HomeMAINOsmanlı İmparatorluğu, Dr. Mehmet Genç

Osmanlı İmparatorluğu, Dr. Mehmet Genç

 13 Mayıs 2017, Ali Emiri Kültür Merkezi   

Ses Kaydı

Niye Osmanlı’yla uğraşıyoruz çok. Osmanlı devleti deyince. İmparatorluk demiyorlar insanlar, milliyetçiliğin böyle garip halleri var. Osmanlı; İmparatorluk. Dünyada Osmanlı’dan daha imparatorluk olan ikinci bir sistem yok. Şunun için yok, imparatorluk demek çeşitlilik demek. Çeşitlilikte dünya birincisi, tarihin birincisi Osmanlı, ama imparatorluk deyince emperyalizm, kolonyalizm, başkalarını sömürmek filan gibi şeyler akla geliyor, tedayi ettiriyor diye kullanmak istemiyorlar ama saçmalıyorlar.

Mesela Osmanlı devletinde kolera diyor, devlette kolera olmaz ki imparatorlukta olur kolera yani ülkede olur devlet kolera olmaz, devlet hırsızlık yapmaz, Osmanlı devletinde hırsızlık, rüşvet olabilir, cinayet neyse, yani çok yanlışlar yaptırıyor Osmanlı bir de biraz evvel konuştuk “Türkiye Cumhuriyeti ayrı bir devlettir, Osmanlı ayrı bir devlettir” diye bu da bir efsane yani hiç düşünmek şeyi yok mudur bu bizim milletimizin elinde bir kitap vardı Hz. Peygamberin tavasssut ederek getirdiği Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim vardı, onu okuyordu. Ondan başka şeyler de okuyordu onunla birlikte. Onu elinden alınca hiç okumaz ve düşünmez oldu, bu ayrı bir devlettir diyor ama Polis Teşkilâtının 172. Yılını kutluyor. 1923de doğan bir devletin 170-150 sene evvel bir kurumu olamaz. O kadar basit şeyi düşünemiyor.

Evet, Osmanlı hakkında bir genel şey yapalım çizgi ana hatlarıyla.

Onu Türkler kurdu, o Türkler değildir dönmedir Rumdur falan diyenler var ama onlar hikâye. Türkler kurdular. Tabii yeni geldiler Orta Asya’dan 1300’lerde kurdular. Ondan çok eski Selçuklu zamanında değil son zamanlarda kurdular.

Ve tarihin ilk resmi dili Türkçe olan ilk devletidir Osmanlı Devleti. İkinci devlet ise Türkiye Cumhuriyeti.

Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu biraz tartışmalıdır. Çünkü Türkçe’yi de 1923’te yaratmaya kalkarsan o dil, o dil millî bir dil midir şüpheli olabilir. Tabii o biraz şimdi benim mübalağam ama Türkçemiz de çok büyük yara aldı. Osmanlıların da yanlışı olmadı değil, İmparatorluk dili ana dili ama iskeleti Türkçe olan bir dil kurdular. İmparatorluk dili, Arapça, Farsça en başta yoğun şekilde kullandılar başka dilleri de kullandılar. Çingeneceye varıncaya kadar Ermenice, İtalyanca, Rumca.

İngilizcenin yaptığı gibi işine gelen isimleri, kelimeleri dahil etmekte kusur görmedi fakat asıl tabii Arapça çok büyük bir dildi. O çok etkiledi. Ve onu çok karmaşık şekillerde kullandılar. Şiirde, edebiyatta Farsça, maliyede mali literatürde de Farsça kullandılar. Onun için anlaşılması zor hale geldi. Saf Türkçe bilenler için ama tabii bizim Öztürkçeciler onu o sebepten mahvettiler. Bütün kelimeleri attılar. Evet Arapça, Farsça asıllı kelimeler vardı ama onları her Türk anlıyordu. Yani zaman deyince “bu necedir” diyen bir Türk ben hatırlamıyorum. Ama zaman Türkçe değil. Bir sürü Arapça, Farsça. Farsçaları atamadılar, çünkü Farsçalar belli değil Türkçeye iyice girmiş olduğu için. Neyse bu konuşmamın amacı o bu değil yine de bu vahim şeyi tekrar hatırlamak lazım.

(Soru: Afedersiniz Hocam, bu gün 13 Mayıs önemli bir gün, Türk dil bayramı olarak kabul ediyoruz bu günü)

Evet tam buna uygun oldu.

(Bende bir şeye değinmek istedim, konuşmanıza belki. Türk dili derken, bölümü de açabilirsiniz. 1071 ile beraber Anadolu’ya geldik, fetihler başladı. Anadolu Selçuklu Devleti kuruldu. Oradaki Karamanoğlu Mehmet Bey’in mücadelesi 1264)

Karamanoğlu Mehmet Bey’in mücadelesi var ama Karamanoğlu hakkında o mücadele hakkında son zamanlarda yapılan incelemeler biraz değişik bilgiler veriyor. Bu 2. Dünya Harbi’nde sizin hatırlamanıza imkan yok. Vatandaş Türkçe konuş diye şey vardı Türkçe şeyine değil casuslar kaynıyordu. Ondan sonra casuslukları ortaya çıkarabilmek için. Karamanoğlu Mehmet Bey’in de işte evde, bargahta, dergahta Türkçe konuşulsun. Farsça ve Arapça konuşan veya Ermenice onların habasetinden kurtulmak için olduğu da dair ciddi tez var. Tabii beyliklerin, Anadolu’daki beyliklerin hepsi Türk Beylikleri değildi. Onların diğerlerinin de resmi dil Türkçe’dir demeseler de Türkçe konuşuyorlardı. Ona şüphe yok. Ama onların ömrü vefa etmedi.

Osmanlı yaşadı ve ana dili Türkçe oldu ve Osmanlılar sonra Türkçe öğrenen ve Müslüman olan herkesi hiç şey tanımadan her türlü mevkiye getirdiler. Bu müthiş üstün bir vasıftır. 20. yüzyılda, 19. yüzyıldan beri Amerika Birleşik Devletlerinin dünya ölçeğinde yaptığını Osmanlılar tarihte ilk defa böyle bir iş yaptılar ve onun için çok uzun ömürlü müstesna performansı olan bir siyasi sistem yarattılar.

O sistemin performansı hakkında özetlemek üzere huzurunuzdayım zannediyorum.

Bir kere ne yaptılar 16., 17. Türk devleti Osmanlı Devleti ama o Türk devletlerine bakarsanız hiçbiri Osmanlının yarı ömrüne ulaşamamıştır. Bütün Türk devletleri içinde en az iki katı ömrü olmuştur Osmanlı Devletinin. İslam dünyasında da Müslüman devletlerinin içinde de bu kadar yaşayanı yok. Genişlik itibariyle de Roma’dan sonra tabii Cengiz’i ve şeyi söylemiyorum onların Çin çok geniş alanlarda çok kısa süreli. Tabii Çin kısa süreli değil ama Çin’in Hanedanlarına bakarsanız Çin 3-4 bin senelik milattan evvelde ikinci bine kadar daha geriye çıkıyor ama Çin tarihine bakarsanız Osmanlı Hanedanı kadar uzun olan bir dönem yok bütün hanedanlardır onlar üç yüz üç yüz elli iki yüz elli seneliktir ve değişiyor, yeni şeyler oluyor.

Hanedan olarak dünya tarihinde en uzun ömürlü devlet Osmanlı devleti oldu. Osmanlılar kendilerine ne diyorlardı bilmiyoruz. 1500’lerde yani kuruluşundan 200 senen sonra dediler biz, bizim devletimiz Devlet-i Aliye-i Ebed Müddet‘dir. Bundan daha başka devlet olamaz. Devlet-i Aliye yani devlet nedir, hani Kur’an’da “din İslam’dır” diye bir ayet var. Haşa benzetmek gibi olmasın “devlet budur” dediler ama iki yüz sene işlediler, kuyumcu gibi.

Kurumlar meydana getirdiler. O kurumların haddi hesabı yok. O kurumlar için ben şöyle diyorum: O Kurumların şeyi yok, hemen hiçbir kurumunun ne zaman başlayıp ne zaman bittiği belli değil. Yeniçeri, söyleniyor şu bu filan belli bir başlangıcı yok bitişi var diyeceksiniz bitişi de belli değil. Mahmut topa tuttu İstanbul’da ama Bağdat’ta, Basra’da, Bosna’da Yeniçeriler devam etti.

Ondan sonra esnaf loncaları, vakıf sistemi, vakıfları Müslümanlar icat etmediler öyle anlaşılıyor. Müslümanlar da buldular ama tarihte ilk defa İslam Dünyası’nda, İslam Medeniyeti’nde vakıf gelişti. Çok dallı budaklı önemli bir kurum haline geldi. Osmanlılar onu benimsediler. Fakat onu ileri götürdüler. Çok önemli ilaveler yaptılar. Vakıf, Osmanlıları çıkarırsanız, vakıf çok güdük, zayıf, üfürsen uçacak bir kurum iken Osmanlılar bunu ebedî yaşayacak bir kurum haline getirdiler.

Şimdi çok önemli iki ilave yaptılar. Paraları vakıf haline getirdiler böylece arka kapıdan faizi de devreye sokmuş oldular. Faiz kötü haram tamam. Tamam da faizsiz ekonomi çalışmaz. Faiz sermayenin fiyatı, parayı veren düdüğü çalar. Para yoksa, düdük yok. Sermaye bulamazsınız, kredi bulamazsınız yani Müslüman olarak tabii ki faizin haram olduğuna inanıyorum ama faiz olmadan yaşamak mümkün değil. Osmanlılar Müslüman olarak bunu yerleştirdiler. Osmanlıdan önce yapan oldu mu bilmiyorum. Belki Orta Asya’da biraz şeyler var şaibeli ama ilk defa faizi, faizi ama serbest bıraktılar diye anlamayalım. Hiç öyle bir şey yok. İmparatorluğun yüzlerce kaza mahkemelerinde faiz dendiği zaman kadılar kabul etmediler. Faiz yasak ama para vakıfları yetim mallarının idaresi dolayısıyla faizi fiilen benimsediler.

Ondan sonra vakıflardaki ikinci şeyleri de uzun vadeli kira sistemi getirdiler. Bu hiçbir yerde yoktu. Vakıfları piyasanın dışına iten hani kökünü aldığınız diyelim çiçek aldınız çingeneden veya çiçekçiden vazoya koydunuz o çiçek bir hafta yaşar ondan sonra iki hafta yaşamaz ölür. Çiçek köküyle yaşayabilir. Osmanlılar bu icareteyn çift kira sistemiyle vakıflara muazzam bir hayatiyet kazandırdılar. Vakıflar ölmez, şehitler gibi hale getirdiler. Birçok kurumlarla sistemi ebedî olacak şekilde düzenlediler. Şimdi vakıf üzerine biraz fazla konuştuk. Çok önemli bir rolü olduğu için.

Meydana getirdikleri diğer kurumlar bürokrasi, Osmanlı bürokrasisi çok muhteşem bir icattır, hâlâ çok iyi biliyoruz ama bildiğimiz şu var bu 17 Türk Devleti içinde ve belki 100’lere varan İslam Devletleri içinde Osmanlı’dan başka arşivi olan bir ikinci İslam Devleti yok. Bu son derece önemli bir şey. Yani 1500-1400’lerden itibaren bir Müslüman toplum nasıl yaşıyordu, faiz var mıydı yok muydu başka günahlar işleniyor muydu, nasıl işleniyordu, nasıl cezalanıyordu bunları hiç bilmiyoruz. Bunlar o fıkıh kitaplarında ezbere anlatıyor ama hayat nasıldı, onu Osmanlı bürokrasisinin meydana getirdiği arşiv sayesinde anlıyoruz, öğreniyoruz. O arşivi meydana getiren bürokratlar öyle çok büyük sayıda bugün 2-3 milyon memur var devletten maaş alan. Osmanlılarınki neydi Kanuni devrinde 100-150 kişiydi, ondan sonra yavaş yavaş arttı. 1800’lerde 1500 kişi. O muhteşem arşivi meydana getiren işin erbabı adamlar o kadardı.

Osmanlıların en önemli özelliği Osmanlı adaleti pek meşhurdur. Yani literatürde de adı geçer. Mesela Osmanlı bir İslam Devletiydi yasalarının esası Şeriat idi. Şeri yasalar uygulanırdı. Kanunlar da vardı. Yani örfi kanunlar da epey gelişkindi. Ama kadılar esas olarak Müslüman kadılar, Müslüman devletin yasalarını, o örfi yasalarda şeriatın izniyle olabilen şeylerdi. Bu mahkemeler tabii cezayı gerektiren şeylerde bütün Osmanlı tebaası kadı ile muhatap idi ama şahsi işlerde biliyorsunuz Osmanlı serbest bırakıyordu. Hristiyanlar, Yahudiler kendi cemaat şeyleri ile işlerini yürütebilirlerdi. Kadıya başvurmak zorunda değillerdi. Yani evlenme, boşanma, miras gibi konularda serbesttiler bütün dinler, yabancılar da. Fakat buna rağmen bizim sicillerde bunların kadı mahkemesine bilerek isteyerek geldiklerine ait çok sayıda örnek var. Dini yönetim cemaat yönetimleri ondan hoşlanmıyorlar. Niye gidiyorsunuz kadıya, bize gelin diyorlar fakat tercih ediyorlar. Yabancılar ki kapitülasyonlar dolayısıyla kendilerini yargılayan kurumları var meşru olarak. Onların da Osmanlı mahkemelerini çok yere tercih ediyorlar ve yazıyorlar. Diyorlar ki bu Osmanlı kadıları bir seansta bitiriyorlar işi avukat mavukat ta yok doğrudan çıplak ifade ve şehadetlerle, “yalancı şahitlerin hayatı kayar”, şahitlerle karar verirler Osmanlı kadıları.

Gog diye bir kitap var Giovanni Papini’nin, Papini bir Katolik filozof ama mizah şeyi var, eski bir kitaptır Türkçe’ye de çevrildi birkaç kere. Mesela orada Papini, Einstein’la bir röportaj anlatıyor. Einstein’a diyor ki, siz dünyaca meşhur fizikçisiniz. Bütün evren hakkında en derin bilgileriniz var ama ben bu işlerden fazla anlamam. Bu evren hakkında bu en büyük fizikçinin benim anlayabileceğim dilde ifade etsin.

Nasıl bir mahiyeti var bu evrenin. Einstein da diyor ki: Bir şey kımıldıyor, en özün özü olarak bunu söyleyebilirim diyor. Hareket.

Şimdi Osmanlı’nın özünün özü: Toplumu idare ederken eşitlik önemli bir prensipti. Çok önemli bir prensipti ama eşitlik adaletten sapmayan bir eşitlik. Tam eşitliğin canavarca bir şey olduğunu hemen tahmin edersiniz. Osmanlıların eşitliği herkesin tam eşit olması değil. Mesela benim gençliğimde komünistlik vardı, şimdi yok. Komünist arkadaşlarımız eşitlik taraftarı idiler. Her şey eşit olsun diyorlardı. Bir muzip adam çıktı dedi ki “insanlar doğuştan eşit değil”. Önce bu doğuştan gelen eşitsizliği düzeltelim. Doğuştan gelen eşitsizliğin de haddi hesabı yok. Ama bir kere boyları eşit değil. Önce boyları bir hizaya getirelim. Böyle garip fikirler vardı. Tamam dediler. Sert komünistler “eşitleyelim, nerden eşitleyelim” bir kısmı ayaktan keselim bir kısmı baştan. Bir tarafı kesmek lazım eşitlemek için. Böyle komiklikleri de içeren bir konu, eşitlik.

Osmanlı eşitliği şöyle: Herkese yaşama hakkı tanıyan bir sistem kurmak istediler. Halkın; köylü, şehirli, esnaf, tüccar neyse bunların grup mensubu olarak herkesin eşit kaynaklara, imkanlara sahip olmasını istediler. Reaya bilirsiniz bir reaya var halk var, ondan sonra bir de o halkı yönetmek üzere seçilen, oluşturulan elit var. Yönetim işte entelektüel elit var, askeri, idari, bürokratik elit ne derseniz, bunların iki ayrı grup askeri, reaya. Onların arasında eşitlik yok. Reayanın içinde de köylüler birbirine eşit, esnaf birbirine eşit, tüccar birbirine eşit ama bunların her birinin düzeyi farklı olabilir.

Yönetim için seçilenler çok eşit değil. Bu George Orwell’ın meşhur Hayvan Çiftliği diye bir kitabı vardır. Sovyet sistemini şimdi Sovyet sistemini siz hiç hatırlamıyorsunuz hiçbiriniz. Sovyet sistemi de eşitlikçi, komünist yapıydı fakat onlarınki de biraz sahtekarca idi. Tam eşit görünüyordu fakat değildi. İşte George Orwell onu tenkit ediyor. Bazıları diyor evet herkes eşit, bazıları biraz daha fazla eşit diye şey yapıyor. Bizim askeri zümre evet biraz daha fazla eşit gibi. Yani onların gelirleri, imkanları çok, halkın reayanınkinden çok fazla idi. Fakat onların içinde de eşitlik vardı. Rütbeniz Bey ise diyelim 300 kadar Bey vardı. Hepsinin gelirleri birbirine yakındı. Yetkileri, sorumlulukları ve gelirleri halktan çok yüksek belki elli yüz misli ama kendi aralarında eşitti. Vezirler daha yukardaydı onlarınki de aralarında eşitti.

Halkın çeşitli kademelerinin ilelebet yaşayabilmesi için eşit kaynakları dağıtmayı prensip olarak benimsediler. Bunu başardıkları zaman o zaman dediler bu devlet ebediyün devam, ebediyün istimdad, ebed peybent. Ebedi yaşayacak devlettir dediler. Gerçekten 1500 civarında kurdukları sistem o aynı yıllarda Batı’da kapitalizm meydana geldi ortaya çıktı ve 300-500 sene içinde bütün dünyayı altını üstüne getirdi. O değişme olmasa idi. O değişme de olmaz olur mu demeyin insanlığın tarihi milyon yıla kadar uzanıyor. En azından 15 bin senelik bu Göbekli Tepe’deki mabetlerden sonra rahatça söyleyebiliriz, insanlığın tarihi tarih prehistoryasıyla 15 bin senelik. Ama ziraat devrimi ve medeniyet en az 10 bin senelik. Bu 10 bin sene insanlar birçok işler yaptılar ama 15. yüzyılda devreye giren kapitalizmin yaptığına benzer şeyleri daha evvel yapamadılar. Biraz tarih okuyunca onu insan anlıyor. Şeye benziyor, nerden nereye şimdi, insanlığın nüfus artışına dair ilk ziraat devrimi olduğu zaman milattan evvel 9. bin yılında dünyada ne kadar insan vardı. Tabii o zaman nüfus sayımı yapacak kimse yok. Ama bu ilim öyle bir şey ki ne kadar insan olduğunu bir takım göstergelerle ortaya koyuyorlar. İki ila yirmi milyon arasında bu arkeolojik çeşitli şeylere dayanarak iki ila yirmi milyon, on milyon civarında bir nüfus düşünülüyor milattan evvel onuncu bin yılında. Bu nüfus ziraat yapmaya başlayan köy ve şehir hayatları oluştuktan sonra yavaş yavaş artıyor. 1750’de bir milyara çıkıyor yüz misli artıyor. On milyondan bir milyara 1750 sanayi devrimi.

Ondan sonra şimdi grafikte geliyor böyle on bin sene sonra çok muazzam bir 1750’den bugüne iki yüz elli sene, iki yüz altmış sene şu anda yedi milyar, yani on bin senede yüz misli artmış. İki yüz elli senede yani kırkta bir kadar bir süre içinde ise yedi misli artmış muazzam bir artış. O artışa bakan birisi diyor ki bu şeye benziyor. Grip olduğunuz zaman, grip virüsü girdiği zaman vücuda virüsün çoğalması da aynı şey diyor. Grafikleri koydunuz üst üste tam aynı diyor başlıyor yavaş yavaş sonra fırlıyor. İnsan da yeryüzüne mikrop gibi musallat olmuş sayabiliriz diye muziplik yapıyor.

Evet kapitalizmin gelişi, bu hızlanma müthiş tarihi çok hızlandırdı. Değişme muazzam ama Osmanlı Devleti kurulduğu zaman tabii Osmanlı’nın bir özelliğini de hemen söylemeliyim.

Halkı eşitlik içinde kaynakları birbirinin elinden almayacak şekilde kurumsal bir yapı oluşturdular.  Ona benzer yapı Roma’da da, Bizans’ta da vardı. Fakat onlarınki ömürlü olmadı. Çok çabuk dağıldı. Osmanlılar 1500’lerde bunun dağılmamasını sağlayacak mekanizmaları kurdular.

En önemlisi şu idi, servet, sermaye farklılaşmasını önlemeyi başardılar. Bizans ve Roma onu yapamamış idi. O yüzden çok kısa zamanda kaynaklar alabora oldu. Ve sistem çöktü.

Osmanlılar küçük bir yönetim grubuna çok büyük kaynaklar tahsis ettiler. Halkı ise yaşayabilir düzeyde tutmayı hedeflediler. Peki askeri o yüksek tabakanın yüksek gelirleri biriktirip birikim yapıp kapitalist, burjuva, zengin kitle oluşursa sistem yaşayabilir mi imkansız.  O sistemin çökmesini önleyecek vakıf şeyini kurdular. Vakıflar onun için çok önemli oldu. Para vakıfları icareteynli vakıflarla öyle bir sistem oluştu ki büyük gelir sahiplerinin çocukları torunlarının bir burjuva aristokratik zenginlik içinde bulunma imkanını ortadan kaldırdılar. Bunu yaptıklarına kanaat getirdikleri zaman bu devlet artık ebedidir dediler. Ve gerçekten öyle gidiyordu. Ama Batı’daki fırtınadan sonra, sonra da devam ettiler, Osmanlılar o sistemlerini değiştirmemekte azimliydiler. Sanayi devrimi 1750. 1800 ondan sonra kapitalizm bütün ihtişamıyla üzerine geldi. Osmanlılar direnmeye devam ettiler değişmediler. Onun için bitti yeni bir devlet dememizin bir sebebi sistemi değiştirdik. Rejimi değiştirdik. Evet sanırım yeter bu kadar başka özellikleri de var. En önemli bence bunlar.

Bir de eliti çok zeki insanlardan yaptılar. Osmanlı yöneticileri içinde zeka düzeyi, deha düzeyini bulmamış kimse yoktu.

Şimdi internette var, Amerika başkanlarıyla ilgili IQ deneyleri çıktı geçenlerde bir internette gördüm. 140’ın üzerinde belki uyduruyorlar bilmiyorum, ama herhalde Amerika Başkanı olunca saçmalayan başkanlar da dahil olmak üzere çok zeki olmaları gerekir. Osmanlılar tabi başkan padişahtı. Padişahların zekası Allah’ın lütfu. Çok parlak zekalı padişahları biliyoruz, vasat olanlar, deli olanlar da var.

Ama Osmanlı sistemini idare edenler hanedan mensupları değildi. Padişah evet önemli idi. Ama asıl bu bürokrasinin liderleri önemliydi.  Bu liderler geçenlerde televizyon anlattı. Fransa bir Cumhurbaşkanı seçti şimdi Macron diye bir zatı muhterem. Bu zat 39 yaşında ve bir literatür tarama yaptılar genç liderler hepsi 35’in üzerinde. Yani Avrupa’da başbakan Trudo dediler Kanada o da otuzlarında yani otuzun altında kimse ben görmedim.

Bizim Osmanlı sistemi geleneksel bildiğini okumaya devam eden sistem diye biliriz. Sakallı, yaşlı, boynu bükülmüş olanların idare ettiği, hiç öyle değil. Televizyonda o programı yapan bir de bizim kronolojilere baksa otuz yaşın altında çok sadrazam var. 27 yaşında sadrazam var. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa 27 yaşında sadrazam oldu 1661’de 15 sene sadrazam kaldı. Hiç İstanbul’a gelmedi zavallı dolaştı durdu. Girit’i aldı, Komaniçi’yi aldı. Polonya, Rusya İstanbul’a uğramadan 40 yaşında öldü. 25 yaşında çok var. Gayrimüslüm, devşirme çocukları alıyorlar biliyorsunuz onları eğitiyorlar onların içinde çok parlak zekalı olanları seçerek hızla yükseltiyorlar. Yirmi ila otuz arasında en yüksek dereceye çıkan çok sayıda yönetici var. Ama bey, beylerbeyi, vezir rütbesinde olan insanların IQ seviyesi 130’un üzerinde görünüyor. Yani çok zeki adamlardı Osmanlı yöneticileri her düzeyde. Bir şey var ama mesela 27, 25, 24 yaşında en yüksek rütbeye çıkan insanlar var. Bürokraside, idarede ve askerlikte. Fakat adalette yok. Adalette Naip, Kadı olur ama onu ne zaman olur 25 yaşından evvel pek olmaz. Medresede epey dirsek çürütecek sonra yüksek rütbeye mesela Vezirliğe, Beylerbeyliğine muadil olan Molla düzeyine 40 yaşından evvel ulaşanı yok. Osmanlı adaletinin şöhreti boşuna bir şöhret değil.

Yabancılar ve gayrimüslimlerin bize gayrimüslimler genellikle yabancı gibi anlaşılır ama onlar çok sevilen, tebaa idi. Bediatullah dediği Osmanlıların tebaa reaya. Yöneticileri çok zeki insanlardı. Cahil olan bazen olabilirdi. Ama zekası az olan, vasat zekalı bir adamın Padişahın veya Babıali’nin, Sadrazamın yanına Katip olarak dahi girmediğini sizi temin ederim.

Burda bitirelim Osmanlı ile ilgili bu kadar işte başka özellikleri de var ama en önemlileri bunlar. Sormak istediğiniz bir şey varsa onu konuşabiliriz.

Tam bir saat olmuştur yahut 45 dakika zaten siz de 45 dakikadan fazla konuşmayın. 45 dakikadan fazla kimse dinlemez. Dinlese de anlamaz. Anlasa da anlayıp anlamadığı belli olmaz. Buyrun efendim,

(- Hocam çok teşekkür ederiz. Levent Ağaoğlu. Şimdi ben Bilge Tonyukuk ile ilgili bir kitap hazırlıyorum kendim, ilk düşünürümüz Bilge Tonyukuk.)

Onların Orkun kitabelerinde söylediklerinin takipçisi Osmanlı yöneticileri. “Çıplakken giydirdim, açken doyurdum” diyor. Osmanlı sisteminin özü odur.

Buyrun

(- Orada ve benim Bilge Tonyukuk’ta gördüğüm dilden düşünce yani ilk yazar. İlk yazma eylemini gerçekleştiren Bilge Tonyukuk. İlk yazan kişi. Oradan dilin önemini ben çıkartıyorum Bilge Tonyukuk’tan. Dilden de düşünceye geçiyor. Şimdi sizin düşünceye geçince Kültür Şuranızdaki konuşmanızı ben dinledim. Orada Latincenin, Latin alfabesinin daha analitik olduğunu ifade ediyorsunuz. O görüşünüz var, o konuda detay verebilir misiniz? diye bir sorum olacak.)

Alfabeyle ilgili Osmanlılar hakikaten çok zeki insanlardı. Arap alfabesini Arapçayı kendi malları gibi  kullandılar. Muhteşem bir dil yarattılar bir kere. Osmanlı Türkçesi çok büyük bir dildir. Çok büyük muazzam ifade yeteneği olan her türlü karmaşık incelikleri ortaya koyabilen ifade edebilen bir dildir.

Bu dilin İngilizce ile Türkçe arasında Lugat yapan meşhur Sir James Redhouse‘un 1890’da çıkmış lugatı vardır. Turkish-English Lexicon diye. Orada diyor ki dünyada 1890 iki büyük dil var bir İngilizce bir de Osmanlı Türkçesi diyor.

Bu iki dilde yüzer bin kelime var. Ben bunların doksan binini bitirdim lugat olarak yayınlıyorum diyor ömrüm vefa ederse tamamlıyacam. İki büyük dil dediği İngilizce 1890’da biliyorsunuz İngiltere süper güç idi. Dünyaya hakimdi. Dili henüz hakim değildi. Diplomatik dil Fransızca’ydı o zaman yüz sene önce de İtalyanca idi ama İngilizce de büyük bir dildi. Ben Fransızca okudum gençliğimde Fransızlar Fransızcanın vuzuhu diye övünürler.  Fransız dilinin kesinliği tamamen laf. Kesinlik İngilizcede. İngiliz dilinin kesinliği İngilizce şimdi herkes bildiğine göre vasat bir İngiliz-Amerikan yazarını alın okuyun vasat yani çok parlak  Nobellik veya çok vasatın altında kitap da çıkarmazlar. Çok sansür ederler. Kağıdı kalemi Allah yarattı, herkes böyle harcayamaz diye  düşünürler. Kelime çıkaramazsınız bir İngiliz’in, bir Amerikalı Anglofon bir yazarın cümlesinden kelime alırsanız cümle bozulur. Fransız’ınki alsanız bir kelime iki kelime hepsini alsanız fazla değişmez. Bu kadar önemli bir dil gibidir diyordu Redhouse. 1890’da iki dilde de yüzer bin kelime şeyi alırsanız Redhouse’un lugatını görürsünüz orada fakat Redhouse ne yapıyor mesela münafık arapça bir kelime diyor a. koyuyor, münafıklık diyor t koyuyor Türkçe diyor. Ama bizim tasfiyeciler münafıklığı da iyice münafık olarak tamamen attılar. İngilizce bugün bir milyon kelimeye sahip, bizim dilimizde ne kadar kelime var, doksan bin yok.

(- Şimdi Ötüken lugatında 340 küsür bine ulaştı. Ötükenin bastığı lugattı.)

Tabii Türkçede 600 bin kelime var. Türkçede ama kullanılan yok, o Osmanlıcayı, Türkçe her şeyi sokarak bir şey yaptı. Kullandığımız Türkçe’de 3000 kelimeyle meşhur yazarlarımız var. 3000 kelimeyi tutan çok büyük adam.

(- Hocam Latin Alfabesi?)

– Latin Alfabesine gelcem, şimdi Redhouse’un şeyleri eski harflerledir, kelimeler ama Latin harfleriyle de okunuşunu da yazmıştır. Bizim Türk dili Arap harfleriyle yazılmaz. Şimdi bizim Derin Tarihin yazarı gelirken konuştuk Mustafa Armağan. Bir yazı yazıyor eski harflerle, yeni harflerle. Şimdi bizim Türkçemiz eski harflerle yazılmaz mesela önemli yazamaz yazar okunmaz. Ama Osmanlılar bin sene kullandılar o yazıyı Türkler ve bin senede o yazı ile Türkçe’yi kaynaştırdılar bunu başardılar.  Eski kelimelerin nasıl yazıldığı konusunda kimsenin tereddüdü yok. Dağı d ile değil tı ile yazar ta diye yazar ve da olarak okur.

Şimdi Türkçeleşme hızlandı. Bu Cumhuriyette olmadı daha evvel başladı. Bu da sağlıklı normal iyi bir şeydi. Türkçeleşme başladığı zaman Latin harfleri analitik çok kesin olarak doğrudur. Ben elli altmış senedir eski harfleri okuyan bir insanım işim onlarla ama çok kelimeyi okumakta zorluk çekiyoruz.  Öyle de okunabilir, bir de şu var. Mesela üstün esre işaretleri Osmanlılar 14. yüzyıldan sonra kullanmadılar. Kullanmadıkları zaman sen Mehmet diye okuyoruz Mehmet Mehmed ama onu Mehemmet mi diyorlardı Muhammet mi onu kestirmek zor. Eskilerde Muhammet diyorlar. Yani bence Türkçeleşme kaçınılmaz bir şey.

Yaptığımız kötülük, tasfiye. Bu tasfiye felaket oldu. Bu felaketi hâlâ Türk eliti anlamış değil. Çünkü mahiyeti itibariyle anlaşılmaz bir şey. Tasfiye olunca düşünemez olduk, çünkü kelimelerle değil kavramlarla düşünürüz. Kavramların adı var.

Benim Karadeniz hikâyesi var. Balukların diyor adını bir Laz koymuş. Denizun dibine inmiş tek tek balıklara madalya takar gibi isim vermiş. Kavramların adı var. O kavramlar o adla anılır. Kavramları siz tercüme ettiğiniz zaman bu iş çorba olur. O çorba olduğu içindir ki Avrupalılar şimdi bu sanayi medeniyeti her gün yeni bir şey icat ederek muazzam İngilizce bir milyona çıktı yeni kelimeler bunların içinde yeni kavramların hepsi Grekçe, Latince köklüdür. Niye onu yapıyorlar da kendisi uydurmuyor, yani düşünmek için epey yerleşmiş kavram onların adlarına ihtiyaç var. Tercüme kavramla düşünülmez bizim başımıza gelen budur. Düşünemez hale gelince tabii ki de düşünemediğimizi bilmiyoruz ve Öztürkçe de devam ediyor.

(- Hocam izninizle Latin harfleriyle ilgili bir anekdot aktarabilir miyim?)

Latin harflerinin aleyhine bir şey söyleme çünkü Türkçeye hakkaten uygun. Yalnız bir şey söyleyeyim çok kelimeleri değiştirdik ama bu yazıyı bin sene kullandık. O yazıyı ben bir saatte öğrendim, lisedeyken öğrendim. Öğrenmemiz gerekir diye düşündüm. O yazıyı da lütfen entelektüel olanlar öğrensin. O olmazsa ayıp olur. Ve o da bir felakettir. Dili de öğrensin.

Osmanlı Türkçesini öğrenmeli.  O da korkunç bir şey. Altmış sene önce yazılmış olanı bugünkü Türkçeye çevirelim diyen insanlar var. Bir elit oluşmaz, kültür oluşmaz, yok olur.

Osmanlı kurumları ne zaman doğdu, ne zaman öldü bilinmez. Şeye benzetiyorum Wagner’in müziğine, Wagner’in operaları başlar belli olmaz çok derinden yavaş yavaş işitmeye başlarsınız, biterken de çok yavaş biter. Bir şey işitmezsiniz ama orkestra şefinin dehli sağlanmaya devam eder. Osmanlı kurumları böyle. Bütün kurumları böyle Şeyhülislamlık ta böyle. Şeyhülislam İslam’ın müftüsü iken Şeyhülislam oluyor. Ne zaman olduğu belli değil. Tartışılıyor.

(Latin alfabesiyle ilgili benim çok dikkatimi çekti başka bir görüş ben duymadım o açıdan sordum.)

– Benim kendim ben dil uzmanı değilim ama benim tecrübem yani eski harfleri okuyorum rahat ama Türkçeye Arapçaya uygun Farsçaya da uydurulmuş ama yeni Türkçe kelimeler olmuyor. Öztürkçe dedikleri ayıp bir şey. Türkçe. Türkçeye giren Türklerin anladığı her şey Türkçe ama Türkçe kökenden gelen kelimeleri eski harflerle ifade etmek zor. Yani -ler -lar mesela -lam ve -le ile -lar da öyle yazıyor -ler i de onu öğreniyoruz. Ama Latin harflerle daha güzel.

(- O zaman bir akıl aldı Latin alfabesi daha uygundur Türkçeye diye)

– Tabi kesinlikle daha uygundur. Onda şüphe yok.

(- Sizin doktora maceranız son derece macera dedim ama çok önemli o)

– Macera evet

(- Şimdi ben sizin Osmanlı ekonomisine ilişkin tezinizi dikkatle okudum. Ön kısmında bahsediyorsunuz. Anılarınızda o kadar önemli ki o sizin büyük gayretiniz, büyük çabanız otuz yıla yayılıyor galiba. Keşke o biraz daha genişletilip biraz daha ayrı bir kitapçık olarak yayınlansa, çünkü sizin örneğiniz yok ki bizim memleketimizde)

– Tecrübe o. Tecrübe

(- Sizin örneğiniz yok memleketimizde yani sizin o büyük idealizminizi gösteren ben bir şey hatırlamıyorum.)

– Ama bunu öyle bir yapmak gerekiyor ki yani bir şeyi yapınca hakkıyla yapmak gerekir. Yoksa para için rütbe için bir şey yapılmaz. Yapmaya başladığım zaman orada hiçbir şey yoktu.

Hiçbir şey olmayan bir alanda zihin durur. Newton diyor ki dev görünüyorum ben klasik müziğin büyük düşünürü Newton ama ben diyor dev değilim. Devlerin omuzunda yükseldiğim için öyle görünüyorum.

Kim o devler? Newton 1727’de tam bize matbaa geldiği yıl öldü. Kopernikus 1543’te öldü. Kopernikus helyosantrik güneş merkezli astronomiyi getirdi. Arkasından Kepler, Galile, Pascal, Ruggles, Dekart bütün bunların döşediği şeyin üzerinden Newton taçlandırdı.

Bir alanda öncüller yoksa o zaman parlak bir şey yapmak çok zor. Parlak bir şey yapmak isterseniz çok zahmetli olur. Ve uzar uzar ve olmaz. Başka şeylere girer, benim maceram bunun gibi.

(- Ama büyük bir idealizm o. Çok büyük bir idealizm.)

– Yani işin hakkını vermek. Yaptığı işi iyi yapmak. Bu kafirler bunu yapıyorlar. Eskiden bizim Müslümanlar da yapıyorlardı. Şimdi pek yapamıyoruz.

 

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular