nın daha gelişmiş madencilik tekniklerini getirmeleridir. 14.yüzyılın sonlarında Balkanlar’daki madenlerin üretiminde önemli artışlar ortaya çıktı. Bu sayede bölgedeki kral ve prenslikler önemli gelirler sağlamaya başladılar. Örneğin 1433’te Osmanlıların yöreyi ele geçirmelerinden hemen önce, Sırbistan’dan geçen Burgonya şövalyelerinden Bertrand de la Broquiere, Novo Brdo gümüş madenlerinin yılda 200.000 altın düka kadar gelir sağladığını söylemektedir. Günümüzün uzman tarihçilerinden Sima Cirkovic ise 15.yüzyılın ilk yarısında Sırbistan ve Bosna’daki gümüş madenlerinin üretimlerinin yılda 10 tondan az olmadığını vurguluyor. Bu gümüşün karayoluyla Konstantinopolis’e yollanan küçük bir miktarı dışında tümü, Dubrovnik yoluyla Venedik’e oradan da İtalya’nın diğer bölgelerine ve Sicilya’ya ihraç ediliyordu. (SS.30)

Ayrıca, Anadolu’da doğu-batı yönünde geçen ticaret yollarının gerilemesi ve değerli maden kıtlıklarının ortaya çıkması, Osmanlıların 14. ve 15. yüzyıllarda Balkanlar’daki zengin maden yataklarına doğru yönelmelerini hızlandırmış olabilir. (SS.38)

1390’lardan 1460’lara kadar Osmanlılar Makedonya, Sırbistan ve Bosna’daki önde gelen gümüş madenlerini ellerine geçirdiler, kaybettiler, daha sonra geri aldılar. Bu maden merkezlerinde darbedilen ilk akçeleri sikkelerin üzerindeki tarihlerden izlemek mümkündür : Serez’de H.816/1413, Üsküp H.825/1422 ve Novo Brdo H.834/1430. Osmanlılar bunlara ek olarak 1460’larda Kratova, Sidrekapsi ve Srebrinica’yı da aldıkları halde, Kratova’da 15.yüzyılın sonlarına, Sidrekapsi ve Srebrinica’da ise 16.yüzyılın başlarına kadar altın veya gümüş sikke basılmadı. Balkanlar’da ayrıca Zaplanina, Plana, Rudnik gibi küçük gümüş madenleri de ele geçirildi, ancak buralarda akçe üretilmedi.

Değerli maden gereksinimlerini karşılayabilmek amacıyla devlet, bu madenlerin üretim düzeyini artırmaya büyük önem vermekteydi. Fethedilen madenler devlet mülkiyetine geçirildikten sonra, iltizam düzeniyle işletilmekteydi. Müslüman girişimcilerin yanısıra Makedonya, Serez ve İstanbul’dan Rum girişimcilerde bu madenlerin işetilme hakkını devletten satın alıyorlardı. Çoğunluğu 15.yüzyılın ikinci yarısında hazırlanan kanunnameler madenlerdeki işletme yöntemleri ve çalışma koşulları hakkında ayrıntılı bilgi sunmaktadır. Osmanlılar bu madenlerde daha önce kullanılan teknolojiyi ve üretim yöntemlerini değiştirmediler. Fethettikleri başka topraklarda yaptıkları gibi, burada da varolan kuralları ve izlenilen yöntemleri kullanmaya devam ettiler. Nitekim, Balkanlar’daki madenlere ilişkin olarak hazırlanan kanunnamelerde Saksonlardan beri kullanılan deyimlerin ve yöntemlerin korunduğu görülmektedir.

Balkanlardaki küçük madenlerin bir bölümü kısa sürede tükendi. Ancak, arşiv belgelerinden izlemek zor olsa da bunların yerine yenilerinin açıldığı anlaşılmaktadır. 16.yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde Makedonya’daki Sidrekapsi, Balkan yarımadasının en verimli madeni konumuna yükselmişti. O dönemin bir Avrupalı gözlemcisine göre, burada 6 bin madenci çalışmaktaydı. Yıllık üretim miktarı ise 6 ton gümüş olarak tahmin ediliyordu. İkinci sırada, Sidrekapsi’nin yarısından az bir üretim hacmiyle Novo Brdo geliyordu. Yine 16.yüzyılın ilk yarısında, Balkanlar’daki gümüş madenlerinin yıllık toplam üretim düzeyi 26-27 ton olarak tahmin edilmektedir. Öte yandan, iltizam ve Osmanlı arşivlerindeki diğer kayıtlara dayanarak yaptığı bir araştırmada Rhodes Murphey, 1600 yılında Balkanlar’daki gümüş madenlerinin toplam üretimlerini 50 ton olarak hesap etmektedir. Oysa Sırbistan ve Bosna’daki madenlerin Osmanlı öncesinde, 15.yüzyılın başlarındaki yıllık üretimleri 10 ton civarındaydı. Bu tahminler 15. ve 16 yüzyıllarda, Osmanlı yönetimindeki gümüş madenlerinin üretim düzeylerinde büyük artışlar olduğunu gösteriyor.

Akçe’deki durumun tersine, mangırların büyük bir bölümü İstanbul, Edirne ve bakır madenlerinin bulunduğu Anadolu kentlerinde üretiliyordu. 15.yüzyılın ortalarında, Anadolu’da sekiz ayrı kentte mangır üretilmekteydi. Balkanlar’da bakır üretimi çok sınırlı kaldığı için, mangırların bir bölümü Balkanlar’a taşınarak orada piyasaya sürülüyordu. III Müdahalecilik ve Tağşiş Politikası (SS.41-43) Osmanlı devleti de ticaret yolları üzerinde kurulmuştu. Balkanlar ve Anadolu deniz üzerinden Batı Akdeniz bölgesiyle yakın ilişki içindeydi. Eğer gümüş üzerinden ifade edilen Osmanlı fiyatları ucuzlarsa, mal ihracatı artıyor ve fiyatlar yükseliyordu. (ss.57)

IV. Erken Dönemin Para Düzeni 

Sultani üretimi Kanuni Süleyman’ın saltanatı sırasında (1520 – 1566) önemli artışlar gösterdi. Bu dönemde Balkanlar’daki Sidrekapsi ve Kratova’daki altın madenleri çevresinde kurulan darphanelerle İstanbul ve Kahire, imparatorluğun önde gelen altın sikke üretim merkezleri oldular.

Uzun bir süredir tarihçiler Osmanlı döneminde Balkanlar ve Anadolu’da para kullanımının uzun mesafeli ticaret ve kent ekonomisinin bir kesimiyle sınırlı olduğunu varsayıyorlardı. Oysa son yıllarda yapılan araştırmalar, 15. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, kent nüfusunun hemen tümünün ve kırlardaki nüfusun bir bölümünün para ekonomisinin bir parçası olduğunu göstermektedir. 16.yüzyılda ise, hem değerli madenlerin bollaşması hem de kırsal ekonominin giderek pazara yönelmesi nedeniyle, para kullanımında büyük bir artış gerçekleşmiştir. Bu önemli gelişmenin kanıtların birkaç kaynaktan izlemek mümkündür. Birincisi, son dönemdeki araştırmalar 16.yüzyıldaki nüfus artışı ve kentleşmeyle birlikte, kırlarla kentler arasındaki bağların güçlendiğine işaret etmektedir. Bu süreç içinde Balkanlar ve Anadolu’da köylülerin ve büyükçe toprak sahiplerinin ürünlerini getirip kent ve kasaba sakinlerine sattıkları, düzenli olarak kurulan pazarlar ve panayırlar ortaya çıkmıştı. Pazarlar aynı zamanda, göçerlerin köylüler ve kentli nüfusla biraraya gelmesini sağlamaktaydı. Pazarlara katılan kırsal nüfus, küçük ölçekli işlemlerinde gümüş akçe ile bakır mangırı yaygın olarak kullanmaktaydı.(SS.81)

VI. Para Bölgeleri 

16.yüzyıla kadar Balkanlar ve Anadolu’da altın sultani ve gümüş akçeye dayalı bir para düzeni vardı. Hiyerarşinin en alt basamağında ise günlük küçük işlemlerde kullanılan ve itibari değerlerle tedavül eden bakır mangır ya da pul yer almaktaydı.

Batı – Orta Anadolu ve İstanbul bölgesiyle birlikte Balkanlar, Osmanlı para düzeninin merkezini oluşturuyordu. Gümüş akçe bu bölgede hem temel hesap birimi, hem de en önde gelen mübadele aracıydı. Büyük işlemlerde ve servet saklamak amacıyla sultaninin yanısıra Avrupa’nın altın sikkeleri de kullanılmaktaydı. Osmanlı sikkeleri üzerinde 18.yüzyılın ortalarına kadar Konstantiniye olarak anılan başkentteki darphane de, bu bölgenin ve imparatorluğun en büyük darphanesiydi.

15.yüzyılın sonlarına kadar gümüş akçe üreten darphanelerin sayıları sınırlı kaldı. Sultan II. Bayezid’in otuz bir yıllık saltanatı (1481-1512) sırasında, akçe üreten toplan 14 darphaneden 6’sı Balkanlar’da, (Edirne, Gelibolu, Üsküp, Novar, Kratove, Serez) biri başkentte, diğerleri de Anadolu’daydı. Balkanlar’daki üç darphane Serez, Novar (Nova Brdo) ve Üsküp ise önemli madenlerin yakınında kırılmıştı. Ayrıca Konstantiniyi ve Serez darphaneleri sultani de üretmekteydi. Balkanlar’daki darphanelerin aynısı 16. yüzyılda, özellikle de Kanuni’nin saltanatı (1520 – 1566) sırasında önemli artışlar gösterdikten sonra, II. Selim ve III. Murad’ın saltanatları sırasında (1566-1595) doruğa ulaştı. Bu otuz yıllık dönemde, yaklaşık 14’ü Balkanlar ve Ege Adalarında olmak üzere, 35’ten fazla darphanede akçe üretildiği bilinmektedir. Balkanlar’daki Osmanlı darphaneleri Tuna’nın güneyinde yer almakta, Batı’da ise Bosna’da Banya Luka’ya kadar uzanmaktaydılar. Aynı yıllarda Balkanlar ve Anadolu’da 9 darphanede sultani basılmaktaydı.

Balkanlarda en fazla sikke üreten darphaneler, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, Makedonya ve Sırbistan’daki gümüş madenleri çevresinde kurulanlardı. Anadolu’da ise gümüş madenlerine yakın tek darphane Gümüşhane yakınlarındaki Canca’ydı. Bu durumda gümüş sikkelerin büyük bir kısmının Balkanlar ve İstanbul’da üretildikten sonra şu veya bu biçimde Anadolu’ya aktarıldığı anlaşılmaktadır. Bakır sikkeler ise tam tersine, büyük çoğunlukla Anadolu’da üretilip Balkanlar’a gönderilmekteydi. 16.yüzyılda Balkanlar ve Anadolu’da en fazla tedavül eden yabancı sikke Venedik dükasıydı. Yüzyılın ikinci yarısında groschem ya da guruş olarak adlandırıla, gümüşten üretilmiş büyük Avrupa sikkeleri özellikle de Hollanda’nın aslanlı taleriyle İspanya’nın sekiz reallik parçası, Balkanlar ve Anadolu’da tedavül etmeye başladı. (SS.96-100)

Balkanlar’daki para veya ödeme akışlarının en önemli kaynaklarından biri de askeri seferlerdi. Ordunun iaşesi bir bölümü aynı, bir bölümü de nakit olarak toplanan olağan ve olağanüstü vergilerle sağlanmaktaydı. 16.yüzyıldabüyüklüğü sık sık 100 bin askeri geçen ordu, gereksinimlerinin bir bölümünü de satın almaktaydı. Bu amaçla İstanbul’daki merkezi hazineden büyük miktarlar gönderilirdi. Ayrıca askerler sefer sırasında olağan maaşlarını almaya devam ederlerdi. Seferler uzayınca İstanbul’dan gönderilen miktar da büyümekteydi. Bir askeri seferde harcanan para çoğunlukla milyonlarca altın dükayı bulmaktaydı. (SS.102)

Gerçi bu miktarlar Balkanlar’daki askeri harcamalar kadar büyük olmayabilir. Daha önce değindiğimiz gibi Balkanlar’daki sefer harcamaları askerlere yapılan ödemeler hariç yılda 600.000 altını, askerlere yapılan ödemelerle birlikte iki, hatta 3 milyon altını bulmaktaydı. (SS.110)

VII. Fiyat Devrimine yeniden Bakış

16.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunda da nüfus artışlarının ve kentleşmenin hızlandığı, kırlarla kentler arasındaki iktisadi bağların, pazarlar için üretimin, para kullanımının yaygınlaştığı bir dönemdi. Bu dönemde Balkanlar ve Anadolu’da yerel ve bölgesel pazarların yaygınlaşması, para ekonomisinin güç kazanmasının en önemli kanıtını oluşturmaktadır. (SS.138)

VIII. Tağşişler ve çözümü

Bu tablo karşısında, Balkanlar ve Anadolu’da ve belki de Suriye’de, 16.yüzyılın demografik ve iktisadi genişleme dalgasının 1580’lerde veya biraz daha sonra sona erdiğini söylemek mümkündür. 17.yüzyılda ise imparatorluğun pek çok bölgesinde nüfusun ve iktisadi faaliyetlerin genel düzeyinin durgunluk içinde kaldığını, hatta bir miktar gerilediğini söyleyebiliriz. Ancak, bu konuda elimizde ayrıntılı ve sağlıklı veriler yoktur. (SS.149)

Bu bölgelerde ticari faaliyetlerle birlikte para kullanımının da gerilediğini söyleyebiliriz.
Akçenin istikrarsızlığına yol açan bir diğer gelişme de, Osmanlı gümüş madenlerinin gerilemesi ve kapanmasıdır. 16.yüzyıla kadar Osmanlı darphaneleri kullandıkları altın ve gümüşün büyük bir bölümünü Balkanlar’daki madenlerden sağlanmışlardı. Ancak, Yeni Dünya’dan büyük miktarda altın ve gümüşün akmaya başlanması ve değerli maden fiyatlarının düşmesinden sonra, 17.yüzyılın başlarından itibaren bu madenlerin üretimi azalmaya başladı. 1640’lara gelindiğinde, Balkanlar’daki en büyük maden olan Üsküp’te ve diğer madenlerde üretim büyük ölçüde durmuştu. Bu olumsuz gelişme nedeniyle, Osmanlı devletinin mali sorunları ağırlaşmaya başladığında, Balkanlar’daki madenlerin gelirlerinden yararlanma olanağı da ortadan kalkmış oluyordu. (SS.151)

Balkanlar’dan Mısır’a kadar tedavül eden gümüş sikkeler içinde en önde gelenlerden biri aslanlı guruş ve esedi guruş diye anılan Hollanda taleriydi. İspanya’nın sekiz reallik büyük gümüş sikkesi (reales de ocho, yerel olarak riyal guruş) daha da yaygın kullanılıyordu. Ayrıca, Avusturya taleri ve Polonya’nın zolotası da tedavül ediyordu. Balkanlar’da Venedik dükası (yaldız) ile Macar altını ve en önemli altın sikkelerdi. Bu sikkelerin bir bölümünün kesirleri de sınırlı miktarda tedavül etmekteydi.(ss.161)

X. Yeni Osmanlı Kuruşu

18.yüzyıl 1780’lerin sonlarına kadar Osmanlı imparatorluğu için göreli bir barış, istikrar ve iktisadi genişleme dönemiydi. Elimizdeki sınırlı veriler bu dönemde Balkanlar ve Anadolu’nun pek çok bölümünde tarım malı üretimine, zanaatkarların yaptığı üretim ve mamül mallar üretimine yapılan yatırımların arttığına işaret ediyor. Ayrıca, bu dönemde Orta ve Batı Avrupa ile Balkanlar, özellikle de Akdeniz üzerinden girişilen ticarette önemli artışlar olmuştu. Fransız devrimine kadar, Akdeniz üzerinden yapılan ticareti Marsilya’dan üstlenen Fransız tüccarlar yönlendirmişti.(176)

18.yüzyılın ortalarından itibaren kuruşun Anadolu’nun yanı sıra, Romanya prenslikleri dahil Balkanlar’da temel hesap birimi ve ödeme aracı konumuna geldiği görülmektedir. Böylece bu geniş alanda fiyatlar, devlet ödemeleri ve daha genel olarak parasal büyüklükler bu yeni birim cinsinden ifade edilmeye başlandı.SS.181)

XI. Bölüm – Uzak Eyaletlerle Bağlantılar.

Önceki bölümde Osmanlı kuruşunun ortaya çıkışını incelemiştik. Darphanelerin kapandığı ve akçenin piyasalardan kaybolduğu bir önceki dönemin tersine, 18.yüzyılda iktisadi genişleme, mali istikrar ve diğer olumlu gelişmelerin desteğiyle kuruş, Balkanlar ve Anadolu’da önde gelen hesap birimi ve değişim aracı olmuştu. (188)

Sonuç

16.yüzyıla kadar, Anadolu ve Balkanlar’ın büyük bir bölümünü kapsayan Osmanlı Devleti’nin altın sultani ile gümüş akçe ekseni üzerine kurulmuş, basit sayılabilecek bir para düzeni vardı. Ancak 16.yüzyılda toprakların hızla genişlemesinden sonra, aynı düzen sürdürülmedi. Geniş imparatorluğun para düzeni oluşturulurken Osmanlılar iki aşamalı bir yaklaşım izlediler. Egemenliğin en belirgin simgesi olan tek altın sikke ile Balkanlar’dan Mısır ve Cezayir’e kadar tüm imparatorluk birleştirilmiş oluyordu. Sultaninin ağırlığı ve altın içeriği içinde tüm Akdeniz bölgesi ve ötesindeki ödemelerde standart olarak kabul edilen Venedik dükası örnek alınmıştı.

Zamanla sadece para değil diğer konularda da imparatorlukta farklı bölgeler ortaya çıktı. Balkanlar’ın yakın bölgeleriyle Batı ve Orta Anadolu’daki kurumlar ve uygulamalar İstanbul bölgesindekilere benzemekte ve merkez tarafında daha yakından denetlenebilmekteydi. Buna karşılık daha uzak eyaletlerdeki kurumlar ve idari uygulamalar, merkez ile taşradaki yerel güçler arasındaki değişen güç dengelerini yansıtmaktaydı. (248)

Kaynak: Osmanlı İmparatorluğunda Paranın Tarihi, Şevket Pamuk

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular