HomeMAINMübeccel Kıray'ın Sosyoloji Ders Notlarında Anadolu

Mübeccel Kıray’ın Sosyoloji Ders Notlarında Anadolu

Sosyoloji Ders Notları (PDF OCR), Prof Dr Mübeccel Kıray

Neolitik: 8.000
10.000 ilâ 8.000 yıl kadar önce insan top­lumlarının yaşantısında son derece önemli, bu yaşantıyı temelinden değiştiren bazı gelişmeler görülüyor. En önemli hadise o zamana kadar avcılık ve toplayıcılık ile geçinen insan toplumlarının tarıma geçmeleridir. 35.000 yılında buzul devrinde ren geyiği avıyla uğraşır­larken 8000 yılında artık gıda toplamakla kalmıyor, gıda yetiştirmeye başlıyorlar. Bu arada nüfus on misline yakın artıyor. Gıda yetiştirmeye başlamaları onları yepyeni bir düzene götürüyor. O zamana kadar, 1.800.000 yıl, göç­ebe olarak yaşayan insanlar ilk defa toprağa, belirli bir mekâna yerleşiyorlar. Yerleştikleri köylerde en az 200 kişi yaşıyor. İnsanlık tarihinde ilk defa bir grupta bazı insanlar doğrudan doğruya gıda sağlamakla uğraşmıyor. Başka bir iş de yapabiliyor. Gıda sağlayanlarla, sağlamayanlar arasındaki farklılaşma ilk defa bu devrede Anadolu’da ortaya çıkıyor.

İnsanlar Tarıma Nasıl Ulaştı?: Anadolu’nun ortasındaki ve güneydoğusundaki yüksek yaylaların otlaklarında bugün bildiğimiz bütün tahılların ya­banileri vardır. Bu otlaklarda insan grupları geziyor
ve bu yabani tahılları hem topluyor hem de orada otlayan hayvanları (koyun, sığır cinsi) avlıyorlardı, öyle anlaşılıyor ki, giderek, daha çok yararlandıkları yabani ta­hılların başında bekçi bırakıyor ve koruyorlardı. Zamanı gelince bu tahılları topluyorlardı. Tohum ve ürün problemini anlaşılan böylece kavramış ve çözmüş olacaklar, ilk defa yabani tahılı ehlileştirdikten sonra bütün bitkisel yiyecekleri bu yolla ehlileştiriyorlar. Bitkiler ehlileştirildiği halde hayvanlar ehlileştirilmiyor, onlar hâlâ, avlanıyor.

s.10-11

***************************

M.S. 1. yüzyılda Augustus tarafından yapılan sayıma göre Anadolu’nun nüfusu 13 milyon civarındadır. Türkiye Cumhuriyetinin ilk nüfus sayımı olan 1927 yılında Anadolu nüfusu yine 13 milyon civarındadır. Bu olgu, idare edenler, inanç, dil değiştiği halde Anadolu’nun temelde aynı gıda üretim biçimini sürdürmüş olmasıyla açıklanabilir. 11.-17. yüzyıllar arasında önemli göçler olduğu halde (ayrıca 14.yüzyılda büyük veba salgını olmuştur), gıda üretim biçimi değişmediği için Anadolu aynı sayıda insanı barındırmış; giderek 1950’lerde gıda üretim biçiminin önemli ölçüde değişmesi sonucu nüfus sayısı da değişmiştir.

s.26

***************************

Çevre, sağlık, iklim koşulları bu olgunun ana nedenidir. Öküz ve sapana dayalı tarım toplumlarında nüfusun %90’ı köylerde yaşar. Sanayileşmeye başlamadan önce Yakın Doğu, Orta Doğu, Kuzey Akdeniz, Anadolu, Yugoslavya, Rusya, Japonya, Çin, Güney Asya’da tipik köylü toplumlar yaşamıştır.
Hiç bir toplumda köyler kendi başlarına  var olamazlar, mutlaka  ilişkide  bulundukları, başka köyler ve kentler  vardır. Köyler başka yerleşme birimlerinin parçasıdırlar.
Anadolu’da köylülük Hititlerle ve Hititlerin demiri eritme tekniğini bulmaları ile başlar ve gittikçe gelişerek 19. yüzyıl ve 20.yüzyılda değişik değişme hızlarıyla  sanayileşmeğe yönelirler. (Sanayileşen toplumlar sanayi öncesi toplumlar ile ilişki kurduklarında toplumların köylülük düzenini yaşamalarına olanak tanımadılar. Paleolitik kültürüne dayalı toplumlar Eskimolar, Avustralyalılar, sapan ve öküze dayalı tarım düzenini yaşamadan sanayileşmeye başladılar.)

s.27

***************************

Sapan ve öküzün tarıma en iyi uyum yaptığı yöreler Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altındaydı. Toprak mülkiyeti düzeni yazılı olarak çok düzgün bir biçimde açık seçik bel­irtilmiştir. Mülkiyet yoktur. Toprak padişahındır. Top­rağı işleyen köylü toprağın sahibi değildi, ancak kuşaklar boyunca aynı köyde aynı köylüler toprağı işlemişlerdir.
Dolayısı ile fiilen toprağı işleyen köylü, bir kuşaktan öbürüne hep aynı toprağı işleyeceğinden emindir. Dışarı akıtılan artı ürüne gelince, beylik herediter olmasa da
gene beyliktir ve toprağı, işleyen köylü bakımından beyin oğluna mı yoksa kan bağlılığı olmayan bir yeni beye mi artı ürünü verdiği hiç fark etmez.

Sürekli göç alan bu bölgelerde nüfus Avrupa’daki kadar az değildir. Bu durum Anadolu ve Balkanlarda toprağa bağlılı­ğı serflikten çıkarmıştır. Bu bölgelerde toprak kimsenin olmadığı halde aynı toprağı aynı ailenin işlemesi olağan kabul edilmiş, bu bir hak niteliğini kazanmıştır. Serflik olmamasına rağmen örneğin toprakta kalmasını Osmanlı İmparatorluğu “çift bozma yasağı” ile sağlıyordu. Çift bozma yasağı özellikle klasik dönemde köylünün kente gelmesini yasaklayan bir yasadır. Köylü kente geldikten sonra 10 yıl içinde yakalanırsa tekrar çiftinin başına yollanırdı. Bu yasak ile emek yüzyıllarca toprakta tutulabilmiştir.

s.36-37

***************************

19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu 14. ve 15. yüzyıl Batı Avrupası ile karşılaştırıldığında şöyle bir görünüm ortaya çıkmaktadır: Batı Avrupa’da köylüler çiftçi; beyler çiftçi-tüccar olmuş, tüccarlar ise daha da zenginleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ise köylülerin ancak bir bölümü çiftçi niteliği kazanmış; beyler devlet memuru haline gel­miştir. Batı’dan gelen tüccarlar ana zenginliğe el koymuştur.

1940’ların Türkiye’sinde ise çözülmüş olan köylü-bey ilişki­leri içinde, Anadolu’da ürünün hiç artmadığı yörelerde (Orta Anadolu, Kuzey Anadolu ve Güney Batı Anadolu) bile pay vermediği için kendi kendine yeten, yeni bir yaşayış düzenine geçmeyen, hâlâ köylü diye anılan ancak bilimsel tanımıyla köylü olmayan bir grup ortaya çıkmıştır. Bunlar çok az vergi vermekte, üretimini arttırmadığı için ticarete girmemekte, bu nedenle de çiftçi olmayan, köylü sıfatını koruyan bir gruptur. Buna karşılık Adana yöresi ve Ege’de­ki köylü nüfus ürününü arttırarak ticaret yapacak düzeye gelmişti. Ticarete dönük üretim yapan çiftçiler ortaya çık­mıştı. Buna rağmen üretimleri miktar bakımından hâlâ kısıtlıydı. Tarımsal üretim artışı 2. Dünya Savaşı sonuna kadar pek önemli boyutlara ulaşamamıştır.
2. Dünya Savaşı sonunda bazı yörelerde (Güney Doğu Anadolu, Söke ve Çukurova) büyük toprak sahipliği egemendi. Bu yörelerde köylü-bey ilişkileri sürüyordu. Buralarda toprağı işleyenlere köylü değil, ortakçı (yarıcı) deniyordu. Yarıcılar, kuşaktan kuşağa süregeldiği biçimde toprağı işleyip, kendilerine yetecek kadar bir miktarı alakoyduktan sonra ürünü toprak sahibine geçirirlerdi. Bu ilişkide tek farklılık beylerin daha üst kademedeki beyle­re pay vermeyip, devlete vergi ödemesiydi.

Bazı yörelerde (Orta Anadolu, Kuzey Anadolu ve Kuzey Doğu Anadolu) ise küçük toprak sahipliği egemendi. Küçük toprak sahipleri köylü-bey ilişkilerini kaybetmişti. Top­rağı kuşaklardır işliyorlardı. Pay alınmadığı için o toprağı işleyen köylüler o toprağın sahibi olarak kabul edili­yordu. Tapu sistemi yoktu. Küçük toprak sahipleri kendi kendine yeten bir üretimle geçinen, ne pay veren ne de ti­caret yapan bir grup. Bu düzen 2. Dünya Savaşının sonuna kadar sürmüştür.

s.51-53

***************************

Çapalama ve toplama devreleri hâlâ yarıcıların emeğine dayandığı için bu yörelerde topraktan kopma, tahıl üretimi yapılan yörelerde olduğu kadar keskin olmamıştır. Traktörün tarıma girmesiyle toprak sahibi yarıcının payını üçte bire indirmiş; açık koza türü ekilmeye başlanınca ise bu payı dörtte bire indirmiştir. Daha sonra ise köylüleri oturdukları yerlerden çıkartmamış ancak yarıcıları tarım işçisine dönüştürmüştür. Tarım işçisi henüz makineleşmemiş olan tarım işlerini yaparlar. Diyarbakır yöresinde tahıl üretimi yapıldığı ve bu üretimin tümü makineleştiği için tarım işçiliği de yoktur. Bu yörede topraktan kopanların bir kısmı traktör tamircisi, bakımcısı, şoför gibi meslek­ler edinmişlerdir. Asıl büyük nüfus kentlere göçmüştür. (Türkiye’de tüm pamuk üretiminin makinayla yapılması kanun ile 1940’larda yasaklanmıştır. 1972 yılında ise Ege’de tarım işçisi, için sıkıntı olduğu için pamuk üreticileri pamuk toplama makineleri ithali, için izin istemiş, ancak Parlamento reddetmiştir. (ABD’de tüm pamuk üretimi maki­neyle yapılır.)

Türkiye’de asıl egemen olan küçük toprak sahipliği olan yörelerde de 1948-52 arasında makine ile tarım bir heves olarak ortaya çıktı. Bu dönemde hem Orta Anadolu’da tahıl üretimi ile geçimini sağlayan çevrede hem de tarımsal üretim yapan diğer yörelerde makine ile tarım cazip hale geldi. Ziraat Bankasının kredi sağlaması ve diğer yollar ile makineli tarıma geçiş teşvik edildi. Bu yörelerde sapan halâ kullanılıyordu. Hiç bir köyde hiç kimse %100 topraksız değil­di. Herkesin toprağı 20-30 dönüm ile 250 dönüm arasında değişmekteydi. Ortalama toprak büyüklüğü 80 dönüm civarındaydı. Doğal olarak bu yörelerde de daha sıkıntıda olanlar ile daha refahı olan köylüler mevcuttu. Ancak toprak büyüdükçe, yani refah arttıkça aile birimi de büyümekteydi.

Bu nedenle kişi başına toprak miktarı oldukça birbirine yakındı. Köylülerin yaşama biçimi homojendi, çok farklı değildi. Küçük toprak sahipliği olan köylerle yarıcıların köyleri karşılaştırıldığında yaşantı bakımından bunların birbirinden çok farklı olmadıkları görülürdü.

s.55-56

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular