Levent Ağaoğlu: Hocam Dravitleri biraz açabilir misiniz?
Mehmet Akif Okur Prof: Levent bey bölgeyi çok iyi yakından takip eden, uzun yıllar Uzakdoğu’da sahada bulunan bir isim, yalnızca kitabi olarak uzaktan takip eden değil de, Asya‘nın kokusunu bilen bir isim.
Dravitler, Hindistan‘ın ana bileşenlerinden bir tanesi. Hindistan‘ın kök etnik kompozisyonu ile ilgili çalışmalara bakıldığında bir Hindu çoğunluk, ama bazı hesaplamalara göre belki bazılarına göre daha fazla bir Dravit nufus var, onu tam tespit etmek çok mümkün değil. Bu nüfusla Proto Türkler, Ön Türkler, Sakalar, İskitler, Türk tarihinin ilk evreleri arasında ilişki kuran bilimsel teoriler var. Bu da tabii anlamlı bir ilişki. Bu mesele üzerinde çalışma yürüten Türk bilim adamları da var.
Benim bu akademik çalışmalarla ilgili söyleyeceğim şöyle bir şey var biz araştırma şeklimiz ile ilgili bazı değişiklikler yapmalıyız kanaatımca. O da şu Türkiye son dönemde alan uzmanlığına önem vermeye başladı. Çok doğru, yani farklı bölgelere yüksek lisans ve doktoraya öğrenci götürüyoruz. Ama fiilen burada şöyle bir sorun var. Mekanizmanın işlemeyen bir kısmı var. O da şu.
Mesela bölge dili için diyelim Hindistan’a gönderdik ama İngilizce yüksek lisans veya doktora yapıp dönüyorlar ve bölge dili öğrenilmiyor. Bu tabii gençlerimizin suçu değil, oradaki akademik kuruluşlar da buna bazen imkan vermiyor, yeni düzenlemeye ihtiyacımız var bana göre, o da şöyle. Ana bölgelerle ilgili güçlü araştırma enstitüleri kurup, araştırma sahada araştırma bursu vermeliyiz öğrencilerimize, yani nedir bu, bursu gidip tayin edilmiş Hinduca kursunda Hinduca öğrenmek için almalı, sonrasında da diyelim mesela Dravitlerle ilgili araştırma yapacak veya işte oradaki Türk nüfusunun bakiyeleri ile ilgili folklorik araştırma yapacak, mimari araştırma yapacak, o araştırmayı fonlamalıyız, ama yerine gidecek ve yerinde araştırma yapacak.
Şimdi bizdeki doktora çalışmalarının çoğu ikincil kaynaklar üzerinde yorum ve analize dayanıyor. Ele kalem kağıt alıp kişilerle görüşme bunun yöntemlerini de çokça öğretmiyoruz, sahaya inmek, dolaşmak, ayakkabı eskitmek, tanımak, anlamak. Bunlar Türkiye’nin artık ihtiyaç duyduğu bilgi için çok önemli, çünkü kurulu paradigma yani biz şu anda sosyolojide şurada burada batı paradigması içindeyiz, bir değişim olmadı Akademide.
Ama siz kendi gözünüzle Asya‘yı yorumlayacaksanız bu paradigmanın üzerini örttüğü, görmediği bilgiye ulaşmalısınız, bunun bir boyutu teorik, bir boyutu da pratik, sahada sahaya dokunarak bilgiyi çıkarmalısınız, sözlü tarihe gitmelisiniz, konuşturmalısınız, dinlemelisiniz, anlayıp sentezlemelisiniz, orada bulduğunuzu buraya getirmelisiniz, o yüzden iyi düşünülmüş bir sistemdir, alan uzmanlığının teşvik edilmesi, ama fiiliyatta mesela İskandinavya‘ya öğrenci göndermişsiniz, ben danışmanlık şeylerinden biliyorum, diyor ki üniversitede bize şu konuyu çalıştırtmıyorlar diyor, mesela İskandinavya çalışmak istiyorum diyor, onun için biz göndermişiz, danışmanların tamamı reddediyor, sen Türkiye çalış yani Türkiye’nin Ortadoğu politikasını çalış İskandinav Üniversitesi’nde biz bunu tez olarak kabul edelim.
O zaman ne oluyor bizim alan uzmanlığı için ayırdığımız kaynak boşa gidiyor, o zaman ne yapmak lazım. Burada bir İskandinav Enstitüsü kurmak lazım, doktora programında burada kayıtlı olacak, buradaki tez konusunu araştırmak için İskandinavya’ya bursla gidecek, dil için gidecek. O kuruluşlarla bu araştırma konuları üzerinden ilişki kurmak lazım, ilişki modelini değiştirmezsek kaynaklarımız bizim murat ettiğimiz, ayırdığımız kaynaklardan murat ettiğimiz sonucu alamayacağız bir çok bölge ile ilgili.
Çok birşey yapmak isteyen bir genç nüfus var ama buna biz uygun sistemi kurmalıyız ve bundan da gocunmamalıyız, yani eksikliği gördük hemen değiştirebilmeliyiz.