Nisan 2018, Ali Emiri Kültür Merkezi
Çanakkale’yi hatırlayalım, yad edelim istedik. Çanakkale Savaşları’nın hiçbir yanı ile ilgili bir uzmanlığım yok ama bir söz alarak hepimizin bildiklerini ve hissettiklerini fazla takdiri olarak konuşmak istiyorum. Hatırlayalım, yad edelim istiyorum. Çanakkale, şimdi tarihte normal, olağan şeylerin hikâyesi olur, biraz yanıltılır, eksik olur, fazla olur, mübalağa edilir ama neticede olup bitenlerin tarihini yapmak mutatdır. Ama 20. yüzyılın ortalarından sonra özellikle iktisat tarihinde, olmayan olayların tarihini yazmakta metedolojik olarak da mümkün hale getirildi, diyebiliriz. Yani olmasaydı ne olurdu? Olmasa idi nasıl değişirdi olaylar, gibi bir mantıkla. Bu tabii tarihin her alanında pek olmayan bir şey. İktisat tarihi hesaplara, rakamlara dayanan kısımları çok olduğu için onda mümkün oluyor. Mesela bu hipotetik dedikleri şeyi 1960’lardan itibaren ciddi ekonometrik hesaplarla yaptılar.
Ama bu mesela İstanbul fethedilmeseydi ne olurdu? Sorusunu çok sorarız biz Türkler onu cevaplamak için öyle bir hipotekrat tarih inşası aşağı yukarı imkansızdır. Biraz evvel bahsettiğim mesela Amerika’nın modernleşmesi, iktisadi gelişmesi ile ilgili kabul edilen genelde Amerika’da kıta aşırı demiryolları ağının yerleşmesi Amerikan ekonomisinin kalkınmasında birinci derece etkili oldu. Kuzeydoğuda New England bölümü ve Kaliforniya arasında bağlantısı. Bu kabul ediliyordu bu hipotenik tarih ilk defa bu tezi test ettiler. Ve neticede hiçbir katkısı olmadığını ortaya çıkardılar. Çok kesin şekilde ortaya çıkardılar. Ne yaptılar. Zihnen demiryollarını söktüler, yok farzettiler onun yerine tabii ki bir şeyler taşınacak nasıl taşınacak arabalarla. Arabaların sayısını ona yirmiye katladılar, atların sayısı arttı. Onların beslenecekleri çayır üretimi arttı. Neticede demiryollarının Amerikan ekonomisinin gelişimine % 1 kadar bir fark yarattığı ortaya çıktı. Şimdi diğer alanlarda bu hesaba dayalı karkikatif ölçülerde katfiyat olan ölçülerde bulunabiliyor. Ama İstanbul’un fethinde yapamayız. Çok kompleks bir şey. Olmasa idi ne olurdu? Çanakkale kazanılmasaydı ne olurdu? Bu da öyle. Çanakkale’yi de kaybetmiş olsaydı ne olurdu? Yahut mesela derler ki harbe girmeseydik. Harbe girmeseydik ne olurdu, cevabı çok kolay değil ama çok zor değil.
Büyüklerimiz öyle anlaşılıyor ki bu savaşın hedefinde Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları var. Bu topraklar, çarpışan gruplar arasında paylaşılması mukadder olan bir alanın oluşturduğu bölgesi olduğu çokça görülüyor.
Mesela Rusya, Çin’le savaşta iki sene önce bu esnada çıkar tümenleriyle ilgili ona dair bilgileri savaştan sonra alıyor. Ruslar Karadeniz’de, Çanakkale’ye çıkarma yapan müttefikler gibi avcı gibi bir harekat planladıkları anlaşılıyor. Çok karmaşık şeyler uluslararası ilişkiler. Rusya biliyorsunuz 1904-5’te Japonya‘yla savaştılar Pasifik‘te. Oraya Rus donanması Baltık’tan oraya gitti. Müttefikte bir donanmaları yoktu. Karadeniz donanması boğazdan dolayı çıkamadı. Savaş gemileri boğazdan geçemiyeceği için çıkamadı. Sonra 1911 ortalarında İtalya-Osmanlı savaşı dolayısıyla Rusların ticaret gemileri de çıkamadı çünkü onları kapatma yetkisi vardı. Bunlar Rusları epeyi rahatsız etti. Onun için artık bu İstanbul ve Boğazları alayım diye hazırlıklara başladıkları anlaşılıyor. Rus genelkurmayının bilgilerinde bu çıkıyor. 1913’te Boğaza bir amfibik harekatı düşündükleri görülüyor.
Ama biliyorsunuz Sykes-Picot anlaşmaları var. İngilizler uzun zaman İstanbul’un Rusların eline geçmesini istemedikleri de var uzun zaman 90 Harbine ve onun uzun zaman kadar ve fakat nihayet ve 20. yüzyılın başlarında Ruslara Boğazları vermeyi razı oldukları görülüyor. Ruslar eğer Boğazları vermezlerse Almanlarla anlaşabiliriz şeyi yaratıyorlar yaptıkları müzakerelerde görülüyor. Yani Almanlar deseler ki Boğazları sana veriyoruz. Hemen Alman tarafına geçebilecekleri görülüyor. Nerden, yazışmalardan belgelerden anlaşılıyor. İngilizlerde Almanlara geçmesinde bizim tarafımızda kalsın diye ne yazık ki İngilizlerde, Fransızlarda kısacası kabul ediyorlar. Fakat 1915-16 yıllarında, bu uluslararası ilişkiler çok zalim ve hiçbir şekilde güvenilirlik yok. Evet diyorlar, sana Boğazları vereceğiz, bir şartla Almanlar yenildikten sonra çünkü Almanya’ya karşı mütteffikleri Rus desteği olmadan savaşı kazanabileceklerini inanmıyorlar. Onun için Almanlar yenildikten sonra alırsın diyorlar.
Çanakkale’ye girmelerini biliyorsunuz genel tarihten şimdi çok konuşuluyor, Ruslar Sarıkamış harekatının faciası konuşuluyor. Ama o facia olmadan evvel Ruslar için çok riskli görüldüğü anlaşılıyor. Ruslar Almanlarla savaşıyorlar. 1914 yıllarının sonlarında başladı savaş, Almanya’ya karşı büyük çapta harekat planladıkları sırada bizim Sarıkamış harekatını girişmemiz Rusları ciddi olarak endişelendirdiği artık anlaşılıyor yazışmalarda. Bizzat Çar istiyor müttefiklerinden, Türkiye’ye karşı bir şey yapın, benim kuvvetlerim Kafkaslarda Türklerle savaşmak üzere bağlanmasın bütün kuvvetlerimi Rus-Almanya’ya karşı kullanayım diye istiyor. Onun üzerine İngiliz harp komitesi Türkiye’ye karşı bir şey yapmaya, harekata geçmeye çalışıyorlar. Ne yapalım diyorlar. İskenderun’dan bir şey yapalım, hareketi diyorlar. Bir kısmı Churcill’in ısrarıyla, Çanakkale’yi zorlamayın diyorlar. Çanakkale’yi geçeriz diyorlar yani bizde Batılı savaş tarihçilerinin söyledikleri çok kolay bir harekat olacak ve oradan geçip İstanbul’da olacağız.
Hatta orada çay içeriz falan diye de. Yalnız uluslararası ilişkiler çok zalim. Ruslar bu işten, evet Türkleri meşgul ettim ama dostları Boğazları al demeye getirip çok sinirleniyorlar. İngilizlerin Boğazları almalarını istemiyor ama yapacak bir şey yok. İngiliz, Fransız donanmaları yerleşmiş bombalamış başarmış ondan sonra da çıkarma yapacaklar. Ama Ruslar’ı ciddi olarak endişelendirdiği belgelerden anlaşılıyor. Diyorlar ki burnumuzun dibinde ikinci bir cenul tarip Boğazları almasın vaadettiler İstanbul’u vereceğiz falan diye ama bu kadar büyük zahmetlerle binlerce ölü ve yaralı ile Boğazları bırakmazlar.
Gerçi anlaşılıyor yazışmalarından. 1915 yılında tahliye ettikleri zaman Çanakkale’yi Rus Genelkurmayının rahat bir nefes aldığı ifade ediliyor. Şeyi de hazırlıyorlar ama Boğazlara bir çıkarma hazırlığı yapıyorlar. Aslında o çok merak edilecek bir konudur. Ruslar Karadeniz’de biliyorsunuz, Kaynarca’dan sonra Karadeniz’de deniz varlığı gösterdiler. Çıktılar ticaret yaptılar ve yavaş yavaş Karadeniz’in kuzeyini ele geçirdiler 1800’lerde. Ve Karadeniz donanması vücuda girdi. O donanma Karadeniz’deki Osmanlı donanmasından daha güçlü değildi başlangıçta. Yani 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar Osmanlı donanması daha güçlüydü. Ayrıca deniz bilgileri yoktu Rusların. Mesela Karadeniz’e çıktılar ticaret için tabii daha çoktu. Ama Ruslar Karadeniz biraz bilmiyorum ve Karadeniz’de şey söylenir, üç tane imam vardır, diye söylenir. Haziran, Temmuz, Ağustos dışında gemi Karadeniz’de hareket etmez. Ruslar Kırım’ı aldıktan sonra doğrudan İstanbul’u hedeflerine koydukları da anlaşılıyor.
Onun için bizimkiler vaktiyle Çanakkale’yi tahkik ettikleri gibi Kırım-Kaynarca savaşları içinde Karadeniz Boğazının iki tarafında da tatbikatlar yaptılar. Belki okumuşunuzdur meşhur Baron da Betok vardır Macar asıllı o Karadeniz’deki kalelerin 1777’de çok katkısı oldu. Ama ondan sonra devamlı o kaleleri güçlendirdiler. Çok büyük çapta orada kuvvet bulundu diyorlar. Orada çıkarma yapmak o kadar kolay bir iş değildir. Onun için Rusların güneyden ulaşılan Burgaz limanından ancak boğaza intikal edebiliriz, diye düşünüyorlardı. Ama mesela Birinci Dünya Harbinde Bulgarların bizimle birlikte aynı ittifakın içinde bulunmaları Rusların işini çok zorlaştırdı. Çünkü Burgaz’ı ancak işgal edebilirlerdi. İşgal ettikleri takdirde bunun hedefinin İstanbul olduğu açıkça anlaşılırdı. İstanbul’a süpriz bir baskın dışında ulaşma imkanı yoktu.
Mesela Batılı tarihçiler Çanakkale’ye 18 Mart’ta deniz hücumu yapıldığı zaman o zaman biliyorsunuz mayınları temizlemişlerdi, giremeyeceklerdi son anda konulan mayınlar ve topçuların müşterek koordineli çalışmalarıyla çok büyük zaiyata uğradılar. Ve devam edemediler ama o gün 18 Mart ertesinde karar veren buradaki komutanların mesela yanlış yaptığını düşünenler var askeri tarihçiler arasında. Diyorlar ki o sırada kayıbı rağmen zorlansaydı geçilebilirdi çünkü Türklerin orada çok büyük çapta kara tahkimatı ve yığınağı yoktu diyorlar.
Gerçekten sonradan peyderpey biliyorsunuz, Osmanlı ordularının yüzde kırkı o bölgeye yerleşti. 40 tümeni olduğu yazılıyor Osmanlı ordusunun yüzde onun yüzde kırktan fazlasının on yedi tümen orada savunmada yer aldı. Kayıpları da biliyorsunuz 250.000 olarak söyleniyordu ama son zamanlarda onu biraz indirdiler. Ama çok büyük bir oran 166.000 Türk er ve subay yaralı ve hastalık savaşta en çok ölenler hastalıktan.
Çanakkale tabii çok büyük bir başarı Türkiye için. Osmanlıların son savaşı aşağı yukarı. Birinci Dünya Harbi ve orada kazandıkları başarı ve kayıp tabii çok büyük kayıp. 166.000 kişiyi kaybetmek bir de Anzakların anlattığı, Anadolu ve Rumeli’de anavatanın yakın bölgelerinden her değerli gençlerini orada feda ettiğini, ordunun kaymağını kaybettiğini bizim kaynaklarımız yazıyorlar.
Mesela orada 1600 küsur subay kaybedildi, şehit oldu. Ama ordunun subaylarının yarısı orada görevlendi. Orada muharebeye katıldılar. Gazi olarak daha sonra milli mücadeledeki üst düzey veya orta boy birliklerin komutanı olan subayların hepsinin Çanakkale’de görev almış oldukları anlaşılıyor.
Çanakkale’deki subaylarımızın yüzde beşi kadar Alman kurmayları var. Tamam ordu komutanı Limon von Sanders’tı. Birçok yanlışlar yapmıştı. Ama Çanakkale savunmasını yapan Türkler’dir. Limon von Sander’te yalnız değildir. Cevat Paşa da vardı Esat Paşa da vardı. Sakarya’da da aynı şey oldu. Sakarya’da çok muazzam subay zaiyatı oldu. Orada Alman filan da yoktu. Yani Çanakkale çok önemlidir bizim tarihimizde. Ondan evvel Balkan Harbi var ve bir faciayı biliyoruz.
Balkanlarda Türk ve Müslüman oranı başta beşte birdi. Milliyetçiliğin alıp yürüdüğü bir çağda çoğunluk büyük bir çoğunluk sizden değilse, toprağı siz elinizde tutamazsınız.
Araplarda, yani Müslüman oldukları halde onlar da harpten sonra gitti. Balkanların giderdi, gitmesin diye Osmanlılar tabii uğraştılar. Türkleştirmeye, Müslümanlaştırma gibi faaliyetleri oldu. Ama çoğunluğu hiçbir zaman sağlayamadık Balkanlarda. O zaman milliyetçiliğin yandığı bir dünyada.
Çanakkale’yle birlikte Osmanlı imparatorluğu sona erdi. Yine Birinci Dünya Harbi’yle Osmanlı imparatorluğu sona erdi. Ona hasta adam diyorlardı, bütün Avrupa’da. Aşağı yukarı 19. yüzyılın ortalarından itibaren hasta diyenler de Osmanlı’yla hatta Allah’ın bir takdiri hatta Osmanlı’dan önce giden de oldu. Rusya’ydı asıl adveren Osmanlı’dan evvel 1917’de işi bitti.
Çanakkale’nin etkisi bunda tartışılıyor, onu söylemek biraz zor. Yani Çanakkale’de müttefikler giremedi diye sevinen Rus kurmayı oldu ama Rusların kurmayı da yanlış yapabilir. Çanakkale geçilmediği için Ruslar gerekli desteği alamadılar. O çok bilinen bir şey, sıkıntıları oldu. Ukrayna’daki ürünlerini satamadılar. Dış ticaret problemi oldu. Silah, muhimmat alamadılar. Ve bu Komünist Devrimi’nin önemli motiflerinden, önemli faktörlerinden biri olduğu düşünülüyor, konuşuluyor. Onun için biz kesin bir şey söyleyemeyiz.
Çanakkale olmasa idi veya Çanakkale kaybedilseydi, müttefikler Rusya’ya ulaşsaydı, Sovyet Devrimi olmazdı diyemeyiz. Soyvet Devrimi de epey zaman beri için için hazırlanan, bir tufan gibi Rusya’yı ezdi, geçti. Sanki kader Türkiye için yaşaması için bu şansı verdi. Darbe yapıldı, Çarlığı yıkmaları, Türkiye’nin yeniden doğmasını kolaylaştırdı. Çarlık yıkılmasa idi ne olurdu? Tabii onu kestirmek imkanı yok. Ama Ruslar şöyle yapıyorlardı, Boğazları iki denizden çıkarma ile ele geçirsek bile ki ele geçirilmesi de kolay değil. Uzun bir yerden gelecek Odessa veya Batum’dan Karadeniz’e geçecek. Burada iki zırhlı var: Yavuz ve Midilli. Ondan sonra da denizaltılar var, Almanların Tuna’dan getirdikleri. İkinci Dünya Harbi’nin Hitler’den sonra Alman Devlet Başkanı seçilen Amiral Donis. Donis, Karadeniz’de denizaltı subayıydı o zaman. Yani Ruslar için o iş kolay değildi.
Şöyle düşündükleri anlaşılıyor, İstanbul’u alabiliriz ama tutamayız. Tutmak için kıtayı, Anadolu’yu ve Rumeli’yi almak lazım. Onun için dikkat ederseniz, 1916’dan itibaren Kafkaslardan, Erzurum, Erzincan, Trabzon, Ünye’ye kadar hareket hedefleri, İstanbul’u oldukça şey hali, Osmanlılarda zaten öyle aldılar, her tarafı aldıktan sonra. İstanbul öyle kolay yutulur bir şey değil.
Mesela Mehmet Akif. Mehmet Akif çok büyük bir şair. Söylemezler evet iyi bir şairdir, önemli bir yazarımızdır. Şairlerimiz arasında çok büyük, en büyük şairimizdir. Yunus Emre gibi, Baki gibi, Fuzuli gibi denmez ama Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitleri onu zirveye çıkarmıştır. Çanakkale Şehitlerini okuyup da heyecanlanmayan bir Türk olmaz. Çanakkale’de bir de meşhur iki yüz elli kiloluk mermiyi taşıyan Seyid Onbaşı vardır. Balıkesirli miydi? Seyid Onbaşı.
Şimdi bu Balkan Savaşı’nda çok layık olmadığı, mustahak olmadığı derecede yenilgiye maruz kaldı Türkiye onun da acısını çıkartmak üzere bütün varını yoğunu orada Limon von Sanders ne yapacak ki?
İngiliz o zaman dünyanın birinci donanması İngiliz, ikinci Fransız. Almanya onların yanında yarışmak üzere girmeye çalışıyor, evet iyi gemiler yapıyor ama deniz hakimiyeti onlarda. O iki büyük deniz gücü, birinci ve ikinci güç geldiler ve Çanakkale’yi zorladılar. Ve oradan geçemediler. Orada öyle kaldık önemli değil. Orada İngiliz İmparatorluğu’nu mahvetti Çanakkale. Neden mahvetti ilk defa bir yenilgi aldı orada ilk defa. Şimdi büyük devletler güçlerini kullanarak göstermekle büyük olmuyorlar. Kullanmadan göstermek marifet o. Güç varsa caydırıcılık en önemlidir. O da karizma. Şimdi İngiltere karizmasını kaybetti Çanakkale’de. O yenilginin acısını unutmadı.
Ve çok muhtemelen Churcill, Churcill o zaman biliyorsunuz, bahriye birinci lordu idi. Çok ısrar etti Çanakkale’yi geçelim diye. Geçemedi ve koltuğunu kaybetti. O genç bir adamdı o zaman otuz beş yaşlarında belki. O içine ukte olmuş olmalı ki İkinci Dünya Harbi’nde Türkiye’yi savaşa sokmak için çok uğraştı Churcill bunu biliyorsunuz. Kahire’de toplandılar ama şimdi İsmet İnönü Allah rahmet eylesin, tabii bir siyasi partinin tek partinin lideri olduğu için demokrasiden sonra tespitini, sempatisini çok büyük ölçüde kaybetmiştir ama İkinci Dünya Harbi’nde başarısını teslim etmeli.
Kahire’de toplandılar ne zaman 1943. Değil mi başları idi. Henüz Alman Ordusu Afrika’dan tamamen gitmemişti. Mont Komeri Kuzey Afrika Ordusu’nun Alman Romelle çarpışan o idi. Ama Alman Ordusu’da halen Afrika’da idi. Girit elindeydi. Yunanistan elindeydi. O yüzden Kahire’de, Rossevelt, Churcill toplandıkları zaman İsmet İnönü’nün bütün kozu biz savaşa giremeyiz. Girersek tanka, uçağa, topa filan. Listeler veriyordu Churcill’i deli edecek listeler. O listeleri tamamlamasına imkan yoktu. Tamamladığı zaman savaşa gireriz diyordu.
Anektotu güzeldir orada, demişler ki toplantı yeri hava saldırısına karşı korunaklı bir yer olsun. O zaman İnönü demiş ki burada emniyetli değil miyiz? Mısır İngiliz işgali altında bir ülke. O zaman Rosevelt anasının gözü. Rosevelt’in Türkiye savaşa girsin diye bir şeyi yok. Şeyi yapan Churchill. Şeyi anladı İsmet İnönü onu soruyor arkasından diyecek ki siz burada rahat değilsiniz. Ben Ankara’da, İstanbul’da savaşa gireyim ve hiçbir uçağım, tankım yok nasıl emniyette olabileceğim diyor o zaman ve o zaman adamları ikna ediyor.
Şimdi Çanakkale bizim tam koğuş arkası gibi imparatorluğun sonunda muhteşem bir final. Bu final sayesinde Türkiye bir kere şeyin ayırdını sildi. Balkan Savaşı utancını sildi. Kendine güven geldi. Ve savaşı kaybettiği halde, mücadelenin örgütlenip başarı ile tamamlanmasında Çanakkale’nin yarattığı tesirlerin çok büyük rolü var.
Tabii imparatorluk olarak bitti ama Türkiye bitmedi. Türkiye’nin bitmeyeceği tabi Kutül Ammare de dahil bütünüyle Birinci Dünya Harbi’ndeki başarı mutlaka sonucu başarmak değildir. 93 Harbi’nde de mesela Plevne Savunması bütün dünyanın hayranlığını çeken bir büyük başarıydı. Hatta 93 Harbi’nde yenildi Türkiye fakat o yenilginin Ruslara çok pahalıya geldiğini ciddi olarak analiz eden ve Komünist darbesinin oluşmasını sağlayan sıkıntıların o zaman ortaya çıktığını söyleyen insanlar var iddia eden o kadar önemli oldu.
Birinci Dünya Harbini de kaybetmiş olmak çok önemli başarılar sayesinde yeniden toparlanıp yeni bir hamleyle dirilmemize imkan hazırlayan önemli faktörlerden biridir Çanakkale. Tabii ki orada yani genellikle bizim Cumhuriyet’in kabul ettiği yeni bir devlettir. Yeni bir Cumhuriyet, başka bir devlettir. Osmanlı Devleti başka bir devlet. Bu resmi bir şeydir, o resmi şeye ne denebilir. Yalnız bir söylemdir o, millet aynı millettir. Oradaki subayların yarısı oradaydı. Ondan sonra Milli Mücadele’yi yapan subaylar aynı subaylar. Çanakkele’yi, Kutül Ammare diğer cepheyi şey yapan Osmanlı Devleti’ydi. Bu devletin adamları Anadolu’daki mücadeleyi de bir kesimiyle yaptılar öbür kesimi başka şekilde düşünüyordu filan hikaye. Neticede aynı millet, aynı dil, aynı elit, aynı okullardan çıkan, aynı kurumlar. Ne var değişen Hanedan gitti, onun yerine Cumhuriyet geldi. Hilafet gitti, milli devlet oldu. Emperyal şeyler kalıntılar kalmadı. Türk ve Müslüman olmayan çok küçük bir azınlık kaldı. Milli devlet oldu yani. İmparatorluklar, milli devlete dönüştü. Bu mesela Rusya’da da çok daha radikal bir değişme olduğu halde Rusya Komünist olduğu halde, Çarlığı tamamiyle yasakladığı kurşuna dizdiği halde başka bir şey olduğunu söylemedi. Halen de Rusya’nın adı Rusya. Türkiye’de Türkler demiyor Türkiye diye başkaları söylüyorlardı ama neticede aynı şeyi devam ettirmek mümkün oldu. Seyid Onbaşı mesela 150 kiloluk şeyi kaldırdı. Sonra tekrar biliyorsunuz denedi yapamadı.
Şimdi orada feslerin başarısı değil de milletin bütünüyle adeta milli ruh orada başarı kazanan odur. O Seyit Onbaşı’ya 250 kilolu kaldırtan şey neyse değişik bir şey o. Şimdi Akif’in şiirini okuduğumuz zaman heyecanlanmayan bir Türk düşünemiyoruz değil mi? Bu kadar bizi derinden etkileyen bir Çanakkale onun için milli mücadele aslında olay imkansız gibi bir şeydi. Her şey bitmiş beş sene dört sene dünyanın en büyük güçleri, orduları, donanmalarıyla savaşmış, fakir bir ülke. Ondan sonra tekrar ordularını toparlayıp yeni ordular meydana getirerek savaşma gücü hiç olacak bir şey değil. Onun için mesela şeyden sonra kısaca bitirecem.
Arnold Toynbee, bilirsiniz meşhur tarihçi, İngiliz tarihçisi. Osmanlı’dan hoşlanmaz, Türkleri de sevdiğine dair bir işaretimiz yok. Ama akıllı bir adam objektif olarak. Şunu söylüyor: Birinci 1950’lerde yazıyor, Birinci Dünya Savaşı bittiği zaman, Almanya, Avusturya, Osmanlı ve Rusya büyük imparatorlukların hepsi bitti. Avusturya ile Türkiye’yi mukayese ediyor. Avusturya İmparatorluğu biliyorsunuz Osmanlılardan daha modern, ileri ekonomisiyle, teknolojisiyle her şeyiyle büyük bir imparatorluktu. Tonybee diyor ki savaştan sonra Türkiye hiçbir performansı olmayan bir zayıf bir imparatorluktan kalan fakir, küçük bir ülke. Anadolu ve Rumeli bütünüyle 8-10 milyon nüfus ama bitkin işte gençleri, aydınları, savaşçıları bitmiş şehit olmuş bir memleket.
Savaştan sonra modern bir ekonomiye ve elite sahip olan Avusturya’nın hamle yapacağını, Türkiye’nin de yerlerde sürüneceğini tahmin ediyorduk diyor. Bunu 1950’de söylüyor ve Türkiye hayret edilecek bir dinamizm ile Avusturya’yı çok geçen bir performans gösterdi.
1950, o zamanın Türkiye’sini şimdi sizlerden yaşayanınız yok ama okuyorsunuz, o çok fakirdi. Bugünkünün dörtte bir nüfusu vardı. Yirmi milyon. O yirmi milyonun çoğu fakir, yarı tok yarı açtı. Okur yazarlığı, neresinden tutturursanız geliri onda biriydi. Toydu. O zaman yalnız olanı değil olacak olanı da tahmin etmeyi başarmış bir adam. Çok büyük bir mesafe aldı Türkiye.
Türkiye ile rakip Rusya idi. Rusya Birinci Dünya Harbine girerken Türkiye yedi milyondu, Rusya yüz otuz, yüz kırk milyondu. İkinci Dünya Harbinde de savaş bittiği zaman hani Churchill’i dinleyip de savaşa girseydik, Alman ordusu Edirne’ye yakın. Bulgaristan’da, Yunanistan’da iki üç tane zırhlı tümen ve birkaç hava filosu bütün Batı Anadolu’yu tahrip ederdi. Değirmemize imkan olmazdı. Arkasından da Kızıl Ordu kurtarmaya gelirdi bizi. Bulgaristan’ı, Romanya’yı kurtardığı gibi böyle bir felakette başımıza gelebilirdi. Çünkü savaş bittiği zaman Rusya’nın yirmi üç milyon silah altında askeri vardı. Yüz seksen milyon nüfusta yirmi üç milyon yani yüzde on iki kadar asker. Komünist bir ülke, istediğini askere alabilir, sivilleştirebilir farketmez. Türkiye’nin nüfusu o zaman on sekiz milyondu savaş bittiği yıl 1945’te. Yani nüfusumuzdan fazla askeri vardı. Direnmemize imkan yoktu. Ama ondan sonra Komünist rejimler Rusya ondan sonra çok muazzam bir show yaptı. İkinci askeri güç olarak yarıştı Amerika’yla ve Batı dünyasıyla.
Sonraki macerayı biliyorsunuz şu anda Rusya’nın ekonomisi Türk ekonomisiyle kıyaslanmayacak kadar kötü durumdadır, ilkel durumdadır. Doğal gazı, petrolü olmasa bir üçüncü dünya ülkesi olur. Komünizm Rusları samyeline adeta maruz kılarak perişan etti. Tekrar toparlanmaları çok uzun vakit alır. Evet şimdi Türkiye ile Rusya’nın arasındaki tabii silah teknolojisi filan hala şey yapıyor ama Sovyetleri de batıran o oldu. Amerika’yı kapitalist dünyanın zenginliklerin sağladığı imkanı hala silah yarışına kalkması Sovyet sistemini bitiren o oldu.
Ben Sovyetleri bitmeden evvel ziyaret eden insanlardan biriyim. Gittim, gördüm, orada evet dünyanın ikinci büyük askeri gücüydü ama o fakir Türkiye’nin 1960-70’lerdeki ekonomiden daha geri bir ekonomiydi Sovyetlerin son yıllarında. Perişan durumda idiler. Tüm tüketim malları kötü idi. Pahalı idi ve yoktu, kuyruk kuyruk böyle bir dünya idi. Kendileri de biliyorlardı ama içinden çıkmak çok zordu. Komünist bir rejimle ekonomiyi canlandırmanın içinizde komünist arkadaşlarınız varsa kusuruma bakmasın o sistemle ekonomiyi ayakta tutmanın imkanı yok. Tabii kapitalizmin günahlarının haddi hesabı yok ama kâr motifiyle insanlar canavarlaşabiliyorlar, ama canlı olarak büyüyebiliyorlar. Komünist rejimde maalesef böyle bir imkan yok.
Evet Çanakkale’yi yad etmek için bu akşamki sohbeti istedim ben. Çok iyi bildiğim, üzerinde çalıştığım bir alan değil ama her Türk için bu çok önemli kutsal sayabileceğimiz, heyecanlandıran bizi.
O arada şehit olan yüz altmış altı bin kişi sayesinde yaşadığımızı düşünüyorum ben. Yani bütün tabii savaşlarda halen şehit olan insanlarda var aynı şekilde bize hayat veriyorlar bunda hiç şüphe yok. Ama Çanakkale çok kritik bir zamanda bu işi başardılar. Gerçekten devletimiz sona erebilirdi. Şimdi çok şükür o kadar büyük tehlikeler içinde görülmüyoruz. Daha evvel de yoktu. Birinci Dünya Harbinde bu tehlike ortaya çıktı. Tehlikeyi şehit olan ve kendilerine feda eden insanlar sağladılar. Onları yad etmek için istedim ben, teşekkür ediyorum.
***
Benim söylemek istediğim, Çanakkale’yi savunmayı yapmamız, müttefiklerin Rus müttefiklerinin Çanakkale’den Rusya’ya ulaşmamaları, Rusya’daki sıkıntının temel kaynağı oldu denemez dedim. Komünizm o yüzden geldi, bunu tespit edecek delillerimiz yok.
Çanakkale 1915’in sonunda bitti. Ağustos-Aralık arasında çekildiler. O çekilmeyi de Batılılar müthiş bir propaganda bilirler. Çekilmeyi büyük bir zafer saydılar. Çaktırmadan kaçtılar. Ve kaçışı büyük bir erdem olarak söylüyorlar.
Ondan 1915’in Aralık ayı ama Sovyet devrimi ne zaman? Aşağı yukarı tabii 2 sene sonra onu irtibatlandırmak o kadar kolay değil. Evet Rusya’nın sıkıntıları vardı. Ama Batılıların da vardı. Amerikalıların savaşa girmesiyle ancak Batılı müttefikler kazanabildiler. Ve çekildi sahneden, ondan sonra işleri iyice zorlaştı.
***
Tabii olabilir, Rusya’nın kara savaşları Türkiye’de de oldu. Ve epey de ilerleme kaydettiler.
***
Almanya da zorladı Batı’yı.
***
Rusların 1922’de 1923’de bizlerle; İngilizlerin de savaşacak gücü yoktu, ama Rusların hiç yoktu. Onlar için iç savaş çok büyük bir felaket oldu. Bir gelişim çok kolay olmadı. İngilizlere karşı savaşa girip ne yapacaklardı bilmiyorum.
***
Çanakkale artık çok canımızdı yani, hayatımızdı. Filistin biraz uzakta tabii. Savaşın da sonuna gelmiştik. Biliyorsunuz bütün Almanlar, Avusturyalılar ve bütün ittifak ant ülkelerinin vaziyeti iyi değildi. Yapacak bir şey yoktu, biraz hızlı oldu belki. Ama Misaki Milli hudutlarına orduları hızlı bir şekilde çektiler Türk komutanları, orada fazla şey olmak istemediler benim anladığım. Mesela İkinci Dünya Harbi’nde Fransa ile İngiltere birlikte idiler. Fransa ordusuyla İngiliz ordusu Alman ordusuna karşı Fransız-İngiliz müşterek kara ve hava harbi yapıyorlardı. Ama anladılar ki, Almanya, İngilizler mesela Fransa’yı işgal edecekler. Bütün hava kuvvetlerini vermediler Fransa cephesine sürmediler. İngiltere’yi korumak üzere bıraktılar. Doğru yaptılar, eğer onu yapmasalardı, Almanlar İkinci Dünya Harbi’nde İngiltere’yi de Fransa gibi istila edebilirlerdi. Hava kuvvetlerini muhafaza ettiler, orada harcamadılar, İngiltere’yi kurtardılar. Bizim Filistin Cephesi, Irak Cephesini daha hızlı boşaltmalarında böyle bir motif olabilir bence. Tam emin değilim.
***
Şimdi İstanbul’un savunması, sokak muharebelerine girmemesi hiçbir nesilde olmadı bu. Yani o zaman ne Berlin, ne Viyana, ne Tokyo böyle bir şey yapmadılar. Hatta şövalyece bitirmenin adabına göre hareket ettiler. Bütün dünyayı şaşırtan, Türklerin tekrar mücadeleyle Anadolu’da harekete geçmeleri çok şaşırttı insanları. Mesela Almanlar, Hitler mesela, Alman yöneticilerini Türklerinki gibi yapamadı diye çok hakarete uğratıyor. İstanbul’un direnmesi iyi ki olmadı değil mi, yani İstanbul’un yıkılmasını istemezdik.
***
Osmanlı’nın Birinci Dünya Harbi’ne girmeme şansı nasıl olabilir? Yani taraflardan birine girmek için uğraştıklarını biliyorsunuz. Hem İngilizlerle, hem Almanlarla görüştüler, konuştular. Ama neticede İngilizler bizi istemediler. Niye istemediklerini sonra anlıyoruz. Girmeseydik, savaşı kazandıktan sonra belki Rusya’da da komünistlik olmasaydı çok rahat bir şekilde bölüşeceklerdi. O zaman savaşa sokan insanlar, o zamanki Osmanlı siyasi liderlerini sevmeyebiliriz, onlara sempati duymayabiliriz ama bence savaşa girmeme şansımız yoktu. Savaşa girmemiş olsaydık. Girmekten beter hale getirebilirlerdi. Ayrıca da hipotetik tarihin şeyleri de çoktur. Şimdi savaşa girmesek imparatorluğu Arap eyaletleriyle birlikte muhafaza etmiş olsaydık, onların yavaş yavaş kopmalarıyla perişan ve harap olacaktık. Ve operasyon bitti ve kurtulmuş oldu düşünebilir. Ama bilmiyorum ben, bir şey konuşamayız.
Savaşa girmeme şansımız yoktu. Çünkü savaşan tarafta, Rusya’nın bütün işi gücü Boğazlardı, Türkiye idi. İngiltere’nin hedefi de petroldü. Irak ve Basra idi. Araplarla yaptıkları pazarlıkları anlatmaya gerek var mı?
İngilizler Türklerin yönetimi altında Türklerin dışında hiçbir İslam ülkesinin kalmasını da istemiyorlardı. Hilafeti istemiyorlardı. Çünkü elinde iki yüz milyon kadar Müslüman vardı. Ondan dolayı Hilafet onlar için çok tehlikeli bir şeydi. Canlarını sıkan bir şeydi.
***
Misakı Milli hudutlarını evet kabul etmediler. Şimdi Çanakkale Savaşı’nı epey inceledim ben yani uzmanı değilim ama benim memleketimin çok önemli bir şeyi olduğu için ilgilendim. İngilizler Gelibolu’ya çıkıyorlar fakat hedefleri orası değil, hedefleri Irak ve Suudi petrol. Fransızlarla olan şeylerinde Fransızlar biraz bir gömlek geri petrol isteği o kadar yok onlarda Osmanlıları yenmek için uğraşıyorlar. İşte, donanmalarını, askerlerini orada göstermek istiyorlar.
İngilizlerin hedefi Gelibolu değil, asıl hedefi Kutül Ammare ve Gazze.
***
İngilizler kaybetmezler, biliyorsunuz. İngilizler kendileri savaşmazlar, savaştırırlar.
Gerçi İngilizlerde de epey öldü, ama esas olan Anzaklar, Hintliler, ondan sonra Senegalliler, kimi zenci, kimi yamyam gibi adamlar. İngiliz askeri de var tabii İngiliz askeri yok değil. Bizim kadar kayıbı olmadı. Çok büyük ateş gücüyle geldiler. Denizden, bir de siper muharebelerine dönüştü.
O siperlerle Fransız cephesinde de siper muharebesine dönüştüğü zaman düşmanı söküp atamazsınız. Söküp atmanız için sapır sapır döküleceksiniz, makineli tüfek sizi tarayacak filan.
Oraya tutundular bir kere Gelibolu’ya çıktılar. Arıburnuna, Anzaklar koyuna, Anafartalara, orada yerleştiler. Oradan söküp atmak için çok can kaybettik. Ve onları denizden çok güçlü ateşle korunuyorlardı. Ama bizimki kadar olmadı kayıpları. Bizim kayıplarımız daha çok oldu.
***
Evet Çanakkale’yi hatırladık, hayatımızı borçlu olduğumuz insanlara rahmet yolladık.
****
Şimdi onlar biraz farklı. İngilizler Akdeniz’e girdikleri zaman 500 sene şeye gittiler Amerika’ya ve Hindistan’a gittiler. Hint Okyanusu’na gittiler. Doğu kumpanyası 1580-90 oluştu. Ve doğu ticaretini böyle bir denize çevirmek istediler. Önce tabii korkarak girdiler. Osmanlılarla mücadele ettiler. Hollandalılar ve Portekizleri bertaraf edip oraya gidince İngilizlere 1580’de kapitülasyonlar verdiler ama imtiyaz vermediler.
İmtiyaz 1609’da verildi. O zaman doğu Hint kumpanyaları kurulmuştu ve bunlar kapitalist ilk anonim şirketlerdi. Onlarla mücadele imkanı olmadığını anladılar Osmanlılar ve İngilizleri buraya davet edip ve doğu ticaretini kesmemek için onun için. Mesela dostumuz Fransa onlara verdiği imkan çok daha yüksektir. Arkasından Hollanda’ya da verdi. Onlar bütün doğu ticaretini Asya ticaretini denizden yürüttüler. Afrika’yı dolaştılar, doğu ticaretini buraya çekmek için.
***
Atlantik ittifakı oluşuyor tekrar ki bölümde son ses açmama rağmen anlaşılmıyor. Anlayabildiklerim
Biz Afrika’ya giremedik. İslam dünyası ????? Rusya’da ???? Japonya’ya bile sırayet etti. hiç anlaşılmıyor. Onlar da da İslami fobik var. İslam düşmanlığı var ??????? Şimdiki Birinci Dünya Harbi kadar değil. Şimdi Amerika Rusya’ya ????
Onların kendi aralarında ihtilafları var. Çin’le bizim bir dostluğumuz yok.
Orada kültür??? var. Külfür milleti ??? Çin’de aynı millettir. Yani Osmanlı’dan çıkıp onların aralarını açmak, birbirlerine düşürerek kaç yüzyıl müdahale etti. ???? Avrupa hep daha zengin, daha bilgili Osmanlı’dan daha avam aralarını açarak hep müdahele ettiler.
Mehmet genç 23.11.2018 ses deşifre
1:13:25 – 1:39:00
Levent Bey : Devlet bizim kurduğumuz 16 tane devletin kurucularını araştırıyor mu şimdi?
Osmanlı devleti sultanları içerisinde sizin en çok beğendiğiniz hangisi?
Ertuğrul Gazi mi, Osmangazi mi, I.Murat mı, Fatih mi, Yavuz Selim mi, Kanuni mi, III.Selim mi, Abdülhamit mi? Burada en çok göze çarpan hangisiydi? Onu öğrenmek istiyordum hocam.
Hoca: Şimdi bir padişah seçmek var, ???? biliyorsunuz herkesin bir mesleği var, mesliği de artizanal bir meslek yani kuyumculuk, marangozluk vs. gibi fiziki gayret isteyen şeyler. Yeniçeri ocağının 1 numaralı yeniçerisiydi. Ocakta kaydı var. İçimizde tarihçi varsa bilir. Hatt-ı hümayun diye bilinen bir şey var. Şimdi padişahı söyleyeceğim ama ondan evvel bu padişahlık müthiş bir şey. Son şehzadenin çok büyük bir törenle cenazesi kaldırıldı. Şehzade Orhan. Ve katılamadı bu cenazeye. Şimdi şahsen ben demokrasiye yani ben bir hanedan yönetimine razı değilim, kabul etmem.
İçinizde de herhalde birkaç kişi vardır ama Türkiye’de 81 milyonda %1 çıkmaz. Fakat bu hanedan geçmişte çok büyük iş gördü. Bu hanedan sayesinde bu millet ayakta, hayatta. Kangurunun kesesi gibi korudu bizi. Türk milletini korudu ve 20.yüzyıla getirdi. Ne yaptılar adamlar, o hatt-ı hümayunları okuyan dehşete düşer. Hatt-ı hümayun padişahın kendi el yazısıyla, kendisine sunulan teklifler ve taleplere karşı düşünceleri önerdiği çareler, emirler. Emri şerif, emri hümayun ve ben onları okudum dehşete düştüm. Padişahlara uluslar arası ilişkilerde her konu geliyor. Ondan sonra adaletle ilgili her konu geliyor.
Osmanlı anayasası 1876 da ki hikaye ondan önce esas benimsedikleri şikayet hakkı. Osmanlı reayası ermeni, rum, Yahudi, Müslüman fark etmez, hepsinin şikayet hakkı var. Ve doğrudan padişaha ulaştırma hakkı var. Ve o şikayetin padişaha ulaşmasına engel olan kellesini kaybeder. Bunların hepsi alınır, incelenir, bürokrasi çözümlerini koyar, padişaha hepsini verirler ve o da hepsine bakar.
Onların içinde şu söyleyeyim kadı mahkemesinde hükmedilenlere hiç müdahale ettiklerini görmedim. Kadı mahkemesi ne karar verilmişse, bir kelime ettiklerine ben şahit olmadım. Ama onun dışında gelen şikayetlerin haddi hesabı yok. Çok çeşitli hukuki olmayan bir sürü mesele var. Mesela biri geliyor “ fakirim padişahım, başımı sokacak bir evim yok, gelirim yok karım hasta, benim ayağım bilmem ne” onlara bürokraside bir takım çareler öneriyorlar. İşte şuradan şunu verelim, buradan bunu verelim.
Onlara müdahale ediyor padişah. Ne müdahale ediyor. Şimdi en son okuduğumu size söyleyeyim. Ben tabii Kanuni’yi çok sempatik buluyorum. Ama diğerlerinin hiç şeyi yok. Yani okudukça. Şimdi size son bulduğum III.Mustafa’nın vakıflarıyla ilgili inanılmaz bir şey. Ben altmış senedir Osmanlı tarihi okuyorum, çok şaştım. Biliyorsunuz Laleli Camii’ni yapıyor ve Laleli Camii medresesiyle imaretiyle bir kompleks, külliye. Sonra birçok camii yapmış. Üsküdar da ayazma, Kadıköy de İskele Camii.
Levent Bey: Mercan’da da var bir tane.
Hoca: Ondan sonra Eyüp’te de var.
Levent Bey: Nuruosmaniye’yi tamamlatıyor. Fatih Cami, yeni Fatih Camisi. Komple Fatih Camisini yeniden yapıyor.
Hoca: Sonra Rodos’ta da bir cami yapmış. Rumeli’de de var. Epey camii var. Onların giderlerini gösteren bir belge var. Yeni okuduk, Fehmi Bey de lütfetti. Öğrencilere transkript ?????, (01:20.21) Belge diyor ki, mütevellinin padişaha arzı, vakfın geliri çok, gideri az. Şimdi bu camiler ve hepsine o zaman için on bin altın yani bugün 15 milyon. Bir altın 1500 lira, 10 bin altın 15 milyon lira bugün için, yani aşağı yukarı ona benziyor. Onu henüz göremedik ama geliri daha çok, gideri az diyor. Ne yapalım diye mütevelli şu teklifi yapıyor. Eğer gideri düşük olursa, vakfa ileride müdahale olabilir.
Bu geliri şuraya, buraya götürebilirler. Onun için gideri arttıralım diyorlar. Padişah da evet gideri arttıralım diyor. Fakirlere yemek veren şeyler ekleyelim, onlarla dolduralım, diyor. Onlardan eksilen olursa, fakir bitmez sanayi öncesi ekonomide, biri ölürse ikisi gelir ve gider hep yüksek düzeyde kalır. Vakıf huzur içinde devam eder. Yani Osmanlılar vediatullah dedikleri halka hizmet etmek için çırpınan insanlar. Vakfın gelir fazla ise o geliri alalım, başka bir şey yapalım. Sarayın kızlarına verelim diyebilirler ama öyle değil. Tabii vakıfları konuştuk daha evvel bu tezika denilen vakfın gelirinden faydalanan grup var.
O grubun baskısı müthiş, onun için gider arttıkça vakıf sağlamlaşır. O gideri yiyenler müdahale ettirmez aslan gibi savunurlar. Osmanlı padişahları arasında sonra II.Abdülhamit’i tanıdım ben mesela. Kanuni’yi sevdim ama gençliğimde sevdim. Okudukça çok enteresan adamlar var. Şimdi II. Abdülhamit için lehinde aleyhin de çok insan var. Bunların dışında çok enteresan bir adam.
Öyle padişah, öyle aydınlanmış despot dedikleri aydınlanma çağının büyük Friedrich deli Petro gibi yahut büyük Petro gibi adamlar. Onlardan da farklı bir adam Abdülhamit. Ben gençlere tez yapmalarını öneriyorum. Abdülhamit’i iradeleri. Şimdi Hatt-ı hümayun o devirde artık yok. Hatt-ı hümayun dediğimiz padişahı çarşaf gibi geren arzları okuyor, onları okumak mesele bizim günlerimizi alıyor. Padişahın işi gücü yok onları okuyor. Ondan sonrada onların üzerine, kağıdın sağ köşesinin üzerine kendi el yazısıyla, o arzda ki problemleri çözüyor. Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın, bu olmamış, gibi. Şimdi bu büyük bir meşakkat oluyor ve onların içinde gece gündüz çalışıyorlar padişahlar.
Onun için padişah olmayı asla istemezdim. Padişah yönetsin de istemiyoruz. Bu devirde bu adamlar hakikaten hepsi otuz küsur insan, hemen hepsi çok iyiydiler, çok başarılı idiler ve çok acıklı sonları da oldu. Kaynarca barışına şahit oldu III.Mustafa, barışla değil de ????(01:25.25) işgali oldu, kalpten gitti, savaş yenilgisinden gitti. O savaşı kendi biriktirdiği parayla finanse etti III.Mustafa darphanede.
Sonra arkasından gelen I.Abdülhamit o da Rusya’yla Katerina’yla yapılan 2.savaşın sonuna doğru o da büyük bir yenilgi haberi aldı ve o da ??? (01:25:54) gitti. Yani hepsi çok meşakkatli bir hayat yaşadılar. Osmanlı hanedanlığı çok enteresan , 17.yüzyıla kadar her an tehlike var. Öldürülme tehlikesi var, kardeşi öldürebilir, babası öldürebilir, oğlu öldürebilir. Bu cehennem hayatı. Kızlarına gelince, onların ki daha büyük bir felaket. Hiç kimse düşünmüyor onları. O kızları politik amaçla 3-4 yaşında, 50 yaşında bir vezire veriyor.
Bazen tabi ki 15-20 yaşında bir sultan 35-40 yaşında bir vezirle evleniyor. Vezirin eğer bir şeyi varsa, idam edilmesi gerekiyorsa onu idam ediyorlar. O sultanın kocasıdır diye hiç korunma yok. İdam ediyorlar, ben onu seviyordum, benim eşimdi, çocuklarım var. Ya bırak diyorlar, sen şimdi şununla evleneceksin diyorlar. Böyle bir kadın hayatı olabilir mi? O şeylere müthiş merhamet duyuyorum, sarayın evet biraz imkanları vardı ama bu hayat cehennem. Millet ?? (01:27:32) için feda ettiler kendilerini. Bu milleti 20.yüzyıla salimen ulaştırdılar. Hepsine Allah rahatlık eylesin, ama hanedan bitsin.
Levent Bey: Efendim, şimdi bizim kültürümüzün başlangıcında bozkır kültürü var. Asya da, asya kültürü. Burada güçlü hakanlar idare ediyorlar. Yani göçebe kültürü, şimdi o kültür bizde devam ediyor. Bakıyoruz, toprak mülkiyeti alıp satmak anlamında, ticari anlamda yok. Avrupa’ya döndüğümüzde, bizde güçlü devletler var, merkezi imparatorluklar var, merkezi devletler var. Avrupa’da ise devletler küçük küçük. Şehir devletleri var, aralarında bir birleşme yok. Burada magna carta’yla 1200’ler de kralların yetkileri baronlar tarafından sınırlanıyor ve orada toprak mülkiyeti başlıyor.
Ben buna özellikle çok odaklanan insanım. Bu toprak mülkiyeti r ticaret hayatını getiriyor. Toplum bir hareketlilik içerisinde oluyor. Bu hareketlilikte esasen, başka etkenlerde var ama ana etkeni bu diye düşünüyorum ben. O toplum bir ilerleme kaydediyor, bir gelişme kaydediyor. Biz de ise bu olmadığından dolayı toprak mülkiyeti, kaderimiz aslında bu, asya’dan gelen bir çizgi bu. Yapımız gereği güçlü devletler kurmak zorunda olmamız. Bu görüş için ne dersiniz efendim?
Hoca: Özel mülkiyet çok önemli bir konudur. Batıda ki mülkiyette parçalı bir mülkiyettir. Ama bizimkin de devletin hakimiyeti var. Şimdi biraz evvel bir vesileyle söyledim. Bizim orta asya’da ki bir felaketti, iyi ki geldik buralara. Yoksa orada kalsaydık felaketin tam içindeydik. Bu bölgede de özel mülkiyet olsaydı daha düşük olurdu refah. Söyledim verimlilik çok düşük. O toprakları serbest bıraksalar yani alınıp satılsa, istediği kadar toprakları olsa o insanların, özel mülk olsa o zaman çok daha düşük refah düzeyinde, sefalet düzeyinde kalabilirdik.
Çin de ve Hindistan’da toprak daha verimli. Ama bizim bölgede Anadolu ve balkanlarda verim çok düşük. Osmanlı devleti kendi mülkiyetinde tutmadı. Toprakları üretici köylülere dağıttı. Ama dedi ki; “Bu sizin mülkünüz değil, bu sizin tasarrufunuzda bırakılmış miri topraktır, devlet malıdır. Onun için bunu ekip biçeceksiniz. Ekip biçmezseniz elinizden alırım, başka bir köylüye veririm.”
Bu rejimi benimsemeselerdi, çok daha zor bir hayat olurdu. Avrupa gelişmeyi sağladı ama yalnız bu mülkiyetle değil başka bir sürü şeyiyle ve en önemlisi verimli bir alanda, çeşitlilik içinde, çeşitli devletler var ya onlar birbirleriyle mücadele ederek, okumuşsunuzdur ????? (01:32.10) edebiyat cumhuriyeti, bilgi cumhuriyeti şimdi Kopernicus Polonyalı, Galileo İtalyan, Kepler alman, Newton İngiliz bu 150 sene evvel binlerce bilim devrimi yapan bu adamlar bilgi cumhuriyetinin üyeleri.
Yani İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya birinin boğazını sarılırken bu saydığım bilim devrimi yapan adamlar, bilgi cumhuriyetinin mensupları olarak birbirleriyle paslaşıyorlar, mektuplaşıyorlar, teorilerini tartışıyorlar, onlar savaş mavaş bilmiyorlar. Bu enteresan bir şey, bizim böyle bir dünyamız olmadı. O Avrupalı devletler,bir düzeyde devletler ama bir düzeyde de Kültür millet-i vahide’dir fehvasınca yekvücut olarak çalışıyorlar.
Levent Bey: Leibniz’in Spinoza’ yı ziyareti var mesela, birisi Hollanda’da birisi Almanya’da.
Hoca: Tabii, Descartes İsveç kraliçesiyle mektuplaşıyor. Yani bu Avrupa enteresan. Bizim şansımıza karşımıza Avrupa çıktı. Keşke başka ????? çıksaydı. Böyle bir şans oldu, şanssızlık yani. (01:33:53)