HomeMAINCumhuriyetimizin Tarihi Temelleri: Toy ve Toygun

Cumhuriyetimizin Tarihi Temelleri: Toy ve Toygun

Türklerde meclis olgusunu değerlendirmemiz açısından 16 Türk devletindeki manzaraya bakmamız gerekmektedir.

Cumhuriyet düşüncesi bir aysberg manzarası çizmektedir. Aysbergin deniz yüzeyinin üstünde kalan kısmı Jean Jack Rousseau, Robespierre ve Fransız cumhuriyet düşüncesidir.  Denizin derinliklerine dalıp aysbergin diplerine gittiğimiz zaman ise derinlerde Türk devletlerin Hunlar ve GökTürkler’deki meclis uygulamaları ile karşılaşmaktayız. Halihazırda cumhuriyetimizin 100.yılın kutlanmasına seviniyoruz. Ama aysbergin dibine gidersek bu aslında 1500.yıl olabilirdi.

Cumhurbaşkanlığı forsunda da ifadesini bulan 16 tane devletimiz var. İlk devletler arasındaki dört tane Hun devleti ve 1.Göktürk 2.Göktürk devletlerinde boy beylerinin temsil edildiği meclis vardı, toy vardı, toygun vardı.

Milli hakimiyet kavramının diplerindeki milliyet kavramı şu şekildedir. 103 tane Türk yazıtında en çok kullanılan kelime bodun yani boylar, millet ve halk. Prof. Dr. Hatice Şirin’in  Eski Türk Yazıtları başlıklı eserindeki kavramların istatistiki değerlendirmesini yaptığımızda en çok kullanılan kelime bodun, boylar yani halk ardından Kağan ardından Devlet kelimesi geliyor. Kut da aslında halka veriliyor vekil ise Kağan.

Şimdi burada soru şu olmalıdır. Cumhuriyet için neden 1500.yılımızı kutlayamadık meclisin yeraldığı Türk Kağanlığından Göktürkler’den sonra hakimiyet artık halkın değil hanedanlarındır. İnanılmaz ama unutulan unutulan bir gerçek şudur Bilge Kağan’ın “biz Çinliler gibi surlu şehirlerde yaşayacağız ve Budist olacağız” önerisini eğer Başbakan Bilge Tonyukuk meclise getirmemiş olsaydı biz bugün asimile olmuş, Çinlileşmiştik ve Budist olarak yaşamaya devam ediyorduk, Türk milletinden söz edemezdik.

Neden biz halkın egemenliğini hanedanlara teslim ettik, neden halk ikinci plana düştü bu konuları derinden araştırmamız lazımdır.

Bildiğimiz Türkistan coğrafyasında toy adı verilen ve boy beylerinin meclis halinde toplandığı yapılardır. Toy zaten toplanmak demektir. Toygun ise meclis başkanı olarak anılmaktadır. Ayrıca yazıtlarda da toy ve toygundan bahsedilmektedir. Kültigin yazıtında bu açıkça ifade edilmiştir.

Kül Tigin’in ölümü üzerine Çin’den getirilen tezyinatçıları, toy temsilcisi İlteber’in getirttiği 732’de dikilen Kül Tigin Yazıtı‘nda anlatılırken toy temsilcilerine verilen Toygun adının artık meclis için de kullanılmış olabileceği olasılığı görülmektedir:

“Bunça bedizçig toygun ilteber kelürti.”

Bunca süslemeciyi Toygun’un İlteberi getirdi.

Cümle, “Bu kadar süslemeciyi millet vekili İlteber getirdi.” şeklinde çevrildiğinde; toygunun sadece vekil anlamında kullanıldığı düşünülebilir.

Eski Türkler kendi meclislerine “toy” adını vermiştir. *

Türklerin yönetim tarihinde başlangıçtaki devirlerde toy (meclis) mevcut olmasına rağmen, ilerleyen dönemlerde hanedan yönetimlerinin başat hale gelmesiyle birlikte, halkın temsil edildiği benzer bir yapılanmaya asla rastlanmamıştır.

Toy düzenleme geleneğinin Türk toplulukları arasında Hunlardan beri süregeldiği düşünülmektedir. **

16.Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğunda ise ilk meclis, imparatorluğun ancak son yüzyılında, 1877 yılında açılmıştı.

İlk parlamento (Meclis-i Umumî) 19 Mart 1877 tarihinde padişahın da katıldığı bir törenle açılmış, 115 üyeden oluşan bu ilk meclis, 28 Haziran 1877 tarihine kadar çalışmalarını sadece 100 gün sürdürmüştür.

Burada sorulması gereken soru, kırılma noktasının ne zaman yaşandığıdır. 

Mehmet Seyitdanlıoğlu  “Eski Türklerde Devlet Meclisi “Toy” Üzerine Düşünceler” başlıklı inceleme makalesinde sözkonusu kırılma noktasına ilişkin aşağıdaki tespitte bulunmuştur.***

“İslam dünyasına girdikten sonraki “Divân”ların eski Türk Toylarının demokratik niteliklerini kaybetmiş oldukları bilinmektedir. Eski Türk meclisi, üyelerinin temsili niteliği olması, yani kendi kabilelerinin iradeleri temsil etmelerini ve bu yolla Hakan’ın yetkilerini sınırlamalarının, bu meclisin demokratik niteliğini oluşturduğu oysa divan ve meşverette artık bu temsili niteliğin görülmeyip, sultanın egemenliğinin gölgesinde toplandıkları görülmektedir. Gerçekten de tüm araştırmacılar Toyların demokratik niteliği üzerinde
birleşmişlerdir. Bu bakımdan “Toy Meclislerinin” Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Divân-ı Hümâyûn ya da Meşveret Meclisleri geleneğinde sınırlı tesirleri olmuştur şeklinde bir değerlendirme yapılabilir”

Yazıtlarda en çok kullanılan kelime olan halk, bodun olarak ifade edilmiştir. Bod boy demektir, bodun ise boylar anlamındadır. Halk boylar halinde yaşamaktadır, izlememiz gereken bilgi bu yapının ne zaman kırıldığıdır, çünkü Türkler takip eden dönemlerde hanedanlar halinde yaşamaya başlamışlar, hanedanlar ise halkı dışlamışlardır.

Tahmin edebiliriz ki 1200 yıla yaklaşan bir dönemde halk yönetimler tarafından Göktürkler dönemindeki kimliğinden uzaklaştırılmış ve kul seviyesine indirilmiştir. Kulluk ilişkisi sadece Allah katındadır. Kulluk ilişkisi dinde söz konusudur, fakat yönetim uygulamasında halkın kul seviyesine indirilmesi kabul edilemez bir olgudur.

19. yüzyılda Meclisi Mebusan’ın açılışına ancak 100 gün boyunca tahammül edilebilmiştir.

Binlerce yılın ardından Türklerin meclisle yeniden tanışmaları 1877 yılında o da sadece 100 gün için söz konusu olmuş meclis sürekli açılıp kapanmış ve saltanat tarzı yapılanma halkın temsil edilmesini sürekli engellemiştir.

İşte cumhuriyet böyle bir bağlam içerisinde Mustafa Kemal Atatürk tarafından topluma sunulmuştur, bu sunum aslında binlerce yıl önceki hatıraların yeniden canlandırılmasıdır. Halkın gerçek gücüne kavuşturulmasıdır. Burada peşinde olmamız gereken bilgi şudur: bu model acaba Türklerin kendi tarihsel yapılarından gelen bir model midir yoksa iddia edildiği gibi Fransa kökenli Cumhuriyet düşüncesi midir. 

Bu bilgi son derece önemlidir.

Eski Türk devletlerinden Göktürk Kağanlığı’nda kağanın yanında danışmanlar ve halk meclisleri bulunurdu. Benzer şekilde, Karahanlılar gibi Orta Asya’daki Türk devletlerinde de danışma kurulları veya meclisler olabilirdi.

Bilmemiz gereken tarihi bir gerçek, eğer Türklerde toy tarzında bir meclis olmasa idi bugün Çinli ve Budist olarak yaşantımıza devam edecek olmamızdır. Çünkü Bilge Kağan’ın, “surlu şehirlerde yaşayalım ve Budist olalım” tarzındaki önerisini, Başbakanı olan Bilge Tonyukuk meclise getirmiş ve meclisten bu önerinin aksine bir karar çıkartarak bunu engellemiştir. Şimdi bizim düşünmemiz gereken ise mevcut durumda Başbakanlık makamının kaldırılmış olmasının ve Meclisin ikinci plana itilmesinin Türkler açısından ilerleyen zamanlar içerisinde ne gibi gelişmelere kapı hazırladığıdır.

21. yüzyılda dahi Türkler tarihi gerçeklerle henüz yüzleşememektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Atatürk’ün, Millet Meclisi’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak adlandırırken, burada millete büyük vurgusunun yapılmasının ne anlamlar içerdiğini hala anlayabilmiş değiliz.

Cumhuriyet, içi boş sloganlar ve söylemlerle anlaşılamayacaktır. Maalesef gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir.

1877 yılında saltanatın sultanı tarafından 100 gün dahi açılmasına tahammül edilemeyen bir meclis gerçeği karşısında, 100. yılında dahi Cumhuriyet gerçek manada ve toplumsal bir heyecan birlikteliği içinde kutlanamamaktadır. 

Diğer yandan, 1949 yılında kurulan Çin Halk Cumhuriyeti, cumhuriyet kutlamalarını, her yıl bir hafta boyunca düzenlemektedir. Biz Türkler ise 100. yılda dahi Cumhuriyet kutlamaları konusunda kısıtlamalar ve kafa karışıklıkları ile karşı karşıyayız, hele ki bir hafta boyunca Cumhuriyet kutlamak hiç akla bile getirilmemektedir.

Türkler, halkı yeniden baştacı etmek için binlerce yıl boyunca bir dâhinin gelişini sabırla beklediler demek. Dahi Başkumandanın, bağımsızlık savaşını birlikte yürüttüğü, diğer dört kumandan ( Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Rauf Orbay) ise cumhuriyet düşüncesi konusunda kendisini yalnız bırakmışlar ve saltanatçı kimliklerini apaçık ortaya çıkarmışlardı.

Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlarken sormamız gereken can yakıcı soru aslında bu kutlamanın neden 1500.yıl olmadığı acı gerçeğidir. Çünkü birinci Göktürk devleti ile Türkler devlet yönetimlerinde meclislere yer vermeye başlamışlardır. İkinci Göktürk devletinde de aynı uygulama devam etmişti. Fakat sonradan gelen Türk Devletleri’nde halk ikinci plana itilerek hanedan yönetimleri esas alınmıştır.

Cumhur olmadan Cumhuriyet olmayacaktır. 5000 yıllık Türk Türk tarihinin en büyük eseri Türkiye Cumhuriyetini meydana getiren Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Büyük Meclis, zamanların sonsuzluğunda geçmişten günümüze ve geleceğe Türk ulusunun meydana getirdiği en büyük eserdir.

Tarihimizde hiçbir zaman 90 milyon olmadık. Bu meclis sayesinde, bu Büyük Meclis sayesinde 90 milyon nüfusa ulaştık. Büyük Meclis beyliklerin, sultanların, tacidarların mülkü değil, Türk ulusunun evlatlarının şaheseridir.

İlk yazılı belgeleri olan taş yazıtlarda Türklerin en çok kullandıkları kavram halk (bodun) kavramı idi. Cumhuriyetimizin 100.yılında sormamız gereken asıl soru halka bu denli önem veren bir devlet yönetim geleneğinin terkedilerek, hangi gerekçelerle 2.Göktürk devletinin (Türk Kağanlığı) yıkılışından başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna değin egemenliğin hanedanlara transfer edildiğidir. 

Yazımızı kurucumuzun İzmir İktisat Kongresindeki 17 Şubat 1923 tarihli açış  konuşmasından bir paragraf ile bitirelim:

“Anayasa da Osmanlı İmparatorluğu’nun, Osmanlı Devleti’nin öldüğünü idrak ve ifade var olduğunu ilân eden bir kanundur ve bu devletin hayatının da kayıtsız şartsız milletin yetkisinde kalabilmesi için, halkın bizzat kendi alın yazısını idare etmesi esasını şart kılan bir kanundur. “Artık Türkiye halkı için tek temsilci, yasama ve yürütme yetkisini almış olan kendi meclisidir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir” diyen bir kanundur ve Babıâli Hükûmeti yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini koyan kanundur.”

Cumhuriyet fikrini Türkiye Büyük Millet Meclisi ile taçlandıran büyük kurtarıcımıza Mustafa Kemal Atatürk’e minnet ve şükran duygularımız ile.

Dipnotlar

*İbrahim Kafesoğlu (1987), Türk Bozkır Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, s. 50.s

** Birinci Milli Türkoloji Kongresi: İstanbul, 6-9 Şubat 1978, I.Ü. Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü ve Kervan Yayınları, s. 207.

*** https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/782085 Formun Üstü

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular