Yazar: Adnan Şur
https://www.youtube.com/@adnansurilekitapsaati7063
ÖĞRENCİ
İsteğim bilgili olmak. Yer yüzünde ne varsa öğrenmek. Göktekileri yeterince kavramak, bilimi doğayı anlamak.
MEPHISTOPHELES
Doğru yoldasınız öyleyse dağıtmayın eğlencelerle kendinizi.
GOETHE- FAUST
İnsanlığın tüm tarihinde “bilgi” denilen şeyin ortaya çıkmasıyla beraber insanın rahatı da ortadan kalkmıştır. Eski bir söylenceye göre insanların rahatına düşman bir tanrı tarafından bilgi Mısır Tanrılarından çalınıp, Yunan Tanrılarına verilmiştir. Antik çağdan günümüze en yoğun tartışılan şey bilgi olmuştur. Çünkü bilgi üzerindeki bu tartışmaların amacı hep gelecekte “İyi bir yaşam kurmak” düşüncesi olmuştur. Genel anlamıyla bilgi öznel ile nesnel arasındaki ilişki sonucu elde edilen zihinsel bir birikimdir. İnsanın bütün uğraşlarıyla bulunduğu nesnel dünyanın kendisi ile arasındaki düşünsel üretimdir. Bilginin genel tanımı yapıldığında belli başlı üç kriter vardır: özne-nesne-bilinç ilişkisi. Özne bilinçli varlık olarak insanın kendisidir. Nesne ise, bilinçli varlığın algıladığı yeni bilinen her şeydir. Yani nesneler dünyasında tarihsel materyaller dil, yazın belgeleri, matematik problemleri, hatta insanın kendisidir. Sosyal ve ekonomik fenomenlerin bütünüdür. İlişki ise bunlar arasında kurulan bağlantılardır. Fakat özne bilmeye çalıştığı nesnel dünya karşısında ilgisiz kalmamıştır. Özne-nesne arasındaki ilişki felsefenin, sanatın, edebiyatın, yani bu bilgi üretimlerinin ortaya çıkmasını bilginin ne olduğunu ne anlama geldiğini insanlık rahatını bir tarafa bırakarak bir disiplin olarak bu bilgileri kendi önüne koymuştur.
*İnsanlık tarihinde kitap okumanın ve bilginin önemi üzerine en güzel vurguyu yapanların başında Bacon gelmektedir. Bacon, bundan birkaç yüzyıl önce bilginin önemi üzerine yaptığı değerli tespitler bugün için aynen geçerlidir: “Okumak olgunlaştırır, konuşmak ustalaştırır, yazmak ise bilgiyi somutlaştırır. Tarih bilinci insanı bilge kılar, şiir iç zenginliği, felsefe ve mantık ise yaşamı ve konuşma ustalığını öğretir.” Demek ki insanlığın düşünsel biçimi üç temel üzerinde yükselir: Düşünce, konuşma ve yazı buna tefekkür diyebiliriz. Bu üç temel şey arasında hem öznenin kendi iç birikimi, hem de özenin öneme aldığı şeylerle olan iletişimi açısından bütünleştirici ilişkisi vardır. Öznenin kendi iç dünyasına ancak kendi öznel şartlarıyla sınırlandırılmış zihinsel bir serüvene çıkmasıdır. Düşüncenin öznenin iç dünyasında oluşarak birikmesi bunun aktif bir konuşmaya dönüşmesi, öznenin özgür bir şekilde muhataplara ulaştıracağı bilgiyi dil mekanizmasıyla araçlarını kullanarak aktarır. Bu aktarımda fantezilerin kelimelere aktarılması düşünce kalıpları içerisinde elde edilen bilginin bir düşünce gücüne dönüşerek muhatap aldığımız nesneler dünyasına aktarılır.
*Burada anlatıcının farkı aktif olmasıdır. Edilgen ise dinleyicidir. Edilgen aynı zamanda pasif bir dinleyici değildir. Onun özelliği aktif bir konuşturan olmasıdır. Çicero deniz dalgalarını muhatap almıştır. Bu durum Çicero’da konuşma ve hitap etme becerilerini geliştirmiştir. Sözgelimi burada özne bir ormanı, kayalıkları ve ya bir çiçeği, bir ırmağı muhatap alabilir. Bilgimizi hitaba dönüştürmek için bir muhataba bir ötekine ihtiyacımız vardır. Yoksa bilgimiz kendi başına kaldıkça hiçbir anlama dönüşmeyecektir. Bu nesneler dünyasında farklı bilinçlerin, kültürlerin karşısında bilgimizi paylaşarak aktaracağımız ötekini bir konukseverlik içerisinde kabullenmeliyiz. Bu aynı zamanda otoriter zihniyete, ön yargıya, tek boyutluluğa, zorbalıklara konukseverlik duruşumuz bir tavır almaya dönüşecektir. Descartes’ın popülerleşmiş bir sözü: “Düşünüyorum öyleyse varım.” Bu sözü şöyle dönüştürebiliriz, okuyorum öyleyse varım. Okumanın karşısında insanın bir varlık olarak kendisini duyumsaması yadsınamaz bir gerçekliktir. Tabii ki burada nasıl bir okumadan söz edebiliriz: popülist okuma değil. Bilginin bilgisini veren tutarlı, üretken okuma, varoluşumuza sebep olacaktır. Okumak yaratmaktır birazda yaşamak ve ölmektir. Özellikle nedensiz değildir söz konusu ölmek. Bedel ödemeden ölmez insan. Bir varlığın yerine başka bir varlığı koymak yok etmektir. Onun için kuşkusuz bir ölmek sanatı vardır. Bu sanat sahiplenici ile sahiplenen arasındaki ikilemi yıkarak bizi bir yaşayan gerçeklik haline dönüştürür. İşte insan ödeyeceği bedel karşısında baş kaldıran okur olabilir. Okur İnsan bir başkasını gerçekleştirmek için egosantrik (Ben merkezci) yanından uzaklaşması gerekir. Hiçbir şeyden kötü yönden etkilenmeyecek gibi görünen, tasadan, endişeden uzak bir dinginlikle yavaş yavaş bir varoluşu belirginleştirir. Bu varoluşun kendi mantığı kendi üstünde yoğunlaşmasıdır.
*Okumak bireyin yaşamında içine düştüğü bunalımlardan analizler yapması yaşamın getirdiği tıkanmaların önünü açmasını yaratıcılığını iyileştiriciliğini tıpkı doğru vitaminle, proteinle, mineralle beslenmek nasıl ki insanı sağlıklı kılıyorsa, doğru ve sağlıklı okumanın insan beynine kazandırdığı sağlıklı bilgide aynen vitamin, protein, mineral gibidir. Burada Ovideos’un incelikli bir sözünde, kitapların insanın sağlığı için önemli bir iksir olduğunu ne güzel ifade etmiştir: “Kitaplar aklın ilacıdır.” Kapitalist uygarlığın yarattığı hastalıklardan, yıkımlardan, yozlaşmalardan, çürümelerden insan kendisini arındırmak için değişiklikler yaparak bu değişikliklerden birincisi yaşam tarzını ve diğeri ise düşünme kalıplarını değiştirmektir. Bu bağlamda insanın karşılaştığı zorluklara çözümleyici cevaplar bulmak için kendisine olan ilgiyi artırır. Bu durumda insanın alt beni olan paradigması harekete geçer. Paradigmalar insanın kendisindeki beğenmişlik, açgözlülük, budalalık, hırs ve ihtiras gibi bozukluklar psikanalitik bozukluklar değildir. Bunlar ancak kendi çıkarını gözetmeye ant içmiş bir uygarlığın egemen yanılsamalarıdır. Paradigmamız, bir başka deyişle olaylar, durumlar ve kişiler arasında tavır alışın fotoğrafını belirleyen kişilik anatomimizdir. Burada paradigmamızı doğru kanalize etmek için, doğru okumalar yaparak sağlıklı bilgi vitamini ile besleyerek yönümüzü doğru belirleyecek pusulamız olacaktır.
*Platon, insanın bilgi severliği yanında, para sever ve güç sever yanını da işaret eder. Bilgi erdemi simgeler, para ve otoriter güç ise daha çok erdemsizlik üzerine kuruludur. Kötülük iyiliğe göre, bencillik, erdeme göre daha çekici olduğu muhakkaktır. Böylece birincilerin pratikte daima yürürlükte olduğu, ikinciye galip geldiği sosyolojik bir gerçek halini almış bulunuyor. Öyle olmasaydı Kafka’nın ünlü “Değişim” adlı eserinde anlattığı gibi bir aile içinde yaşayan ve ailesi için eve gelir getirirken, rağbet gören, el üstünde tutulan evin biricik oğlu Gregor Samsa bir sabah böceğe dönüşünce kendi ailesi tarafından vurulup ölüme terk edilebilir miydi? Bu insan oğlunun yarar ve çıkar karşısındaki eylemini simgelemek açısından ibret verici bir örnektir. İngiliz siyaset bilimcisi Thomas Hobbes’un “İnsan insanın kurdudur” deyimini bile gölgede bırakıyor. Böylelikle insanın yararsız bir yaratığa dönüştüğü takdirde kendi kardeşi bile ona düşmandır. Burada kapitalizmin insanı nasıl kirlettiği, insanı kendi beninden kopartıp kişiliğini pazara düşürmesi insanı kum tanesi gibi küçülterek kendiliğinden olan bir şey değildir. Bir kültürün, bir bilginin, bir eğitimin insanı bu dramın batağına gömmüştür.
*Herkes bir şey ister ama bazıları daha fazla ister. Rousseau “İnsan en doğal haliyle insandır” der ve çıplak haliyle doğal insanı toplumsal insanı anlamak için bir başlangıç noktası olarak kabul eder ve çıplak haliyle doğal insanı anlamak için onu bir araç olarak kullanır. Böyle bakınca insan kültürlendikçe, bilgi yüklendikçe yani kısacası sonradan öğrendikçe “insanlıktan çıkar” insanlıktan çıkmanın bugünkü yargılarımızla pozitif ve negatif sonuçları vardır. Diğer bir deyişle insan öğrendikçe insanlığından çıkabileceği gibi daha da insanlaşabilir. Bu bağlamda insanlaşmak ya da insanlıktan çıkmak adeta yarı yarıya insanın elindeyken bir o kadar da elinde olmayan koşulların etkisi altındadır. Herhalde eskiden beri bazı filozofların ve psikologların “insan iyiliklerin ve kötülüklerin toplamıdır” derken vurgulamak istedikleri şey bu olsa gerek. Demek ki, insan okudukça bilgilendikçe kendi içinde bir kişilik çözümlemesi yaşar. Sözgelimi Herman Hesse “Bozkır Kurdu”nda insanın içinde insanlaşmış yanıyla bir de kurtlaşmış yanı vardır. insanlaştığı zaman kurt yanını, kurtlaştığı zaman insanlaşmış yanını seyrederek hüküm verir, pusuda bekler. Çok az zamanlarda bu iki yanı barışık duruma geldiğinde güç kazanıyor. İnsan kendisini ısıran şeyin sadece kurt olmadığını içinde ayrıca tilki, ejderha, kaplan, maymun ve cennet kuşu da oturduğunu görmüyor. İçindeki gerçek insanın, sahte insan tarafından ezildiğini mahpus tutulduğunu fark edemiyor. İnsanın insanlaşan yanıyla bir de hayvanlaşan yanı vardır. Bu yan kurtsa sorun yaratıyor. Başka (tilki, maymun, balık, yılan, cennet kuşu, kaplan) hayvansa sorun yaratmıyor. Bazen insanların başarıya ulaşmalarına mutlu olmalarına yardımcı bile olabiliyor bu yanları.
*Bugünün insanı korkunç sayılabilecek bir bilgi bombardımanının altında yaşamaktadır. Bugün kendisine verilen bilgi onu tam cezbederken bunun üzerinden belki yirmi dört saat geçmeden yeni bir bilgi önüne sürülerek bir önceki bilginin hiçbir özelliği kalmamaktadır. Böyle hızlı bir bilgi akışı içerisinde İnsan zihni bir çöplüğe dönüşmüştür. Bugünün iletişim aygıtları (televizyon, sinema, müzik, edebiyat) insanın beynine her tür şeyi ekip biçebileceği bir tarla haline dönüştürmüştür. Halbuki gerekli olan nitelikli okumak; insanın içinde geniş bir yer açabilmelidir. Bu açılan yerde oturup derin bir soluk almalıdır. Bu içinde ya açtığı yerde eğer bir su birikintisi varsa, bu birikintinin önünü açıp ırmaklara kavuşmasını sağlamalıdır. Eğer bir yerde gök çökmüşse ellerimizle yukarıya iterek düzeltmek. Okumak insana kendi içinde kendisini görmesine, kendi içinde seyahatlere çıkarmalıdır. Bütün iyi kitapları okumak bu eserlerin yazarı olmuş, geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla sohbet gibidir.
*Kaliteli okumanın tinsel hayatımıza oynayabileceği hem temel, hem de sınırlı rolünün en güzel özelliklerinden biri budur. Yazarın bilgeliğinin bittiği yerde bizimkinin başladığını çok iyi hissederiz. Bilgi sağlığı açısından insan nasıl bilgisiyle mutlu olabilecek ve bilgi sağlığı bozulan toplum sözcüğü yalnızca tıbbın “Tekelinde olan bir araştırma alanı değil.” Ruhbilimin, sosyal psikolojinin, insan bilimlerinin ve felsefenin de ilgi alanıdır. Böylece Nörolojinin, biyolojinin de sorgulayıcı alanına girmektedir. Bilgi kendi başına durduğu sürece ne yararlıdır ne de zararlıdır. “Bilgili olmak da olumlu bir insan özelliğidir.” Önemli bir sorunsal olarak nasıl olmalıdır ki bilgi bizi insan gibi insan haline getirecektir?” “Sağlıklı bir insan olmamıza nasıl katkıda bulunacaktır?” Öğrenmeye geçiş yaptığımız zaman yaşamla ilişkimizi olumlu yönde geliştirecek, dirençli, sabırlı, huzurlu olabileceğimiz ve yüzleştiğimiz sorunları yılmadan cesurca üstesinden gelmeye çalışabileceğimiz bilgilerle ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? Mesela çokça kitap okumak, çok da bilgi edinmek bunun oburluğuna kendimizi teslim etmek değildir. Edindiğimiz her kitabı okumanın bilgilerimizi eleştirmeden, irdelemeden, onlara seçenekler sunmaya uğraşmadan hayatın neresi aydınlanabilir ki? Yaşadığınız çağda, bilgi sağlığı bozuk insanların hızla çoğaldığı bir zamandayız. Bunu en güzel ifade eden Ahmet İnam’ın şu satırlarıdır:” Bilgi sağlığı bozuk insanlar, kolayca aldatılabilir, yönlendirilip, etki altında bırakılabilir. Bilgi sağlığı bozuk insanlar bilgiyle mutsuz, bilgiyle kaygılı, bilgiyle yılgın, çökkün, sabırsız, kıskanç, kafası karışık, birisiyle zayıf iradeli, bilgiyle mızmız insanlarıdır. Elbette, kibirli bilgiyle kasıntılı, kendini beğenmiş edepsiz, ölçüsüz, dengesiz, bilgiyle kaba küçümseyici insanlar da vardır.” Papağanlar gibi bilgiyi körü körüne edinip soru sormayan eleştiri yapmayanlar başarısızdırlar.
*Okumak bizim için büyülü bir anahtardır. Bizim, içimizdeki derinliğine nüfuz edemeyeceğimiz yerlerin kapılarını açan, yol gösterici olduğu müddetçe yaşamımızdaki rolü kalıcıdır. Okumak insanın kendine giden aklının ucundan geçmeyen yolları bulmasıdır. Burada kastedilen okuma elbette yarışma programlarının o klişeleşmiş popüler lafı “boş zamanlarınızda ne yaparsınız?” Budalalığına verilen yanıttaki türden bir okuma değildir. Yada son yıllarda kitaba biraz bulaşmış her yaştan insanı bir salgın gibi kuşatan ve evlerindeki kitaplığını elli altmış kitaba indiren ucuz ve çok satan “korsan kitap” okumaları değil. Burada bestseller kitaplar yani diğer adı çöp kitaplar, bir kez okunduktan sonra çöpe atılacak ve bilgisizliğin bilgisini veren kitaplardır bunlar. Tüketim toplumu bu alanda bir moda evinde kendine; insanlara sığlığını derinlik gibi gösteren, bir günde bitirilip iki günde unutacağı zamana yayılmış iletişim aygıtlarınca dayatılan değerler bütünü tıpkı bir dişi kanser gibi çoğalarak dünyayı kuşatmasına benzetebiliriz. Sorgulanmayan değerlerin çoğaldığını görüyoruz ve öyle bir yayılıyor ki, giyim, kuşam, edebiyat, müzik gibi birçok alanda bunun yanılsamalarını görüyoruz. Bunlar haz verici bir şekilde dayatılıyor, insanları incitmeden ve sonuçta buradan tek tipleşen ve aynileşen insan yığınları küresel bir projedir.
*Aslında kastedilen asıl okuma, okurun neredeyse hücrelerine kadar nüfuz edeceği İnsanın bütün benliğini kuşatan bir okuma olmalıdır. Yazılanların halka halka genişlediği, bilgi sahibi oldukça insan da boşluklar yaratan her Kitap yeni bir coşku ve sorumlulukla başka kitaplara yönelmesini sağlayan zamanı bir panik halinde yaşatan okumadır. Öğrendikçe bileceği yerde şaşkınlığını büyüten ya da insanı bir gizemden kurtarırken binlerce yeni gizemin kapılarını aralayan, insanın kısacık ömrüne bütün bir insanlık tarihinin o dehşetli macerasını bütün zamanlar tarihindeki acılarını insan yapısına sığdıran akıl almaz bir çoğalma olmalıdır. Her türlü baskıyı, korkuyu, otoriteyi tek bir cümlede gülünç aptal ve zayıf kılacak bir güç ve gönül yüceliği yaratmalıdır. İnsan bir bilgi palyaçosu olabilmelidir. İnsan doğasında sevgiden daha güçlü bir enerji bulunmaktadır. Bu enerjinin adı kin, öfke, nefret enerjisidir. İnsan bu enerjisine sahip çıkmak zorundadır. Çünkü bu enerjiyi kendimizi ve dünyayı değiştirmekte kullanmalıyız. Yoksa en basit kişiselliklerde olura olmaz durumlarda küçük hesaplarda kullanırsak felaketler doğmasına sebep oluruz. Söz gelimi nasıl ki birinin tavuğu birinin tarlasına girerse ve bunun üzerinde başlayan sürtüşmeler, vurmanın vurulmanın sonucunda facialar yaşanıyor çünkü bu durumlar İnsanın içine düştüğü cehaletidir. Öfke, kin ve nefret enerjinizi doğru yönlendirebilmek için birey ve toplumun kendisine vereceği nitelikli eğitimle sonuçta bu enerji doğru yerlerde doğru zamanlarda kanalize edilecektir.
*Dostoyevski, insanı ele alırken olağan insanlar ve olağan dışı insanlar diye iki ayrı açıdan bakmıştır. Olağan insanı şöyle anlatmaktadır:” Olağan insanlar yer içer neslin devamını sağlarlar. Ama asla, mutlu ve başarılı olamazlar. Çünkü bunlar korkaktır bu nedenle riske girmezler. Riske girmeyince acıyla da karşılaşmazlar acıda çekmezler. Acı çekmeyenler mutluda olamazlar. Oysa olağan dışı insanlar büyük riskler yüklenirler ve büyük acılar çekme potansiyeline sahiptirler. Bu yüzden büyük mutluluklar büyük acılar yaşarlar; büyük başarılara ulaşırlar. Olağan insanların elinden gelse kıskançlıklarından ötürü bu olağan dışı insanları asarlar.” Gerçek manada Sokrat bir olağan dışı insandı. Onun şu önemli vurgusu bizleri yüreklendirmektedir:” Ben insanlara haksızlık yapacağıma haksızlığa uğramayı tercih ederim.” demiştir. Çünkü hayatında haksızlık yapanın haksızlığa karşı bir davası olamaz. Ancak haksızlığa uğrayanın haksızlığa karşı bir davası olur. İnsanı olağan dışı insan olmaya aday yapacak bilgilenerek kendi içinde aydınlanarak yaşayacaktır. Bilgi insanı köşeye sıkıştıran, insanın canını acıtan, insanı silkeleyen bilginin tadı da “acıysa” bu acılığa katlanmalıdır. İnsan bu “acı bilginin” efendisi olması için çalışmanın kölesi olması gerekir.
*Popüler kültürün galebe çaldığı bir zamandayız. Burada, nitelikli ve niteliksiz okur olmakla karşı karşıyayız. Günümüz insanının ne okuyup okumayacağını, kime benzeyip benzemeyeceğini, kimi sevip sevmeyeceğini, kimden nefret edip etmeyeceği, nasıl yaşayıp yaşamayacağını ekranın büyüsüne aldanarak kendini kurgulamaktadır. İçinde bilgi değeri olmayan insanı “edebiyatın geçmişiyle geleceği” arasında götürüp getirmeyen kitaplara yönelmeler niteliksiz okur kitlesini yaratmıştır. Nitelikli okur kendini bilendir. İnsanlığın geleceği hakkında kuram yapan, edebiyatın geçmişi ile geleceği arasında yolculuklar yapandır. Bu bağlamda Hilmi Yavuz’un önemli vurgusu nitelikli okur olmaya ışık tutmaktadır: “Dünya kurmaca ise bunu edebiyat kitaplarından öğrendim, dünya gerçeklik ise bilim kitaplarından, dünyanın us olduğunu felsefe okuyarak, imgelem olduğunu şiir okuyarak öğrendim. Dünyanın bellek olduğunu bana öğreten de tarihtir.” diyor.
*On ikinci yüzyılın sonlarından başlayarak kitap ticari bir meta olarak kabul görmeye başlandı. Değerlerini tefecilerin onları paraya karşılık kabul etmelerinden belliydi. On beşinci yüzyıla gelindiğinde ticari açıdan önemli fuarlar kurularak (Frankfurt ve Nördlingen fuarları) alım satım malları olarak görülmüştür. Fransız devriminden sonra lordların, soyluların özel kütüphanelerine el konulduktan sonra ulusal kütüphaneler kuruldu. Bu kütüphanelerden yararlanmak oldukça zora sokulmuştur. Okuma sürelerinin kısa tutulması, özel giysiler şart koşulması halkın ulusal kütüphanelerle bağlantısı kopmuştur. Böylelikle kitaplar tozlu raflarda çürümeye, rutubetli ortamlara, farelere teslim edilmiştir. 1800’lü yıllarda Paris Üniversitesi’nde matematik profesörü olan Kont Libri, okumaya ve kitaba olan tutkusu aynı zamanda onu tarihin en büyük kitap hırsızı yapmıştır. Libri’nin yaşadığı dönemde büyük kütüphanelerden çaldığı kitapları topluma kazandırdığı için bir takım politikacılar tarafından, yazarlar, aydınlar tarafından desteklenmiştir. İnsanı kitap çalmaya iten şey, kitap açlığı bilgi açlığıdır. Çaldığı kitapları okuyarak ve okuduğu kitaplardan edindiği bilgiyi yanı başındaki insanla paylaşıyorsa değerli bir davranıştır. Söz gelimi, midesi aç olan bir insan fırından bir ekmek çalarak hem açlığını gidermek hem de kendisi gibi yanı başında aç birisiyle paylaşması kadar güzel bir şey olamaz. Zaten kitap kurtlarının birçoğunun hayatında biri birbirinden ilginç kitap hırsızlıkları vardır. Yazar Cem Akaş, nasıl bir kitap hırsızı olduğunu bir kitabında cesurca anlatmaktadır.
*Okuyan insan kendi kendine bir dünya kurar. Yaratılan güzellikleri kendi yarattıklarıyla birleştirir. Sanatçıyla insan arasında sonsuz dostluk böyle kurulmuştur. Dünya edebiyatının büyük yaratıcılarından Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Zola, Stendhal, Shakespeare yaşadıkları çağda bugün yazmışlardır. Budala, Hamlet, Diriliş ve daha niceleri yarattıkları yaşam kurgusu ve kişilikleri bugün bile yaşanmaktadır. Örneğin Hamlet’i okuyan insan Hamlet’teki yaratıcılığın ayrımına erdiği için sevmez. Yalnızca Hamlet’in çağrışımlarıyla, kendi içindeki Hamlet’i yarattığı için ilgi duyar. Bir resim içinde, bir müzik parçası içinde aynı durum söz konusudur. Van Gogh’u bilen insan onun resimlerinin tüm oluşumunu yerleştirmiştir içine. Bu bir kişilik kavrayışıdır. İster istemez Subert, Çaykovski, Bethoween, Mozart içinde bu böyledir. Onları dinleyen onları yaşamayı seçmiştir.
*Tarihi süreçte kitaba uygulanan yasaklama, sansür, değişik biçimlerde görülmüştür. Devletin yasaklayıcı gücünün uyguladığı yasak ve sansürden daha ilginci bugün kitap evlerinde yaşanmaktadır. Burada kuşkusuz kitap evlerinde kitabı bilen, bilinçli görevlilerin olmayışı ciddi bir sorunsal. Sözgelimi gelen bir kitap okurunun bir kitap hakkında görevliden bir değerlendirme yapmasını isterken kitaplar hakkında bihaber olan görevli garip garip okurun yüzüne bakarak ya bilmiyorum veya abuk subuk ifadeler kullanarak işin içinden çıkmaya çalışmıştır. Yine görevlinin yaptığı en vahim işlerden biri, ilk kez kitap okuyacak yeni bir okur adayına niteliksiz, bilgi değeri olmayan medyatik kitaplar önererek değerli kitapları gözden uzaklaştırıp yanlış yönlendirerek değerli kitaplara karşı bir tür yasak ve sansür uygulamıştır. Bu durum karşısında bilinçli, ayakları yere sağlam basan bir kitapçı nasıl olmalıdır? Bilinçli aydın kitapçı buluştuğu okura bilinmeyen, üzerine ölü toprağa atılmış değerli kitapları gün yüzüne çıkararak ona doğru yönü gösterecek bir pusula olmalıdır. Aynı zamanda böyle bir kitapçı her kitap hakkında okurun bilgi edinebileceği bir kitap kılavuzudur. Usta kitapçının okurun hayatına koyacağı kitaplar o okuru doğru bilgiyle buluşmasını sağlamalıdır. Bu durum zararlı kötü kitaplara uygulanacak yasaklama ve sansür olmalıdır.
*Bilgi, bilinç bir insanın lisanı demektir. Bu lisan insanın yaratıcılığının oluşumunda ve gelişiminde varoluşunda belirleyici unsursa, insanın ve insanlığın tarihinin mutlaka bilinçsizlik kutbundan alıp bilinç kutbuna götürmelidir. İnsanı, sürü insan olmaktan kurtarıp bir dava ve eylem insanı olmayla birleştirmelidir. Bilinç aynı zamanda bir uyarandır. Nasıl ki müzikte ses bir uyaran işlevini yapmaktaysa tabii ki çıkan her ses bir müzik tanısı değildir. Müzik sesini meydana getiren titreşimlerin düzenli değerlerinin bir ritme dönüşmesidir. Örneğin kemanımızın tellerini ses olarak kabul ettiğimiz notaları verecek şekilde akort edeceksiniz ki konçerto çalabilsin. Kemanın, keman olabilmesi için keman gibi düzenlenmesi gerekir. Beynimizin de insan beyni gibi düzenlenmesi gerekir ki düşünce üretebilsin. Beynimizin bilgi üretme işlevselliğini sağlayacak felsefe, tarih, edebiyat, psikoloji ve aynı zamanda önemli süreli yayınlar okuyarak çok renkli bir okuma yaşamıyla bilgiyi doğru biçimde beynimizde dosyalayarak arşivlemeliyiz. Bu kaliteleri kendimizde kurarsak oto didaktik bir yapıya erişmiş oluruz. Bulunduğumuz bu coğrafyada tartışma kültürünü doğru bir şekilde yapılmadığını ve tartışmanın sadece birinin diğerinin üzerinde hakimiyet kurması, elindeki bilgiyi bir şiddete dönüştürmesi, kendini haklı çıkarmak ve karşısındakini haksız konumuna düşürmektir. Toplumun alıştığı benimsediği şeyler tartışmalarda öne çıkıyor. Rakibin mat edilmesi tartışmada demagojik yöntemlerle üstünlük sağlanması vb. şeyler. Bütünüyle bunlar kabul edilemez durumlardır. Bir toplumda egemen olan yanlış düşünce ve ilişkiler sistemine karşı mücadele etmek toplum mu değiştirmek ve dönüştürmek konusunda yanlış anlayışlara karşı mücadele ederek doğru yaklaşımın egemen kılınması önem kazanmalıdır.
*Bir başka deyişle doğru tartışma anlayışı yarının yeni bir toplum modelini kurmaya hizmet etmelidir. Bunun olmadığı yerde salt birilerinin diğerlerini “mat etmek, mahvetmek, birbirinin kalesine gol atmak” gibi yaklaşımlarla tartışmak bu amaca yarar getirmez zarar getirir. Tartışmada amaç gerçek doğruların galebe çalmasıyla ikna etmek yerine tartışılandan öğrenmek düsturundan açık olunmalıdır. Kendisinin de hâlâ eksikliklerinin olabileceğini göremeyen tartışmaya ön yargıyla başlamış demektir. Paracelsus’un bu güzel sözü bizleri yeni limanlara götürmelidir: “Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevemez. Hiçbir şey yapamayan hiçbir şey anlayamaz. Hiçbir şey anlamayan değersizdir oysa anlayan kişi aynı zamanda sever, farkına varır, görür. Bir şeyin aslında ne kadar bilgisi varsa daha fazla sevgi vardır. Tüm yemişlerin böğürtlenlerle birlikte olgunlaştığını düşleyen kişi, üzümlere ilişkin bir şey bilmiyor demektir.” Okumak aynı zamanda yaşamaktır ve bir başkaldırıdır. Bilgi insanı, insanda dünyayı değiştirecektir.
Adnan ŞUR
Kaynakça
-Alberto Manguel- Okumanın Tarihi- YKY
Yakup Çelik- Sanat ve Edebiyatta Temel Kuramlar- Söylem Yayınları
-A. Bakkar- Verimli Kitap Okuma Teknikleri- Söylem Yayınları
-Enis Batur- Gütenberg Gök Adası- YKY
-Cevdet Yalçın- Çağdaş Düşünce Yazıları Antolojisi- Ankara
-Ahmet Özer- Sosyal Bir Varlık Olarak İnsan- Öteki Yayınları
-Olcay Yazıcı- Kitapsız Toplum- Ötüken Yayınları
-P. Freire, D. Macedo- Okur Yazarlık- İmge Yayınları
-Marcel Proust- Okuma Üzerine- Nisan Yayınları
-Adnan Benk- Okuyorum Öyleyse Varım- Doğan Yayınları
-Mahzar Bağlı- Modern Bilinç Ve Mahremiyet- Perşembe Yayınları
-M. Atilla Maraş- Beyaz Adamın Kutusu- Vadi Yayınları