İlk Müslüman düşünürler kendi dışındakilerin kültürlerini incelediler. “Klasik İslam düşünce geleneği” dışlayıcı ve etiketleyici değildi. İsmail Hakkı Aydın hocamız da klasik İslam düşünce geleneğinin İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd, Farabi, Gazali gibi üstadlarından biridir ve benzer şekilde düşünmektedir. Bizlere, klasik İslam düşünürlerinin dilini hatırlatmakta.
Hocamızın beslendiği kadim kökler; Farabi- İbn-i Sinâ-Gazali Çizgisi’ndeki 250 altın yıldır (870- 1111), Horasan Aydınlığı’nın ışıttığı “Tefekkür Medeniyeti”mizdir.
Levent Ağaoğlu, Önsöz, Düşünce Sizsiniz, Prof. İsmail Hakkı Aydın
Hayali olan insanın bilgi sahibi olması zorunlu mu?
İnsanlar hayallerine ulaşmak isterken mutlaka hayallerine destek olacak, onların ardını temellendirecek mutlak bilgiye haiz olmaları gerekmektedir. Bilginin, ilmin, irfanın dini, milliyeti, mezhebi, bayrağı, ırkı, vatanı olmaz. Bilgi insanlığın ortak mirasıdır.
Bu durumda değişime kendimizden başlamamız mı gerekiyor?
Evet, içimizdeki bir hayalci hücre, bir yaprak, bir nöron, bir insan insanlığı değiştirebiliyor, Newton gibi, Einstein gibi, Tesla gibi, Gazali gibi, Amidi gibi, bir hayalci hücre gerekiyor. Sekiz bin tırtıldan bir kelebek oluyor, gen yapıları aynı ama bir tane hayalcisi onu kelebek yapıyor.
Onun için yani “innallâhe lâ yugayyiru mâ bi kavmin hattâ yugayyirû mâ bi enfusihim ” yani Allahu Teâla siz kendinizi değiştirmediğiniz müddetçe sizi değiştirmez. Bu çok önemli; insanlık için, hayat için yaşayabilmek; “Hayrun nas men yenfeun nas.” İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır. “El müslimu men selimel müslimune min lisanihi ve yedihi”
İnsanlık için, toplum için, Müslüman toplum için zararlı olmayan ki[1]şidir diyor peygamber. Onun için önce kendimizi değiştireceğiz. Ayet yahu ayet. Matematiğin geldiği noktaya bakın. Kendimizi değiştirmeliyiz, o yapraktan başlıyoruz
Gazali’yi (1058-1111) neden suçladık?
Gazali’yi biz tekfir ettik, aklı ön plana getirdiği için.
Allah-u Teala ne diyor: “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn” yani “(Ey Rasulüm!) (Biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” diyor. Bilim budur, çünkü insan ile bilim arasında su ile dudak arasındaki ilişki gibi bir ilişki vardır. Bir insanın yapmış olduğu bilim, insanlığa ne kadar faydalı olursa, o ölümsüz oluyor. Bugün Tesla’dan bahsediyorsak, Tesla 1948’de ölmedi, hâlâ yaşıyor, biyolojik olarak ölmüştür veya Gazali 1111’de biyolojik olarak ölmüştür ama hâlâ (32 Enbiya suresi, 107. ayet yaşıyor). 1048’de İbni Sina vefat etmişse, Hicri 150’de İmam-ı Azam vefat etmişse, hâlâ yaşıyordur. Çünkü onlardan bahsediyoruz. Enbiyâ Suresi 107. Ayet.
Mesela 1111’de vefat ediyor Gazali, müthiş bir külliyat bırakıyor. O zaman Nizamiye medreselerinin rektörü ve bütün şubeleri, bütün fakülteleri açıyor, yani bütün ekolleri ortaya koyuyor.
O zaman bile bilim insanları, ilim adamları İslami açıdan ilmi ikiye ayırıyor; bir tanesi “el-ilmü ilmâni, evveluha ilmü’l-ebdan…” ikincisi de “vessâni ilmü’l-edyan” yani birinci plana yaşam ilimlerini alıyor. Akıl, insanı insan yapan özelliktir.
Bugün Muhammed İkbal de insan-ı kâmil vasıflarında aklı ön planda tutar, hatta İbrahim Hakkı’nın Marifetnamesi’nde akl-ı evvelden insan-ı kâmile kadar geçmiş oldukları merhalelerde, aklı çok ön planda tutar.
Gazali’yi aklı ön plana getirdiği için tekfir etmişiz. Aynı şekilde bu aklı olmayanın dini olmayacağını, aklı olmayana hiçbir dini vecibenin şart olmadığını biz biliyoruz, aklı yoksa hiçbir şeye gerek yok. Bugün biz Einstein’dan, Atatürk’ten, Gazali’den, İbni Sina’dan bahsediyorsak, onlar yaşıyorlardır. Bilimde Nas yoktur, yani dogma bilimde yer almaz. Ama ilimde dogma yer alır, Nas yer alır ve bir anlamda şöyle de ifade edebiliriz; bilim, akıl ve bilgi at başı gider. Ama ilimde ise akıl bir adım önde olmuş olsa bile genelde bilgiyi arkadan takip eder.
Niye?
Nas orada söz konusudur, Nas ön plandadır. Hatta bunun için Gazali’yi de bir yerde tekfir etmişlerdir akılcılıkla ilgili olarak. Şimdi ilimde ise stabil bir çizgi vardır, bilimde labildir yani değişkendir, ama ilimde stabildir, düz bir çizgi çizer ve devamlı yükselir. Çünkü ilmin gayesi hakikati bulmaktır, aşkı bulmaktır, sevdayı yakalamaktır, şu ya da bu şekilde sevgiye ulaşmaktır. İnsanın insanı kâmil dediğimiz hakikate ulaşmaktır, şu ya da bu şekilde. Ama burada Nas da önemlidir, Nass’ı da dikkate alır.
O bakımdan bilimle ilmi bir yerde ayırmak lazım. Peki, bin yıldır ne oldu, bin yıldan beri niçin bu şekilde bir ayrım oldu da diyoruz ki bugün bir onda yedi milyarlık İslam âlemi bir İtalya etmiyor? Evet, etmiyor.
Biz bugün Gazali’den, Amidi’den, Penfield’den bahsediyorsak, yaşıyorlar demektir. Bir insanın, bir bilim adamının en son kendisinden bahsedildiği tarihtir ölüm tarihi. O zaman demek ki bilim insanları ölümsüzdür.
Neden terk ettik yazmayı?
İşte niye terk ettik dedik ya aklı bir tarafa koy, ben senin yerine düşünürüm, sen sabaha kadar tesbih çek. Akşam televizyonda efendim diyor çok önemli bir gecedir bu gece, sabaha kadar ibadet edin diyor. Bilmem kim sabahlara kadar ibadet edermiş. Şunu düşünemiyor işte, akıl, düşünce Maturidi’nin önemi burada işte zaten yani aklı ön plana çıkarmak tabii aklı ön plana çıkardıkları için İmam-ı Gazali‘yi de tekfir etmişlerdir aklı onu da söyleyim sana aklın ön plana çıktığını. Her şeyin bir batını vardır, bir zahir anlamı vardır, bir batıl anlamı vardır. “Kur’an’ın siz anlayamazsınız, batıl anlamını anlayamazsınız, sizin kafanız çalışmaz.” İbn-i Tebiye bunlardan biri işte yani o çizgide, ben anlarım siz anlamazsınız, siz okuyun geçin.
Gazali, anlayabilirsiniz diyor.
Tabii işte onun için tekfir ediyorlar ya onu. Tekfir ediyorlar onu. Ondan sonra yazmayı bırakıyoruz. Bundan önce yazılanlar bize kâfidir, yeni bir şey söylenmez, işte bilim bitti. İçtihat kapısını neden kapatıyoruz, içtihat kapısı kapandı “Sen düşünme. Bizden öncekiler bizim için düşünmüşlerdir.”
Nizam-ül Mülk kalkıyor, dünyada ilk organize ve bugünkü anlamda modern üniversiteyi kuruyor. “Nizamiyet Üniversitesi” kuruyor Bağdat’ta. Ve ilk rektörü de Gazali ve daha sonra Nesefi de rektör oluyor. Fakat Nesefi’yi de idam ediyoruz biz insanlar olarak.
Beytü’l Hikme neydi?
– Beytü’l Hikme’de buydu işte. 800’lü yıllarda. Onun içinde tüm ilimler vardı, matematik vardı, astronomi vardı. – Tabii tabii. Nizamiye Medreselerinde bile bunlar vardı. Nizam-ül Mülk’ün kurmuş olduğu Gazali‘nin rektörlük yaptığı Nizamiye Medreselerinde bile bunlar vardı.
Hangi dersler vardı?
– Hepsi. Riyaziye, Hendese… vardı. Matematik, geometri. – Hepsi vardı. Şu sıfır yok mu, sıfırı Hint’ten gelsin, doğudan gelsin, nereden gelirse gelsin sıfır bütün sayılardan daha büyük daha kıymetli bir rakamdır. Onun hakkını ödeyemezler. Yani Batı telif hakkı düşünse şu sıfırın hakkını verseler, dünyayı verseler kurtulamazlar.
Kaynak: Düşünce Sizsiniz, Prof. İsmail Hakkı Aydın