Düşünenlerin Forumu
Günümüzde Türk Dili
Macit Gökberk / Mehmet Kaplan / Nüvit Özdoğru
23 Temmuz 1972
Ali Gevgilili: Dil, bir toplumu oluşturan en önemli kurumlardan birisidir. Öyle ki toplumların ilerlemesiyle dilin yaptığı aşamalar arasında derin ilişkiler vardır.
Son yüzyıl içinde Türkiye’de beliren köklü değişiklikler Türk dilinde de baş döndürücü bir biçim-de yansımıştır. Bugünkü forumumuzda Türkçenin değişme nedenleri, günümüzdeki durumu ve sorunları tartışılacaktır.
Türkçemizin geçirdiği evrimi ve bu değişikliklere yol açan etkenleri tarihsel bir bakış açısıyla nasıl değerlendiriyorsunuz Sayın Gökberk?
Gökberk: Türk dilinin değişme ve gelişme gösterdiği bir gerçektir. Bu değişim sürecinin başlangıcı olarak Tanzimat’ı alabilirsiniz çünkü Tanzimat, Türk milletinin yüzyıllar boyunca içinde bulunduğu İslam kültür çevresinden çıkıp Batı kültürüne yönelmesi hareketidir. O dönemde Batı kültürüne hâkim olan ve Batı toplumlarının gelişmelerine yön veren milliyetçilik akımı, Türk dilinde de değişme- lere yol açan başlıca etkendir. Milliyetçilik, her şeyden önce tarihsel bir insan grubunun kendi benliğine ve öz değerlerine dönmesi, bunları araması demektir. Dil, millet bilincinin varlığını yansıtan en önemli unsurlardan birisidir.
Ancak imparatorluk Türkiyesi, milletleri birleştirici bir unsur olmak zorunda bulunduğundan millî bilinci imparatorluk dağılıncaya kadar öne sürememiştir. Evrensel çerçevede millet ayrılıklarını yok etmek isteyen İslam ümmeti düşüncesinden ayrılmak, Tanzimat ile birlikte gerçekleşen bir aşamadır.
Bundan sonraki aşamada, Atatürk’ün laiklik, halkçılık ve inkılapçılık ilkeleri dilde de yeni gelişmelere yol açmıştır. Laiklik, Arapçadan kopmayı sağlamıştır. Halka dönüklük, halkın kendi öz dilinin kullanılmasını gerektirmiştir. Osmanlıca, öğrenilmesi çaba isteyen bir dildir. Yeni kültür değerlerini hal- ka mal etmek zorunluluğu, halkın daha rahatça anlayacağı, onun değerleriyle oluşan bir dil geliştirilmesini sağlamıştır.
İnkılapçılık ise yeni değerlere uyum yolunda bir dinamizmdir. Türkiye bugün tarım toplumundan bir sanayi toplumuna dönüşmektedir. Endüstri çağı, her şeyden önce bilimi, matematiği, doğa bilimlerini gerektirir. Bilgilerin aktarıcısı, taşıyıcısı dildir. Dil ne kadar rahat olursa bilgiler geniş yığınlara o kadar kolay aktarılabilir. Osmanlıca, halk yığınlarından gelen bir bilgi kadrosuna ihtiyacı olmayan bir mutlu azınlığın diliydi. Oysa bugün, toplum olarak yaşamamız için halk yığınlarına uzanan bir bilgi kadrosu zorunludur.
Türkçedeki özleşme hareketi, zaten başlamış olan bir gelişimin artık tarihsel zorunluluk olarak ele alınmasıdır.
Gevgilili: Bir toplumun dilinin gelişmesinde edebiyat vazgeçilmez roller oynar. Sayın Kaplan, özellikle Türk dilinin gelişmesinde edebiyatın rolü sizce nedir? Dil ve edebiyat ilişkileri Türkçeyi dünden bugüne nereye getirmiştir?
Kaplan: Hayatta cereyan eden her şey, dile akseder. Bu bakımdan dil ile hayat arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Türk tarihi ne gibi safhalar geçirmişse dilde de aynı safhaları yaşamıştır. Türk toplumu başlıca üç medeniyet merhalesinden geçmiştir ve bugün dilimizde de bu dönemin et- kilerini görmek mümkündür:
- İslamlıktan önceki dönemde Türkler atlı göçebe hayat tarzını yaşıyorlardı. Yabancı tesirleri pek fazla olmamakla birlikte Türkler o dönemde Budizm ve Manihaizm’in etkisi altında kalmış, Türkçeye bu medeniyetlerden pek çok unsur girmiştir.
- İslamlık döneminin başlıca özelliği, çok daha kompleks bir hayatın teşekkül etmesidir. Osmanlıca, esas itibariyle İslam medeniyetini ifade eden bir dildir, küçük bir zümrenin dili değildir. Yanlış olarak “Osmanlıca” adı verilen bu dil, büyük bir medeniyet devresinin dilidir. Türklerden önce yerleşik medeniyete geçmiş olan toplumlardan, Araplardan, Farslardan ve Bizanslılardan pek çok unsuru kelimeleriyle birlikte almışızdır. Köylere kadar yayılan tekke edebiyatı da halk dili ile İslam kültürünü birleştiren Yunus Emre’yle yepyeni bir medeniyet dili teşekkül ettirmiştir.
Her medeniyet kendisine uygun maddi ve manevi unsurları ihtiva eden bir bütündür ve her saf- hasının kendine vergi bir lügati vardır. Mesela, “çarşı” Orta Çağın ticaret ve iktisat dünyasını hâlâ tam kavrayamadığımız bir medeniyetin aynasıdır.
Batı medeniyetinin tesirinde Türk kültürü de bir başka medeniyet devresidir. Tanzimat’tan bu yana Türkçenin geçirdiği değişmede en kuvvetli amil, bu medeniyet değişmesi olayıdır. şöyle ki:
- Medreseden darülfünun ve üniversiteye geçişte Batı ilimleri aracılığıyla dile terimler girmiştir. Kültür dilinin değişmesinde tercümelerin de rolü büyük olmuştur.
- Gazeteler geniş kitlelere hitap ettikleri için yüksek Osmanlı edebiyatının dilini kullanamazdı. Şinasi, “Halkın anlayacağı bir dil kullanılmasını” istemiş ve gazete, halka hitap eden bir dilin teşekkülüne katkıda bulunmuştur, ilk gazetecilerimizin aynı zamanda edebiyatçı olmaları manalı bir hadisedir.
- Tiyatro da dilin sadeleşmesinde, hayata doğru gitmesinde birinci derecede rol oynamıştır. Orta oyunu, Karagöz gibi geleneksel tiyatromuzda çok zengin ve gelişmiş bir oyun dili bulunduğu için tiyatroda dilin halka dönüşü ve değişimi kolay olmuştur. Romanlarda da tiyatro dili taklit edilmiştir.
- Batılı hayat tarzının Türkiye’ye soktuğu çeşitli eşya ve âdetler de dile yeni kelimeler getirmiştir.
- İmparatorluk yerine millî devletin geçmesi, dil değişmesinde mühim amillerden birisidir. Milletin zaten asırlar boyunca kendi hayatını aksettirdiği kendi dili vardı. Halkçılık prensibinin benimsenmesiyle o canlı halk dili kısa zamanda yazı dili hâline gelmiştir. 1910’da başlayan bu hareket çok zengin bir edebiyat yaratmıştır.
Halka gidiş hareketi, cumhuriyet ile yeni bir şekil almıştır. Okulların köye girmesi, köylü çocuklarının eserler yazmaları, Anadolu’da kullanılan binlerce kelimelerin edebiyata geçmesini sağlamıştır.
Atatürk, bu arada bir de Dil Kurumu kurmuştur. Dilde daha önceki değişiklikler, yeni sosyal ve politik gelişmelerin tesiriyle olmuştur. Dil Kurumu, dildeki değişimi daha şuurlu, daha ilmi ve sistematik hâle getiren müessese vazifesini görmüştür. Ancak burada olumlu ve olumsuz yanlar vardır.
Osmanlı medreselerinde Türk dilini inceleyen hiçbir dal yokken cumhuriyetle birlikte Türk dili üniversiteler tarafından bir ilim dalı olarak ele alınmış ve incelenmiştir. Dil Kurumu, bilhassa taramalar vasıtasıyla çok faydalı eserler neşretmiştir. Dil Kurumunun müspet faaliyetlerinden birisi, Türkçeyi istila eden yabancı kelimelere karşı çok kuvvetli bir baraj kurmasıdır. Özellikle ilim terimlerinde Kurum mühim bir rol oynamıştır.
Bugünkü Türkçe, bütün bu tarihî oluşun neticesidir. Dilde hâlâ tarihî bir değişmenin içindeyiz. Fakat değişme asla eskiden kopma değildir. Dil, tıpkı bir nehrin akışı gibi gelir. Nehrin sularının çok eskiden gelmesine rağmen zaman içinde ona yeni maddeler de katılmaktadır. Bugünkü Türkçemiz- de bin yıllık kültürün getirdiği kelimeleri, Türk Dil Kurumunun yarattığı kelimelerle yan yana bulabiliyoruz.
Gevgilili: Dilin gelişiminde sözlü edebiyat ve oyun sanatlarının ayrı, özel bir yeri vardır. Sayın Özdoğru, hem bir tiyatro adamı hem de dil konularına ilgi gösteren bir yazar olarak Türkçemizin bugünkü durumunu, özellikle sahne sanatları yönünden nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özdoğru: Tiyatronun temeli dildir. Dile karşı duyarlılığı olmayan bir tiyatrocu iyi bir tiyatro sanatçısı olamaz. Her yerde iyi bir sahne oyuncusu o toplumun en iyi dilini de temsil etmiştir. Bugün tiyatro sanatçısı dil açısından büyük sorumluluk taşır, dilde öncülük görevi vardır.
Türk dili, IX. yüzyıldan başlayarak Arapça ve Farsçanın etkisiyle yapma bir dil olarak ortaya çıkmıştır. Tanzimat’tan sonra Türk tiyatrosunda güdülecek yolu çizen fiinasi, dilde tutulması gereken tek yolun halk dilini benimsemek olduğunu açık seçik ortaya koymuştur.
Ancak Müslümanlar aktörlüğe rağbet etmediklerinden sahne sanatları azınlık yurttaşlarına kalmıştır. Türkçe, bunların azınlık şiveleriyle konuşuluyor; “bayram” yerine “baryam”, “çıplak” yerine “çılpak” gibi söyleyiş yanlışlıkları yapılıyordu. Bu sırada, Menapizade Nuri Bey sahne dilini düzeltmeye çalışıyordu.
Özellikle Atatürk’le birlikte, Türkçenin sadeleşmesi hızlandırıldı ve kısa bir sürede uzun yollar alındı. Terimlerin yanı sıra yavaş yavaş aşınmaya başlamış olan ve halk tarafından benimsenmeyen kelimeler de değiştirildi. Bu yeni kelimelerin tutması için aşırı çaba gösterenler de çıktı. Ne var ki aşırılık gösterenler bir yerde denge sağlamakta yararlı oldular. Onlar sayesinde daha ortada bir yerde uzlaşmak mümkün oldu.
Tiyatronun görevi, yeni kelimeleri tanıtmak ve yerleştirmek değildir. Bu görev, televizyon gibi yayın araçlarına düşer. Özellikle gerçekçi oyunlarda yeni türetilen ve halkın henüz kullanmadığı kelimelerin kullanılmasına karşıyım. fiinasi tiyatroda kişilerin, kişiliklerine göre konuşması gerektiğini söylerken en doğru ilkeyi göstermiştir. Alışılmamış kelimeler, sahnede kullanıldığında halkta tepki yaratıyor. Bugün Türkçeyi çok iyi kullanan yazarların yanı sıra aşırı öz Türkçe kelimelerle dolu eserlerle de karşılaşıyoruz. Tiyatroda bu bir dengesizlik yaratır. Söz gelişi, fazla okuma yazması olmayan orta düzeyde bir kişinin “Tüm olanaklarımı kullanacağım, yepyeni bir yaşamım olacak örneğin.” diye konuşması gerçeğe aykırı düşer. Bunun yaşayan ve halk tarafından benimsenmiş Türkçesi “Bütün imkânlarımı kullanacağım, yeni bir hayatım olacak mesela.”dır. Halkın “mesela” yerine rahatlıkla “örneğin” dediği gün, bu kelimeyi de sahneye getireceğiz.
(…)
Gevgilili: Dilde özleşmenin sınırı ne olacaktır, Gökberk? Özellikle yeni kelime türetilmesi sırasında bazen görülen aşırılıklar için ne düşünüyorsunuz? Türk Dil Kurumu, dilde özleşmeyi nasıl gerçekleştirmektedir?
Gökberk: Türkçenin son 40 yıldır süregelen tarihsel gelişimi devam edecektir. Zira bilime dayanan çağdaş toplumun dili, yeni çağdaş bilgileri halkın kitlelerine aktarmak zorunluluğu ancak halkın öz dili ile gerçekleşebilir. Dilde yenileşme ve zenginleşmeyi, yeni terimler yaratmayı zorunlu kılan asıl itici güç, çağdaş bilgideki bu hızlı ilerlemelerdir.
İslam kültür çerçevesi içinde, Osmanlıca hiç şüphesiz bir bütündü ve başarıyla rolünü oynamıştı. Osmanlıca bir azınlığın dilidir derken geniş halk yığınlarına çevrili olmayışını kastetmiştim. Rönesans’a kadar Latince de Batı’da belirli bir grubun bilim ve haberleşme dili olmuştu. Ama daha sonra İngilizce, Fransızca, Almanca gibi ulusal diller evrensel bir dil olan Latincenin yerine geçmiştir. Aydınlanma Dönemini bu ulusal diller yansıtır ve Batı, gelişimini bu dillere borçludur. Bugün de bir “Aydınlanma Dönemi” içinde olduğumuzdan, insanlara yalnız maddi değerleri değil; kültür, sanat ve bilgi değerlerini de vermek zorundayız. Türkçe, böyle bir dinamik oluş içinde görevini yerine getire- cektir.
Türkçe bugün kendisini arama dönemi içindedir. Ancak bütün araştırmalarda olduğu gibi dilde de yanılmalar olacaktır. Bilim, yanılmalar içinde gelişmiştir. Söz gelişi, ışık için yüzyıllar boyunca doğru olmayan sayısız açıklama modelleri de ortaya konmuştur. İnsan kültürünün bir olayı olan dil de sürekli bir arama ve kendini düzeltme içindedir. Hele Batı dilleri gibi bir kültür dili ve geniş yığınlara de- ğerleri aktarma aracı olma çabasında bulunan Türkçe, bu kendini arayış içinde elbette birçok yanılmalardan geçecektir. Aranmanın uzun süreyi kapsayacağı inancındayım.
Burada yapılacak şey, çağdaş Türkçe için gerekli olan gereçleri hazırlamaktır. Özellikle çağdaş toplumların davrandığı geniş bilgi kadrosunu karşılayacak kavramlar yani terimler için sistemli, planlı çalışmalar gereklidir.
Türk Dil Kurumu, üniversitelerden farklı bir araştırma kurumudur. Üniversitelerin çeşitli işlerinin arasında yeterince araştırma imkânları sınırlıdır. Dil Kurumu, dil konusunu planlı, disiplinli ve sistemli bir şekilde ele alan tek kurumdur. Ancak dili yaratan ne Dil Kurumudur ne de üniversiteler; dilin ya- ratıcıları yazarlar, bilim adamları, düşünürler ve hayatın kendisidir.
Dil Kurumu, bugün uzmanlara danışarak her alanda sözlükler düzenlemektedir. Ancak bunlar sadece önerilerdir ve hayat bunları kabul edecek ya da etmeyecektir. En büyük yargıç odur, hayattır. Geçmişte birçok şey önerilmiş fakat tutmamıştır. Buna karşılık bazıları da tutmuştur. Hatta kurala ay- kırı kelimeler de tutmuştur. Demek ki dil bilgisinin yeni kategorileri, yeni metotlar geliştirmesi gerekiyor. Bu bütün dünyada da görülen bir olaydır.
Gevgilili: Sayın Kaplan, Türk dilinin 1970’lerdeki sorunları nelerdir ve bundan sonraki gelişimi için ne gibi önerilerde bulunuyorsunuz? Dilde geçmiş ile bugün ve gelecek birbirine nasıl bağlanabilir?”
Kaplan: Türkçe bugün üç büyük sorunla karşı karşıyadır:
- Çağdaş bilim ve teknolojinin gerektirdiği yeni terimlere karşılık bulmak, bunları yeniden yaratmak zorundayız.Bu konuda Türk Dil Kurumu ve Gökberk’in görüşleriyle birleşiyorum.
- Türk kültür dili, yüzyıllar boyunca oluşmuş bir dildir. Kültür dili de zamanla değişmiştir. Fuzuli, Baki, Nedim, fieyh Galip gibi büyük şairlerin dili artık anlaşılmamaktadır. Bu sanatçıları yok mu farz edeceğiz? Bunlar okunmazsa toplum nasıl millî benliğe kavuşacaktır? Bu noktayı ben de çözümle- miş değilim. Fakat kendi kültürümüzü reddedersek millî varlığımız ortadan kalkar, kendimize yabancılaşırız. Kültür dilini bilim dilinden ayrı düşünmek lazım. İşte bu noktada, Dil Kurumundan ayrılıyorum.
Hiç olmazsa son 50 yılda vücuda gelen eserlerin dilini, standart Türkçenin temeli olarak alalım. Türkçede vazgeçemeyeceğimiz eserlerin dilini değiştirmek doğru değildir. Sait Faik, Yahya Kemal, Cahit Sıtkı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dilini değiştirmek barbarlıktır. Yeni kelimeler türeterek eski eserleri anlaşılmaz hâle getirenlerin hiçbirisi aslında bu büyük sanatçıların seviyesine çıkamaz. Dil, hayatın, kültürün emrinde olmalıdır. Kültür eserlerinin yarattığı binlerce kelime feda edilemez. Dil Kurumunu yanıltan, kelimeyi “mücerret” olarak ele almasıdır. Oysa dil bilimine göre hiçbir kelime tek başına manalı değildir. Kelime ancak kullanıldığı cümlenin bağlantısı içinde bir değer ve anlam kazanır. Diyelim ki “vahdet” kelimesi tek başına atılabilir fakat Cahit Sıtkı’nın “Dünyamıza karanlık bir vahdet getiriyor.” mısrası içinde, Türk genci “vahdet” kelimesini bilmelidir. “Bilsen ben hangi âlemdeyim, sen hangi âlemde.” mısrasında “âlem” kelimesi Türkçeye girmiştir. “Müsavi” kelimesine Arap- ça diyebilirsiniz fakat “Yıldız ve rüzgâr payımız müsavi değil.” mısrası içinde ne kadar anlamlı ve ahenkli düşmektedir… Bunlar ve benzerleri Türk milletinin en büyük hazineleridir.
Öz Türkçecilik adına asırlar boyu yarattığımız kelimeleri atarsak çok ilkel bir millet hâline geliriz, ilimle kültürü beraber yürütmek lazımdır. Bilim ve teknik dilini yeniden yaratacağız fakat edebî eserlerimizi yani kültür dilini korumalı, dokunmamalıyız.
- Okul dili de çok önemli dildir. Bütün alanında en uygun öz Türkçe kelimeler, öte yandan ise kültür Türkçesinin güzel kelimeleri öğrenciye öğretilmelidir. Hayata mal olmuş tren, vapur, otobüs gibi kelimeler bin yıl çalışılsa da dilden çıkarılamaz. Türk Dil Kurumu ilmi esaslara dayanarak ve kendi görevi sınırları içinde çok faydalı şeyler yapabilir. Fakat 40 milyon insanın dilini bir bütün olarak değiştiremez.
İlim ve kültür dilini birbirinden ayırarak yeni bir hamleye girmeye taraftarım. Dil Kurumu bu yönde bir çağrıda bulunursa kendisi ile ihtilafa düşmüş üniversite öğretim üyelerini bile yanında bulacak, bu alanda büyük bir tarihi rol oynayacaktır. Ama Kurum, Türkçeyi en güzel kullanan sanatkârların dilini veya halkın dilini kaldırmaya girişirse bütün milleti karşısında bulacaktır. Sait Faik’in dilini öz Türkçeleştirmek, kültür düşmanlığıdır. Çünkü bir Sait Faik, Orhan Veli, Cahit Sıtkı, bir daha çıkaramayız. Bu noktada, Dil Kurumunun karşısındayım.
Yeni şairler halkın benimsediği güzel şiirler yazarlarsa o zaman onların dili de Türkçeye mal olacaktır. Fazıl Hüsnü Dağlarca ya da Behçet Necatigil’in kullandığı bazı öz Türkçe kelimeleri, sırf kelime olduğu için değil güzel mısralar olduğu için benimsiyorum. Sanatkârlar güzel dil kullanırlarsa öz Türkçe olsun olmasın, kullandıkları kelimeler kendiliğinden edebiyata girer. Cahit Sıtkı “Güzelsin ya, ne olursan ol gir hikâyeme” der ki bence en önemli şey de budur.
Sayın Gökberk’in de değindiği gibi hayat, gerçekten dilin biricik hakemidir.
Gevgilili: Sayın Özdoğru, Türkçedeki hızlı gelişimi ve bunun ilerisi adına getirdiği sorunları çözmek üzere sizin önerileriniz nelerdir? Dilde yenileşme ve anlaşma ne kadar başarılı olmuştur?
Özdoğru: Dil sorunu tartışılırken karşılıklı saygı ve içtenlik şarttır. Gökberk ve Kaplan’ın içten tavırları bu açıdan çok önemli ve değerlidir.
Yaşadığımız çağı anlamak için yazarların, öğretim üyelerinin, devlet adamlarımızın kullandığı kelimeleri anlamak zorundayız. Ne var ki bu kelimeler okullarda öğretilmediğinden, gençlerimiz çok dar bir kelime dağarcığına sıkıştırılmış durumdadırlar. Gençlerin bazıları âdeta bir kabile dili konuşuyorlar. Ne “halef-selef”i ne de bunların Türkçe karşılığı olan “öncel-ardıl” ı biliyorlar. Oysa düşünmek için kelimeler şarttır. Kelime azlığı, yalnız siyah-beyaz ikiliğinden ibaret dar bir hayat anlayışı doğuruyor; griler kayboluyor. Türk Dil Kurumu grilerin, yeni ayrıntıların bilinmesini sağlamalıdır. Söz gelişi, “muharebe” ve “harp” ayrı ayrı şeylerdir. Bizim dilimizde bu ikisinin de yerine “savaş” kelimesinin kullanılması, gerçeğin anlamını kaybettirir.
Buna karşılık, Batı’dan da bir yığın kelime geliyor. Öncelikle karşılığı olmayan yabancı kelimelere karşılık bulmalıyız. Bütün dünya milletlerinin kullandığı “pasaport” gibi Türkçede karşılığı olmayan kelimelerin karşılıklarının bulunması daha yararlı bir çalışma olacaktır. Dil Kurumu bu kelimeye karşılık “art yetişim”i teklif etmiştir. Belki tutulmayacaktır ama şu anda elimizde başka bir kelime de yoktur. “Sürpriz”, “suspence” gibi nice yabancı kelimelerin karşılığı daha bulunmamıştır. “Orijinal” ke- limesine karşılık olarak pekâlâ “özgün” kelimesi bulunabilmiştir. Dili bu yolla zenginleştirmeliyiz. Önemli olan, dili kısırlaştırmak değil zenginleştirmektir.
(…)
Gevgilili: Edebiyat eserlerinin dilde yenileşme sonucunda eskimesi başka ülkelerde de görülmekte midir, Sayın Gökberk? Türk Dil Kurumu, kültür ve edebiyat dili üzerinde ne kadar etkilidir?
Gökberk: Türk Dil Kurumu, tarihten kopmak bir yana eski eserlerde bağlantı kurmak yolundadır. “Divanü Lügâti’t-Türk”, “Kutadgu Bilig” ve Türkçenin öteki anıtsal eserlerinin yayınlanması, tarama ve derlemeler yapması, Türk Dil Kurumunun tarihin derinliklerine inme çabalarının parçalarıdır.
Türkçedeki hızlı değişim yalnız Dil Kurumunun işi değildir fiairi, bilim adamı, yazarıyla heyecanlı ve dinamik bir yığın genç insan her gün dile yeni katkılarda bulunmaktadır. Kültür dili, edebiyat dilindeki gelişmelere Dil Kurumu fazla karışamaz. Yazar ya da edebiyatçıya etkiyle bağlantı kurmasını Dil Kurumu öneremez. Bu; okullara, eğitime düşen bir görevdir. Bir toplum, dününü elbette unutmamalıdır. Biz de bundan yanayız. Büyük zevk ve değer vererek okuduğumuz dünün büyük eserlerinin birdenbire eskimesi hazin bir şeydir. Ama edebiyatta eskime, dünya kültür tarihinin bir kuralı gibidir. Söz gelişi, Alman edebiyatında da eski, orta ve yeni Almanca dönemlerine ait eserlerin dili birbirinden çok başkadır. Türkçede günümüzde tadına kolay varılamayan eski edebiyat eserlerini, giderek Hâşim gibi yakın yılların bir sanatçısını anlaşılır ve yaşanır duruma getirmek de eğitime düşen bir görevdir. Bunları unutturmak ya da unutturmamak, Dil Kurumunun elinde değildir.
(…)
Gevgilili: Türk dilinin günümüzdeki durumu üstündeki tartışmalar, şu gerçeği ortaya koyuyor:
- Tanzimat’tan bu yana Türkiye’nin milliyetçilik ve halkçılık ilkeleri çerçevesinde geçirdiği değişiklik, Türk dilini de halkın anlayacağı daha yalın bir niteliğe kavuşturmuştur. Günümüzde tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında bulunan Türkiye’ye sanayi toplumlarına özgü akılcı, bilimsel dünya görüşü yeni kavramlar kazandırmaktadır. Bu dilde, zenginleşme ve yenileşmenin önümüzdeki dönemlerde de süreceğini gösterir.
- Dilde yenileşme, dünün edebiyat eserlerini eskitmekte ve bir kültür kopukluğu yaratmaktadır. Dünü, bugünü ve yarını birleştiren dinamik bir kültür ortamı yaratmak, millî eğitimin görevidir.
- Türk Dil Kurumunun günümüzdeki ilk görevi, teknolojik ve bilimsel ilerleme dolayısıyla Türkçeye dıştan akmakta olan yabancı terimlere Türkçe karşılıklar araştırmaktır. Bilimsel çalışmalarıyla Dil Kurumu önemli görevler gerçekleştirmektedir.
By Bilge Tonyukuk Enstitüsü zaman: Aralık 22, 2018