1908
Daha hürriyetin ilan edilmediği günlerde (1908) Selanik’te arkadaşlarına bu konudaki düşüncelerini açıklamıştı. Bir gün arkadaşlarıyla felsefe ve tarih konusunda görüş alışverişinde bulunuyordu.
Konu dönüp dolaşmış Osmanlı tarihine gelmişti. Genç Mustafa Kemal, bu konuda bilindik tezlere yer veren bir eser üzerinde çalışan arkadaşı Hakkı Baha’yı dinledikten sonra şunları söylemişti:
“Sen daima Osmanlılık bakımından uğraşıyordun. Eserin bu yolda iyi, muvaffak yürüyor, inkar edilemez. Fakat bu kabuktan ayrılır da etrafına bakarsan iş değişir. Bir defa çık şu çerçeveden, ondan sonra yazmaya başla. O zaman bambaşka bir kainattan ses verdiğine sen de inanacaksın
‘Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten’ mısraı, sadece bir Osmanlı fantezisisdir. Evet cihangirhane bir devlet çıkmasına çıkmıştır. Fakat sadece kırk kadarlık bir aşiretin elli altmış atlısından çıkmamıştır. Bunu Türk milleti çıkarmıştır. Osmanlılardan önce Selçuklular vardı. Onlar da bir “Türksüz ülkeyi” istila etmemişlerdir. Batı ve Güney bölgelerinde daha nice müstakil Türk devletleri vardı. Yalnız Alparslan’ın elli altmış binlik bir ordusu Anadolu’da on beş milyon olabilmek için kaç asır hep darp yüzü görmeden müreffeh yaşamalı idi. Bunu hesap etmek. Alparslan Konya’ya geldiği zaman yaban ellerine gelmedi. İrdeleri sarsılmış Türk devletlerini geçerek perakendelenmiş bir halde yaşayan Türk camiaları arasına girdi. Erzurum’dan İskenderun’un güneyine, Sinop’tan Antalya’ya, Pasinler’den İznik’e kadar olan mıntıkalarda Türkler vardı. Selçuklular bunları topladı. Ancak üç yüz yıl kadar tutabildi. İdresizlik yine perakendeliği doğurdu. Osmancık, dirayet ve siyaseti ile yine onlara dayanarak onlardan bir devlet kurdu. Türk devletlerinin birbiri arkasından batıp kuruluşunu bu ana cevherde aramalıdır.
“Bu cevher ki, ta Hititlere kadar, belki daha eskiye kadar dayanır. Bu keyfiyeti, memelik-i mahsure (Osmanlı ülkesi) dediğimiz yerde göremeyiz. Cihanın muhtelif yerlerinde de böyledir. İşte sen Orta Asya’da, uzak doğu menşelerinden başlayıp bugüne kadar açılan geliş yolları üzerinde çalışmalısın. Osmanlı, batıdaki en son devlet adıdır.
Türk kimdir? Menşeleri nedir? Nerelere gitmişlerdir? Ne yapmışlardır? Nasıl medeniyetler meydana getirmişlerdir? Önce bunu tesis etmeli. Sonra içtimai ve psikolojik durumları araştırmalı. Türk yalnız kılıç devşirmemiştir. Cihangirlikle berber, en yüksek derecede bir takım medeniyetlerde dağıtmıştır. Biz ilk önce bir, “Türkler Tarihine” muhtacız. Bundan sonra yer yer kurdukları devletlerin tarihleri gelmelidir.
Hakkı, bir de bunu tecrübe et. Biliyorum, evet çok paraya, çok zamana ve gayrete vebestedir (bağlıdır). Yeter ki başlanmış olsun. Zarar yok, çığır açılmış olur. . . ” Mustafa Kemal. 1908. Kaynak: Aka Gündüz’ün anlatımı. Salahaddin Güngör, “Salih Bozok’un Ölümü Münasebetiyle Bazı Hatıralar”, Yeni Mecmua, Sene, 3, C.6, Sayfa: 106, 8 Mayıs 1941, s. 6; Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, İstanbul 2006, s. 37-39
1915
“Tam manasiyle Ruslar gibi karaya tıkıldık. Ruslar çökmeye mahkûmdurlar, çünkü Boğazları kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım. Bu suretle müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de aynı sebep dolayısiyle yıkılmaya mahkûmuz. Gerçekten biz; Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz. Fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız. Deniz kuvvetlerine malik olmayan bir kara devleti olmak itibariyle biz, yarım adamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı müdafaaya asla muktedir olamayacağız.” 23 Eylül 1915. Mustafa Kemal’in, – Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden- Dr. Ernest Jackh’ın çadırında kabulü ve söyledikleri. Çanakkale Savaşları.
1919
Atatürk’ün, 1908 gibi çok erken bir tarihte Türklerin uzak tarihinden söz etmesi, Anadolu eski çağına gönderme yaparak Hititleri hatırlatması, Orta Asya ile Anadolu eski çağı arasında tarihsel bir ilişki kurduğuna ve Eski Anadolu’da Türk izleri aradığına işarettir.
“ Türk milleti! Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın. ”
“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne EN AZ YEDİ BİN SENELİK Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu. Bu gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” Türk’ün Tarifi (Hikmet Bayur’un verdiği vesika), Millet Dergisi, Sayı: 116, 1948, s. 10-11)
Milletimiz, ufak bir aşiretten anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka batı âlemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük müşkülât içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri tam bir heybet ve azametle devam ettirdi. Buna muvaffak olan bir millet, elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi. Cihanın malûmudur ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir hududundan diğer hududuna ordusunu fevkalâde süratle ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce iyi besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilâtının değil, bütün idarî şubelerin fevkalâde mükemmeliyetini ve kendilerinin kabiliyetli olduğunu gösterir. 1919 (Nutuk III, s. 1182-1183)
Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazisi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında tanınan bir milletiz. Cengâverlerimiz ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen hâkimiyetimizle ispat edilmiştir. Fakat son yüzyıl boyunca Avrupa kuvvetlerinin hükûmet merkezimizdeki entrikaları ve bu entrikaların neticesinde bağımsızlığımıza müdahaleleri, iktisadî hayatımızı engelledikleri kayıtlar, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlarla aramızda ektikleri ihtilâf tohumları ve bu durumlara ilâveten hükûmetlerimizin zayıflığı ve bunun neticesi olan kötü idare, çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel teşkil etti. Bugün içinde bulunduğumuz acı durum, hiçbir zaman bizim esastan ehliyetsizliğimizi veya çağdaş medeniyete uyamadığımızı ifade etmez. Bu, tamamen yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden hasıl olmuştur. 1919 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 83-84)
“Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazisi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında tanınan bir milletiz. Cengâverlerimiz ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen hâkimiyetimizle ispat edilmiştir. “ Mustafa Kemal Atatürk. 1919 Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 83-84
1922
“Efendiler, bu dünyada en az yüz milyondan fazla nüfustan oluşan bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında bir derinliği vardır. En açık ve en katı ve en maddi delili tarihe dayanarak beyan edebiliriz ki, Türkler on beş yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler kurmuş ve insanlığın her türlü yeteneklerine beşiklik etmiş bir unsurdur. Elçilerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın elçilerini kabul eden bu Türk devleti ecdadımız olan Türk milletinin oluşturduğu bir devlettir.” 1 Kasım 1922. TBMM. ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: I, s.261-262; S.MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.318.
Türkler, on beş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetlerine belirti olmuş birer unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlet idi. 1922 (Atatürk’ün S.D. I, . 262)
1923
“… Haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizlerindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim yüzyıllardan beri çok kere istilalara uğramıştı. Aslında ve en başında Türk ve Turani olan bu ülkeleri İraniler zapt etmişlerdir. Sonra (ülke) bu İranileri yenen İskender’in eline düşmüştü. Onun ölümüyle mülkü taksim edildiği vakit Adana Kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istila etmiş, sonra Şarki (Doğu) Roma, yani Bizanslıların eline geçmiş, daha sonra Araplar Bizanslıları kovmuşlar. En nihayet Asya’nın göbeğinden tamamen Türk soyundan ırktaşları buraya gelerek memleketi asıl ve eski hayatına yeniden kavuşturdular. Memleket nihayet asıl sahiplerinin elinde kaldı. Ermenilerin vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.” 16 Mart 1923. Adana. ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, s.130; S.MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.316-317.
1924
“En hakiki mürşit ilimdir, fendir. Milletimiz derin ve köklü bir geçmişe sahiptir. Milletimizin yarattığı uygarlıkları düşünürsek, bu düşünce bizi altı yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden Selçuk Türklerine, ondan önce de bu devirler gibi değerli büyük Türk devirlerine götürür.” 1924 Eylül’ünde Samsun’da öğretmenlerle yaptığı toplantı.
1930
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti siyasi ve toplumsal camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin baskı dönemleri ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir etki bırakmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de genel Türk camiası gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka dayanmaktadır. Bugün Anadolu’da yaşayan ve kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ve Boşnaklık fikri propaganda edilmiş olan ‘millet fertleri’ bu vatandaş ve millettaşlarımız da aslında genel Türk camiası gibi aynı ortak geçmişe, tarihe sahiptirler.
Türk Tarih Tezi’nin ortaya koyduğu bu görüşler, böylece Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aynı millet olduğunu da ispatlamış bulunmaktadır. Türk milletini, Kürt, Çerkez, hatta Laz veya Boşnak olarak adlandırmak geçmişin baskı dönemlerinin ürünü yanlış adlandırmalardır. Aslında bunların hepsi ‘genel Türk topluluğu gibi’ aynı geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahiptirler. Türk Tarih Tezi bu gerçeği ortaya koymuştur. Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır ve en az 7000 yıldan beri Türkler buralardan yayılarak Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Bugün yapılan yeni kazılar, ilmi veriler Anadolu’ya yerleşen medeniyetlerin özellikle Etilerin (Hititlerin) MÖ 4000 yılına kadar uzanan bir kültür ve medeniyete sahip olduklarını göstermektedir.” 1930. “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı. Prof. Afet İNAN, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, s.376-378; Sinan MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.314-315.
Ona kısım 3. sınıf öğrencisi Cahit Günsel de şunları aktarmaktadır:
“Dersimiz tarih idi ve öğretmenimiz Abdullah Bey bize ders veriyordu, Gazi sınıfımıza girerek verilen tarih dersini dinledikten sonra bize dönerek:
-Dünyada denizcilikle uğraşan en eski ulus hangisi idi? diye bir soru sordu.
Birçoğumuz:
-Fenikeliler, diye yanıtladık.
Gazi öğretmenimize dönerek:
-Bana bir Ona Asya haritası ile bir de çomak getirin. dedi.
Ona Asya haritası getirildi ve yazı tahtası üzerine asıldı ve Gazi bize döndü ve elindeki çubuğu Orta Asya’nın büyük bir gölünü işaretleyerek sordu:
-Bu gölün adı nedir?
-Baykal Gölü diye bağırdık.
-Bu gölün suyu tatlı mı yoksa tuzlu mu? söyleyin bakalım.
-Tuzlu göldür, diye yanıtladık.
-O halde tuzlu su olduğuna göre bu göl neyin kalıntısıdır?
-Denizin.
-Bu gölün yerinde eskiden büyük bir deniz olduğuna ve bu denizin etrafında Türkler yaşamış olduğuna göre dünyada en eski denizci ulus Türk ulusudur çocuklar. Bunu böyle bilin. ATATÜRK Edirne Muallim Mektebi’ni Ziyaret (24 Aralık 1930)
“Türk ırkının kültür yurdu Orta Asya’dır. İlkçağlardan beri yüksek bir ziraat hayatına sahip olan, madeni kullanan bu topluluk sonradan Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıya, Hazar Denizi’nin kuzey ve güneyine yayıldı. Bu yayılma neticesinde Türk dili ve kültürü de yayıldı. Gittiği yerlerde yabancı dillere ve kültürlere tesir ettiği gibi onlardan etkiler de aldı.” 1930. Prof. Afet İnan, “Atatürk’ün Tarih Tezi”, Belleten III, 10, (1939), s.245-246.
“Türklerin anayurdu Orta Asya’dır” Ağustos 1930. Yalova’da Afet İnan’ın sorduğu tarihle ilgili bir soruya verdiği yanıt. Ergün SARI, Atatürk’le Konuşmalar, İstanbul, 1981, s.184.
Atatürk, 1930 yılının Ağustos ayında Yalova’da Afetinan’ın sorduğu tarih hakkındaki bir soruya verdiği yanıtta Türklerin uygarlığa katkılarını tüm açıklığıyla ortaya koymuş ve sözlerini: “Türklerin anayurdu Orta Asya yaylasıdır.” cümlesiyle bitirmiştir. Afetinan, Ağustos 1930. “Atatürk’ün Tarih Tezi”, Belletenin, 10, (1939), s.197
1931
“… Türklük hakkındaki görüş doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu nedenlerle üstünlük varsayarak kendini onlardan aşağı görüp nefsine güvenini yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanıtmak gerekmektedir, dedim ve ondan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim.” 14 Eylül 1931 Dolmabahçe Sarayı
Memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan eski medeniyet eserlerinin, ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmî bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan âbidelerin muhafazaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin lüzum vardır. Bunun için Maarifçe dışarıya tahsile gönderilecek talebeden bir kısmının bu şubeye ayrılması uygun olacağı fikrindeyim. 1931 (Mehmet Önder, Atatürk ve Müzeler, Halkevleri Dergisi I, Özel Sayı, 29 X. 1966, s. 13)
Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve geniş medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 1931
1932
Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu, batı medeniyetine karşı kendisini Türk silâhlarıyla değil, daha ziyade batı devletlerini birbirine düşürmek suretiyle müdafaa etti ki bu devletlerin siyaseti de İstanbul’a ve Boğazlara talip olmak isteğiyle birleşiyordu. Avrupalılar bize “Avrupa’nın hasta adamı” adını verdiler ve her tarafta birçok miras davacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında Büyük Harp çıktı. Biz de, Küçük Asya’da ticarî menfaatler arayan merkezî Avrupa devletlerinin yakın doğu ihtiraslarıyla bu harbe sürüklendik. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)
“Mesela Ege medeniyeti, Küçük Asya’da yerleşen ve gelişen Eti medeniyeti, Tuna yalılarından Akalarımızla akıp gelen İskit medeniyeti, Mezopotamya’da büyük mihrakını kuran Sumer medeniyeti ve Delta’da başlayarak Nil’in çağlayanlarına yükseldikten sonra oradan çağlayanlar gibi Akdeniz sahillerini aşan, Ege havzasına da dalgalarını temas ettiren Mısır medeniyeti, bütün bu medeniyetlerin hepsi, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.
Zincirin iki ucu ise halkalarının dövüldüğü Altay’ın demir ocaklarındadır. Şu halde bu medeniyetler o ocaktan gelen feyz ateşini birbirine nakletmiş ve her biri diğeri üzerinde etkili olmuş bir bütün halinde incelenmelidir. Bu saydığım eski medeniyetlerdir ki bugünkü medeniyetin güneşleri olmuşlardır. Biz bu güneşi tutuşturan adamların çocuklarıyız. (Alkışlar) ”Mustafa Kemal ATATÜRK. Ege Medeniyetinin Kökenine Genel Bir Bakış. 1 Temmuz 1932. ABE. Cilt 25. Kaynak Yayınları.https://www.booksonturkey.com/ataturkun-turk-tarih-tezi-ve-sumer-yazi-medeniyeti/
Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga -Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı. ATATÜRK. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)
1933
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük
medenî kabiliyeti, bundan sonraki gelişimiyle geleceğin yüksek medeniyet ufkunda
yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük
şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30. 10. 1933; Atatürk’ün S.D.II, s. 272)
1934
Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağı olsun hiçbir sıkıcı hudut içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk milleti olan bizler pek ziyade alâkadarız.
Ancak, en büyük alâkamız onların Çin büyük duvarını paralayarak o vakte kadar korunabilmiş Çin medeniyetinin tâ yüreğine sokulmalarına yahut kuzey-batıya doğru dönerek geniş İskandinavya sahasına girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk kumandasında Orta Avrupa’ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz. Biz, tabiî olarak ve başlıca o grupla alâkadarız ki tam batı istikametinde yakın doğuya doğru gelerek, bugün Sümer medeniyeti, Hitit medeniyeti denilen medeniyetlerle Anadolu’nun başlıca tarihten önceki medeniyetlerini kurmuşlardır.
Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga – Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı.
Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel (kuzey-batı) istikametinde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanunî Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötelerini zapt ederek Viyana kapılarına dayandı. Türklerin bu istikamette ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki, o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir.
Osmanlı İmparatorluğu, biz kahraman Türkler nedeniyle bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî teşkilât yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî teşkilât çok kuvvetli bir müessese halinde İstanbul’da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî teşkilâtın nüfuzuna mağlûp oldu ki, bu iki müessese tahakküm merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika’daki mıntıkaları idare ediyorlardı.
İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış ve süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka zemine atılmışlardı.
Bundan sonra Türk ırkı, kadınlarını, erkeklerin yapmaya mecbur olduğu askerlik vazifesi dahil, bütün hizmetlere ortak ederse, Etilerde, İskitlerde, Amazonlarda olduğu gibi, kendi ırkından başkalarının hiçbir yardımına muhtaç olmaksızın büyük milli ülkülerine başlı başına ve bağımsız olarak yürümek kabiliyetini kazanabilir. Mustafa Kemal Atatürk – 1934. (Perihan Naci Eldeniz T.T.K. Belleten, Cilt : XX, Sayı : 80, 1956, s.741)
1936
Tabiatta, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya akis yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, zapt etmek mümkün olduğunu görüyoruz. Yarın, bizi saran tabian unsurları içinde, binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Tabiatın, bugün için esrar dolu sinesine gireceği muhakkak görülen insan zekâsı, beklenilen hakikatleri ortaya koyacaktır. Yine bu insan zekâsıdır ki, beklediğimiz neticeyi elde etmemiş olmakla beraber, bugünkü araştırıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi aydınlatacak yeni metotlar ve ilimler bulmuştur.
İşte arkeoloji ve antropoloji, o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu son ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır. İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu ilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri vasıtasız tanısın ve tanıtsın. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 232 -233)
1937
“Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir. Şimdi dünya âlimleri yazıdan bahsettikleri zaman bununla Gerek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri kastederler. Bu kasıt şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur?
Sümer’in, Hati’nin, Mısır’ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur’un, Maya’nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazıları, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı abideleri değil midir?” 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)
******************************************************************
1938
VASİYET
“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları.
*******************************************************************
AKTARILAN SÖZLERİ
Atatürk: “Dünyada Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara yoktur.” diyerek Türk yurdunun sınırlarını çizerken, bugünkü Türklerin, eski yurtlarında hak iddia etmek gibi bir düşüncelerinin olmadığını da: “ Bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan memnundur.” şeklinde ifade etmiştir. Atatürk’ün bu sözleri, Türk Tarih Tezi’nin “yayılmacı” ve “ırkçı” amaçlar taşımadığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi. Yazarı: Sinan Meydan ss.194
“… Türk ulusu Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına ‘Türk eli’ derler. Türk yurdu çok daha büyüktü. Yakın ve uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk et m em iş bir anakara (kıta) yoktur. Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika, Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir. Fakat bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan memnundur: Çünkü Türk derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal katkılarını bu yurtta da koruyabileceğine, o katkıları şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine inanmaktadır… ”A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, s.14 (sadeleştirilmiş metin)
“Bu memleket (Anadolu) dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin yıllık Türk beşiğidir…” ATATÜRK. Cemal KUTAY, Atatürk Olmasaydı, İstanbul, 1993, s.102-103.
“Türk milleti! Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın.” Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türk Devrim Kronolojisi (1918-1938), Ankara, 1973, s.168.
Asya Türk Hun İmparatorluğu’nun kuruluş tarihi Çin’de imparatorluk kuruluş tarihi ile başlar. Çin’in, M.E 13. asra ait vesikaları bunu böyle kaydeder. Ancak, bu büyük Türk İmparatorluğu’nun bizce malûm olabilen imparatoru Teoman’dır.
Teoman, M.E. 13. asır başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler, bu kahramanın Çin’de imparatorluk kurmuş olan büyük Türk kumandanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman’ın oğlu Türk İmparatoru Mete de meşhurdur. O, doğuda Kadırgan dağlarından batıda Hazer denizine kadar, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Himalaya eteklerine kadar geniş hudutlar içinde büyük Türk İmparatorluğu’nu teşkil etmiş yüksek bir Türk Hakanı’dır. Mete, Çin İmparatoru ordularını büyük meydan muharebelerinde mağlup etmiş, Çin İmparatoru’nu sığındığı kalede kuşatmış, ancak karısının şefaati ile fakat kendisine vergi vererek, tâbiiyetini de kabul eyleyerek serbest bırakmış bir Türk İmparatorudur. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin atf ve isnat olunabileceği adam odur. Fakat düşünülürse Teoman, elbetteki ondan da büyüktür.
Çünkü her şeyi hazırlayan odur. İskender, “Büyük” lâkabı ile anılırdı. Fakat hakikatte ondan büyük olan Filip’tir. Çünkü İskender’in muvaffakiyeti için lâzım olan siyasî ve askerî vasıtaları hazırlayan odur. Eyüpoğullarından Selâhattin, Haçlılardan Kudüs’ü kurtarmış olmakla tanınmış büyük bir Türk’tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selâhattin’i ve onun muvaffak ordularını ve vasıtalarını hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nurettin’dir. Beşer tarihinde silinmez satırlarla mevcudiyetini yazdırmış olan odur. (Kâzım Özalp, Özalp, Atatürk’ü Anlatıyor, Milliyet gazetesi, 22. 11. 1969)
“Türk tarihinin inkâr edilmiş unutturulmuş simasını ve mahiyetini bütün gerçekleriyle meydana çıkarmak, Türk tarihini bin bir milletin tarihini bilen, yaşayan sokak politikacısının oyuncağı olmaktan kurtarmak…” TBMM. Prof. Dr. Halil İNALCIK, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007, Kırmızı Yayınları, s.140.
“Türkiye (…) mevcut tarih kitaplarının değil, tarihin gerçek gereklerini izleyecektir. Gerçekten mevcut tarihlerin kaydettiği olaylar, ulusların gerçek düşünceleri, hareketleri değildir”. Ahmet KÖKLÜGİLLER, Atatürk’ün İlkeleri ve Düşünceleri, İstanbul, 2005, 8.Baskı, s.159.
“Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha baştan kazanmıştır. Çok uzakları görür, hızlı uçar ve ruhunu barındıracak kadar güçlü bir beni vardır. İster maddi bakımdan, ister düşünce bakımından olsun sıkıcı sıkıntılar içinde kalamaz. Nitekim Altay Yaylası’ndaki anayurdun dört bir yana uzaklığına da isyan etmiştir. İşte bu isyan sonucu Türkler doğuya ve batıya yayılmaya başlamışlardır.” Charles N. SCHERRİLL, Bir ABD Büyükelçisinin Hatıraları, Mustafa Kemal II, İstanbul, 1999, s.73.
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti, siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propoganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsûlü olan bu yanlış tevsimler (aldandırmalar) birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden mada hiçbir millet ferdi üzerinde teellüm den (elem ) başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek mazi, tarihe, ahlaka, hukuka dayanmaktadır. Bugün Anadolu’da yaşayan ve kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ve Boşnaklık fikri propaganda edilmiş olan ‘millet efradı’ bu vatandaş ve milletdaşlarımız da aslında umum Türk camiası gibi aynı ortak maziye tarihe sahiptirler.
Türk Tarih Tezi’nin ortaya koyduğu bu görüşler, böylece Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aynı millet olduğunu da ispatlamış bulunmaktadır. Türk milletini Kürt, Çerkez, hatta Laz veya Boşnak olarak adlandırmak geçmişin istibdat devirlerinin mahsûlü, yanlış adlandırmalardır. Aslında bunları hepsi, umum Türk topluluğu gibi aynı geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahiptirler. Türk Tarih Tezi bu gerçeği ortaya koymuştur. Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır. Ve en az 7000 yıldan beri Türkler buralardan yayılarak Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Bugün yapılan yeni kazılar, ilmi veriler Anadolu’ya yerleşen medeniyetlerin, hususiyle Etilerin MÖ. 4000 yılına kadar uzanan bir kültür ve medeniyete sahip olduklarını göstermektedir. ” Mustafa Kemal ATATÜRK. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, s.376-378
‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. ’
“ Yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih görüşünde dikkatli olunuz. Şöyle böyle bir yapıt ortaya çıkararak sonradan üzülmektense, hiç yapıt vermemek yetersizliğini açıklamak ilk yapılacak şeydir”
“Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırın. Bizim şimdiye kadar doğru milli tarihe sahip olmayışımızın sebebi tarihimizin hakiki okuyucularının belgelerine dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulmamak bedbahtlığıdır.” Utkan Kocatürk, “Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Atatürk Araştırma Dergisi, C.ll, Sayı: 4, Ankara 1985,s.l63.
Atatürk’ün, Behçet Kemal Çağlar’ın “Çoban” piyesinin temsilinden sonra Halkevi’nin Şark salonunda kabul ettiği oyunculara hitaben söyledikleri, onun Eski Anadolu tarihine ve Hititlere bakışını göstermesi bakımından önemlidir:
“Dikkat ederseniz, her millet tarihinde kendi toprağının tarihine önemli bir yer ayırır. Şu Hacı Bayram avlusundaki Eti kabartmalarının önünde onları seyreden insanlara bakınız. Sanki o kabartmaları canlanmış zannedersiniz. Ogüst zamanında yapılan nüfus sayım cetvellerine göre Anadolu nüfusu şimdikinden kalabalık. Bunlar ne oldu? Tehcir mi etti? Dilimizdeki en mahrem kelimeler Eti dilindekilerin aynıdır. Halkapınar’lı Ömer’in Yunanlılarla münasebeti, Mevlana’nın Farslılarla münasebeti kadardır. Her ikisi de zamanlarının kültür dillerini kullanmışlar, fakat kendi milli hislerini ifade etmişlerdir. Ege uygarlığı, bizim uygarlığımızdır. Hayır efendiler, bu vatan bize 4000 aslandan yadigar kalmamışlar. Asırlar boyunca milyonların emeğiyle kurulmuştur. Edebiyatımız, tiyatromuz, hissimiz hep bu ilkeden hareket etmelidir ” Münir Hayri Egeli’den Nakleden Niyazi Ahmet Banoğlu, “Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk” İkinci Kitap, Yeni Türk Tarih Dünyası özel Sayısı, İstanbul 1941, s.35
“Ecdadımız büyük imparatorluklar kurmuş, uygarlıklar yaratmış. Bizim görevimiz bunları aramak, incelemek, kendi milletimize ve dünyaya tanıtmaktı.” ATATÜRK. Nihat Dinçer, “Atatürk’ün Milli Eğitimle İlgili Görüşleri’’, İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi 1981 Yılı Sosyoloji Konferansları, Atatürk özel Sayısı, İstanbul 1981, s. 10.
Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. ATATÜRK (Afetinan, Atatürk Hakkında H. B. , s.297)
ŞİİRLERİNDEN
Nehirlerdir Türkün şaşmaz yol mühendisleri
Her nehir Türk’ü bilir her nehri
Tuna’nın da kıyısından gitti eski Türk
Geçti eski Türk Tuna’yı da yararak
Kaç defa, hangi defa?
Sormayınız nafile.
Bilmez tarih bile.
ATATÜRK, Tuna Şiiri
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz
Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biziz.
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılmış gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede?
ATATÜRK, Oğuz Oğulları Şiiri