10 Kasım nedeniyle anacağımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihinin atası ve bilgesidir. Kendisini bu yazımızda fikir ve düşüncelerini nasıl oluşturduğu yönü ile inceleyeceğiz.
Atatürk’ün düşünce ve fikir metodolojisinin sistematiğinin temelinde yatan okuma, dinleme ve halkla yüzyüze temas faaliyetleridir özellikle.
Kendisi halkla her zaman ve ısrarlı bir biçimde yüz yüze temas içinde olmuş, ilhamları ve enerjiyi söz konusu temaslarından edinmiştir. Fikir Sofralarını yılmaksızın toplamış, yurt dışından sürekli kitaplar getirtmiş (ki altı dil bilmekteydi) ve sofrasındaki düşünürlerin fikirlerini alıp zihninde mayalayarak buralardan tezler ve idealler geliştirmiştir. Okuduğu ve altlarını çizerek yanlarına notlar aldığı kitap sayısı 3997’dir.
Biz sadece bir asker, devlet adamı başkomutan ile karşı karşıya değiliz. Atatürk büyük bir düşünür ve felsefecidir.
Bu yönleri daha henüz yeni incelenmeye başlamıştır. Halktan nasıl ilham aldığını, fikir adamlarından edindiği fikirleri nasıl büyüttüğünü, mayalandırdığını çok çeşitli örneklerle görmekteyiz
“Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” özdeyişi ise düşünme yönteminin bilimsel olduğunun en büyük göstergesidir. Askerlik bir sanat olduğu kadar bir bilimdir.
Atatürk, bir dehadır dahidir.
Onlarca kitap yazmıştır, yüzlerce bilim adamını, Türk Tarih Tezi konusunda teşvik etmiş ve onlara monografiler yazdırmıştır. Atatürk, düşünce yönetiminde, fikirleri ve işleri delege etmeyi bir sanat haline getirmiştir.
Kendisine bir inşaat yapımı ile ilgili SORULAR sorulduğunda, “bana taştan topraktan bahsetmeyin bana deyin ki Ahmet bey var bu iş içi, çok iyi biliyor bana o Ahmet Bey’i getirin” demiştir. Demek ki önemli olan bağlar ve kişiler ile tanışıklık ve ilişkilerdi. Saha, son derece önemli bir bilgi kaynağıdır
Şimdi burada sormamız gereken soru şudur. Atatürk’ün zihninde Cumhuriyet düşüncesi en önemli kavramdır, çünkü binlerce yıllardır ikinci Göktürk devletinden sonraki dönemde Türkler, hanedanlarla yönetilmekteydi ve halk tamamen ikinci plana atılmıştı, Göktürk’ün yıkıldığı 740 yılından, 1923’e kadar geçen zaman içerisinde Türkler, hanedanlar ve saltanatlar tarafından yönetilmekteydi.
Atatürk zaman tüneline ustalıkla girerek oradan Cumhuriyet düşüncesini zihninde oluşturmuş ve uygulamasını da bilmiştir, uygulamıştır. Burada en önemli nokta Atatürk’ün fikirler düşünceler ve bilgiler üçgeninde uygulamayı en başa koyuyor olmasıdır. Kendi sözleri vardır, “önemli olan uygulamadır, karar vermektir” diye.
Atatürk hep sahada olmuştu, savaş meydanlarında olmuştu, işleri uzaktan kumanda ile yapmamıştı, zihninde savaş meydanlarını tahayyül etmiş ve okuduğu kitaplardan da edindiği bilgilerle, tarihsel bilgilerle (bakın burada bilgi ve ayak izi devreye giriyor) ve artı sezgileri ile karar vermesi ve uygulamasını bilmiştir.
FİKİR
Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak, kendini silmek, karşısındakine samimî bir kanaat ilham etmek lâzımdır. 1919 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 97)
Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez! 1922 (Peyami Safa, Onun Sözleri Üstünde, En Büyük Kaybımız, 1938, s. 248)
Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir.. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak ferdin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmakla mümkündür. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 64)
En büyük hakikatlar ve ilerlemeler, Fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 473)
Her zamanın kurtarıcı bir kelimesi vardır. Bu sözümü biraz izah edeyim. Bilirsiniz ki her asır kendi içinde meydana gelen fikir cereyanlarıyla kendinden evvelki ve kendinden sonraki asırlardan farklı bir çehre alır. Bu fikir cereyanları birtakım ilmi kelimelerle, terimlerle ifade olunur ve bunlardan bir terminoloji vücuda gelir. Fakat daima her asrın fikir cereyanlarına eksen teşkil eden merkezi bir fikir ve kavram vardır ki, bunu ifade için kullanılan ilmi terim, o asır için kurtarıcı bir kelime demektir. Bu kelime söylenince, bütün o asra hâkim ve mihrak olan merkezi fikir ve kavram ifade edilmiş olur. (11 Temmuz 1932)
Büyük hâdiseler, Fikirlerde büyük inkılâplar yapar. 1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 28)
Fikir akımları, zor ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez; bilâkis takviye edilir.Buna karşı en müessir çare, gelen Fikir akımına, karşı Fikir akımı vermek, fikre Fikirle mu abele etmektir. 1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)
Bir meselenin tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, kanaatini açık söylemeli, yaptıklarını da kendi namına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır. 1935 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, sayı: 74, 1957)
Her münakaşa bir tabiye meselesidir. Ortaya bir Fikir atan, yapılacak itirazları evvelden kestirerek ona göre her cepheden hazırlanmalıdır. (Nuri Ardıç, Hatıralar, Görüşler Adana Halkevi Dergisi, Sayı : 13 – 14, 1939)
İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri kişiselleştirip yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir mutlak şekille kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, fikrin yavaş yavaş hissiyat haline geçerek inanca dönüşmesi ile mümkündür; ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmaya başka hiçbir mantığın, muhakemenin hükmü yetmez. Mustafa Kemal Atatürk – 1914
Fevkalade ve aniden ortaya çıkan duruma ilk temas eden, bir kıtanın en büyük kumandanı değildir. Büyük, küçük her birliğin içinde her subay ve her astsubay ve hatta her er, hareket şekline dair üstünden hiçbir emir ve hiçbir fikir almadığı durum karşısında kalır. İşte bu sebepledir ki, gerek kumandanların ve gerek erlerin, bizzat fikir üreterek kendiliklerinden iş görebilecek meziyette yetişmiş olduğuna kanaat olmadan, bir askeri kıtanın, bir ordunun, güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması gaflettir, felakettir. Mustafa Kemal Atatürk – 1914
Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar çırpınmayacağına şüphe olmayan başta Von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kati surette temin ederim. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Mayıs 1915
- Milli gururun bahşettiği azim ve kuvvet
- Atalete hınç ve nefret
- Kanaatkar oluş
- Hayatın ucuzluğu süslemelerin basitliği
- Şehvet düşkünlüğü gibi zevklere rağbet etmemek.
- Medeni fikirlerin, asri ilerlemelerin, dini ve ananevi engellere maruz kalmaksızın hızla gelişmesi ve yayılması.
- Hükümetin kabiliyetli kişiler hakkında teşvik edici bir siyaset takip edişi. Mustafa Kemal Atatürk – 1922
Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk Devrimi’nin başlangıcından bugüne kadar yapılmış olan işlerle yalın olarak ortaya konmuştur (1931).
Bundan başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927 yılında Kurultayca da kabul olunan Parti tüzüğünün genel esaslarında ve aynı Kurultayca onaylanan Genel Başkanlığın bildiriğinde ve 1931 Kamutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bildirikte saptalanmıştır. Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu bir halde yazılmıştır ( 1931 ).
Siz milliyetçi zümre, halkla konuştuğunuz vakit yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, inancın ifadesi olduğu vakit tesir yapmaktan geri kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük mefkureyi halkın kalbinde bir fikir halinden, bir his haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak ,bilhassa sizin vazifenizdir. Birtakım kelimeler var ki, sık sık telaffuz edildiği halde, hatta aydınlarımız arasında onu tamamıyla anlayanlar çok değildir. Halkçılığın ne olduğunu, esasları neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi vazifeler üstlenmek mecburiyetinde kalacaklarını madde madde izah etmek lazımdır. Cumhuriyet’i, onun icaplarını yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet prensiplerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz. Mustafa Kemal Atatürk – 18 Aralık 1930
Amele ve işçilerin hayat ve hakları ve menfaatleri çiftçiler ve diğer vatandaşlar gibi aynı derecede önemli görülerek icapları nazarı dikkatte tutulur. Buna karşılık Türk amelesinin milletlerarası fikirlerden uzak milliyetperverliğe bağlılıkları esastır. Mustafa Kemal Atatürk – 1931
İstanbul’da, 300 milyon Müslüman’ın bugün büyük umutla baktığı hilafet makamında, vatan, millet düşmanı bir hükümet iktidar mevkiinde duruyor. Damat Ferit Paşa gibi cahil, haris, hodbin bir hanedan mensubu şahıs, yüce saltanata maalesef leke olan bir millet haini, sabit fikirleri ve inadıyla vatan ve milleti, milletsiz saltanat olamayacağı için, bu arada saltanat makamını da muhakkak bir uçuruma sürüklüyor. Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1919
Bir toplumun, zamanla kökleşmiş, örf, adet, duygu ve algılamaları önemlidir. Toplumun bu vasıfları ve huyları, içinde bulunduğumuz yüzyıl medeniyetinin gereklerini kolaylıkla ve çabucak kabule uygun olmadığı takdirde; ilk anda akla gelen yol, tedbirli bir şekilde, okul ve diğer vasıtalarla bilim ve teknik alanında ilerleyerek fikirlerin aydınlatılmasına çalışmak ve zamanla amaca ulaşmak. Yalnız bu metoda bağlı kalarak başarılı olmak isteyenler ya başarıyı yakalamakta çok geç kalmışlar ya da hiç başarılı olamayarak, bunu kabullenmek durumunda kalmışlardır. Oysa milletler için zamanın beklemeye tahammülü yoktur. Mustafa Kemal Atatürk – 1928
Fikirler, manasız, mantıksız, faydasız, belki zararlı birtakım safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Toplum hayatı da akıl ve, mantıktan, insanlıktan, her türlü manadan uzak, faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felç olur. Mustafa Kemal Atatürk – 27 Ekim 1922
Dahil olacağımız barış ve sükun devresinde işler süngü ile halledilmeyecektir. Bu işler fikirle, ilimle, vatan ve milliyet hislerinin tecellisiyle olacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ocak 1923
Askerimizin çoğu, herhalde İzmir’e gitmek istediği için, deniz kıyısına varmadıkça kanmamış, durmamıştır. Çünkü ona verilen emir, “Akdeniz’e!” idi. Türk askerinin sinesi yalnız azim ve inançla doludur. O, göründüğü gibi perişan değildir. O, kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer; yani bir cevherdir. Onunla hasbıhal ederseniz, onun mayasını, tabiatını anlar, öğrenirsiniz; fakat biliniz ki, o herkese de açılmaz. Derdine aşina çıkabilirseniz görürsünüz ki, cahil sandığınız o “Mehmet” neler bilir, kalbinde ne büyük emeller, fikirler besler! Onun için iddia ederim ve son hakikatle ispat ediyorum ki, harpte zafer, azim ve inancı kuvvetli olan tarafındır! Ve biz onunla muzaffer olduk. İşte siz gençler, onu takviye ediniz. Mustafa Kemal Atatürk – 21 Ekim 1922
Elim kalem tutmaya, beynim fikir yürütmeye başladığı günden daha lise sıralarında bulunduğum zamandan beridir ki gönlümde hayatımın akışını kaydetmek için bir arzu duyarım. Birçok defalar, cep defterlerimin boş yapraklarını hayatımın bölümlerinin bazılarıyla doldurdum. Asıl maksadım, ömrümün gerçek akışını yazmak iken, her nedense o yapraklarda, fazlaca duygusallık ve hayallere kapılmıştım. Bunun için o karışık yapraklara rağbet etmedim. Onları karışıklıktan kurtarıp saklamak istemedim. Çünkü çok abartılı idiler. Mustafa Kemal Atatürk – 29 Eylül 1906
Öteden beri gizli celselerimizde tartışılan bütün fikirlerin harice, düşmanlarımıza muntazaman ihbar edilmekte olduğuna dair sağlam istihbaratımız vardır. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Şubat 1921
Bir muhitte yaşadığım ve his ve fikirde tam uygunluğun varlığı sebebiyle haklarında kalpten muhabbetler beslediğim arkadaşlarımla mümkün olduğu kadar sevgi alışverişinde bulunmayı arzu ettiğim gibi, araya uzaklığın girmesiyle yüzlerini göremediğim ve sözlerini işitmek hazzından mahrum bulunduğum kardeşlerimle de her türlü engele göğüs gererek haberleşmeyi son emelim bilirim. Zira bence kardeşlik bağı kutsal bir altın bağdır. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Mart 1904
Benim anladığım gençlik bu inkılabın fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip gelecek nesillere götürecek kimselerdir.Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyardır; yetmiş yaşında bir idealist kuvvetli bir gençtir.Mustafa Kemal Atatürk – 3 Nisan 1932
Millet ve ordu, padişah ve halifenin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dini ve ananevi bağlarla bağlı ve sadık. Millet ve ordu kurtuluş çaresi düşünürken bu miras kalmış alışkanlığın sevkiyle kendinden evvel yüce hilafet ve saltanat makamının kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtuluşun manasını anlamak kabiliyetinde değil. Bu inanca muhalif fikir ve görüş ortaya koyacakların vay haline. Derhal dinsiz, vatansız, hain, reddolunmuş olur…Mustafa Kemal Atatürk – 1927
Ciddi, faal, zeki ve becerikli, yüksek fikirli, astlarına ve savaş psikolojisine hakim ve etkili, iyi bir derin görüşe ve çabuk kavrayışa sahip. Kolordunun her türlü ihtiyacını geniş olarak düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan bir an geri durmaz ve başarılı olur. Askeri bilgisi ve kavramı güzel ve geniş; doğru, kesin ve tereddütsüz karar sahibi; cesur ve kişisel kararıyla hareket etmek kabiliyetine sahiptir. Ordu ve memlekette üzerine alacağı vazifelerde ve önemli vatani hizmetlerde kendisinden büyük hizmetler beklenir. Çok mükemmel bir ahlak ve davranış sahibi; görgülü takdire değer. Her zaman üstlerinin, astlarının ve çevresinin emniyet, itimat ve sevgisini çekmeye ve kazanmaya çalışan ve bunu başaran dürüst bir kişidir. Mustafa Kemal Atatürk – 20 Mayıs 1917
Bireyler fikir sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça, kitleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya kötü istikametlere sevk olunabilirler. Kendini kurtarabilmek için, her bireyin geleceği ile bizzat alakadar olması lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 28 Aralık 1919
Hangi tarafın galip geleceğine dair fikri kanaatimi söylemekten sakınırım. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur; Almanlar büyük ve hayret verici bir saldırıyla, birçok Fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris’i geçip Fransız ordusunu -arkası İsviçre’ye olmak üzere- sıkıştırdı. Bunun, Almanların tek maksadı olduğunda ve onu da başardıklarında herkes fikir birliğindeydi. Ve bütün kainat artık son ve kati meydan muharebesini ve onun neticesini bekliyordu. Halbuki bu neticeye karşılık, Alman ordularının Fransız ordusu karşısında yüzlerce kilometre geri çekildiği görüldü. Doğuda Ruslarla Almanlar ve Avusturyalılar arasında cereyan eden vakalarda, Doğu Prusya’da Ruslar bozuldu, fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor, batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Dolayısıyla Alman ordusu serbest değil. Doğuda Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur. Vaziyeti şöyle yorumlayabiliriz: Almanlar Fransız ordusunu kati meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında daha fazla mukavemet edemeyeceğini görerek batıda bütün ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu bırakarak kalan ordularıyla doğuya yönelip, Avusturya ordusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar. Pek güzel! Fakat bu defa, Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım talebine mecbur olursa bu defa gene doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı yönelinecek? Ve böyle mekik gibi, bir doğuya bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur? Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1914
Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilmeli ve takviye olunmalıdır. Bu çok mühimdir; bilhassa nazarı dikkatinizi çekerim. Tehdit esasına dayalı ahlak, bir fazilet olmadıktan başka, itimada da değer değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 25 Ağustos 1924
Büyük hadiseler, fikirlerde büyük inkılaplar yapar. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Ocak 1922
Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde fikir ve vicdan hürriyeti tahakküm ve baskı altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin hakikati düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 31 Ocak 1930
Bulaşıcı hastalıklara karşı en kati tedbir olan aşılar artık tamamiyle memleketimizde üretilmektedir. Üç milyon küsur kişilik çiçek aşısının Sivas’ta üretilmiş olduğunu zikretmek bu konuda kafi bir fikir verebilir. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Mart 1922
Medeniyet dünyasının, insaniyet dünyasının bu kadar nefret dolu fikirlerin etkisinde olmasına ihtimal veremiyorum. Mustafa Kemal Atatürk – 2 Şubat 1923
Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan, erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. Mustafa Kemal Atatürk – 4 Şubat 1935
İnsan maddi, fikri, toplumsal hayat vasıtalarından mahrum, zaruretler içinde kalırsa, hayatta ümitsizliğe düşer, gözlerini geleceğe çevirmeksizin yaşar. İnceleme ve araştırma için vakit bulamaz. Kendisinde fikir hayatı durur. Hayat, onun için bir esaret olur. İradesinden dahi vazgeçmeye mecbur olabilir. Anlaşılıyor ki, insanın servet edinmesi lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1930
Efendiler, bu münasebetle şunu da beyan edeyim ki, memleket idaresinde yüksekten atarcasına, muğlak, karışık fikirlerle ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, halkın aklıselimine müracaatı tavsiye etmelidir. Mustafa Kemal Atatürk – 21 Eylül 1924
Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar kıymetlerini göstersinler! Mustafa Kemal Atatürk
Parti, vatandaşlar arasında en kuvvetli bağın dil birliği, his birliği, fikir birliği olduğuna kani o larak, Türk dilini ve Türk kültürünü hakkıyla yaymayı ve geliştirmeyi ve bütün faaliyet şubelerinde bu esası itibar ve yürürlük mevkiinde bulundurmayı ve konulacak kanunların her şeyi ve herkesi kapsamasını ve her ferde eşit olarak tatbikini esas umde olarak bildirir. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ekim 1927
Memleket mutlaka çağdaş, medeni ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakarlığımızın verimli olması buna bağlıdır. Türkiye ya yeni fikirlerle donanmış namuslu bir idare olacaktır veyahut olamayacaktır. Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır. Mustafa Kemal Atatürk – 2 Aralık 1923
En büyük hakikatler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve alışverişiyle meydana çıkar ve yükselir. Mustafa Kemal Atatürk – 1930
Millî dava, ancak bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve
muzaffer olması gereken naçiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek
olan fikirlerdir.
1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K.
Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 203)
Sinir gevşetici sözlere, telkinlere, ehemmiyet ve itimat gösterilmemelidir.
Osmanlı tarzı idare ve siyasetinin yarattığı bu nevi zihniyetler reddedilmelidir.
Ordu ile, muharebe ile, inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, kaynağı dışarda
bulunan öğütlere uymakla, bir vatan, bir millet bağımsızlığı kurtulamaz. Tarih,
böyle bir hadise kaydetmemiştir. Bunun aksini düşünerek hareket edeceklerin acı
neticelerle karşılaşacaklarına, şüphe yoktur. Türkiye, işte, bu yoldaki yanlış
fikirlere.. yanlış zihniyetlere sahip olanlar yüzünden, her asır, her gün, her saat
biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür. Bu çöküş, yalnız maddiyatta olsaydı,
hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ne yazık ki çöküş, ahlâk ve mânevî değerleri de içine
almış görünüyor. Hiç şüphe yok ki, bu büyük memleketi, bu koca milleti yok olma
uçurumuna sevk eden başlıca sebep, bu olmuştur.
1922 (Nutuk II, s.637)
Türkiyenin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün
arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de,bunu bir defa daha doğrulamak lüzumunu
hissediyorum. Türkiyenin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına
olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye,
büyük ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum
milletlerin, bütün doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye,
kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.
Türkiye, şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakikî
gereklerini takip edecektir. Gerçekten, mevcut tarihlerin kaydettiği hadiseler,
milletlerin hakikî fikirleri, emelleri, hareketleri değildir.
Doğu milletleri, kendi iradeleri, kendi hisleriyle hareket
etmiyorlardı.Onların başında birtakım müstebit, keyfi hareket eden çarlar,
hüdavendler vardı. Tarihte yazılanlar, daha çok onların hırslarını tatmin için
yaptıkları olaylardır.Biz onların hepsini yırtacağız, yeni bir tarih yapacağız.
1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 40)
Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine
kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş
idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 309)
Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi,
bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen
mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin
taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi
kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk.
Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik
edebilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak
mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken,
saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar
ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti
söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.
Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî egemenlik esasları
dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye
çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük makam olmadığını aşılamada
ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti idare etmek mümkün
olduğunu ispat etmek lüzumlu idi. Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin, onun
vazifesini fiilen Meclis Başkanı’na gördürüyorduk. Fiiliyatta, Meclis’in Başkanı,
İkinci Başkan idi. Hükûmet vardı; fakat “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti”
unvanını taşırdı.Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik
saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı.
İşte, geçiş devresinin bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek
mecburiyetinde bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti
sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkca ifadesini temine
çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, “Bu yapmak istediğiniz
hükûmet şekli neye, hangi idareye benzer?” Maksat ve hedefimizi söyletmek için
yöneltilen bu nevi suallere, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek
saltanatçıları susturmak zaruretinde idik.
1927 (Nutuk II, s. 838-839)
İkinci nokta Efendiler, yeni Anayasa’nın ikinci maddesinin başında.. “Türkiye
Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesidir. Bu cümle, daha Anayasa’ya geçmeden
çok evvel, İzmit’te, İstanbul ve İzmit basın mensuplarıyla uzun bir görüşme ve
konuşmamız esnasında, muhataplarımdan bir zatın, şu suali ile karşılaştım: “Yeni
hükûmetin dini olacak mı?” İtiraf edeyim ki, bu suale muhatap olmayı hiç de arzu
etmiyordum. Sebebi, pek kısa olması lâzım gelen cevabın o günkü şartlara göre
ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum. Çünkü, tebaası içinde çeşitli dinlere
mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adilâne ve tarafsız
muamelede bulunmak ve mahkemelerinde tebaası ve ecnebiler hakkında eşit adalet
uygulamakla görevli olan bir hükûmet, fikir ve vicdan hürriyetine riayete
mecburdur. Hükûmetin bu tabiî sıfatının, şüpheli mâna verilmesine sebep olacak
sıfatlarla kayda bağlanması elbette doğru değildir.
“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir” dediğimiz zaman, bunu herkes anlar.
Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî
bulur. Fakat, “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesi aynı suretle mi
anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz açıklama ve yoruma muhtaçtır. Efendiler,
gazeteci muhatabımın sualine, hükûmetin dini olamaz! diyemedim; aksini
söyledim. “Vardır Efendim; İslâm dinidir” dedim. Fakat hemen arkasından “İslâm
dini fikir hürriyetine sahiptir” cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama
lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükûmet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve
görevli olur. Muhatabım, verdiğim cevabı, şüphesiz, mâkul bulmadı ve sualini şu
tarzda tekrar etti: “Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?” “Olacak mı,
olmayacak mı bilmem!” dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat, mümkün
olmadı. O halde, denildi; herhangi bir mesele hakkında itikadım ve düşüncelerim
dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükûmet beni menedecek veya
cezalandıracaktır. Halbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi?
O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini
seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin : “Bazı din
âlimi arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat kitaplarında mevcut belli ve
değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak… yanıltıldığı maalesef görülen efkâr-ı
İslâmiyeyi aydınlatmayı gerekli bir vazife saydık” girişini takiben ifade edilen
“İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır;
şeriat hükümleri koymak hususunda Resulü Ekrem Efendimiz’in vekilidir.”
Oysa ki, Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak, millî egemenliği, vicdan
hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca’nın malûmat hazinesi,
Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat idaresine mahsus formülleri kapsamıyor
muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet
ve hükûmet tabirlerini ve millet meclisleri vazifelerini, din ve şeriat kisvelerine
bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Hakikat bundan ibaret olmakla beraber, o
gün İzmit’te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma
gerekli görülmedi.
Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükûmet
tabirinden dinsizlik mânası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek
maksadıyla, kanunun ikinci maddesini mânasız kılan bir tabirin girişine müsamaha
olunmuştur. Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve
yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan
tabirler, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet,
Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.*
1927 (Nutuk II, s. 714-717)
Biz de, uygulanamayacak fikirleri, nazarî birtakım teferruatı yaldızlayarak, bir
kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve
gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve nazariyattan önce davranmayı tercih
ettik. Bununla beraber, “Egemenlik milletindir”, “Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz”, “Bütün
kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilâtta, idarenin bütün teferruatında, genel
eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır”,
“Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır” gibi bilinmesi lâzım
gelen mühim noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün kanunlarımızın
hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, âşar
usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç
olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve fiilî
askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine
çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele ihtiyaçlar prensiplerden hariç kalmamıştı.
1927 (Nutuk II, s. 719)
Tarihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır.
Bir Türk padişahı hilâfeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itiyadını,
servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseridir. Peygamberimiz, tilmizlerine dünya
milletlerine İslâmiyeti kabul ettirmelerini emretti; bu milletlerin hükûmeti başına
geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir.
Hilâfet demek, idare, hükûmet demektir. Hakikaten vazifesini yapmak, bütün
Müslüman milletlerini idare etmek istiyen bir halife, buna nasıl muvaffak olur?
İtiraf ederim ki, bu şartlar içinde beni halife tâyin etseler, derhal istifamı verirdim.
Fakat tarihe gelelim, gerçekleri tetkik edelim, Araplar Bağdat’ta bir hilâfet tesis
ettiler; fakat, Kurtuba’da bir hilâfet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, ne
Afganlılar, ne Afrika Müslümanları, İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün
İslâm milletleri üzerinde ulvî ruhanîlik vazifesini yapan yegâne halife fikri,
hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki
Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve gücünü gösterememiştir.
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 69)
Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir
istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik
itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.
1936 (Atatürk’ün S.D. I, s. 372)
29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in kabulü ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te
yaptığı konuşmadan:
Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi
hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak,
görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu
özelliklerini ve liyakatini, hükûmetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına daha
çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal
ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir surette
yapışarak, onların şahıslarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım.
Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.
29 Ekim 1923 (Nutuk II, s. 814-815)
Atatürk’e ait el yazısı metin :
Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe vasıl olmak için,
muayyen yolda yürüyen arkadaşların muvaffak olması için, başvurulan doğru
yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve faal olmak lâzımdır. Arkadaşlar,
benden iltimas beklenmemelidir. Hepiniz, benim nazarımda kıymetli, yüksek
kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsî bir hedeftir. Oraya
yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, muvaffakiyetlerle oraya vasıl olursanız
onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden iltimas ve tarafgirlik beklemeyiniz
arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar
kıymetlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur.
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar,
nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına
göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din
fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş
ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)
Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti,
kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu görüşümü izah için kültür ne
demektir tarif edeyim : Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında, b- Fikir
hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, c- İktisadî hayatta yani
ziraatte, sanatta, ticarette kara, deniz ve havaya ait ulaşım işlerinde yapabildiği
şeylerin bileşkesidir. Bir milletin medeniyeti denildiği zaman, kültür namı altında
saydığımız üç nevi faaliyet bileşkesinden hariç ve başka bir şey olamayacağını
zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin kültürü, yani medeniyet derecesi bir
olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze
çarptığı gibi bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görünür. Mühim olan bileşkeler
üzerindeki farktır. Yüksek bir kültür, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer
milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıtalara şamil olur. Belki bu itibarla olacak,
bazı milletler yüksek ve kapsamlı kültüre, medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti,
şimdiki çağ medeniyeti gibi.
1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267)
Memleket mutlaka çağdaş, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat
davasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye,
ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır ve yahut olamayacaktır.Halk
ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır.
Yapacağımız işlerde hiçbir zaman bu engeller, kesif tabakadan gelmeyecektir. Halk
müreffeh, bağımsız, zengin olmak istiyor; komşularının refahını gördüğü halde,
fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyenler belli bir sınıfa
dayanabileceklerini zannediyorlar. Bu kat’iyen bir vehimdir, bir zandır. Gelişme
yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenileşme yolunda duracak
değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin haricinde kalabilir
miyiz?
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 72)
Biz, her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun
sebebi, dünyanın vaziyetini anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden
tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz.
Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, medeniyetin
emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap
içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket
çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak
zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; mutlaka ileri gideceğiz,
çünkü mecburuz! Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki,
ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde
lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk
ve insanlık bundadır.
1925 ( Mustafa Selim İmece,
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ. S., s. 18)
İlerlemeyi, yükselmeyi ve asrın icabını seven ve isteyen güzide bir halkımız
vardır. Türk’e müspet ve iyi bir şey veriniz, bunu reddetmesi ihtimali yoktur. Fakat
düne kadar ona menfi ve ezici şeyler verdikten sonra bunun neticelerinden yine onu
kabahatli görmek haksızdır, haksızlıktır. Halkın karanlığı aşmak, refaha ve iyiliğe
varmak arzusu el ile tutulacak kadar barizdir. Cumhuriyetin eli bu arzuyu tutmuştur
ve bundan dolayı, tarihin daima takdis ettiği, halkı istediği gayeye ulaştıracaktır.
1924 (Reşit Metel, Atatürk
ve Donanma 1966, s. 87)
Vatan artık bayındır hale getirilme istiyor, zenginlik ve refah istiyor! İlim ve
bilgi, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor! Şeref, namus,
bağımsızlık, öz varlık, vatanın bu isteklerini tam olarak ve hızla yerine getirmek
için esaslı ve ciddî bir şekilde çalışmayı emreder.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 180)
Biz Türkler, özellikle bu yüksek Türk İnkılâbı’nı yapmış olanlar bilmelidirler
ki, bizi lâyık olduğumuz seviyeye çıkarmakta herhangi bir yabancı âlim, yabancı
dâhi, dâhi olsa muktedir olamayacaktır. Düştüğümüz uçurumdan bizi kurtaracak,
âlemin en yüksek katlı alanına çıkaracak, yine bu uçurumdan çıkıp yükselmesini
bilenler olacaktır. Bu adamlar, bu uçurumdan kendini ve milletini kurtarmış
olanlar, medeniyet dünyasında yüksek gibi görünen her adamın varlığından,
tetkiklerinden, fikir ve görüşlerinden istifade etmekte daima isabetli davranmış
sayılacaktır; fakat bu noktadaki isabeti, kendisinin mensup olduğu memleket ve
milleti hakkında karar vermesi için asla isabetli sayılamayacaktır. Burda, ihtiyat
kaydını gözden uzaklaştırmayacaktır.
1932 (A.Ü.R.İ.N., s. 9)
İnkılâp hareketlerinde dikkat edilecek nokta, insan cemiyetlerinin emellerini,
fikirlerini teşhis ettikten sonra, onlara yenilikleri kabul ettirebilmektir.
(Afetinan M.Kemal Atatürk’
ün Karlsbad Hatıraları, s. 61)
Genç fikirli demek, doğruya gören ve anlayan hakikî fikirli demektir. Milletin
hâkim emelleri, görüş noktası budur. Hepimiz ona uymaya mecburuz.
1925 (Mustafa Selim İmece,
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 55)
Belediye seçimlerinin sonuçları üzerine Başbakan Celâl Bayar’a çektiği telgraf :
Dün ve bugün olduğu gibi yarın dahi memleket ve millet için yegâne kudret,
ikbal ve refah kaynağı olan inkılâp prensiplerinin ve Cumhuriyet rejiminin tatbikatı
üzerinde fikir ve elbirliğinin bu yeni tezahüründen dolayı aziz vatandaşlarımıza,
Parti ve Hükûmet teşkilâtına tebrik, teşekkür ve muhabbetlerimin ulaştırılmasını
rica ederim.
1938 (Cumhuriyet gazetesi, 16.10.1938)
Milletimiz, çok büyük bir inkılâbın etkeni olmuştur. Gerçekten, asırlardan beri
uymaya alıştığımız bir idare şeklinin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan
bir devlet kurduk. Fakat, bu yeniliğin mutlaka tersine bir hareketi gerektireceğini
hatırımızdan çıkarmamak lâzımdır. Bu harekete özel tabiriyle “gericilik” derler.
Yaptığımız işler ve aldığımız neticelere göre bu gibi gerici hareketler, her vakit
beklenebilir. Kan ile yapılan inkılâplar daha sağlam olur; kansız inkılâp
ebedîleştirilemez. Fakat biz bu inkılâba erişmek için lüzumu kadar kan döktük. Bu
kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin
dahilinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin ve bundan
sonra kan dökülmesin. Mesut inkılâbımızın aleyhinde fikir ve his taşıyanları
aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen millî vazifelerin en mühimi ve en
birincisidir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 68-69)
Çok büyük memnuniyetle görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız
erkeklerle fikir ve nur yolunda yarışırcasına yürüyorlar. Yine şükranla ifade etmek
lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin aşağısında değildir. Hemen her
yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir denklik görmekteyim. Bu hal iftihara
lâyıktır. Kadınlarımızın, daha elverişsiz şartlar altında erkeklerden geri kalmayışı
ve belki aynı şartlar altında erkeklerden ileri gidişi övüncü gerektirir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 152)
Şimdiye kadar takip olunan öğretim ve eğitim usullerinin milletimizin gerileme
tarihinde en mühim bir sebep olduğu kanaatindeyim. Bunun için bir millî terbiye
programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve doğuştan mevcut
özelliklerimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve
batıdan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, millî ve tarihî seciyemizle
orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam gelişmesi, ancak böyle
bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip
olunan yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle
orantılıdır. O zemin, milletin seciyesidir.
1921 (Atatürk’ün S.D. II, s. 16-17)
Aydınların vazifeleri gayet büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına
dayanmadan yükselsin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber
rakip milletlere karşı mevcudiyetin muhafazası için lâzım olan hususları temin
ederlerse vazifelerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.
1919 (Atatürk’ün S.D. II, s. 4)
Fikirler ve inkılâplar, sanatla yayılır.
(Atatürk’ten B.H., s. 84)
Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için bir kanun teklifi
hazırlığı üzerine söyledikleri:
Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine
sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih
eder.
(Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk, s. 135)
Onlar, uzun görüşmektense, temas edilen esaslı noktalara cevap vermektense
büyük bir devlet adamı vaziyeti alarak ve emsalsiz inkılâpçı ruh sahibi olduklarını
ima ederek ve bilhassa ince diplomatik ve usta politikacılık sanatlarına güvenerek,
o vaktin meşhur tabiriyle “atlatmak”ı tercih etmişlerdir. Bunda muvaffak
olduklarından emin idiler. Farkında değillerdi ki, kendilerini derin bir merhamet
hissiyle dinliyordum. Zavallı Talât Paşa, kendisinin bir çapkın ermeni kurşunuyla
Berlin sokaklarında yere serildiğini işittiğim zaman ne kadar müteessir olmuştum!
Sadrazam olduğu günlerden birinde, Sadaret makamında kendisine bazı hayatî
meselelerden bahsetmiştim. Verdiği cevaplarla beni güzelce atlattığına kani olmuş,
hattâ bu memnuniyetini bir saat sonra görüştüğü yakın bir arkadaşına hikâye
etmişti. Fakat iki gün sonra kendini telâşa düşüren bir vaziyet hasıl olması üzerine,
beni gece yarısında evine davet ederek, çare ve tedbir sormak lüzumunu hissetti. O
gece, telâşlı sadrazamın meclisinde aynı arkadaşım da hazırdı. Şu sözleri
söylemekle kendimi teselli ettim:
– Benden fikir ve mütalâa soruyorsunuz, söylemekte mâzurum. Çünkü, ben size
daha üç gün evvel çok hayatî bir mesele hakkında fikir ve mütalâamı söylemiştim.
Siz ise beni atlattığınıza inanmış, hattâ sevincinizi ilân etmiştiniz.
– Asla! dedi.
– Söylediğiniz zat, yanınızda oturuyor, dedim.
1926 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 9-10)
Gençler! Cesaretimizi takviye ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz
eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en
kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir.
Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz!
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 182)
Benim anladığım gençlik, bu inkılâbın fikirlerini ve ideolojisini benimseyip
gelecek kuşaklara götürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz
ihtiyardır, yetmiş yaşında bir idealist de güçlü bir gençtir.
(Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün
İdeolojisi, Bayram gazetesi, 14. 11. 1978)
Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin
aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk
milleti yükselecektir.
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s.37)
Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve
çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt
erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya
koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve koruma vasıtasıdır.
Bu sebeple, Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu,
ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılâpçı bir kültür
seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet
bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde kabiliyeti
artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın
açık dileğidir.
1935 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 573)
Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve
medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin övgüleriyle
doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve toplumsal etkenler birkaç asırdır yolunu
kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, onbin yıllık fikir ve kültür mirası,
ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve
binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun yeri sana
parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de
bir vazifedir!
(Türk Tarihinin Ana Hatları,
Methal Kısmı, 1931, s. 74)
Büyük davamız, en medenî ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı
yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp
yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa bir
zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu
teşebbüste başarı, ancak, türeli bir plânla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün
olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak,
memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları
yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile
yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda
temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır
mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk
milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek
okullarımıza düşen başlıca vazifedir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)
Atatürk tarafından yazdırılmıştır :
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan
çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânada, fikirde,
tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa,
ey Türk çocuğu, o kabahat de senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz
ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyliyeyim ki, çok zekisin, malûm! Fakat zekânı
unut, daima çalışkan ol!
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)
Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir
milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki,
milliyet kuramını, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların dünya
üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hâdiseler ve
gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu
göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî tecrübelere rağmen
yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, 142-43)
Ah Salih, Allah bilir, hayatımın bugününe kadar orduya faydalı bir uzuv olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim. Çünkü vatanın muhafazası, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumuzun o eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmıştım. Bu kanaate ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni çok fazla aşırı göstermişti. Fakat zaman, saf ve nezih dimağlardan doğan fikri hakikatleri -kabulünden çekinilse de- tatbik ettirir. Mustafa Kemal Atatürk – 8 Mayıs 1912
İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri kişiselleştirip yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir mutlak şekille kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, fikrin yavaş yavaş hissiyat haline geçerek inanca dönüşmesi ile mümkündür; ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmaya başka hiçbir mantığın, muhakemenin hükmü yetmez. Mustafa Kemal Atatürk – 1914
Haysiyetsiz subayların nasıl felaketler hazırlamaya yatkın olduklarını, maalesef lüzumundan fazla tecrübe ettiğimiz için, ordudaki subayların yetiştirilmesi hakkındaki esas fikrin, şeref ve haysiyeti yüksek tutmaya yönelik olması gerektiği inancındayım. Mustafa Kemal Atatürk – Ocak 1914
Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım. Mustafa Kemal Atatürk – 12 Ocak 1914
Bizim kanaatimizce milletlerarası siyasi emniyetin gelişmesi için, ilk ve en mühim şart, milletlerin hiç olmazsa barışı muhafaza fikrinde samimi olarak birleşmesidir. Biz iktisadi genişliğin temelini de, ancak her milletin refahla yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir zihniyetle bütün milletlerin birlikte çalışmaları yolunun bulunmasında görüyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Kasım 1932
Bir emirde evvela dikkate alınacak madde, o emrin uygulanabilir olmasıdır. Bu hususta, hakikaten, düşünülenin üstünde hata edilir. Bundan kaçınabilmek için, her ne vakit bir emir verilirse, o emrin, astın bulunduğu vaziyet içinde nasıl uygulanabileceği kendi kendine sorulmalıdır. İşte bu şekilde uygulanamaz olan noktalar açık bir şekilde meydana çıkar. Bir karar almak için nasıl ki düşmanın fikrine nüfuz etmek lazım ise, bir emir verilirken de emir veren kendini astın yerine koymalıdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1915
Efendiler! Bir millet mevcudiyeti ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi kuvvetleriyle alakadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak mevcudiyet ve bağımsızlığını temin etmezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Mustafa Kemal Atatürk – 28 Aralık 1919
Panislamizm, din ortaklığını temel alan bir federasyon demekti. Panturanizm ise, ırkı temel alan aynı çeşit bir çaba ve ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Panislamizm fikri, asırlar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey noktada öldü. Panturanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti. Bu hareketlerin her ikisi de yanlıştı; çünkü, kuvvet ve emperyalizm anlamına gelen fetih fikrine dayanıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923
İş yine sersem neferlerin, budala çavuşların fikriyle, onların istedikleri gibi oluyordu. Hareketten önce verdiğim emir, ne subay ne çavuşlar ve ne de erler tarafından anlaşılmıştı. Tabiatıyla böyle olacaktı. Çünkü subaylar emir ne demektedir anlamıyorlar ve anlamadıklarını da anlamıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Ağustos 1905
Sporun bedeni olduğu kadar, fikri olmasına dikkati çekerim. Mustafa Kemal Atatürk – 19 Eylül 1924
Eski, zor fetih ve yayılma fikri Türkiye’de ebediyen ölmüştür. Eski imparatorluğumuz, Osmanlı’ydı. Bu da, zor demekti. Bu kelime artık lügatımızdan atılmıştır. Biz şimdi Türküz, sadece Türk. Kendi kaderini tayin idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923
Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir fikri aşağı görmemek lazımdır. Sonunda kendi fikrimi tatbik edecek bile olsam, ayrı ayrı herkesi dinlemekten zevk alırım. Mustafa Kemal Atatürk
Hangi tarafın galip geleceğine dair fikri kanaatimi söylemekten sakınırım. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur; Almanlar büyük ve hayret verici bir saldırıyla, birçok Fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris’i geçip Fransız ordusunu -arkası İsviçre’ye olmak üzere- sıkıştırdı. Bunun, Almanların tek maksadı olduğunda ve onu da başardıklarında herkes fikir birliğindeydi. Ve bütün kainat artık son ve kati meydan muharebesini ve onun neticesini bekliyordu. Halbuki bu neticeye karşılık, Alman ordularının Fransız ordusu karşısında yüzlerce kilometre geri çekildiği görüldü. Doğuda Ruslarla Almanlar ve Avusturyalılar arasında cereyan eden vakalarda, Doğu Prusya’da Ruslar bozuldu, fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor, batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Dolayısıyla Alman ordusu serbest değil. Doğuda Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur. Vaziyeti şöyle yorumlayabiliriz: Almanlar Fransız ordusunu kati meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında daha fazla mukavemet edemeyeceğini görerek batıda bütün ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu bırakarak kalan ordularıyla doğuya yönelip, Avusturya ordusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar. Pek güzel! Fakat bu defa, Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım talebine mecbur olursa bu defa gene doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı yönelinecek? Ve böyle mekik gibi, bir doğuya bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur? Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1914
Efendiler; asri ilerlemeler, milletlerin medeni ihtiyaçlarını genişletir, çoğaltır, çeşitlendirir ve bu medeni ihtiyaçlar ile orantılı medeni hakların vücudunu lüzumlu kılar. Her devletin, mensup olduğu toplumun medenileşme derecesiyle orantılı, hukuki mevzuatı vardır. Dünyada mevcut bütün medeni devletlerin medeni kanunları hemen yekdiğerinin pek yakınıdır. Bizim milletimiz ve hükümetimiz adalet fikri ve adalet zihniyeti noktasında hiçbir medeni kavimden aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza şahadet eder. Dolayısıyla; bizim dahi hukuki mevzuatımızın bütün medeni devlet lerin kanuni düzenlemelerinden eksik olması uygun değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Mart 1922
Bedeni idman, fikri idmanla paralel gitmelidir. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Eylül 1924
İstila fikri ile açılmış olan Cihan Harbi’ni sona erdiren galipler, teklif ettikleri barış şartları ile ana topraklarımızı, bağımsızlık ve hürriyetimizi elimizden almaya, asırlardan beri İslam’ın ve Türklüğün fedakar muhafızı olan milletimizi esir derekesine indirmeye kalkıştılar. İki senedir Rumeli ve Anadolu’da görülen hareketlerimiz, bu gaddarane tecavüze tepkiden, her mevcudun yaratılıştan sahip olduğu nefsi müdafaa hakkının kullanılmasından başka bir şey değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 14 Ekim 1921
İnsan maddi, fikri, toplumsal hayat vasıtalarından mahrum, zaruretler içinde kalırsa, hayatta ümitsizliğe düşer, gözlerini geleceğe çevirmeksizin yaşar. İnceleme ve araştırma için vakit bulamaz. Kendisinde fikir hayatı durur. Hayat, onun için bir esaret olur. İradesinden dahi vazgeçmeye mecbur olabilir. Anlaşılıyor ki, insanın servet edinmesi lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1930
Osmanlı siyaseti farklı cinsten unsurlardan ve maddelerden meydana gelmişti. Bunlardan bir karışım yapmak mümkün olmadığı için Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset milli siyasettir. Türkçülük siyaseti idi. Bu siyaseti ilan edip yaygın hale getirmekle beraber, fikri, toplumsal, iktisadi hayatı ilerletmek gereklidir. Mustafa Kemal Atatürk – 20 Aralık 1930
Arkadaşlar, bu Anadolu zaferi, tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kudretli ve ne canlandırıcı bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 4 Ekim 1922
Efendiler, bir toplumun mutlaka ortak bir fikri vardır. Eğer bu her zaman ifade edilemiyor ve ortaya konulamıyorsa, onun mevcut olmadığına hükmolunmamalıdır. O, fiiliyatta mutlaka mevcuttur. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün fiil ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi eserinden başka bir şey değildir.Mustafa Kemal Atatürk – 22 Eylül 1924
Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin üzerinde, kapsamlı bir Arap milliyeti siyasetine varıyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar. Mustafa Kemal Atatürk – 1930
…………………………………………….
Millî ahlâkımız, medenî esaslarla ve hür fikirlerle beslenmeli ve takviye
olunmalıdır. Bu, çok mühimdir; bilhassa dikkatinizi çekerim. Tehdit esasına
dayanan ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka itimada da lâyık değildir.
1924 (M.E.İ.S.D. I, s. 19)
Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun
ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür
ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa tevdi etmek değil, yaratmış
olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ inkılâbı kavramış en
yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. İnkılâbı
kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki
onun defni düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine
bağlananların iştirakiyle ve şanına lâyık bir törenle fâni nâşı ebedî istirahat yerine
tevdi olunurdu… Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu
hakikati o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu
Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın
teşebbüsleri ve azimleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. İnkılâbın bu
üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır.
1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 4)
Adî ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini âlet yapmaya
tenezzül eden sahte ve imansız âlimler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler
ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi ihtiraslarına âlet yapan hükümdarlar
ve onlara yol gösteren hoca namlı hainler, hep bu sonuca sürüklenmişlerdir. Böyle
yapan halife ve din bilginlerinin arzularına kavuşamadıklarını, tarih bize sonsuz
misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle
âlimler görmeye tahammülü ve imkânı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kıyafetli
sahte âlimlerin yalan dolanına ehemmiyet verecek değildir. En cahil olanlar bile o
gibi adamların mahiyetini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir
güven sahibi olmaklığımız için bu uyanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti,
hakikî kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hattâ artan bir kararlılıkla muhafaza
ve devam ettirmeliyiz. Eğer onlara karşı, benim şahsımdan bir şey anlamak
isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde
atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil,
o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt,
o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı
fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı
tepelemektir.
Şüphe yok ki, millet birçok fedakârlık, birçok kan pahasına, en sonunda elde
ettiği hayatî ilkesine kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükûmetin,
meclisin, kanunların, Anayasa’nın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir. Sizlere
bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Farzımuhal eğer bunu temin edecek kanunlar
olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında
herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 146)
Muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor
görüyorlar ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoşgörü
yoktur; bunlar bağnazdırlar. Hoşgörü o kimsede vardır ki, vatandaşının veya
herhangi bir insanın vicdanî inanışlarına karşı, hiçbir kin duymaz; bilâkis hürmet
eder. Hiç olmazsa, başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını
bilmemezlikten, duymamazlıktan gelir. Hoşgörü budur. Fakat, hakikati söylemek
lâzım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, hoşgörü kelimesinin ne
demek olduğunu anlayanlar, bütün dünyada pek azdır. Her yerde umumî olarak
geçerli olan bağnazlıktır. Her yerde görülebilen barış manzarasının temeli,
bağnazlık ile hür fikrin, birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin
devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki dengeyi tutan fazla kuvvet sayesindedir.
Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet engellerinin ortadan
kalktığına, bizim gibi düşünen ve hissedenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm
vermek müşküldür. O halde görülen, hoşgörü değil, zaafın dermansız bıraktığı
bağnazlıktır.
Şüphesiz, fikirlerin, inançların başka başka olmasından, şikayet etmemek
lâzımdır. Çünkü, bütün fikirler ve inançlar, bir noktada birleştiği takdirde, bu
hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun
içindir ki gerçek hürriyetçiler, hoşgörünün umumî bir haslet olmasını temenni
ederler. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk’ün El Yazıları s. 509-512)
DÜŞÜNCE
Üç gün evvel yarım kalan bütün duygularımın hangi tecellilerle tamamlanması lazım geldiğini düşünüyorum. Bütün mevcudiyetimi yokluyorum. Anlıyorum ki, hayatımda uyanıklık doğmasını gerektirecek hiçbir hal yoktur. Lakin yine anlıyorum ki, kalbimin sayfaları her gün, her dakika yeni bir acının ortaya çıktığı saha oluyor. Bu zıt düşüncelerin tek sebebi, duygularımın belirsizliklere ait olmasıdır. Belirsiz… O kadar belirsiz ki… Sağ iken oldum harap, helak oldum yeter! Mustafa Kemal Atatürk – 15 Mart 1904
Ve fakat yazı nedir?
Yazı; bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey bilhassa bir şey… O da insan zekasının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın ve o zeka parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir, objedir. Mustafa Kemal Atatürk – 12 Ekim 1937
Gece karanlıkta yaralıları dolaştığım sırada Mehmet Çavuş adında birinin düşmana hücum sırasında elindeki silahının kullanılmaz hale gelmesi üzerine hücuma taşla devam ettiğini anladığımdan, özendirmeye örnek olacağı düşüncesiyle, derhal adı geçenin orada nişanla ödüllendirilmesini arz ve istirham ettim. Mustafa Kemal Atatürk – 1915
Düşmanın mümkün olan düşüncelerini meydana çıkarmak için en iyi vasıta, zihnen düşman tarafına geçmek ve onun bakış açısıyla meseleyi çözmektir. Buna harcanacak zaman, elde edilecek menfaati tamamen karşılar. Akıllı bir düşman -ki biz taktik meselelerinde düşmanı en iyi taktikçi ve kesin kararlı kabule mecburuz- muhakkak bizim en az arzu ettiğimiz şeyi yapar. Mustafa Kemal Atatürk – 1915
İstanbul gazetelerinin, milli harekat mensuplarının resimlerini yayımlamaları ve teşhir eylemeleri hususunda bildirilen görüş ve düşüncelerle tamamen hemfikiriz. Hiçbir tesir ve müdahalemiz olmayan bu halin önüne geçmek için teşebbüslerde de bulunulmuştur. Bundan başka, kati şekilde önlenmesi vasıtalarının tamamlanması için sizce ne gibi çareler tasavvur ediliyor ise tatbik olunmak üzere bildirilmesini bekliyoruz, Efendim. Mustafa Kemal Atatürk – 31 Ekim 1919
Ülkede sağlam ve yeni bir hukuk sistemi kurma düşüncesinde olan seçkin hukukçularla beraber, acı özlemi tekrar ve tespit edelim. Milletin en az üç yüz yıldan beri olan ilerleme atılımları, şimdiye kadarki yetersiz hukuk sistemiyle ve hukukçularla engellenmiştir. Bu yarayı iyileştirmek gereklidir. Mustafa Kemal Atatürk – 1925
Dilinin yabaniliği ve delice düşünceleri karşısında midem bulandı. Mustafa Kemal Atatürk
Gerçek vatandaş nerede ve ne durumda olursa olsun, serbest konuşmalı, kafasından geçen, vicdanından gelen şeyleri söylemeli. İsterim ki, bütün vatandaşlar böyle serbest konuşsunlar. Karşısındaki Cumhurbaşkanı bile olsa, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesinler. Mustafa Kemal Atatürk – 1930
Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirebilirseniz; bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz, kendi içinize çekilin; o gün yaptığınız işi gözünüzün önünden ve düşüncenizin tartısından bir defa geçirin. Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz. Mustafa Kemal Atatürk
Makamınızda gözüm yoktur! Ve o makamı kendime küçük görürüm. Benim düşüncem ve emelim çok büyüktür. Eğer makamınızda gözüm olsaydı şimdiye kadar çoktan orasını işgal ederdim! Mustafa Kemal Atatürk – 1917
Yüzlerce yıl boyunca Türk Imparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha başka sözde azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının kaynağı olmuşlardı; bu azınlıklar ve eski fetih düşüncesi. Türkiye’nin gerilemesinin bir sebebi, bu ziyadesiyle zor hükümdarlık meselesi yüzünden kendisini tüketmiş olmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923
Düşünce akımlarına karşı düşünceye dayanmayan güçle karşılık vermek, o akımı yok etmedikten başka; herhangi bir kişiyle, herhangi bir insanla konuşulduğu zaman, onun herhangi bir düşüncesini güç zoruyla reddederseniz o direnir. Direndikçe kendi kendini aldatmakta çok daha ileri gidebilir. Bu nedenle düşünce akımları, baskıyla, şiddetle, kuvvetle reddedilemez. Tam tersine güçlendirilir. Buna karşın en etkili çözüm, gelen düşünce akımına, karşı bir düşünce akımı vermektedir. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ocak 1921
Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Mustafa Kemal Atatürk – 7 Şubat 1923
Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf, âdet, duygu ve düşünceleri önemlidir. Bu itibarla, toplumlar, girişimci bireyler üzerinde âdeta amir ve hâkim bir etki yaparlar. Fakat doğal yetenek ve hüneri ile gelişme ve yükselmeyi elde etmiş milletler, medeniyetin bugünkü gelişmelerinden etkilenmiş aydın çocukların, yol göstericiliği ile geçmişte kaçırdıkları fırsatların meydana getirdiği gecikmeleri telafi çaresini bulmakta gecikmezler. Bu hususta, topluma iyi örnek olmanın etkili ve yararlı olduğunda şüphe yoktur. Mustafa Kemal Atatürk – 1928
Yeni Türkiye’nin ilk ve en mühim düşüncesi, siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya tüketiminin olduğu gibi, üretiminin de bir parçası olmak istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923
İnsanlıkta mutluluk, işte böyle insan oğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz his ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Eylül 1936
Mütareke imzalandığı zaman memleketin mühim ve verimli kısımları işgal altına alındı. Silahlarımız elimizden alındı. Vaziyet pek ümitsiz bir halde bulunuyordu. Her şeyden evvel düşmanı memleketten dışarı atmak lazımdı. Bu her düşüncenin, her bakışın üstünde bir gereklilikti. Uzun emekler, gayretlerden sonra buna muvaffakiyet hasıl oldu. Düşman çekilmişti. Lakin memleket harap bir halde kalmıştı. Yıkılmış şehirlerin imarı lazımdı. Mutlaka yapılması lazım gelen şimendiferler, yollar ve limanlar vardı. Su tesisatını unutmamalı. Kısacası koca bir memleket baştan aşağıya kadar donatılmak ihtiyacındaydı. Mustafa Kemal Atatürk – 9 Kasım 1930
Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Günümüz medeniyetinin devletler arası münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti demek olan “her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması” hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını istiyoruz. Bu meşru ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların mesuliyeti, şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı takipten yıldıracak hiçbir vasıta hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile, bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdafaaya çalışmasından daha doğal bir şey yoktur. 1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 229)
Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 95)
Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına tecavüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhlı olarak mukabele ve onlarla mücadele etmek gerekiyordu. Bu mühim kararın bütün gerek ve zaruretlerini ilk gününde göstermek ve ifade etmek, elbette doğru olmazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakalar ve hâdiselerden istifade ederek milletin hislerini ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak lâzım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz sene içinde yaptıklarımız bir mantık dizisi ile düşünülürse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz umumî istikametin, ilk kararın çizdiği hattan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden görünür. 1927 (Nutuk I, s. 14-15)
“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir” dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî bulur. Fakat, “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesi aynı suretle mi anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz açıklama ve yoruma muhtaçtır. Efendiler, gazeteci muhatabımın sualine, hükûmetin dini olamaz! diyemedim; aksini söyledim. “Vardır Efendim; İslâm dinidir” dedim. Fakat hemen arkasından “İslâm dini fikir hürriyetine sahiptir” cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükûmet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve görevli olur. Muhatabım, verdiğim cevabı, şüphesiz, mâkul bulmadı ve sualini şu tarzda tekrar etti: “Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?” “Olacak mı, olmayacak mı bilmem!” dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadı. O halde, denildi; herhangi bir mesele hakkında itikadım ve düşüncelerim dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükûmet beni menedecek veya cezalandıracaktır. Halbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin : “Bazı din âlimi arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat kitaplarında mevcut belli ve değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak… yanıltıldığı maalesef görülen efkâr-ı İslâmiyeyi aydınlatmayı gerekli bir vazife saydık” girişini takiben ifade edilen “İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır; şeriat hükümleri koymak hususunda Resulü Ekrem Efendimiz’in vekilidir.”
Oysa ki, Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak, millî egemenliği, vicdan hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca’nın malûmat hazinesi, Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat idaresine mahsus formülleri kapsamıyor muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet ve hükûmet tabirlerini ve millet meclisleri vazifelerini, din ve şeriat kisvelerine bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Hakikat bundan ibaret olmakla beraber, o gün İzmit’te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma gerekli görülmedi.
Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükûmet tabirinden dinsizlik mânası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek maksadıyla, kanunun ikinci maddesini mânasız kılan bir tabirin girişine müsamaha olunmuştur. Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan tabirler, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet, Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.* 1927 (Nutuk II, s. 714-717)
Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız, muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)
Biz, her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın vaziyetini anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, medeniyetin emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak
zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; mutlaka ileri gideceğiz, çünkü mecburuz! Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 1925 ( Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ. S., s. 18)
Bu memlekette, bir toplumda, bir inkılâp yapıldığı zaman elbette onun sebepleri vardır. Ancak, o inkılâbı yapanlar, inanmak istemeyen inatçı hasımlarını iknaa mecbur mudur? Cumhuriyetin, elbette taraftarları ve aleyhtarları vardı; taraftarlar, ne için ve ne gibi kanaatlere ve düşüncelere dayanarak cumhuriyet ilân ettiğini, aleyhtarlara izah ve kanaatlerinde ve icraatlarında isabet olduğunu ispat etmek isteseler de, onların, kasıtlı kafa tutmalarını giderebileceği kabul olunur mu? Elbette taraftarlar güçlü iseler, ülkülerini herhangi bir suretle; ihtilâlle, inkılâpla veya güvenilir yollardan geçirerek tatbik ederler. Bu, ülkü inkılâpçılarının vazifesidir. Buna karşı itirazlar, yaygaralar ve gerici teşebbüsler de aleyhtarların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir. 1927 (Nutuk II, s. 826-827)
Türkiye Cumhuriyeti’nin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat, Türk ulusunun yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve uyanık ve faal olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lâzım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı : 80, 1956, s. 742)
Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeye yeltenilen musiki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. 1934 (Ayın Tarihi, Sayı 12, 1934. s. 23)
Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimarî stil yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşünceleri sonunda da modern bir mimarlık doğmuştur. Fakat, bu modern mimarlık da her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır. Bir İtalyan modern mimarlığıyla bir Alman modern mimarlığı arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimarlıklar bütün görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar. Bizde de asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimarlık lâzımdır. Fakat, bu modern mimarlık diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimarlık olmalıdır. Yapılan bazı binaları görüyorum; bunlar bir Avrupa modern mimarlığının aynen kopyasıdır. Bize orijinal bir modern Türk mimarlığı lâzımdır. Eminim ki, yetişmekte olan genç Türk mimarları, bu haklı isteğimde olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir. (Mimar Hikmet Koyunoğlu, Kültür ve Sanat, sayı : 5, 1977, s. 151)
Timur’un asıl dikkati çeken hali, bir tehlike zamanında sakin ve düşünceli kalışıydı. Bu, büyük iş yapabilmek kabiliyetinde olan adamlarda görülebilir. 1931 (T.T.K. Atatürk Arşivi)
Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârane savunma zorunluğu aşılanmalıdır. Yeni neslin bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müthiş bir savaş şeklinde beliren milletler hayatının felsefesi, bağımsız ve mesut kalmak isteyen her millet için bu yüksek özellikleri şiddetle istemektedir. Yeni kuşağın taşıyacağı manevî özellikler yanında kuvvetli bir fazilet aşkı ve kuvvetli bir intizam ve inzibat fikrinden de bahsetmek zaruretindeyim. 1921 (Atatürk’ün M.A.D., s. 4)
Büyük davamız, en medenî ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak, türeli bir plânla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)
Bu millet, gerçek eğilimine zıt düşünceye sapanlara iltifat etmemektedir. Bununla bugün çok övünüyorum. Bundaki isabetin sırrını izah için derhal söylemeliyim ki, bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün sıcaklığı, verimi, kuvveti millî vicdandan aldıkça, bütün teşebbüslerimizde milletin sağduyusunu rehber saydıkça şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere eriştireceğimize imanımız tamdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, S. 214)
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir, hürdür. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz, din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz. (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13.7.1949)
“Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır” kuralını bayrak olarak eline alan kimselerden, iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, asırlardan beri, cahil ve bağnazları, hurafelere inananları aldatarak hususî maksatlar teminine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar gerektiren pis bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek yöneltilmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve ilerici olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyetin, ilerleme ve yeniliğin tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: Biz hilâfeti tekrar isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bizce Mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü, Mustafa Kemal’in partisi hilâfeti kaldırdı. İslâmiyeti bozuyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu! Yeni partinin kullandığı formül, bu gerici feryatlarla dolu değildir denilebilir mi? 1927 (Nutuk II, s. 889-890)
Başkasına olan bir iyilik bize de iyiliktir; başkasına olan kötülük bize de kötülüktür. Bu sebeple iyiliği sevmek ve kötülükten kaçınmak lâzımdır. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde akisler uyandırır; bu hal bize vicdan vazifeleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek ekseriya beraber suçlu olduğumuzu gösterir. Özetle, bağlılık, “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, millîdir, geniş ve yüksek mânasıyla insanîdir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları,s. 73; 529-531)
Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hâdisenin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomik durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadî ve ticarî gelişimin ilk şartı, huzur ve sükûn ile emniyet ve asayişin, bozulması mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvette bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve Cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. Bu şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 520)
Başkomutanlık Kanunu’nun uzatılması vesilesiyle bir milletvekilinin, kendisine “Meclis’in hakkını elinden aldığı, elinden almak istediğini” söylemesi üzerine 6 Mayıs 1922 günü Meclis’in gizli oturumundaki konuşmasından: Efendiler, açık ifade edeceğim, beni mazur görünüz! Her birinizin fevkalâde salâhiyet ile seçilmesine ve fevkalâde salâhiyete malik bir Meclis’in teşekkülüne ve bu Meclis’in, memleketin mukadderatına el koyan bir mahiyet kazanmasına çalışan, benim! Bunda muvaffak olmak için en yakın arkadaşlarımla fikir mücadelesi yaptım. Bütün hayatımı, mevcudiyetimi, bütün şeref ve haysiyetimi tehlikeye attım. Bu sebeple bu, benim eserimdir. Ben eserimi küçültmek ile değil, yükseltmek ile görevliyim. Bu düşünceden sonra Meclis’in hakkını zorla almak sözünü, tamamen …Efendiye ret ve iade ederim. Böyle bir şey söz konusu değildir ve olamaz! 1922 (Nutuk II, s. 655)
Konya’da esnaf ve tüccarlar tarafından tertip edilen ziyafette, bir tüccarın “Hükûmetin, ticaretimizi geliştirmek için ne gibi düşüncelere sahip olduğunu” sorması üzerine verdiği cevap: – Evvelâ şunu söyleyim ki, bendeniz içinizde hükûmet adına değil, meclis adına değil, ordu adına değil, sadece bir milletvekili gibi, belki de yalnız bir arkadaşımız, bir kardeşimiz gibi bulunuyorum. Onun için sualinize hükûmet adına cevap vermeye yetkim yoktur. Eğer sualinizi ‘Sen ne diyorsun? Senin ticaretimiz hakkındaki fikrin nedir?” diye soraydınız o zaman cevap vermekte sakınca görmezdim ve kabul ediyorum ki asıl maksadınız da budur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 135-136)
Asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şey düşünmemişlerdir: Türkiyeyi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde telâfi edebiliriz. O da, Türkiye’den başka bir şey düşünmemek! Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü kurtuluş ve saadet hedeflerine erişebiliriz. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 84)
İzlediğimiz yol demek, içimizden herhangi birimizin çizdiği herhangi bir yol değildir. bütün düşüncelerin bileşkesinin çizdiği büyük yol demektir; onun için doğrudur, isabetlidir. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 219)
Milletvekili olarak vazife ve mesuliyet mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın, geçen tecrübelerden de istifade ederek vazifelerini iyi yapacaklarını ve bilhassa milletvekilliğinin, her düşünceden önce bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmî ve hususî hayatta dahi birçok mânevî ve sağduyuyu gerektirici külfetleri bulunduğunu gözden uzak düşürmeyeceklerini kuvvetle ümit ederim. 1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 532)
Sultanlarla, halifelerle idare olunmuş ve olunan memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu ekseriya kolaylıkla sağlanagelmiştir. Meclislerle idare olunan memleketlerde de, en öldürücü taraf, bazı mebusların yabancılar ad ve hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine kadar dahil olmak yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmenin uzak bir ihtimal olmayacağına, tarihin bu konudaki misalleriyle karar vermek zarurîdir. Bunun için millet, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin hatadan korunması için tek güvenilir çare, düşünce ve hareketleriyle milletin itimadını kazanmış siyasî bir partinin seçimde millete rehberlik etmesidir. Genellikle millet fertlerinin, adaylıklarını ortaya atan her şahıs hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgi ve isabetli görüşe malik bulunacağını kabul etmek, teorik olarak tasarlansa bile, bunun tamamen doğru olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle inkâr edilmez bir gerçek olmuştur. 1927 (Nutuk II, s. 501-502)
Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın tabiî kayıtları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların ulus kürsüsünden yapacakları tenkitler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği kanaatinde bulunuyoruz. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 570)
Elbette konuşacaklar, elbette tenkit edecekler! Biz, bu arkadaşların Meclis’e girmelerini neden teşvik ve arzu ettik, bir oyun olsun diye mi? Hayır efendim; bilâkis biz onları gayet ciddî bir düşünce ile, işlerimiz hakkındaki fikir ve kanaatlerini açıkça söylesinler, yaptıklarımızı tenkit etsinler, yani yeri boş kalan muhalefetin, bir dereceye kadar olsun, vazifesini görsünler diye Meclis’e getirdik, öyle değil mi? O halde niçin sinirleniyorsunuz, neden şikâyet ediyorsunuz? Yoksa kendinizden emin değil misiniz; yaptıklarınızda savunamayacağınız noktalar mı var? Şunu açıkça söyleyeyim ki, benim kesinlikle böyle bir endişem yoktur, bütün yaptıklarımı her zaman, her yerde savunabilirim. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 60)
Millet ve memleketten kaynak ve dayanak almayan ve onun gerçek menfaatleriyle hiç münasebeti olmayacak surette ya sırf teorik veya hissî ve şahsî programlar etrafında parti kurmaya kalkışacak insanların, millet tarafından benimsenme şerefine erişeceklerini zannetmiyorum. Benim, bütün hazırlıklarda ve yapılan işlerde hareket kuralı saydığım bir şey vardır; o da meydana getirilen kurum ve kuruluşların şahısla değil, gerçekle yaşayacağıdır. Bundan ötürü herhangi bir program, filânın programı olarak değil, fakat millet ve memleket ihtiyaçlarına cevap verecek düşünce ve tedbirleri içine alması sebebiyle kıymet ve saygı kazanabilir. 1922 (Mustafa Baydar, Atatürk’le Konuşmalar, s. 42-43)
Hazine çıkarı düşüncesinin ve teranelerinin memleket için felâketli bir formül sözlerle halka hükmetmek, müşkülât çıkarmak, zulmetmek değil, hizmet etmektir. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 56)
Memleket idaresinde, çekinmeksizin, kişisel belirsiz düşüncelerle ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, halkın sağduyusuna müracaatı tavsiye etmelidir. Halk, köylüler bana, her yerde iş programını şu iki kelime ile ihtar ettiler: Yol, mektep! Hattâ yoldan bahsederlerken yol köylünün kanadıdır, demeleriyle her şeyden evvel ona ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Gerçekten, bütün ekonomi birinci kelimenin ve her şey ikinci kelimenin içindedir. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 193-194)
En iyi siyasetin, her türlü mânasıyla “en çok kuvvetli olmak”ta bulunduğunu kabul ederim. Bu sözden maksadım, yalnız silâh kuvveti olduğunu zannetmeyiniz, bilâkis asker olmama rağmen bu, bence kuvvet toplamının vücuda getirdiği etkenlerin sonuncusudur. Benim dilediğim mânen, ilmen, fennen, ahlâken kuvvetli olmaktır. Çünkü bu saydığım sıfatlardan mahrum olan bir milletin bütün fertlerinin en son silâhlarla donatıldığını varsaysak bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Bugünkü milletler arasında insan olarak yer alabilmek için silâh elde hazır olmak kâfi değildir. Benim düşünüşüme göre kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lâzım gelen mâna, her ferdi, bilhassa, subayı, kumandanı medeniyetin ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan, yüksek ahlâkta bir topluluktur. Şüphe yok ki biricik gayesi, ödevi, düşüncesi ve hazırlığı vatan müdafaasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin en nihayet verecekleri kararla faaliyete geçer. 1918 (Hikmet Bayur, T.T.K. Belleten, No: 128, 1968, s.488)
Gerek komutanların ve gerek erlerin, bizzat düşüncelerini işleterek kendiliklerinden iş görebilecek meziyette yetiştirilmiş olduklarına kanaat edilmeden, bir askerî kıtanın, bir ordunun güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması ihtiyatsızlıktır, felâkettir. 1914 (Mustafa Kemal, Z.ve K. Hasbihal, s. 22)
Komutanlar, askerlik vazife ve gereklerini düşünürken ve uygularken dimağını siyasî düşüncelerin tesiri altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasî yönün gereklerini düşünen başka vazifeliler olduğunu unutmamalıdırlar. 1927 (Nutuk II, s. 492)
Çanakkale muharebeleri sırasında verdiği bir emrin son sözleri: Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki üzerimizde bulunan vatan ve namus vazifesini tamamen yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur! Uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın benimle aynı düşüncede olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk işaretleri göstermeyeceklerine şüphe yoktur! 1918 (Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat, 1930, s. 47)
Harbin ve askerlik sanatının öğrenilmesine vesile olan vasıtaların en mükemmeli, en gerçeği ahlâktır. Askerî ahlâk ise, muhtelif rütbelerdeki komuta sahiplerinin iktidar ve ehliyet kazanmalarını temin suretiyle sağlamlaştırılır. Ordularda, subayların büyük bir kısmı harplerde bulunmuş ve mesuliyetli hizmetler ifa etmiş olduklarından, harp ateşini bizzat kalplerinde yakmış olurlar. Bu hal, onların meslek bakımından istifadelerini sağladıktan başka, morallerini de herkesten fazla sağlamlaştırmaya hizmet eder. 1938 (Faik Türkmen, Atatürk’ün Ahlâk Düşünceleri ve Tefsiri, s. 3)
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir. 1937 (Asım Us, G.D.D., s. 160 – 161)
Şef, görüşünü ve düşüncesini en üstün kabul ettiren, işi yönetendir. Şef. niteliği ve değeri en yüksek olan adamdır. Şef, şef olmalı; ister sivil ister asker… (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 46)
Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak… Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 161)
Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır. İnkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin! 1914 (Salih Bozok-Cemil S.Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 172)
Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca “Sen büyüklerin konuşmasına karışma!” der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 79)