Ağaoğlu’nun tecrübeleri, sadece ticari ve ekonomik perspektiflerle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Çin ve Türkiye arasındaki kültürel etkileşimlerin önemine de vurgu yapıyor
Ağaoğlu’nun tecrübeleri, sadece ticari ve ekonomik perspektiflerle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Çin ve Türkiye arasındaki kültürel etkileşimlerin önemine de vurgu yapıyor. Çin’in kadim kültüründen, Türkiye’nin bu kültürle nasıl daha fazla temas kurabileceğine, iki ülkenin ortak tarihsel bağlantılarına kadar geniş bir yelpazede sorularımıza yanıt veriyor.
Levent Ağaoğlu’nun kişisel deneyimlerinden ve stratejik analizlerinden faydalanarak, Türkiye-Çin ilişkilerinin arka planını ve olası geleceğini keşfetmeye davet ediyoruz. (Hayati Esen)
Türkiye ve Çin arasındaki diplomatik ilişkiler nasıl bir evrim geçirdi? Siz daha önce Çin’de bulundunuz, günümüz ile o dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok güzel bir soru. Öncelikle şunu söylemek lazım: Çin’de çok güçlü bir devlet aklı var. Bunu kendi gözlemlerimden de biliyorum, yaşadıklarımı da sizinle paylaşacağım. Bizde ne kadar var, bu da ayrı bir soru. Çin ile Osmanlı ve Türk devlet aklının nasıl farklılıklar gösterdiğini birkaç örnek üzerinden anlatmak isterim.
Bir örnek vereyim: 2 Temmuz 1997’de Hong Kong’un 100 yıllık kira sözleşmesi bitti ve İngiltere Çin’e devretti. Ancak biten şey neydi? Hong Kong aslında üç farklı bölgeden oluşuyor. Burada Türk kamuoyuna pek mal olmamış bir bilgi var: Çin sınırında “New Territories” adında bir bölge var ve İngilizler orayı kiralamıştı. 97’de kira süresi dolunca sadece bu bölgeyi değil, aynı zamanda Hong Kong Adası’nı da devrettiler. Oysa Hong Kong Adası İngilizlerin malıydı. Büyük güçler arasındaki dengeler böyle işliyor; İngiltere o dönemde Çin’i yanına çekti.
Biz de buna benzer bir olayı Abdülhamid döneminde Kıbrıs Adası’yla yaşadık. 1878’de İngilizlere Kıbrıs’ı kiraladık, ama ortada bir yazılı sözleşme ya da belirli bir süre yoktu. İngilizler daha sonra 1. Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs’ı işgal etti. Bu iki olay arasındaki fark devlet akıllarındaki farklılıktan kaynaklanıyor.
Çin’in bu tür stratejik hamlelerini düşündüğümüzde, Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerde geçmişle bugün arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?
Evet, çok ilginç bir gelişme süreci var. 1998 yılında Türkiye’nin dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Çin’e bir açılım yaptı ve Şanghay’da bir konsolosluk açıldı. Bu, ilişkilerin yeniden başlaması için önemli bir adım oldu. Çin, Türkiye’ye karşı özellikle ticaret açısından oldukça olumlu bir yaklaşım sergiliyor. Çin, Türkiye’ye yatırım yapma eğiliminde, özellikle elektrikli otomobiller ve benzeri sektörlerde. Bunun sebebi, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmalarından faydalanarak Çin ürünlerini Avrupa’ya gümrüksüz bir şekilde sokabilmesi. Ben merak ediyorum; Avrupa bu konuda ne zaman bir tavır alacak?
Son 20 yılda Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
İlişkiler artarak devam ediyor, ancak önemli bir ticaret dengesizliği var. Biz Çin’e 3 milyar dolarlık ihracat yaparken, onlar bize 30 milyar dolarlık ürün satıyorlar. Bu ciddi bir dengesizlik. Bizim masaya oturup “Kardeşim, sen bana 30 satıyorsan, ben de sana satmalıyım” diyerek bu durumu çözmemiz gerekiyor. Çin bu konuda güçlü bir oyuncu ve ticarette bize karşı çok avantajlı durumda.
Çin’le Türkiye arasındaki ticarette ciddi bir dengesizlik olduğunu söylediniz. Türkiye, Çin’e çok daha az ihracat yaparken, Çin’in Türkiye’ye yaptığı ihracat çok daha fazla. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Evet, durum tam da bu. Biz Çin’e 3 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz, onlar bize 30 milyar dolarlık mal satıyor. Bu çok ciddi bir fark. Sormak gerekiyor, neden biz daha fazlasını satamıyoruz? Sorun aslında burada. Sürekli bizden 10 kat fazla satıyorlar ve bu fark giderek büyüyor. Bu durum Türkiye’deki sanayiye büyük bir zarar veriyor. Çin’in bize sattığı ürünler sanayimizi adeta bitiriyor.
Peki, Çin bizim açımızdan fırsatlar sunuyor mu? Ticari olarak Türkiye’nin Çin’de şansı var mı?
Evet, Çin bizim için aslında büyük bir fırsat olabilir. Ben Çin’de 4,5 yıl kaldım ve orada çeşitli ürünler sattım. Örneğin, Türkiye’den kaliteli cam bardaklar sattık, çünkü Çinliler bu kalitede bir ürün bulamıyordu. Bizim bardaklar daha kaliteli olduğu için tercih edildiler. Ayrıca kimyasal maddeler de sattık; mesela Çin’de krom madeni olmadığı için bunu da aldılar. Yani, fırsatlar var. Ancak bizim ihracatımızın çok büyük bir kısmı ithal girdilere bağlı. Halbuki yerli üretime dayalı ürünler geliştirip satmamız gerekiyor.
Çin’de fuarlara katılmanın Türkiye için önemli olduğunu söylediniz. Bu fuarlar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Hong Kong’da dünyanın en büyük fuarlarından biri var. Ben Türkiye’den bu fuara katılan kimseyi görmedim. Fuarda birçok uluslararası şirket var, ancak biz orada yeterince temsil edilmiyoruz. Oysa Türkiye’nin de büyük fuar organizasyonlarına katılması gerekiyor. Bizim de güçlü sanayi ürünlerimiz var, ama yeterince değerlendirmiyoruz. İstanbul’da büyük fuarlar düzenlenecek alanlar bile yeterince kullanılmıyor.
Türkiye’nin Çin’e yönelik bir ticaret politikası olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Evet, öyle düşünüyorum. 1998’den bu yana 26 yıl geçti ama hâlâ ortada etkili bir Çin politikası yok. Çin bize 10 kat fazla mal satıyor. Biz neden aynı ölçekte satamıyoruz? Sanayi kapasitemiz var, ama ticarette başarılı olamıyoruz. Çin, bizimle işbirliği yapmak istiyor, hatta fabrikalar kurmak istiyor. Ancak bizim Çin’e gidip orada yatırım yapmak gibi bir düşüncemiz yok. Halbuki bu mümkün, Çinliler akılcı insanlar.
Peki neden Türkiye’de yatırım yapmıyorlar?
Çinliler Türkiye’de yatırım yapmaya başlıyorlar, ancak biz onların pazarına girmekte yetersiz kalıyoruz. Biz Çin’de fabrika kurmayı düşünmüyoruz, oysa Çin’e gidip orada yatırım yapabiliriz. Bu işbirliğinden her iki taraf da fayda görebilir. Çinliler neden yatırım yapmasınlar? Onlar akılcı insanlar, ticarette fırsatları çok iyi değerlendiriyorlar. Ben orada iş yaptım, kaliteli ürün sattım, aldılar. Yani, fırsatlar var ama biz bunları yeterince kullanmıyoruz.
Türkiye’nin Çin’e yönelik yatırımlarının sınırlı olmasının sebebi sermaye eksikliği mi?
Evet, belki de sermaye eksikliği bu konuda bir sorun olabilir. Ancak asıl mesele kültürel ve zihinsel engeller. Biz Çinlilere karşı önyargılar taşıyoruz. “Onlar farklı yemekler yiyor, böcek yiyor” gibi yanlış düşünceler var. Oysa Çin’de farklı yemek kültürleri var ve bizim de yiyebileceğimiz çok güzel yemekler bulmak mümkün. Çin’e giden Türkler bazen yanlarında yiyecek götürüyorlar ve adaptasyon sorunu yaşıyorlar. Ancak bu kültürel önyargıları aşıp Çin pazarına daha fazla odaklanmamız gerekiyor.
Çin’le ilişkilerde sadece kültürel engeller mi var, yoksa siyasi engeller de etkili mi?
Çin’le ilişkilerde siyasi engeller de olabilir. Çin, İran’la yakın ilişkiler kuruyor ve bizi Amerika’ya yakın bir ülke olarak gördükleri için biraz mesafeli duruyorlar. Ancak yine de siyasi engellerin tamamen aşılabileceğine inanıyorum. Asıl önemli olan bizim ticari açıdan aktif olmamız ve Çin’le işbirliği yaparak sanayi kapasitemizi artırmamız.
Çin’le Türkiye arasında yatırım görüşmeleri devam ediyorsa, karşılıklı adımlar atmak gerekiyor değil mi? Mesela Çinli yatırımcılar buraya gelmek istiyor, ama biz de oraya gidip yatırım yapmalıyız. Bu konuda siyasi engeller var mı sizce?
Eğer siyasi bir engel olsaydı, Çinliler buraya gelemezlerdi. Yani sonuç olarak böyle bir engelin olduğunu düşünmüyorum. Zaten Çinlilerle iş yaptığınızda her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplarlar. Kağıt üstünde maliyeti, süreyi net bir şekilde çıkarırlar ve çok hızlı çalışırlar. Bunu övmek için söylemiyorum, gerçeği anlatıyorum. Bizim de hızlı olduğumuz ticaret alanlarında, Çinlilerle iş yapılabilir. Özellikle Hong Kong ve Tayvan’daki insanlar 24 saat boyunca ticaret düşünüyor. Yani ticareti ve parayı çok seven, hızlı çalışan bir toplulukla karşı karşıyayız.
Peki, Türkiye ve Çin arasında teknoloji transferi mümkün mü? Neden Türkiye Çin’den teknoloji transferi konusunda daha aktif olamıyor?
Aslında bu mümkün, ama bizim tarafımızda yeterince istek yok. Mesela Tayvan’dan teknoloji transferi için bazı görüşmeler yaptık. Mühendisler çok ciddiydi, ancak Türkiye’de bu konuda ilgisizlik vardı. İlgisizlikten kastım, işin kamusal boyutu. Kamudaki yetkililer, kişisel çıkarlarla daha fazla ilgileniyor gibi gözüküyor. Yani teknoloji transferi mümkün, ama ilgisizlik ve kamusal çıkarlar bu süreçleri engelliyor.
Son dönemde Türkiye-Çin ilişkilerinde bazı gelişmeler var. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti ve Türkiye’nin BRICS’e üye olma süreci ilişkileri nasıl etkiler?
Evet, Türkiye BRICS’e üye olacak ve bu önemli bir adım. Bazıları BRICS’i eleştiriyor, ama dünya bu yöne doğru ilerliyor. BRICS, Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı bir araya getiren bir blok ve Türkiye’nin bu sürece katılması stratejik olarak önemli. Türkiye’nin bu bloğa katılması, Avrupa ile olan ilişkilerini de etkilemez. Türkiye hala bir Avrupa ülkesi ve demokratik bir ülke. BRICS ülkelerinde Hindistan ve Brezilya gibi demokrasiler var. Dolayısıyla bu süreç Türkiye’nin demokratik yapısını olumsuz etkilemez, aksine olumlu yönde etkileyebilir.
Türkiye’nin BRICS’e katılması Batı tarafından desteklenir mi sizce?
Kesinlikle. Türkiye’nin BRICS’e katılması, Batı bloğu için de stratejik açıdan faydalı olabilir. Türkiye, NATO müttefiği olduğu için BRICS’te yer alması Batı’yı da güçlendirecektir. Türkiye’nin BRICS üyeliği, Batı’nın çıkarlarına zarar vermez, aksine uzun vadede Batı için de olumlu olabilir.
Türkiye’nin demokratik yapısının güçlü olmadığını düşünüyor musunuz? Özellikle Çin gibi ülkelerle yakın ilişkiler kurmak Türkiye’nin demokrasisine zarar verebilir mi?
Hayır, bu ilişkiler Türkiye’nin demokrasisini olumsuz etkilemez. Çin’in siyasi sistemi farklı olabilir, ancak Türkiye köklü bir demokratik yapıya sahip. Çin’in demokrasi modeli “köy demokrasisi” diye adlandırılır. Örneğin, bir köyde seçim yapıldığında, sandıktan kim çıkarsa çıksın, Komünist Parti’nin belirlediği kişi seçilir. Türkiye’de ise demokrasi çok daha derinlere kök salmış durumda. Bizim demokrasimiz, 1850’lerdeki muhtarlık seçimleriyle başladı ve bugüne kadar gelişti. Yani Çin’in modeline benzer bir yapıya dönmemiz mümkün değil.
Türkiye ve Çin arasında kültürel bir etkileşim de mümkün mü? Mesela Türkiye’de Çin kültürü, sinema ve edebiyat açısından pek bilinmiyor. Sizin bu konuda gözlemleriniz neler?
Çin kültürü çok köklü ve derin bir geçmişe sahip. Orada bulunduğum süre boyunca bu konuda çeşitli çalışmalar yaptım. Mesela Çin’de kullanılan bazı müzik aletleri Türklerden gitme, ya da bizim sanatlarımızdan bazıları Çin’e geçmiş olabilir. Ebru sanatı gibi şeyler Asya’dan gelmiş olabilir. Dolayısıyla, sanat ve kültür alanında büyük bir etkileşim potansiyeli var. Türkiye’de Çin kültürü pek bilinmiyor, ama bu iki ülke arasında sanatsal ve kültürel anlamda çok fazla benzerlik var.
Türkiye’de Çin kültürüyle ilgili daha fazla çalışma yapılmalı mı? Özellikle sinema, edebiyat gibi alanlarda?
Evet, kesinlikle daha fazla çalışma yapılmalı. Türkiye’de Japon kültürü üzerine çalışmalar ve çeviriler var, ama Çin kültürü üzerine pek bir şey yok. Asya edebiyatı ve sanatında büyük bir incelik var ve bizim bu dünyaya daha fazla ilgi göstermemiz gerekiyor. Çin’in tiyatro sanatı, felsefesi gibi konularda çok şey öğrenebiliriz. Türkiye’de sinoloji (Çin bilimleri) üzerine yeterince çalışma yapılmadı. Halbuki kültürel etkileşimler, iki ülke arasındaki ilişkilerin diğer alanlarına da olumlu yansıyabilir.
Çin’in Türkiye’de Konfüçyüs Enstitüsü var, peki biz neden Çin’de benzer bir Türk enstitüsü kurmuyoruz?
İşte bu karşılıklılık ilkesi dediğimiz şey. Çin, Türkiye’de Konfüçyüs Enstitüsü kuruyor, ama biz Çin’de benzer bir Türk enstitüsü kuramıyoruz. Mesela, Çin’de “Tonyukuk Enstitüsü” gibi bir yer kurulabilseydi, Türk tarihini ve kültürünü tanıtmak açısından çok önemli olurdu. Ancak bu tür girişimler yeterince desteklenmiyor. Halbuki Çin’de tarihimizle ilgili çok derin bağlar var. Mesela, Tonyukuk Çin topraklarında yaşamış bir Türk başbakanıdır ve tarihte büyük bir stratejisttir. Biz bu tarihi mirasımızı daha fazla gündeme getirmeliyiz.
Levent Ağaoğlu Kimdir
Şair-Düşünür. 1983 yılından başlayarak ihracat profesyoneli olarak çalıştı. 33 ülkeye ihracat için gitti. Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep.
İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini https://www.booksonturkey.com/ sitesinde yayınlıyor