Home Blog Page 10

Şairler Cumhuriyeti ve Şairlerinden Sesli Şiirler

Can Yücel (1926-1999)

 

İlhan Berk

https://www.instagram.com/reel/C_NZeyKqqsS/?igsh=MTFzdWY5M3d4NHA5NQ==

 

Turgut Uyar

https://www.instagram.com/reel/C-9-10tI63i/?igsh=dmd3a3FxemY5NzBi

 

Can Yücel

https://www.instagram.com/reel/C-kJ4GgoAOf/?igsh=aTh5d3pveWJoaGky

 

Ahmet Hamdi Tanpınar

https://www.instagram.com/reel/C92utB_InHJ/?igsh=MWp4a281Y2xhbHY0NA==

 

Ahmet Kutsi Tecer

https://www.instagram.com/reel/C9xOz9XokzY/?igsh=MjRvOTlseDQyMW92

 

Ahmet Muhip Dranas

https://www.instagram.com/reel/C8eU3uhoyBB/?igsh=MWdnd3Y1anhmcXJrcw==

 

Cahit Zarifoğlu

https://www.instagram.com/reel/C76sPEPIl5V/?igsh=MW1ha3VuamRzN2p0dA==

 

Ahmet Haşim

https://www.instagram.com/reel/C7ytW-Iokox/?igsh=MWx5bXhsMHB1ODBoYg==

 

Nazım Hikmet

https://www.instagram.com/reel/C7wGXLao5et/?igsh=dzFxZWZwZzVhaDJn

https://www.facebook.com/watch/?v=871518744771989

Atilla İlhan

https://www.trtdinle.com/show/attila-ilhan-siirleri

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Hilmi Yavuz

 

Yaşar Kemal

https://www.instagram.com/reel/ClEobvVgXDm/?igshid=YmMyMTA2M2Y%3D

 

Eray Canberk

https://www.instagram.com/reel/C7gqxh2oUyR/?igsh=MW4wZHN4dGE0d3Ex

 

Necip Fazıl Kısakürek

https://www.instagram.com/reel/C7ZHA1-Nr9d/?igsh=ZWRwaW4wNGxlZHdk

 

Oktay Rifat

https://www.instagram.com/reel/C55iCcjI3A5/?igsh=NGNmdHNvbDN6ZzF1

 

Cemal Safi

https://www.instagram.com/reel/C53zXO9IKLM/?igsh=d2NrMHFpM3ZlOTk4

 

Orhan Veli Kanık

https://www.instagram.com/reel/C5sigSyNZqO/?igsh=MTUwM3NlYWQ2Zzg2cg==

https://www.instagram.com/reel/C4yV5ObIhST/?igsh=MTA1ZG0xcWswbGIxaw==

https://www.instagram.com/reel/CzoTLgvotpR/?igsh=dDd5dGNwdnpkMmg0

 

Ülkü Tamer

https://www.instagram.com/reel/C5N2icVoJWG/?igsh=ZDN1eGRmc3A0M3Uz

 

Muhsin Yazıcıoğlu

https://www.instagram.com/reel/C473BIToBxJ/?igsh=MXV4OTJqNGZ5MTExMw==

 

Aşık Veysel

https://www.instagram.com/reel/C4xhtLuCxlx/?igsh=MXRuOGsyb3ZucGgzZw==

https://www.instagram.com/reel/C4wWE-6Iorl/?igsh=MXB6cGJ4ZGlia3dzNA==

https://www.instagram.com/reel/Cy0T5igIESa/?igsh=ZjdndXd4Ynp0ZzZq

 

Mehmet Akif Ersoy

https://www.instagram.com/reel/C4aVo5cIhzh/?igsh=MzU3eWtxbWMweGVt

https://www.instagram.com/reel/C1U43DWICyP/?igsh=bngzMHk3ejF5b2Z0

 

Ziya Osman Saba

https://www.instagram.com/reel/C2rks6XIFcm/?igsh=MTgyYzNmYWw3ZGF3Ng==

 

Abdurrahman Karakoç

https://www.instagram.com/reel/C77HVT1oIOQ/?igsh=MTd2bWdnd3RwZTgyMA==

 

Necati Cumalı

https://www.instagram.com/reel/C16uAI2oc84/?igsh=ZmdzeXd5aG4wdmpr

 

Cemal Süreya

https://www.instagram.com/reel/C138tTmCFWh/?igsh=MTVka3dwYmVydzRhMw==

https://www.instagram.com/reel/C0jy9-8o7Df/?igsh=NXJ5NjIyc2xxc3lz

 

Arif Nihat Asya

https://www.instagram.com/reel/C1uPGKJJXUP/?igsh=c2g1ZGZvdmRoczZu

 

Namık Kemal

https://www.instagram.com/reel/C0XG1b5Ig7M/?igsh=enIzY2wxZGZzb2ph

Ahmed Arif

 

 

Melih Cevdet Anday

https://www.instagram.com/reel/C0L4L4AId6N/?igsh=MWJkN3VhaXVzMGx2cw==

 

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali Şiirlerinden Bestelenmiş Eşsiz Şarkılar

Sezai Karakoç

https://www.instagram.com/reel/Czs6n05oZ30/?igsh=eGJrcTljMHlsbmlq

Faruk Nafiz Çamlıbel

https://www.instagram.com/reel/CzY0_5NIzLi/?igsh=MXc3MjlqYXFseWJ4cQ==

 

Ümit Yaşar Oğuzcan

https://www.instagram.com/reel/CzPDfE2h4Cq/?igsh=bm4yc2RiZ3pod3Yx

 

Yahya Kemal Beyatlı

https://www.instagram.com/reel/CzHNrtoof3H/?igsh=MjM0dDJub3Qydmox

https://www.instagram.com/reel/CzGRtJ9ItAA/?igsh=MW9ycWowbTU4OXI1YQ==

 

Ahmet Selçuk İlkan

https://www.instagram.com/reel/CyoRpZooANV/?igsh=MTVsaGJ2dzdxc2kyYg==

 

Cahit Sıtkı Tarancı

https://www.instagram.com/reel/Cx-S76mt5za/?igsh=MTJmNm9vMGZvZ2tlNA==

 

Tuncel Kurtiz

https://www.instagram.com/reel/CxsjXbtouYX/?igsh=M2RrYWZqZ2t6d3Js

https://www.instagram.com/reel/CmuQKrMqTlz/?igshid=YmMyMTA2M2Y%3D

 

İsmet Özel

https://www.instagram.com/reel/CxXrv5ZsJKL/?igsh=bnMzMzFoaWhsY3Uz

 

Şükrü Erbaş

https://www.instagram.com/reel/CmevX59JREV/?igshid=YmMyMTA2M2Y%3D

 

12 Şairimiz. Hayat Kısa Kuşlar Uçuyor | TRT Dinle

  • Cemal Süreya Programın 1. bölümünde; Cemal Süreya ve “Gül” şiiri konu edilmektedir.
  • Orhan Veli Kanık Programın 2. bölümünde; Orhan Veli Kanık ve “Hürriyete Doğru” şiiri konu edilmektedir.
  • Behçet Necatigil Programın 3. bölümünde; Behçet Necatigil ve “Sevgilerde” şiiri konu edilmektedir.
  • Nazım Hikmet Programın 4. bölümünde; Nazım Hikmet ve “Tahir İle Zühre Meselesi” konu edilmektedir.
  • Yahya Kemal Beyatlı Programın 5. bölümünde; Yahya Kemal Beyatlı ve “Sessiz Gemi” şiiri konu edilmektedir.
  • Attila İlhan Programın 6. bölümünde; Attila İlhan ve “Ben Sana Mecburum” şiiri konu edilmektedir.
  • Ümit Yaşar Oğuzcan Programın 7. bölümünde; Ümit Yaşar Oğuzcan ve “İstanbul” şiiri konu edilmektedir.
  • Ahmet Haşim Programın 8. bölümünde; Ahmet Haşim ve “Merdiven” şiiri konu edilmektedir.
  • Edip Cansever Programın 11. bölümünde; Edip Cansever ve “Adını Funda Oteli Koy” şiiri konu edilmektedir.
  • Cahit Külebi Programın 12. bölümünde; Cahit Külebi ve “Hikaye” şiiri konu edilmektedir.
  • Fazıl Hüsnü Dağlarca Programın bu bölümünde; Fazıl Hüsnü Dağlarca ve “Dünyanın Bütün Çocukları” şiiri konu edilmektedir.
  • Necip Fazıl Kısakürek Programın bu bölümünde; Necip Fazıl Kısakürek ve “Otel Odaları” konu edilmektedir.

https://www.trtdinle.com/show/hayat-kisa-kuslar-ucuyor

Sümer Yazıları

Sümerler, Türkistan ve Hindistan

Sümerler Kütüphanesi Dravidçe, Sümerce ve Türkçe  Hatti Kültürü ve Sümerce Sümerce  Sümerlerin Ataları  Sümer-İndüs ilişkisi  Turukku Kavmi  Sümerce ve Güneş Kültü  Hind-Türk Tezi  Altay…

Sumer Place Names in India

Source: Atlas of Philosophy; Spaces and Ways of Thinking, Elmar Holenstein, Küre Publications, June 2015 Sumer is found as place name mostly in India. Sumerian…

Ataturk’s Turkish History Thesis and the Sumerian Script Civilization

The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image Credit: Wikipedia) “The Turkish thesis has matured, it is necessary to walk on it…

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Sümer Yazı Medeniyeti

“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları. (1937 yılında, İkinci Türk Tarih…

Sümerler ve Türkler

Türk devlet geleneğinin ve davranışının temeli bilgeliktir ve Sümer bağlantısı üzerinden devam ettirilerek İbrahimi dinler ile evrensellik boyutu tüm dünyaya yayılmıştır.  Bu durum ise hem devlet…

Sümerolog Veysel Donbaz

Tekin Alan MEDENİYETLER TARİHİ (( ARKEOLOJİ MİTOLOJİ KÜLTÜR SANAT )) ndeoSosprt29181 9485Tg4ge0l:mhm75t1mlhz 14919u01f9,hl8992ua3  ·  Türkiye’nin sayılı Sümerologlarından Veysel Donbaz. Beş ölü dil biliyor. Sümerce, Akadca, Asurca, Babilce ve Hititçe….

Beğ Murat Gerey ile Sümerler

BÜYÜK TÜRK PART DEVLETİ 1 Turgay Tüfekçioğlu ile Türk Dili ve Tarihil KONUK: BEG MURAT GEREY TARİH: 28.06.2019. BÜYÜK TÜRK PART DEVLETİ 2   Turgay Tüfekçioğlu ile Türk Dili ve Tarihil KONUK: BEG…

Nereye Kayboldun Sümerbank?

Nereye Kayboldun Sümerbank?

Sümerler, Türkistan ve Hindistan

Sümerler Kütüphanesi

 

Sümer Göçleri

Orta Asya’dan göç etmek zorunda kalan en eski kavimlerden biri Sümerlerdir. 20 MÖ. 3500’lerde Sümerler Mezopotamya’ya geldikleri zaman²¹, bu ülkede henüz bir köy kültürü yaşanmaktaydı. Sümerler öncesi Mezopotamya kavimleri arasında siyasal bir birlik de yoktu.

Sümerler Mezopotamya’ya yepyeni kültür unsurları getirmişlerdir ki, bunların başında çömlekçi çarkı, silindir mühür ve yüksek mabet gelmektedir.
Sümerler, Mezopotamya’nın güneyindeki bataklık bölgeye yukarıda sıraladığımız kültür unsurlarını da katarak, mevcut eski köy kültürünü bir “şehir kültürü”ne dönüştürmüşlerdir. Gerçekten onlar, bataklık arazinin içinde yerleşmeye elverişli adacıklara ayrı ayrı cemaatler halinde yerleşerek, birçok şehir devleti kurmuşlardır.

Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Umma, Şuruppak, Nippur ve Kiş, bu şehir devletlerinin önde gelenleri arasında sayılabilir. Sümerler’in tarihini aydınlatan binlerce çivi yazılı belge ve çok sayıda arkeolojik malzeme vardır.Bu belgelerden öğrenildiğine göre, “Sümer şehir devletlerinde her şehrin ayrı bir tanrısı vardı. Sümerler, bu şehir tanrılarına tepeler üzerinde mabetler kuruyorlardı. Vatandaşlara ait özel evler bu mabedin etrafında kümeleniyor, sonra şehrin etrafına yine müşterek emekle bir sur inşa ediliyordu.

Sümerler’in inanışına göre, yeryüzündeki bütün yaratıklar ve varlıklar tanrının malı idi. Fakat tanrıya ait olan bu toprakları verimli hale getirebilmek için bataklıkları kurutmak, suları kanallarda toplamak gerekiyordu. Bütün bu büyük ve zor işleri ancak müşterek emekle başarabilirlerdi. İşte bu yüzdendir ki, bütün şehir halkı birlikte kanallar açıyorlar, toprağı birlikte ekiyorlar ve yetişen ürünleri birlikte topluyorlardı.”

H. Schmökel’e göre, Sümerler’in kurduğu bu küçük şehirler, bir çeşit ilkel sosyalizm ile idare ediliyorlardı. Fakat bu sosyalizm gücünü tanrıdan aldığı için, Mezopotamya’da Sümerler’le başlayan bu rejime “mabet sosyalizmi” ya da “teokratik sosyalizm” denilmektedir.

“Bu sistem gereğince her vatandaş, topraktan elden ettiği ürünleri, yetiştirdiği hayvanları, avladığı avları ve hayvanlardan elde ettiği et ve süt ürünlerini mabede teslim etmek zorundaydı. Mabette görevli bulunan rahip memurlar, toplanan bu ürünleri, her ailenin ihtiyacı oranında paylaştırıyorlardı. İhtiyaç fazlası ürünlerle de taş, kereste ve maden gibi memlekette mevcut olmayan maddeler, dış ülkelerden satın alınıyordu.” Demek oluyor ki Sümerler’de mabet sadece dinin değil, ekonominin de merkezi idi.

Sümerler bu ilkel sosyalizmin doğal bir neticesi olarak çok geçmeden MÖ. 3200’lerde yazıyı da keşfetmeye muvaffak oldular. Zira rahipler, her vatandaşın mabede getirdiği malı, kil tabletler üzerine ancak kendilerinin anlayabileceği şeklide kaydediyorlardı. Bu, bir çeşit resim yazısıydı.

Fakat zaman içerisinde ürünlerin çeşidi ve miktarı artınca, bu resimle kaydetme yöntemi kifayet etmemeye başladı. Resimlerin yerini yavaş yavaş şekiller ve çizgiler aldı. Yaş kil üzerine üçken uçlu bir kamışla yazılan bu yazının işaretleri çiviye benzediği için, modern araştırıcılar tarafından “çivi yazısı” olarak isimlendirilen yazı sistemi böyle ortaya çıktı. Yüzlerce işaretten oluşan ve hece esasına dayanan bu yazının dili Sümerce. olduğu için, çivi yazısının Sümerler tarafından keşfedildiği anlaşıldı.

Sümerler’in keşfettiği çivi yazısı doğuda İran’dan batıda Anadolu ve Akdeniz’e kadar yayılmış ve MÖ. 1. yüzyıla kadar uzanan yaklaşık üç bin yıllık zaman dilimi içerisinde çeşitli kavimler tarafından kullanılmıştır.

Sümerler, MÖ. 3500-2500 yılları arasına rastlayan dönemde Mezopotamya’da gerçekten büyük bir medeniyet meydana getirdiler. Fakat ne gariptir ki, coğrafi şartlar uygun olmasına rağmen, büyük bir imparatorluk kuramadılar. Tam tersine onlar, şehir devletleri halinde yaşamayı tercih ettiler.

Merkezi bir devlet kuramamalarının önde gelen nedenlerinden biri, bu şehirler arasında yaşanan ve bitmek tükenmek bilmeyen hâkimiyet mücadeleleri olsa gerektir.MÖ. 2500’lerden itibaren Mezopotamya, Akkadlar, Asurlular, Babilliler ve Kaslar gibi çeşitli kavimlerin de yurdu olacaktır. Fakat adları geçen bu kavimler de yüksek Sümer kültürünü büyük ölçüde benimseyeceklerdir.

Demek oluyor ki, en eski kavimlerden biri olan ve Türkçe’ye akraba bir dil konuşan Sümerler, Mezopotamya’ya şehir kültürünü getirdikleri gibi, tarihi devirlerin başlamasını mümkün kılan yazıyı da icat etmişlerdi.

Mezopotamya’nın coğrafi şartlarının zorlaması neticesinde “emekte ve nimette müştereklik” esasına dayanan ve Batılı tarihçiler tarafından “Teokratik Sosyalizm” ya da “Mabet Sosyalizmi” denilen rejimi meydana getirenler de onlardır. Bir başka ifade ile ilk sosyalist rejimin mucidi Sümerler’dir.

Yine Mezopotamya’da MÖ. 2650-2550 yılları arasına tarihlenen Er Sülaleler II Devri’nde, Sümer kentlerinde din ve devlet işleri birbirinden ayrılarak, dünya tarihinin ilk lâik devlet sistemi meydana getirilmiştir. Bu yetki paylaşımından sonra, “LUGAL” unvanını taşıyan krallar sadece devlet işleriyle uğraşmışlar, din işlerini ise tamamıyla rahipler sınıfına bırakmışlardır. Görülüyor ki, günümüz dünya devletlerinin büyük bir kısmının benimsediği lâik devlet sisteminin ilk yaratıcıları yine Sümerler olmuştur.

Gelenek hukukunu yazıya geçirerek ilk yazılı kanunları meydana getirenler de onlardır. Urukagina Kanunları (MÖ. 2375’ler), Ur-Nammu Kanunları (MÖ. 2060’lar), Ana-İttuşu Kanunları (MÖ. 2060-1960), Lipit-İştar Kanunları (MÖ. 1900’ler), Sümerce olarak kaleme alınmış olan kanunlardır. MÖ. 1750’lerde. Babil kralı Hammurabi tarafından yazdırılan ve onun adını taşıyan kanunların ilham kaynağı, işte bu Sümer kanunları olmuştur.

Ayrıca Sümerler sütun, kemer ve kubbe gibi Batı dünyasına ancak binlerce yıl sonra girmiş olan mimari ögeleri, günümüzden 5000 yıl önce başarıyla kullanmışlardır. Başka bir deyişle, tarihte ilk kemer ve kubbe Sümerler’de görülür.

Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Sümerler’in Mezopotamya’ya göç etmeleri sadece Mezopotamya medeniyetine değil, dünya medeniyetine de önemli katkılar sağlamıştır.
“Sümer göçleri” kitabından alıntılanmıştır. Prof.Dr.Ekrem Memiş. Yard.Doç. Dr.Cemil Bülbül

Eski Mezopotamya ve Sümer Kaynakçası

 

Sumer Place Names in India

Source: Atlas of Philosophy; Spaces and Ways of Thinking, Elmar Holenstein, Küre Publications, June 2015

Sumer is found as place name mostly in India. Sumerian was the first written language 5000 years ago. It was agglutinative language like Dravidian, Tamil and Turkic languages.

What is your idea about highest frequency of Sumer as place name in India?

Writing has started in Sumeria and philosophy has started in India by talkings without writing in deep past. And these civilisations seem to develop interactions via trade. While North India has Sumer prefixed place names, South India has similar language structures with Sumer.

India always reveals realities of brilliant times of humanity.

I came across 2 sources recently.

1-Sumer/Sumeriya as place name prefix in India
https://www.indiadivine.org/content/topic/1083449-sumersumeriya-as-place-name-prefix-in-india/

2- Indus-Mesopotamia Relations
https://en.wikipedia.org/wiki/Indo-Mesopotamia_relations

Sumer as a Place Name in India

Name Region Lat Long Elev ft. Pop est
Sumer Rajasthan 27.36 76.63 853 40797
Sumer Madhya Pradesh 23.64 78.36 1669 39579
Sumer Uttar Pradesh 27.45 79.57 830 85208
Sumer Madhya Pradesh 24.85 77.67 1669 10328
Sumer Madhya Pradesh 24.69 77.53 1669 14030
Sumer Madhya Pradesh 24.44 77.69 1669 25733
Sumer Madhya Pradesh 24.35 77.97 1669 26224
Sumer Madhya Pradesh 23.64 77.88 1669 11067
Sumer Madhya Pradesh 23.78 78.20 1669 21913
Sumer Madhya Pradesh 23.60 78.21 1669 10460
Sumer Uttar Pradesh 27.68 81.15 396 57810
Sumer Rajasthan 25.33 73.62 1240 28324
Sumer Chak Bihar 25.55 85.14 164 697561
Sumer Ka Purwa Uttar Pradesh 26.44 79.66 830 88979
Sumer Khera Uttar Pradesh 27.16 80.57 830 64983
Sumera Uttar Pradesh 28.Mar 78.09 830 88315
Sumera Uttar Pradesh 27.58 77.89 830 70941
Sumera Bihar 25.19 84.58 236 72627
Sumera Bihar 25.11 85.05 255 111918
Sumera Daryapur Uttar Pradesh 28.3 78.09 830 88315
Sumera One B Uttar Pradesh 28.4 78.12 830 94631
Sumerabad Uttar Pradesh 27.4 80.85 377 36790
Sumerapura Uttar Pradesh 26.23 83.69 213 65140
Sumerbigha Bihar 24.65 84.35 416 71049
Sumerbāgh Uttar Pradesh 25.95 81.35 314 60508
Sumerdāngi Madhya Pradesh 23.88 78.21 1669 22534
Sumerganj Uttar Pradesh 26.50 81.21 377 64517
Sumerganj Bihar 25.14 85.48 170 140016
Sumerganj Uttar Pradesh 27.Eki 80.18 830 65954
Sumergarh Uttar Pradesh 26.93 83.48 232 94412
Sumeri Madhya Pradesh 24.19 77.28 1669 16660
Sumeri Madhya Pradesh 25.15 79.93 830 30832
Sumeri Chhāpar Bihar 26.39 84.15 219 155655
Sumeri Chhāpra Bihar 26.21 84.18 213 136393
Sumeri Khera Uttar Pradesh 26.51 81.15 367 74186
Sumeri ka Pura Uttar Pradesh 25.53 81.83 259 159320
Sumeripur Uttar Pradesh 25.91 82.40 265 152857
Sumerkāchhi Madhya Pradesh 23.89 78.23 1669 23327
Sumerpara Madhya Pradesh 26.29 78.35 830 38927
Sumerpatti Bechan Uttar Pradesh 25.26 83.34 226 83144
Sumerpatty Bhichhuk Uttar Pradesh 25.26 83.34 232 84946
Sumerpur Uttar Pradesh 26.83 79.02 830 109666
Sumerpur Uttar Pradesh 26.51 79.94 410 29003
Sumerpur Uttar Pradesh 26.61 79.60 830 73280
Sumerpur Uttar Pradesh 26.87 79.79 830 69892
Sumerpur Madhya Pradesh 23.60 78.08 1669 10430
Sumerpur Uttar Pradesh 27.19 79.07 830 97284
Sumerpur Uttar Pradesh 27.9 79.16 830 72670
Sumerpur Uttar Pradesh 26.28 80.80 396 59336
Sumerpur Uttar Pradesh 27.42 81.70 374 54064
Sumerpur Uttar Pradesh 27.14 81.77 387 62741
Sumerpur Uttar Pradesh 26.33 81.07 364 57197
Sumerpur Uttar Pradesh 27.24 81.56 387 58838
Sumerpur Uttar Pradesh 26.20 81.84 324 84028
Sumerpur Uttar Pradesh 27.5 82.35 314 65143
Sumerpur Uttar Pradesh 26.60 82.39 291 78248
Sumerpur Uttar Pradesh 26.36 82.28 298 88028
Sumerpur Uttar Pradesh 26.49 82.39 305 100903
Sumerpur Uttar Pradesh 27.21 83.24 295 72517
Sumerpur Uttar Pradesh 26.24 83.05 232 162579
Sumerpur Uttar Pradesh 25.73 81.87 269 72363
Sumerpur Uttar Pradesh 25.38 81.96 239 149832
Sumerpur Uttar Pradesh 27.8 80.69 830 51422
Sumerpur Uttar Pradesh 28.1 78.04 830 39220
Sumerpur Uttar Pradesh 27.4 80.10 403 67187
Sumerpur Abbal Madhya Pradesh 24.12 77.60 1683 13450
Sumerpur Barka Bihar 25.27 83.62 196 63745
Sumerpur Chhotka Bihar 25.28 83.61 203 62987
Sumeru Pipra Bihar 24.65 85.12 396 65486
Sumerākhera Madhya Pradesh 23.26 76.07 1669 25859
Sumerāpur Uttar Pradesh 25.33 82.79 275 27714

Copyright 1996-2021 by Falling Rain Software, Ltd.

http://fallingrain.com/world/IN/a/S/u/m/

Sumer/Sumeriya as place name prefix in India


By Guest guest
 in The Hinduism Forum

I thought this would be an useful piece of info.

There are 63 place names in India with SUMER as prefix.

The names mostly occur only in Bihar, Uttarpradesh, Rajastan, Madhya Pradesh

and Meghalaya.

To cite a few:

  • Sumera, Sumer patti, Sumerpur,Sumeripatti, Sumerdih,etc in Bihar;
  • Sumer, Sumeri, Sumer pada, SUMERIYA etc in M.P;
  • Sumer garh, Sumer pura etc in Rajastan;
  • Sumer in Meghalaya; and Sumer, Sumeri, Sumeri patti, Sumer pur etc in U.P

Besides I have come across many Sumerian/ Mesopotomian and Babylonian place

names in different parts of India.

R.Balakrishnan

Sumer place names in India Provinces

  • Rajasthan
  • Madhya Pradesh
  • Uttar Pradesh
  • Bihar

 

Red coloured areas are Dravidian languages

Turkish and Tamil Languages 

Tamil Mother and Daughter in Coimbatore, Tamil Region in India

 

I just returned from a 15-day business trip in Tamil Nadu, India.

When I asked how to say  Turkish ANNE (mother) in Tamil, I learned that it was ANEY.
I asked how to say Turkish ANNEANNE (grandmother) and this time my curiosity grew when she said ANEY ANEY.

I also learned that the Tamils ​​had moved south under the pressure of the Aryans. So, it must have been that while the Tamils ​​were in the north of India, we were there (Hephthalites, Kushans), so our languages ​​interacted.

Of course, there are many more things that interacted. (March 2017, Levent Ağaoğlu)

Indus Valley and Sumeria/Sumerians

The evolution of writing systems is also an important indicator for the disclosure of
migration routes. The migration routes extend far beyond Mesopotamia. Here is the map.

The symbolism of the sacred ibex can be followed in almost all of these regions, as a cultural indicator to the Central Asiatic origins. On several pots and broken pottery pieces from the Indus Valley and surrounding regions typical motifs of ibexes, gazelles and antelopes are found.

**************

Sumer is a word I am not familiar with. From the list provided none of the places are in South India. My ear is familiar with the South Indian languages but Sumer does not ring a bell. The only word that comes closest in my opinion is Sumeru, often used as a name and sometimes used along with a suffix. (Santosh John, India)

**************

Aråa/Āråa BŚS, in the general area of the Panjab, next to Parśu and Gandhåri. The
word is interesting as a possible reflex of Sumerian Aratta, (east of the Zagros mountains, apparently the land of lapis lazuli, i.e. Badaxšån, north of the Hindukush)

Source: Aryan and non-Aryan Names in Vedic India.Data for the linguistic situation, c. 1900-500 B.C..

******************

Samar

The name of the city Samarqand (ΪϨϗήϤγ) has etymology traced from the Sanskrit smarya – “meeting”, “place of meeting” [Мɚsson 1950: 157], the Avestan Zmar-kanta “hidden under ground”, or the Sogdian Smara-kanta “stone’city” [Tremblay 2004: 130-131]. In the 11th century it was thought that the name of the city comes from the Türkic Samizkand (ΪϨϛΰϤγ), which means “fat city” [Bir 1973: 471; MK I: 330].

Per the legend, Samarqand was named after its founder, a Yemen king Samar ibn Afriqish or Shamar ibn al-Harith [Kan: 240-241; MW: 53], or a Türkic khan by the name Samar (ήϤγ) [AT: 16]. On the European maps of the 13th century is mentioned the city Samarcha or Samarcan in Khazaria [Chekin 1989: 8-10].

The name of Samar (ήϤγ) or Samur (ήϤγ) during the Middle Ages also carried the river in the Western Urals [IFad: 66; Sho: 161], city Samur (ήϤγ) in Turkistan [HA: 88], the river (Samur) in Elburs mountains [Yaz: 1666], and the right tributary (Samar or Samur) of the river Selenga in Siberia [RD I: 176; Bak:107]. Name of this river (Samar/Samur), like the other rivers of this region (Yaik, Ijik, Idil, Ertish, etc.),most likely have Türkic origin.

The origin of this hydronym has etymology from the Türkic ethnonym Subar with phonetic variations Suar, Sumer, Samar, Savir, Sabir, Sibir, etc. [Zekiyev 2002: 425-432]. The
Ural-Altai peoples of the Middle Asia, Ural and Siberia have an ethnonym Saman/Shaman/Samai/Samar,with the origin traced to the southern regions, from where it was brought the Altai linguistic community in the extreme antiquity [Vasilevich 1965: 139-145]. Source: Ancient Turkic toponmys of the Middle Asia. Shamsiddin Kamoliddin

Atatürk Yazıları, BooksonTurkey 2022-2024

Ata Şiiri 10 Kasım 2019 ve Atatürk’ün 30 Ağustos 1924 Dumlupınar Söylevi

  Atatürk’ün 30 Ağustos 1924 Dumlupınar Söylevi Hakimiyeti Milliye, 31 Ağustos 1924 Efendiler, Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar ”Afyonkarahisar-Dumlupınar” Meydan…

Ataturk’s Turkish History Thesis and the Sumerian Script Civilization

The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image Credit: Wikipedia) “The Turkish thesis has matured, it is necessary to walk on it…

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Sümer Yazı Medeniyeti

“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları. (1937 yılında, İkinci Türk Tarih…

Atatürk’ün Savaş ile ilgili Sözleri.

Ben Almanların bu savaşta muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim. Gerçi bir şimşek hızıyla demir kaleler devirip çiğneyerek Paris üzerine yürümektedirler. Fakat Ruslar da Karpatlar’a dayanmışlar…

Atatürk’e göre yeni Türkiye Devleti

Efendiler, bugün haklı olarak övünç duyabileceğimiz tüm başarıların gizi yeni Türkiye devletinin yapısındadır. Gerçekten Türkiye devletinin, bu yeni kuruluşun dayandığı temeller, niteliği bakımından kendinden önceki…

Atatürk’ün Cumhuriyet Fikrinin Kronolojik Gelişimi, Kökenleri ve Müdafai Hukuk Cemiyetleri

Atatürk’ün Cumhuriyet Fikrinin Kronolojik Gelişimi Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyet fikri, sadece bir karar değil, uzun süren bir düşünsel yolculuğun ve derin analizlerin sonucu olarak ortaya…

Namık Kemal ve Atatürk

“Ey, mışıl mışıl uyuyan ve birbiriyle uğraşan cahiller! Daha ne kadar gaflet uykunuzda debeleneceksiniz? Daha ne kadar içinde yaşadığınız esaret koşullarına katlanacaksınız? Açın gözlerinizi artık. Geleceğe dönün yüzünüzü. Bakın…

Atatürk’ün Çağdaş Türkiye’yi Dünyaya Tanıttığı Proje

Atatürk’ün Çağdaş Türkiye’yi Dünyaya Tanıttığı Proje   Karadeniz Vapuru (1926) 3 Mar 2021 — Gemide 16 balo ve ziyafet verilmiş, gemi dışında 36 ziyafete iştirak edilmiştir. Seyyar Sergi’yi gezen kişi sayısının…

Atatürk ve Sun Tzu Karşılaştırmalı Savaş Sanatı

Atatürk ve Sun Tzu Karşılaştırmalı Savaş Sanatı

Atatürk ve İnsan Değeri

ataturk ve insan degeri

Atatürk ve Rumeli

ataturk ve rumeli

Atatürk ve Çanakkale

atatürk ve çanakkale

Atatürk ve Zeytin

atatürk ve zeytin3

Atatürk ve Kimya

atatürk ve kimya

Atatürk ve Cumhuriyetçilik Düşüncesi

Atatürk ve Cumhuriyetçilik Düşüncesi

Atatürk ve Yenilikçilik

atatürk ve yenilikçilik

Atatürk ve Yenilikçilik

Atatürk ve Yenilikçilik

Atatürk’ün Yenilikçilik ve İnovasyon Referansları

Atatürk’ün Yenilikçilik ve İnovasyon Referansları

Atatürk Yollarda 9 ay

Savaşta ve Barışta Kemal Atatürk 322-349 Halkla Konuşmalar 16 Ocak İzmit 1923 17 Mart Tarsus 1923 2 ay16 Mayıs 1919 İstanbul 27 Mayıs 1919 Ankara 225 gün halkla konuşmalar…

Ata Şiiri 10 Kasım 2019 ve Atatürk’ün 30 Ağustos 1924 Dumlupınar Söylevi

 

Atatürk’ün 30 Ağustos 1924 Dumlupınar Söylevi

Hakimiyeti Milliye, 31 Ağustos 1924

Efendiler,

Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretlerinin verdiği kıymetli izahatla burada hazır olanlar ”Afyonkarahisar-Dumlupınar” Meydan Muharebesinin ve neticei katiye veren 30 Ağustos Muharebesinin sureti cereyanı hakkında bir fikri icmalî edinmişlerdir. Beş gün bilâfasıla geceli gündüzlü devam eden en büyük meydan muharebesinin mahiyeti hakikîyesi bugün verilen tafsilâttan ziyade, yarın tarihin hükümleri, erbabı tetebbuun tetkik ve muhakemeleri okunduğu zaman daha bariz, daha şumullü bir surette anlaşılacaktır. Beni, milletim, Türk Milleti, emniyet ve itimadına lâyık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu vazife ve memuriyetimin mesut hâtırasını milletime karşı daima en derin minnettarlıkla mütehassıs olarak haz ile, iftihar ile muhafaza ediyorum. Vazifelerini milletin arzuyu vicdanîsine, ihtiyacı hakikîsine, yalnız onun iradei âliyesine tevfikan yapmış olanlara mahsus bir istirahati vicdan ile, bugün muvacehenizde bulunurken hissettiğim bahtiyarlığı ifade edemem.

Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi Ağustosunun otuzuncu günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğunuz sırtlarda, kahraman Onbirinci Fırkamız, şu karşıki tepelerde muharebeye mecbur edilen düşman kuvayı asliyesine taarruz için yayılarak ilerlemekte bulunuyordu. Şu gördüğümüz Çal köyü alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren sâikın ne olduğunu izah için hatırladığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.

29/30 ağustos gecesi sabaha karşı Garp Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, bermutad o saate kadar muhtelif karargâhlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinden tesbit ve işaret ettiği vaziyeti umumiyeyi Cephe Kumandanı İsmet Paşaya göstermiş ve o da derhal ”Paşaya göster” emriyle Tevfik Beyi yanıma göndermişti. Karahisar’da Belediye dairesinde bana tahsis olunan odada yatmakta idim. Beni uyandıran Tevfik Beyin gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım.

Arkadaşlar, haritada gördüğüm şey şu idi, ki ordularımız düşman kuvayi mühimmesini şimdiden, cenuptan, garptan ihataya müsait bir vaziyet almış bulunuyorlardı. Şu halde tasavvur ettiğimiz ve azamî netayiç temin edeceğini ümit eylediğimiz vaziyetler tahakkuk ediyordu.

”- Derhal Fevzi ve İsmet paşaları çağırınız!” dedim. Üçümüz toplandık, vaziyeti bir daha mütâlea ettik ve katiyetle hükmettik ki, Türk’ün hakikî halâs güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasiyla tulû edecektir. Bu karara göre ordulara yeni emir ve tâlimat yazıldı (saat 6,30 evvelde). Fakat vaziyet o kadar mühim, o kadar sür’at ve şiddet talep ediyordu ki, bu tahrirî emirlerle iktifa etmek muvafıkı ihtiyat olamazdı. Onun için Fevzi Paşa Hazretlerinden, bizzat Altınbaş ve cenubundan hareket eden İkinci Ordumuzun ve bunun daha garbında bulunan Süvari Kolordumuzun nezdine giderek tasavvurumuza göre harekâtı tanzim buyurmasını kendilerine rica ettim.

Dördüncü kolordusu ile istihdaf ettiğimiz düşman kısmı küllisini cenuptan takibeden Birinci Ordu Karargâhına da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşanın karargâhta kalıp vaziyeti umumiyeyi idare etmesini münasip gördüm. Fevzi Paşa Hazretleri şimale hareket ederken, ben de otomobille şimendifer güzergâhını tâkiben garba hareket ettim. Akçaşar’da Birinci Ordu Karargâhına saat 9’dan evvel idi ki vâsıl olmuştum. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin tahrirî emri tevdi olunurken, ben de kendisine şifahen vaziyeti izah ettim ve Dördüncü Kolordunun tekmil fırkalariyle ve sürat ve şiddetle işte bu köyün, Çal köyünün garbındaki düşman kısmı küllisini ihata edecek surette muharebeye mecbur etmesini emrettim. Ve ilâve ettim ki:

”- Düşman ordusu behemehal imha olunacaktır.” Ordu Kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Komutanı Kemâlettin Sami Paşayı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimin ne olduğunu tebliğ etti. Bir müddet bu karargâhta kaldım. Mütemadiyen gelen muhtelif rütbedeki esir zabitanla görüştüm. Bunlardan biri erkânıharp zabiti idi. Zavallı verdiği malûmat meyanında istemeyerek Başkumandan vazifesini alan General Trikopis’in ve İkinci Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu ifade etmiş oldu. Derhal yanımda bulunan Ordu Kumandanına:

”- Kemalettin Paşayı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini behemehal esir etmesini söyleyiniz” dedim. Bu emir derâkab telefonla tebliğ olundu. Zavallı esir zabit benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemieyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ihtiyaç oldu. Ordu Kumandanını da beraber alarak Dördüncü Kolordu Kumandanının tarassut için bulunduğu şu istikametteki bir tepeye geldik (Arpalık civarında).

Çal köyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kat’î bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum, ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lâzımdır ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dahil olduk. Arasıra güzergâhımızın soluna düşman mermileri düşüyordu. Dördüncü Kolordunun fırkaları şarktan garba güzergâhımızı katederek seri hatvelerle ilerliyorlardı. Biraz evvel dediğim gibi saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk.

Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen ihata etmek ve düşmanın muannidane müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla dahil olarak neticei kat’iye almak elzemdi. Bunun için bütün kıtaatın azamî fedakârlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hattâ mesturiyete bakmaksızın, ateş mevzilerine girip düşman mevzilerini sarsmasını istiyordum. Yanımdaki kumandanlar bu noktayı nazarlarımı anlar anlamaz derhal ve en asabî bir suretle faaliyete geçtiler. Maatteessüf şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan bir süvarı zabitine birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini şimâlden saran ikinci orduya gönderdim. Ve şifahen burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu zabit vazifesini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek malûmat da vermişti.

Onbirinci Fırkanın kahraman kumandanı Derviş Bey bizzat ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman meziine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemâlettin Paşa, cenuptan ve garptan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye teşdit ve tesrii harekât için emirlerini isal ediyordu. İkinci Ordunun Onaltıncı ve Altmışbeşinci fırkaları düşmanla ciddî muharebeye girişiyorlar, diğer fırkaları da ihata dairesini darlaştırıyorlardı. Bunları görüyordum. Suvari Kolumuzun daha garptan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren suvari zabiti söylemişti.

Arkadaşlar! Saat ilerledikçe gözlerimin önünde inkişaf eden manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve helecan vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü hassa kalmamıştı. Bu ovadan, şimalden ve cenuptan birbirini velyeden avcı hatlarımızın, gurubu yaklaşan güneşin son şuaatiyle parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevaziini saran bir daire üzerinde mevzi almış olan bataryalarımızın fasılasız ve amansız ateşleri düşman mevziini, içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş mağribe yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissolunuyordu.

Biran önce cihanda büyük bir inhidam olacaktı. Ve beklediğimiz halâs güneşinin tulû edebilmesi için bu inhidam lâzımdı. Zulmetler içinde bu inhidam vuku bulmalı idi. Hakikaten semanın karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücüm ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Kâmilen mahvolmuş perişan bir bakiyetüssüyuf kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi pürhavf ve lerzân, bîşekil bir kitle, acaip bir halita halinde firar için fürce arıyordu. Artık gecenin koyulaşan zulmeti neticeyi gözle görmek için güneşin tekrar  şarktan tulûuna intizarı zarurî kılıyordu.

Efendiler, ertesi günü tekrar bu muharebe meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun ihraz ettiği zaferin azameti ve buna makabil hasım ordunun duçar edildiği falâketin dehşetini beni çok mütehassis etti. O karşıki sırtların gerisindeki bütün vâdiler, dereler, bütün mahfuz ve mestur yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve namütenahi teçhizat ve malzeme ile ve bütün bu metrukâtın aralarında yığınlar teşkil eden ölülerler, toplanıp karargâhlarımıza sevkolunmakta, bulunan sürü sürü esir kafileleri hakikaten bir mahşeri andırıyordu. Bu dar ateş ve savlet çemberinden bugün için kurtulabilenler birkaç bin kişilik bakiyetüssüyuftan ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinde çıkmaya muvaffak olamayarak başlarında Başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardı.

Efendiler, Ağustosun otuz birinci günü takriben zevalde idi ki, yine bu Çal köyünde, yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki vaziyeti mütalâa ettik. Kazandığımız meydan muharebesinin bütün seferi hitama erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğundan ittifak ettik. Şimdi Bursa istikametinde çekilen düşman kuvvetlerini mahvetmekle beraber bütün orduyu aslî ile bilâaram İzmir’e yürüyecektik.

Efendiler, bugünden sonra İzmir’de ”Akdeniz”i, Mudanya’da ”Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman kâfi gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki, bugün, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çal köyüne gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren sarfettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu tesbit ettiğimiz zaferi ihzar edebilmek için bir seneyi çok bulmazsınız zannederim. Çünkü efendiler, harp, muharebe, nihayet meydan muharabesi yalnız karşı karşıya gelen iki ordunu çarpışması değildir. Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla harslarıyla  hülâsa  bütün maddî ve manevî kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız kuvveti cismaniyenin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlâkî ve harsî kuvvetin tefevvukunu mertebei sübuta vardırır. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün mevcudiyeti maddiye ve maneviyesiyle mağlûp edilmiş sayılır. Böyle bir âkibetin ne kadar fecî olabileceğini tahmin edersiniz. Mahvü izmihlâl yalnız cidal sahasında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl ordunun mensup olduğu millet feci âkıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, harîs politikacıların birtakım hayalî emellerle, vasıtası mevkiine düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi fecî âkibetlerle malâmâldir.

Efendiler, Türk vatanının fethetmek fikrini, Türk’ü esir etmek hayâlini umumî, maaşerî bir fikir haline koymaya çalışanların da lâyık oldukları âkibetten kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.

Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve kabili istihsâl menfaatları yolunda kullanmakla mükkellef olduklarını bir an hatırladan çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve işgal etmek o memleketlerin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki, asırların mevlûdu olan bir ruhu milliye, kavi ve daimî bir iaredi milliyeye hiçbir kuvvet mukavemet edemez.

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, tahtı esaretinde tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti son mücadelâtiyle, bilhassa burada ihraz ettiği zaferle, izhar ettiği azim ve irade ile malûm olan bu hak’ayikı bir defa daha sinei tarihe çelik kalemle hâkketmiş bulunuyor.

Efendiler, Afyonkarahisar – Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en mühim bir dönüm noktasını teşkil eder. Tarihi millîmiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada ihraz ettiği zafer kadar neticei kat’iyeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kat’i tesirli bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.

Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada tarsin olundu. Hayatı ebediyesi burada tetviç olundu. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada pervaz eden şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır. Burada esasını vâzettiğimiz ”Şehit Asker” âbidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu âbide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, savletini, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Efendiler, bu muazzam zaferin muhtelif âmilleri fevkinde en mühimi ve aslîsi Türk milletinin bilâkaydüşart hâkimiyetini eline almış olmasıdır. Bu hâdisenin tarihimizde ve bütün cihanda ne büyük, ne feyizli bir inkilâp olduğunu izaha lûzum görmem. Milletimizin uzun asırlardanberi hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların tahakküm ve istibdadı altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını temin yolunda ne kadar büyük felâketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek, milletimizin hâkimiyetini eline almış olması hâdisesinin bütün azamet ve ehemmiyeti nazarlarımızda tecelli eder. Gerçi büyük zaferin ferdasına kadar İstanbul’da halife ve sultan namı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği hilâfet ve saltanat ünvaniyle bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini lâyık olduğu âkıbete isal etti.

Efendiler, hâkimiyeti milliye öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Avrupa’nın ortasından tâ Şark’ın öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğunun istihkak ettiği talihi daha güzel anlayabiliriz.

Arkadaşlar, sarayların içinde Türkten gayri unsurlara istinat ederek, düşmanlarla ittifak ederek Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından tard, düşmanların denize dökülmesinden daha rehakâr bir harekettir. Türk milletini mübârek vediai ecdat olan bu topraklarda tam mânasıyla efendi olarak yaşaması ancak o fuzulî bîmâna olduktan başka, mevcudiyetleri mahzı zarar ve felkâket olan makamların bertaraf edilmesiyle mümkün olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için behemehal hâkimiyetine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lâzımdır. Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryad eden, fakat müstebitlerin, muğfillerin, cahillerin vucuda getirdikleri mânialarla canhıraş sedasını milletin kulağına isma edemeyen zavallı vatan, bugün diyor ki, can kulağınızı harap olmuş, sinesinde en derin ıstıraplar duymuş valdenizin samimî hitabına daima açık bulundurunuz. Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da hükümran olmak kudret ve kabiliyetini göstermiş olan ecdadımız vaktinde bu sedayı işitmekten menedilmemiş olsalardı, Türk camiasının, Türk mefkûresinin, Türk menafiinin mahfuz ve feyizdar olacağı ana vatanı bugünkü şekli harabisinde mi tevarüs ederdik? Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve marifet, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor. Şeref, namus, isktiklâl, hakikî varlık, vatanın bu taleplerini tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir suratte çalışmayı emreder.

Efendiler, asırlardanberi Türkilye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin duçar olduğu zararları ancak bir tarzda telâfi edebiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şey düşünmemek. Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü selâmet ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.

Efendiler, bizim milletimiz vatanı için, hürriyeti ve hâkimiyeti için fedakâr bir halktır; bunu isbat etti. Milletimiz yaptığı inkılâbatın kıskanç müdafiidir de. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti, yürümekte olduğu doğru yoldan, hiç kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

Efendiler, milletimiz hâkimiyetini eline aldığı gün, bilmeyen kalmamıştır, en karanlık felâketlerin, en derin uçurumu kenarında bulunuyordu. Kuvvei maddiyesi yıpratılmış, vesaiti müdafaası gabolunmuş, maneviyatı, mukaddesatı duçarı tecavüz olmuş elîm bir vaziyette bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve istiklâlini kurtarmaya karar verdi. Bu kararından muvaffak olabilmek için bütün milletin kendine bir hedef ve hareket tesbit etmesi lâzım geliyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde behemehal muvaffak olmayı gayei emel telâkki etmesi icabediyordu. Millet bütün mevcudiyetiyle, bütün fedakârlığıyla, bütün imaniyle o hedefe beraber yürüsün ve behemehal muvaffak olsun lâzımdı. Efendiler, o hedef burası idi. Gayei emel olan muvaffakiyet burada ihraz olunan zafer idi.

Efendiler, milletimiz bundan sonraki mesaisinde de muvaffak olabilmek için, millî hedefini bütün vuzuh ve katiyetle, tekmil vatandaşların nazarında ve vicdanında bütün parlaklığıyla tesbit etmiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz milletin mefkûresi tesmiye ediniz. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki, hayalî bir mânaya kendimizi kaptırmayalım.

Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkûresi bütün cihanda tam mânasıyla medenî bir heyeti içtimaiye olmaktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti kıymeti, hakkı hürriyet ve istiklâli, malik olduğu ve yapacağı medenî eserlerle mütenasiptir. Medenî eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklâllerinden tecrit olunmaya mahkûmdurlar. Tarihi beşeriyet baştan başa bu dediğimi teyid etmektedir. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, şartı hayattır. Bu yol üzerinde tevakkuf veyahut bu yol üzerinde ileri değil geriye bakmak cehil ve gafletinde bulunanlar, medeniyeti umumiyenin huruşan seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.

Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde vâbestedir. İçtimaî hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkâmın, zaman ile tagayyür, tekâmül ve teceddüdü zarurîdir. Medeniyetin ihtiraları, fennin harikaları, cihanı tahavvülden tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafazai mevcudiyet mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da katiyetle beyan etmeliyim ki, medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak içtimaî, iktisadî, siyaî aczi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların hukuku tabiiyelerine malik olmaları, aile vazifelerini idareye muktedir bulunmaları lâzimedendir.

Efendiler, milletimiz burada tesbit ettiğimiz büyük zaferden daha mühim bir vazife peşindedir. O zaferin idraki milletimizin iktisat sahasındaki muvaffakitleriyle mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, iktisaden zayıf bir bünye fakrü sefaletten kurtulamaz; kuvvetli bir medeniyete, refah ve sadete kavuşamaz;  içtimaî  ve siyasî  felâketlerden  yakasını kurtaramaz.  Memleketin  idaresindeki muvaaffakiyet ve iktisadiyatındaki müktesebat derecesiyle mütenasip olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel iktisadını düşünmüş olmasın. Memleket ve istiklâl müdafaası için vücudu lâzım olan bütün kuvvetler ve vasıtalar iktisadiyatın inbisat ve inkişafiyle mükemmel olabilir.

Milletimizin muttasıf olduğu kuvvetli seciye, sarsılmaz irade, ateşîn milliyetperverlik iktisadî muvaffakiyetten nebeân edecek feyizlerle de lâyık olduğu derecede takviye olunmak zarurîdir. Asır mübarezesinde milletimizi muvaffak edecek bir iktisadî hayat teminini istihdaf eden umumî maarif ve terbiye sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette muvaffak olacaktır.

Efendiler, artık bugün hayat ve insaniyet icapları bütün hakikatiyle tecelli etmiştir. Bunlara mugayir olan rivayetler ahlâk ve imana esas olmaz. Hakikat tecelli edince kizp ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan çıkmalıdır. Her türlü teali ve tekemmüle müsteit olan milletimizin içtimaî ve fikrî inkilâp hatvelerini kısaltmak isteyen maniler behemehal bertaraf edilmelidir.

Efendiler, son sözlerimi münhasıran memleketimizin gençliğine tevcih etmek istiyorum. Gençler!

Cesaretimizi takviye ve idame eden sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.

Ey yükselen yeni nesil! istikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik; onu ilâ ve idame edecek sizsiniz.

Arkadaşlar, bu gaza ve şehadet diyarını terkederken ”Şehit Asker”i hep beraber hürmet ve tazimle selâmlayalım.

Ataturk’s Turkish History Thesis and the Sumerian Script Civilization

The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image Credit: Wikipedia)

“The Turkish thesis has matured, it is necessary to walk on it and work continuously. There may be some disbelief. They are like highwaymen, do not pay attention to them” Late 1938.

(In 1937, he convened the Second Turkish History Congress. He made the above-quoted statements close to his death, making suggestions that could be considered as a testament. How right he was in this warning will be seen with what happened to the Turkish History Thesis after his death. “Belleten” 140, p.540; a.k. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, Volume I, p.26)

Main Concepts: Civilization. Writing. Science. Turk. Central Asia. Europe. Mediterranean. Rivers. Aegean, Eti, Scythian, Sumerian, Egyptian

The Aegean, Hittite, Scythian, Sumerian, and Egyptian civilizations are civilizations located on rivers and seas. Atatürk associated these civilizations with the Central Asian Turks.

Atatürk devoted himself intensively to history and language studies in the early 1930s, and as a result, a history thesis and a language thesis emerged. However, after his death, these theses were abandoned in 1939. Although the foundations of the republic he founded were laid with dynamite by the Atlantic Alliance, the republic is now in a permanent position thanks to the power of the people.

What should make us think is how we can meet again and come together with the content of Atatürk’s history thesis in particular. Because Atatürk put forward the history thesis in question by devoting all his thought power to this subject and as a result, this thesis was presented together with the notifications in history congresses. Those who walk around saying they are Atatürkists do not even mention the name of this thesis.

What is presented with this thesis is the civilizations of writing and science that were first laid down and ignited by the Turks in the past, especially in the region between the Nile River and Transoxiana, starting from Central Asia and Turkestan, and in the Mediterranean basin.

The Aegean, Hittite, Scythian, Sumerian and Egyptian civilizations that Atatürk mentioned are the living and dynamic civilizations that the Turks gifted to the human community as a whole. Then, what falls to us today is to revive Atatürk’s history thesis, organize congresses and meetings, and present the civilizational quality and identity of the Turks, who have been marginalized in this way, to the world public opinion.

The historical past that Atatürk’s promise of “we will catch up with the level of contemporary civilization” is based on is the Central Asian Turks, the source of the 7000-year-old civilization that started with the Sumerian written civilization. The Turks who came from Central Asia to the Mediterranean basin 7000 years ago and settled there created many civilizations. So the secret of catching up with that line in contemporary times is to reunite with that civilization past and the rules, art and science of that past.

Atatürk wanted to encourage scientific studies through institutions by establishing the Turkish Historical Society and the Turkish Language Society in order to ignite minds in order to ensure the permanence and sustainability of the history thesis, and he also founded the Faculty of Language, History and Geography for the same purpose.

Despite all these institutional efforts, Atatürk’s history thesis is now ownerless and not taken seriously after his death and has disappeared. What has disappeared is the science and mathematics that lie at the foundation of the civilization of the Sumerians, the Turkish people who migrated from Central Asia to the hinterland regions of the Mediterranean basin 7000 years ago, which Atatürk considered as a point of reference.

So, the basics that should be taken are science and mathematics, since the Sumerians are the Turanian people who started writing. In Turkey, only the personal efforts of Muazzez İlmiye Çığ are in question in this regard, and she is already a person of mission whose surname was given by Atatürk.

But when we think about it, there needs to be a team in terms of adapting the Sumerian civilization studies to the present day. After Atatürk died, his historical thesis legacy was not evaluated by politicians and culture figures, it was rejected and instead, the ancient Greek civilization and ancient Anatolian civilizations, excluding Turkishness, were brought to the agenda and an artificial reference point was tried to be established by working on them.

However, studies conducted without Atatürk’s history thesis are baseless, and since there is no reference point, there is a tissue incompatibility. In that case, Sumerian studies, especially those based on civilization, need to be revived in order to harmonize the tissue. Another point that we should pay attention to and not overlook is that the ancient Sumerian civilization is the basis of ancient Egyptian civilization, and Atatürk has revealed the association between Egyptian civilization and Turkishness due to the Sumerian civilization. While these associations are obvious and constitute a great treasure, why is there still silence, this needs to be examined.

Atatürk’s history thesis was taught as a history textbook in schools for only ten years between 1931-1941. Then it was shelved, never to be discussed again, and İsmet İnönü and Hasan Ali Yücel were the leading figures in this. Halide Edip Adıvar, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu joined this Greek chorus. While Turkish civilization was the main concept in Atatürk’s thesis, Greek civilization was made a concept in İnönü’s thesis that replaced it, and İsmet İnönü, who was called the second man of the Republic, was the leading figure in this thesis.

The central concept of Atatürk’s history thesis is the concept of civilization. While Atatürk talks about the Turkish civilizations that originated in Central Asia in the past and then reached the Mediterranean basin, he also talks about the level of contemporary civilization for the future. If you notice, the concept of culture and civilization is preferred here instead of the concept of race. How will those who have thrown this thesis into the dustbin of history, who have tolerated the existence of this thesis for only three years since Atatürk’s death, give an account of this in the direction of history?

When Atatürk speaks of a civilization seven thousand years ago, he is talking about the civilization of writing and the innovations and scientific applications brought by the Sumerians. Is it these essential character traits attributed to the Turks that have not been digested, that the Turks have begun to be humiliated, like the French Ernest Renan (1873) and the British Prime Minister Gladstone (1876), by the chorus that demolished Atatürk’s thesis?

**********************************

Ataturk’s words about the Sumerians

Historical development of the principle of democracy: The principle of democracy was applied in the Sumerian , Elamite and Akkadian tribes who established the first civilization of humanity in Elcezire (Mesopotamia) 7000 years ago. Indeed, such tribes formed a united republic. After this, Greek cities such as Athens and Isparta were governed by a kind of democracy. Even Rome lived a democratic life. Source: Handwritten Draft for the book Civil Knowledge. January 1930

After the conference, I was introduced to Gazi Hazrat at the Turkish Hearth and talked for about 1.5 hours. We had a conversation with Gazi Hazrat on the subject of prehistory and ancient artifacts. Gazi Hazrat, who had made deep studies on these issues, talked about the Hittites, the Sumerians , Akkadians who had established a civilization in El Jazira (Mesopotamia) before the Babylonians, and the Etrorians who lived in Italy. Gazi Hazrat is of the opinion that the origin of the civilization established by these nations, the essence of which is not definitely known, is Turkish.

Hazrat Gazi says: These ancient civilizations emerged from Central Asia. Central Asia is also the homeland of the Turks. Therefore, it is necessary to accept the essence of these civilizations as Turkish. Hazrat Gazi gave such detailed and deeply researched information about these issues that I could not remember all of this information. I was amazed that Gazi had so many other studies in his official military and political life, despite all his preoccupations. I especially saw the following trait in Gazi: He thinks of nothing but Turks and things that belong to Turks; the idea that dominates his entire thinking power is Turks and Turkishness. Here lies the secret of the spiritual strength of this great and wonderful man. Professor Y. Oestrup, Director of the Department of Eastern History and Civilization, University of Copenhagen. April 3, 1930

Although the Turks in Central Asia were able to skip the Paleolithic Age 12,000 years before Christ, the Europeans continued to live in this period until 5,000 years after this date; in other words, Europe could only leave this period 7,000 years before Christ. The Bronze Age began among the Turks and in the countries where the Turks established civilization, for example in Sumer , 6,7000 years before Christ, and in Egypt a little later. Writing was invented by the Turks at the beginning of the Iron Age, and the historical period began. Four specific periods passed in Europe without the knowledge of writing. Source. Handwritten drafts and corrections for history books. Autumn 1930.

It is known that the oldest city of the Sumerian land is Ur. They say that Oğus Khan lived in the city of Ur 4000 years before Christ. This fact is important in terms of shedding light on the kinship of Sumerian and Turkish. In the oldest Sumerian ruler lists, the names of two rulers, Uş (Ouch) with the title Patesi and Okuş (Okouch) with the title of ruler, are encountered. The words Uş and Okuş are similar in pronunciation to the words Us and Ogus. This similarity helps to show the accuracy of the relationship between the languages ​​of the ancient Turks and the Sumerians . The name Oğus was used for the country as well as for the person. Source. Handwritten drafts and corrections for history books. Autumn 1930.

The Egyptians knew many sciences. After the Flood, they used measurement to identify their fields, as in Chaldea. This quality made them advance in geometry. The Egyptians advanced in astronomy by observing the stars, which made the observation of the stars easier with the cloudless sky and bright nights of Egypt. The priests had advanced very far in all kinds of sciences. They were all teachers, doctors and scholars. The sciences that had long been discovered and applied in Mesopotamia, Sumer -Akkad and Elam had also developed in Egypt. The Egyptians were highly respected by other nations in ancient times for their knowledge and the order in their country, and their priests thought of many things. Foreigners, especially the Greeks, came to talk to them. Source. Handwritten drafts and corrections for history books. Autumn 1930.

Cities dating back to 2000 BC have been found. Palaces, shops, houses, endless works of art, plaques, statues, tiles, tools, weapons, jewels, in short, the remains of an original and refined civilization have been unearthed. What all of these were was unknown. Since 1875, thanks to the successful investigations of German Şilman and other scholars after him, an entire civilization that had remained in darkness for centuries has emerged at thousands of points. The people who owned this civilization are “Indo-Europeans, older than the , and foreign to the Semites. There was an ancient civilization in Yemen (the Himeyris). This civilization was undoubtedly brought by the Sumerians from the Persian Gulf coast . Handwritten drafts and corrections for history books. Autumn 1930.

“For example, the Aegean civilization, the Aegean civilization that settled and developed in Asia Minor, the Scythian civilization that flowed from the Danube with our Achaeans, the Sumerian civilization that established its great focus in Mesopotamia, and the Egyptian civilization that started in the Delta and rose to the waterfalls of the Nile, then crossed the Mediterranean coast like the waterfalls and touched the Aegean basin with its waves, all these civilizations are connected to each other like the links of a chain. The two ends of the chain are in the iron furnaces of Altay where the links are forged. Therefore, these civilizations should be examined as a whole, having transferred the fire of effulgence coming from that furnace to each other and each of which has had an effect on the other. These ancient civilizations that I have mentioned have become the suns of today’s civilization. We are the children of the men who ignited this sun. (Applause) ” A General View of the Origin of the Aegean Civilization. July 1, 1932. ABE. Volume 25. Kaynak Publications.

We are naturally and essentially concerned with the group that came westward into the Near East and founded the civilizations now called Sumerians , Hittites, and other prehistoric civilizations of Asia Minor. Western civilization built a great bulwark against these successive waves of the human ocean on the Asian continent, which eventually took the form of the Byzantine Empire. They and our Turkish ancestors went to war. August 14, 1932. ABE. Volume 25. pages 393-394

Our Turkish nation is an old and honorable nation. Since it was raised in the Altay plateau of Central Asia, it acquired the qualities of an eagle while it was still young; it can see far, has a fast flight and has a body strong enough to contain this spirit. Since it is in its nature that it does not stay within any boring boundaries, whether material or mental, it rebelled against the distant situation of its high homeland from the world. It was then that these first Turks took their lead and spread to both the east and west of the world. We, the Turkish nation of today, are very much interested in all these first raids of our indomitable ancestors.

However, our greatest interest is not in their breaking through the Great Wall of China and penetrating into the heart of the Chinese civilization that had been preserved until then, or in their turning northwest and entering the vast Scandinavian area, nor in their raids into Central Europe under the command of a great Turk whom history calls Attila, or in such invasion movements of brother nations. Our interest is naturally and primarily in that group, which came from a western direction towards the Near East and founded the civilizations called today the Sumerian civilization, the Hittite civilization and the major prehistoric civilizations of Anatolia.

Western civilization built a great barrier against these chasing waves of the human sea in the Asian continent, and this barrier eventually emerged in the form of the Byzantine Empire. Our ancestors began to fight with this empire. Just as victory was within our grasp, another wave from the West – the Crusaders – attacked Anatolia and postponed our decisive victory, that is, the conquest of Istanbul, the prize of the great war and the symbol of a vast empire, for exactly two hundred years – until 1453.

We, the Turks, were the sharp edge of the sword of the East in every age. However, as many Levantine elements gradually joined us, the victors, that mixture of nations called the Ottoman Empire emerged. This Ottoman Empire took advantage of the Turkish element in the country by using it in two great waves of water in the north-west direction towards the interior of Europe. During the time of Suleiman the Magnificent, it captured all the Balkans and beyond and reached the gates of Vienna.

The second wave of the Turks in this direction was during the reign of Mehmet IV, which was equally warlike and victorious. The Ottoman Empire became a great state because of us heroic Turks, and a great spiritual organization was established based on our religion, Islam. This state and the spiritual organization were united in Istanbul as a very powerful institution. There, the heroic Turk was defeated by palace intrigues and the influence of the spiritual organization, and these two institutions were governing the regions far from the centers of domination and in Europe, Anatolia and North Africa.

Here ends our first great picture. While this picture had been painted and decorated by the Turks, these warriors were now pushed into the background, overwhelmed by palace intrigues.

History moved on. After this, the Turkish Empire defended itself against Western civilization not with Turkish weapons, but rather by pitting Western states against each other, and the politics of these states was united with the desire to claim Istanbul and the Bosphorus. The Europeans called us the “sick man of Europe” and many inheritance claimants emerged everywhere. Finally, the Great War broke out between the Western states. We were dragged into this war by the Near East ambitions of the central European states, which were seeking commercial interests in Asia Minor. 1932 (General Sherrill, A Year of Embassy by Atatürk, Trans: Ahmet Ekrem, 1935, p. 88-89)

“For example, the Aegean civilization, the Hittite civilization that settled and developed in Asia Minor, the Scythian civilization that flowed from the Danube with our Achaeans, the Sumerian civilization that established its great focus in Mesopotamia , and the Egyptian civilization that started in the Delta and rose to the waterfalls of the Nile, then passed over the Mediterranean coast like waterfalls and touched the Aegean basin with its waves, all these civilizations are connected to each other like the links of a chain.

The two ends of the chain are in the Altay iron mines where the links are forged. Therefore, these civilizations should be examined as a whole, having transmitted the fire of inspiration from that mine to each other and each having an effect on the other. These ancient civilizations that I have mentioned are the suns of today’s civilization. We are the children of the men who ignited this sun. (Applause) ” A General View of the Origin of the Aegean Civilization. July 1, 1932. ABE. Volume 25. Kaynak Publications.

We are naturally and essentially concerned with the group that came westward into the Near East and founded the civilizations now called Sumerians, Hittites, and other prehistoric civilizations of Asia Minor. Western civilization built a great bulwark against these successive waves of the human ocean on the Asian continent, which eventually took the form of the Byzantine Empire. They and our Turkish ancestors went to war. August 14, 1932. ABE. Volume 25. pages 393-394

The Preliminary Project of the Turkish Historical Research Institution Program: “The distinguished position that the Turkish language occupies among all the languages ​​of the world with its imperfection, nobility, fertility and endless creative capacity; how this language has become the national language of other nations, or how it has served as a general main source for all of them by giving roots, words and elements from its own vocabulary and syntax to the languages ​​of other nations; that the Turkish language has been the most effective factor in the development of all the languages ​​of the world; that the Turkish language is the mother tongue of the Sumerians, Hittites and other ancient Anatolian nations, the Egyptians, the Cretans and Aegeans who gave birth to the Greek civilization and the Etruscans who gave birth to the Roman culture; and to show that these oldest high civilizations, which are the main source of today’s modern Western civilization, are the product of the racial genius of the Turkish nations.” July 4, 1935 (ATABE, Vol. 27, Kaynak Publications, Istanbul, 2010, p.282-283)

The Turkish Language in Terms of Etymology, Morphology and Phonetics: “It was born from the studies and researches made on the Turkish language and on other languages ​​in this context and from the review of the philosophy, psychology and sociology subjects related to language. This birth can be seen as a new theory in philology. The basis of this theory is the idea that the Sun, which gives the self to man, has introduced him. (…)

Language has come into being in accordance with psychological and sociological laws. The most minute details of intellectual life manifest themselves as plaques coming from the external world or as spiritual currents born within us. People manage to detect these through language. Language is an effort to separate many indicator signs that represent the external world and remind us of it, with subtle differences.”  October 1935 , (ATABE, Vol. 27, Kaynak Publications, Istanbul, 2010, p.315, 317)

‘Turkish language is not an artificial language’

Language articles for Ulus newspaper: “The analysis of these few pure Turkish words, which are very well known and whose meanings are obvious to every Turk, clearly shows us that the Turkish language is not an artificial language that was established after the full formation and development of the mind. The Turkish language is as natural as the Turkish mind. The Turkish language is as logical and high as the Turkish mind and genius. The smallest morpheme of the Turkish language is the expression of the greatest concept that the Turk has acquired from examining nature.” November 2-December 7, 1935 (ATABE, Vol. 28, Kaynak Publications, Istanbul, 2011, p.91-92)

“One of the main duties of the enlightened Turks of today’s Republic is to show this truth to the scientific world in all technical and logical ways. We Turks have no doubt about this. The point of hesitation is not outside, it is inside us. Those who do not understand our inside. If we have realized that we have understood our inside, our ego, we ask our citizens to believe with all their hearts that rejecting the great truths we will reveal would be very small and meaningless things.” November 2-December 7, 1935 (age., p.108)

The speech dictated to Afet Hanım for the 3rd Turkish Language Congress: “Turkish history can only find the Turkish race through positive scientific documents. The Turkish language is the most important of these. There are scholars in today’s world of science who do not accept language as the basis for race. This basis may be correct for some circles. But for the Turk, never…

The originality of the Turkish language, in particular, clearly shows the historical existence of the Turks and the prevalence of this existence in the world. In this respect, the Turkish Historical Society are two enlightened monuments that should complement each other. It is with this belief that the Turkish Historical Society greets the congress of the Turkish Language Society with great respect and wishes it to obtain scientific productivity in terms of history as well as language.” August 24, 1936  (ATABE, Vol. 28, Kaynak Publications, Istanbul, 2011, p.254)

In nature, as you know, nothing is destroyed. Not a sound, not a word, not a movement. No matter how old or new the era is, all these formations are in nature as they were at the moment they happened. There is no concept of time and distance in this fluctuation. Tomorrow, it will certainly be possible to collect and identify the words spoken thousands and thousands of years ago, as they are, within the elements of nature that surround us.

The human intelligence, which is entering the mysterious bosom of nature more and more each day, has found and determined sciences that will satisfy those who work to reach reality and enlighten the history of humanity. In terms of history, archaeology and anthropology are at the forefront of these sciences.  History becomes more fundamental as it is based on the documents that these sciences find and reveal. The nations whose history is based on these documents find and recognize their own origins. Here, our history, Turkish history, is based on these scientific documents. That is why every piece of our historical documents is also the mother of cultural works that are considered classics. January 1936  Mustafa Kemal Atatürk – January 1936

From a note dictated by Atatürk: Writing: It is impossible not to see the undeniable truth of human intelligence in this. Writing, this Turkish word, indicates the following meaning: Everything, especially something! It is something that serves to express human intelligence, thought, the vast brilliance in his head, all the inventions, views, and actions of that brilliance of intelligence.

Now, when the scholars of the world talk about writing, they mean the letters Gerek, Latin, Finike and similar, and the very old works written with them. This intention is undoubtedly correct; however, weren’t there written texts with or without names before the various names mentioned? Can the writings of Sumer, Hati, Egypt, Uyghur and Maya, which are known and seen to be much older than them today, be left outside the framework of history that is fortified as historical? Aren’t these writings and the Orkhon writings a fortress and a monument of writing that expresses a very lively power and strength that stands tall in order to destroy the high fortresses that narrow-minded historians are trying to create? 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)

**********************************

The reason for Atatürk’s interest in the Sumerians:  Atatürk, who thought that cultural unity was necessary to ensure the integrity of the state and the nation, paved the way for researchers to investigate the Turkish language, history and culture, which are our common denominator, and to prove how old their roots go in order to ensure this cultural unity. He also left this cultural awareness that he had to the Turkish intellectuals who would come after him.

It has never withheld its support from the institutions opened and the studies carried out to research Turkish culture, history and language in the light of science and to prove how deep-rooted they are.

The reason for Atatürk’s interest in the Sumerians was the similarity of their language to Turkish, the idea that they may have come to Mesopotamia from Central Asia, and the parallels in the Sumerian Turkish culture. The fact that the department that was to be opened as “Assyriology” in the Faculty of Language, History and Geography was named “Sumerology”, that he took notes on the sections related to the Sumerians in his readings, and that he expressed his opinions about the Sumerians in the language congresses he attended broadened the horizons of researchers.
On this path opened by Atatürk, many researchers identified the similarities between the Sumerian language and culture and the Turkish language and culture, and proved that the Turks existed on the stage of history thousands of years ago. https://www.academia.edu/38073188/Atat%C3%BCrk_T%C3%BCrk_K%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC_ve_S%C3%BCmerler

The Turkish History Thesis, which emphasizes civilization, contradicts the Turanist view that advocates a racial basis. In the Turkish History Thesis, the definition of nation is not based on a racial affiliation, but instead is based on civilizations. Atatürk corrected the definition of nation as a political and social organization of citizens who are connected to each other through a unity of language, culture and ideals by removing the reference to racial affiliation that was prominent in Afet İnan’s book titled Civil Knowledge prepared in 1930.

The exaggeration of criticisms of the Turkish History Thesis, which were based on accusations of lack of scientific basis and nationalism, has made it necessary for researchers interested in the history of the Turks to take on the risk of facing accusations such as primitive nationalism and skullduggery. Turkish History Thesis – Wikipedia

CHRONOLOGY

1873 Ernest Renan: Do not attribute civilization to Turanian peoples (quoted by Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8 .. 1:14:20)

In a conference he gave in Paris in 1873 , Leon Cahun argued that civilization
was brought to Europe by the Turanians and that the settlements in Europe ending with suffixes such as -ac, -aq, -ak
were of Turanic (Turkish) origin .

1876   ​​Gladstone: Do not attribute civilization to Turanian peoples (quoted by Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8 .. 1:14:20)

Since Atatürk gave great importance to history, he pioneered the establishment of the Turkish History Board. In 1930,  Afet İnan ,  Tevfik Bıyıklıoğlu ,  Samih Rıfat ,  Yusuf Akçura ,  Reşit Galip ,  Hasan Cemil Çambel ,  Sadri Maksudi Arsal ,  Şemsettin Günaltay ,  Vasıf Çınar  and  Yusuf Ziya Özer  began work to research Turkish history “not written by Western writers”.

In  1930 , they prepared a 606-page work called the Main Lines of Turkish History  . This 606-page work was only a preliminary compilation. Only 100 copies were printed and distributed to scientists throughout the country to be examined. The first compilation book was examined, discussed, and evaluations and corrections were made by scientists.

In 1931 , the second book, Main Lines of Turkish History-Introduction Section, consisting of 87 pages, was prepared. This work, consisting of 4 volumes, was printed in 30,000 copies this time. The 4-volume work was taught in history classes in high schools between 1931-1941. In 1935, Atatürk dictated a new research program to Afet İnan and Hasan Cemil Çambel. In order to train scientists who would conduct research on historical issues, the Faculty of Language, History and Geography was established in 1935. The Second Turkish History Congress was held in 1937. Foreign scientists also attended this congress.

1935 Turkish Language in terms of Etymology, Morphology and Phonetics October 1935 Sun Language Theory Principles and Sources pp 311-348 ABE Volume 27

Ataturk was reading foreign language books in his last years. The sun language theory is a result of this. However, in his last days of illness he said, “We have not yet reached stability in our language work, we need to work harder and harder.” Quoted by Afet Inan. March 1935.

1936 The part written for the introduction to history course by Afet Hanım, Vice President of the Turkish Historical Society, January 1936. The part written by Afet İnan for the introduction to history course. Source: Complete Works of Atatürk, Volume 28, p.152

1939 : Atatürk’s Turkish History Thesis was shelved 

Ataturk and the Sumerians, Muazzez Ilmiye Çığ  Would you like to learn about Ataturk’s revolutions and his connection with the Sumerians? If your answer is “Yes!”, then the Ataturk and the Sumerians book is for you. World-renowned Sumerologist Muazzez Ilmiye Çığ explains many topics in this book, from the relationship between Ataturk and Sumer to the revolutions of the republican era. Get ready for a fun and educational adventure from ancient history to the present! Let’s take a look at this unique book. Why should you read the book “Ataturk and the Sumerians”? Muazzez Ilmiye Çığ talks about a comprehensive historical process in her book. The work also references many documents and books of high historical value. The book, which touches on the importance that Ataturk gave to archeology and ancient civilizations, also touches on many different views and ideas. The book, which explains Ataturk’s revolutions and the importance that Ataturk gave to science, addresses sociological and philosophical elements together with the conditions of the period. The book, which sheds light on many political processes from secularism to democracy, also refers to articles and books written by Muazzez İlmiye Çığ. The author, who traces historical facts, also uses many articles and various interviews in the book. The author, who dates the beginning of Turkish history and culture to the Sumerians, also presents the reader with documents on the subject. A fluent and simple style is used in the book Atatürk and the Sumerians. The book, which blends myths, legends and historical facts, creates great appreciation in readers. This work in the history and research category is one of the unique books that every library should have.

  1. Turkish Historical Society
  2. Turkish Language Association
  3. Faculty of Language, History and Geography 1935

What is Atatürk’s Turkish History Thesis?

The Turkish History Thesis is based on the hypothesis that the origin of the white race is Central Asia. Accordingly, the people who were the ancestors of the Turks, who spread from Central Asia to the world in various waves of migration in different ages, established a significant part of the world’s civilizations.

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi ve Sümer Yazı Medeniyeti

“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları.

(1937 yılında, İkinci Türk Tarih Kongresini topladı. Ölümüne yakın yukarıda alıntıladığımız sözleri ederek vasiyet niteliğinde önermelerde bulundu. Bu uyarısında ne denli haklı olduğu, ölümünden sonra Türk Tarih Tezi’nin başına gelenlerle görülecektir. “Belleten” 140, sf.540; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, I.Cilt, sf.26)

Ana Kavramlar: Medeniyet. Yazı. Bilim. Türk. Orta Asya. Avrupa. Akdeniz. Nehirler. Ege, Eti, İskit, Sümer, Mısır

Atatürk 1930’lu yılların başlarında kendisini yoğun olarak tarih ve dil çalışmalarına vakfetmiş ve bunun neticesinde de ortaya bir tarih tezi ve dil tezi çıkmıştır. Fakat kendisinin vefatından sonra daha 1939 yılında bu tezler terkedilmiştir. Kurduğu cumhuriyetin de temellerini Atlantik İttifakı tarafından dinamitler yerleştirilmiş olmasına rağmen, halkın gücü sayesinde Cumhuriyet kalıcı bir pozisyonundadır artık.

Bizi düşündürmesi gereken Atatürk’ün özellikle tarih tezinin içeriği ile tekrardan nasıl buluşabileceğimiz, bir araya gelebileceğimizdir. Çünkü Atatürk söz konusu tarih tezini tüm düşünce gücünü bu konuya hasrederek ortaya koymuş ve neticeten de tarih kongrelerde bu tez tebliğler ile birlikte sunumu yapılmıştır. Atatürkçüyüm diye ortada gezinenler ise, bu tezin adını dahi anmamaktadırlar.

Bu tez ile ortaya konulan, merkeze alınan ve geçmişte özellikle Orta Asya’dan Türkistan’dan yola çıkarak Nil Nehri ile Maveraünnehir arasındaki bölgede ve Akdeniz havzasında Türklerin ilk harcını ortaya koydukları ilk olarak ateşledikleri yazı ve bilim medeniyetleridir.

Atatürk’ün söz konusu ettiği Ege, Eti, İskit, Sümer ve Mısır medeniyetleri bir bütünlük içerisinde Türklerin insanlık camiasına hediye ettiği canlı ve dinamik medeniyetlerdir. O zaman günümüzde bizlere düşen Atatürk’ün tarih tezini yeniden canlandırmak, kongreler, toplantılar düzenlemek ve bu şekilde ötekileştirilen Türk’ün medeniyet vasfını ve kimliğini dünya kamuoyuna insanların önüne sunmaktır.

Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesini yakalayacağız” vaadinin yaslandığı tarihi geçmiş ise Sümer‘in yazı medeniyeti ile başlayan 7000 yıllık medeniyetin kaynağı olan Orta Asya Türklüğüdür. Orta Asya’dan Akdeniz havzasına 7000 yıl önce gelip yerleşen Türkler bu havzada çok sayıda medeniyetler yaratmışlardır. Demek ki yeniden o çizgiyi muasır zamanlarda da yakalayabilmemizin sırrı ise, o medeniyet geçmişi ile o geçmişin kuralları, sanatı ve bilimselliği ile yeniden buluşmaktır.

Atatürk, tarih tezinin kalıcılığını, sürdürülebilirliğini temin etmek üzere zihinleri ateşlemek maksadı ile Türk Tarih Kurumu’nu ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak, bilimsel çalışmaların yapılmasını kurumlar vasıtasıyla teşvik etmek istemiştir aynı maksatla yine Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini kurmuştur.

Bütün bu kurumsal çabalara karşın Atatürk’ün tarih tezi, vefatını takiben artık sahipsizdir ve üzerinde durulmamaktadır ve yok olup gitmiştir. Yok olup giden ise Atatürk’ün dayanak noktası olarak düşündüğü, 7000 yıl önce Orta Asya’dan Akdeniz havzası hinterlandındaki bölgelere göç eden Türk halklarından olan özellikle Sümerlerin medeniyetinin temelinde yer alan bilim ve matematiktir.

Demek ki temel olarak alınması gereken bilim ve matematiktir ki zaten Sümerler yazıyı başlatan Turani kavimdir. Türkiye’de bu konuda sadece Muazzez İlmiye Çığ hanımefendinin kendi kişisel çabaları söz konusudur, kendisi de zaten soyadını Atatürk’ün bahşettiği bir misyon insanıdır.

Fakat düşündüğümüz zaman, Sümer medeniyeti çalışmalarının özellikle günümüze uyarlanması anlamında bir ekibin var olması lazımdır. Atatürk öldükten sonra onun bu tarihi tezi mirası siyaset ve kültür adamları tarafından değerlendirilmemiş, reddedilmiş ve onun yerine eski Yunan medeniyeti ve eski Anadolu medeniyetleri, Türklük hariç tutulmak üzere gündeme alınmıştır ve üzerinde çalışmalar yapılarak suni bir dayanak noktası teşkil edilmeye çalışılmıştır.

Ege, Eti, İskit, Sümer, Mısır medeniyetleri nehir ve deniz kenarlarındaki medeniyetlerdir. Atatürk bu medeniyetleri Orta Asya Türklüğü ile ilişkilendirmiştir.

Hâlbuki Atatürk’ün tarih tezi olmaksızın yürütülecek çalışmalar temelsizdir, dayanak noktası bulunmadığı için de doku uyuşmazlığı söz konusudur. O zaman dokuyu uyumlandırmak adına Sümer çalışmalarının özellikle de medeniyet temelli olmak üzere yeniden canlandırılması lazımdır.

Dikkat etmemiz, gözden kaçırmamamız gereken bir nokta da şudur ki eski Mısır medeniyetinin temelinde yer alan eski Sümer medeniyetidir ve Atatürk, Mısır medeniyeti ile Türklük arasındaki ilişkilendirmeyi, Sümer medeniyeti nedeniyle ortaya koymuştur. Bu ilişkilendirmeler ayan beyan iken ve büyük bir hazine teşkil etmekte iken neden hâlâ sessiz kalınmaktadır, bunun irdelenmesi lazımdır.

Atatürk’ün tarih tezi sadece on yıllık bir dönemde 1931-1941 yılları arasında okullarda tarih ders kitabı olarak okutulmuştur. Ardından ise bir daha üzerinde konuşulmamak üzere rafa kaldırılmıştır, bunu yapanların başında da İsmet İnönü ve Hasan Ali Yücel gelmektedir. Halide Edip Adıvar, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu Yunani korosuna dahil olmuşlardır.

Atatürk’ün tezinde Türk medeniyeti ana kavram iken, onun yerine geçen İnönü tezinde Yunan medeniyeti ana kavram haline getirilmiştir ve bunu yapanların başında ise Cumhuriyet’in ikinci adamı olarak adlandırılan İsmet İnönü gelmektedir.

Atatürk’ün tarih tezinin merkez ana kavramı medeniyet kavramıdır. Atatürk geçmişteki Orta Asya menşeli ve ardından Akdeniz havzasına ulaşan Türk medeniyetlerinden bahsederken gelecek için de muasır medeniyet seviyesinden söz etmektedir.

Dikkat ediliyorsa burada ırk kavramı yerine kültür ve medeniyet kavramı tercih edilmiştir. Bu tezi akıllarınca tarihin çöplüğüne atanlar, Atatürk’ün ölümünden itibaren sadece üç yıl bu tezin varlığına katlanabilenler, tarih yönünde bunun hesabını nasıl vereceklerdir acaba.

Atatürk yedi bin yıl önceki bir medeniyetten söz ederken, yazı medeniyetinden ve Sümerlerin getirdiği yeniliklerden, bilimsel uygulamalardan bahsetmektedir. Hazmedilemeyen acaba Türklere yakıştırılan bu öz karakter özellikleri midir ki Türkler, Fransız Ernest Renan  (1873) ve İngiliz Başbakan Gladstone (1876) gibi aşağılanmaya başlanmıştır, Atatürk’ün tezini yıkan karşı devrimci Yunani koro tarafından.

Günümüzde ise Atatürk’ün Tarih Tezi’ni savunanlar bir elin beş parmağıdır sadece. 

  1. Metin Aydoğan,
  2. Cengiz Özakıncı,
  3. Doğu Perinçek,
  4. Muazzez İlmiye Çığ,
  5. Kaan Arslanoğlu

Ve gelinen noktada artık tarihten bahsedilirken gene sadece 1071 ötesi bir dönem ve özellikle de Osmanlı tarihi söz konusu edilmektedir ki Osmanlı tarihinde Türk’ün adı maalesef yoktur.

**********************************

Atatürk’ün Sümerler hakkında sözleri

 

Demokrasi prensibinin tarihi gelişimi: Bundan 7000 sene evvel Elcezire’de (Mezopotamya) insanlığın ilk medeniyetini kuran Sumer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik olunmuştur. Hakikaten bu tür kavimler birleşik bir Cumhuriyet teşkil etmişlerdir. Bundan sonra Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri bir nevi demokrasi ile idare olunurlardı. Roma dahi demokrasi hayatı yaşamıştır. Kaynak: Medeni Bilgiler kitabı için El yazısı Taslak. Ocak 1930

Konferanstan sonra Türk ocağında Gazi hazretlerine takdim edilerek 1,5 saat kadar görüştüm. Gazi hazretleri ile tarih öncesi ve eski eserler meselesi etrafında sohbette bulunduk. Bu meseleler hakkında derin incelemelerde bulunmuş olan Gazi hazretleri Hititler’den, El Cezire‘de (Mezopotamya) Babillerden evvel bir medeniyet tesis etmiş olan Sümer, Akatlardan ve İtalya’da yaşamış olan Etroryalılardan bahsettiler. Gazi hazretleri bu milletlerin tesis ettikleri ve esası kati surette malum olmayan medeniyetin kökeninin Türk olduğu kanaatindedir.

Gazi hazretleri diyorlar ki:  Bu eski medeniyetler orta Asya’dan çıkmıştır. Orta Asya aynı zamanda Türklerin de vatanıdır. O halde bu medeniyetlerin esasını Türk olarak kabul etmek lazımdır.

Gazi hazretleri bu meseleler hakkında o kadar etraflı, derin incelemelere dayanan malumat verdiler ki, ben de ben bu malumatın hepsini hatırlayamadım Gazi’nin bu kadar meşguliyetler arasında resmi askeri ve siyasi hayatında bu kadar diğer tetkiklerde bulunduğuna hayret ettim. Gazi‘de bilhassa şu hasleti gördüm: O Türk ve Türk’e ait olan şeylerden başka bir şey düşünmüyor; bütün düşünce gücüne hakim olan fikir Türk ve Türklüktür. İşte bu büyük ve harikulade adamın manevi kuvvetinin sırrı buradadır. Kopenhag üniversitesi doğu tarihi medeniyeti kürsüsü idaresi Profesör Y. Oestrup. 3 Nisan 1930

Yontma taş devrini, orta Asya’da Türkler Milat’tan 12.000 sene evvel atlayabildikleri halde, Avrupalılar bu tarihten 5000 sene sonraya kadar bu devri yaşamaya devam etmişlerdi; yani Avrupa’da Milat’tan ancak 7000 sene evvel bu devirden çıkılabilmiştir.

Tunç devri Türklerde ve Türklerin medeniyet kurduğu ülkelerde, mesela Sümer‘de Milat’tan altı 7000 sene evvel, Mısır’da biraz sonra başlamıştır. Türklerde demir devri başlarında yazı icat edilmiş ve tarih devri açılmıştır. Avrupa’da yazı bilinmeksizin, dört muayyen devir geçirilmiştir. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Malumdur ki, Sümer memleketinin en eski şehri Ur’dur. Oğus Han’ın Milat’tan 4000 sene evvel Ur şehrinde yaşadığından bahsederler. Bu keyfiyet, Sümerce ile Türkçenin akrabalığını aydınlatma noktasından mühimdir. En eski Sümer hükümdar listelerinde Patesi unvanlı Uş (Ouch) ve hükümdar unvanlı Okuş (Okouch) namında iki hükümdarın ismine tesadüf olunur. Uş, okuş kelimeleri telaffuzda Us, Ogus kelimelerine benzer. Bu benzeyiş, eski Türklerle Sumerlilerin lisanları arasındaki münasebetin doğruluğunu göstermeye yardım eder. Oğus namı, insan hakkında olduğu gibi, memleket hakkında da kullanılmıştır. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Mısırlılar pek çok ilimler bilirlerdi. Taşkın‘dan sonra tarlalarını tanımak için Kalde’de olduğu gibi, ölçü kullanırlardı. Bu keyfiyet, onları geometride ilerletti. Mısır’ın bulutsuz seması ve parlak geceleri yıldızların gözlemini kolaylaştıran yıldızları gözlemlemekle Mısırlılar astronomi ilminde ilerlediler. Papazlar, her türlü ilimde çok ileri gitmişlerdi. Muallim, doktor, alim hep onlardı. Mezopotamya’da, Sümer-Akat ve Elam‘da çoktan keşfedilen ve tatbik olunan ilimler, Mısır’da da gelişmiştir. Mısırlılar eski zamanların diğer milletler tarafından bilgileri ve memleketlerindeki intizam dolayısıyla çok itibara mazhar olmuşlardır, rahipleri çok şeyler düşünürlerdi. Yabancılar bilhassa Yunanlılar onlarla konuşmaya gelirlerdi. Kaynak. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Milâttan 2000 seneden evvele ait şehirler bulundu . Saraylar, mağazalar, evler, nihayetsiz san’at eserleri, lâvhalar, heykeller, çiniler, aletler, silâhlar, mücev­herler, elhasıl orijinal ve incelmiş bir medeniyetin bakiyyeleri meydana çıkarıldı. Bütün bunların ne olduğu bilinmiyordu. 1875tenberi, Alman Şilman ve andan sonra diğer âlimlerin muvaffakiyetli taharrileri sayesinde, binlerce noktalarda, asırlarca karanlık içinde kalmış bütün bir medeniyet meydana çıktı. Bu medeniyetin sahibi olan kavim “Hint Avrupalı,, lardan eski ve Samiler’e yabancıdır. Yemen’de bir eski medeniyet vardı. (Himeyrilerin). Bu medeniyeti şüphesiz, Acem Körfezi sahillerince Sumerler getirmiştir. Tarih kitapları için el yazısıyla taslak metinler ve düzeltmeler. 1930 yılı sonbaharı.

Biz tabii olarak ve esasen, batı istikametinde Yakındoğu’ya doğru gelip, bugün Sümer, Hitit denilen medeniyetlerle Küçük Asya’nın tarihöncesi diğer medeniyetlerini kurmuş olan grupla alakadarız. Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan okyanusunun bu birbirini takip eden dalgalarına karşı büyük bir siper inşa etti bu en sonunda Bizans İmparatorluğu şeklini aldı. Onlar ve bizim Türk atalarımız savaşa tutuştular. 14 Ağustos 1932. ABE. Cilt 25. sayfa 393-394

Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağî olsun hiçbir sıkıcı hudut içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk milleti olan bizler pek ziyade alâkadarız.

Ancak, en büyük alâkamız onların Çin büyük duvarını paralayarak o vakte kadar korunabilmiş Çin medeniyetinin tâ yüreğine sokulmalarına yahut kuzey-batıya doğru dönerek geniş İskandinavya sahasına girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk kumandasında Orta Avrupa’ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz.

Biz, tabiî olarak ve başlıca o grupla alâkadarız ki tam batı istikametinde yakın doğuya doğru gelerek, bugün Sümer medeniyeti, Hitit medeniyeti denilen medeniyetlerle Anadolu’nun başlıca tarihten önceki medeniyetlerini kurmuşlardır.

Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga -Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı.

Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel (kuzey-batı) istikametinde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanunî Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötelerini zapt ederek Viyana kapılarına dayandı.

Türklerin bu istikamette ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki, o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir. Osmanlı İmparatorluğu, biz kahraman Türkler nedeniyle bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî teşkilât yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî teşkilât çok kuvvetli bir müessese halinde İstanbul’da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî teşkilâtın nüfuzuna mağlûp oldu ki, bu iki müessese tahakküm merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika’daki mıntıkaları idare ediyorlardı.

İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış ve süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka zemine atılmışlardı.

Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu, batı medeniyetine karşı kendisini Türk silâhlarıyla değil, daha ziyade batı devletlerini biribirine düşürmek suretiyle müdafaa etti ki bu devletlerin siyaseti de İstanbul’a ve Boğazlara talip olmak isteğiyle birleşiyordu. Avrupalılar bize “Avrupa’nın hasta adamı” adını verdiler ve her tarafta birçok miras davacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında Büyük Harp çıktı. Biz de, Küçük Asya’da ticarî menfaatler arayan merkezî Avrupa devletlerinin yakın doğu ihtiraslarıyla bu harbe sürüklendik. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)

“Mesela Ege medeniyeti, Küçük Asya’da yerleşen ve gelişen Eti medeniyeti, Tuna yalılarından Akalarımızla akıp gelen İskit medeniyeti, Mezopotamya’da büyük mihrakını kuran Sumer medeniyeti ve Delta’da başlayarak Nil’in çağlayanlarına yükseldikten sonra oradan çağlayanlar gibi Akdeniz sahillerini aşan, Ege havzasına da dalgalarını temas ettiren Mısır medeniyeti, bütün bu medeniyetlerin hepsi, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.

Zincirin iki ucu ise halkalarının dövüldüğü Altay’ın demir ocaklarındadır. Şu halde bu medeniyetler o ocaktan gelen feyz ateşini birbirine nakletmiş ve her biri diğeri üzerinde etkili olmuş bir bütün halinde incelenmelidir.

Bu saydığım eski medeniyetlerdir ki bugünkü medeniyetin güneşleri olmuşlardır. Biz bu güneşi tutuşturan adamların çocuklarıyız.(Alkışlar) ”

Ege Medeniyetinin Kökenine Genel Bir Bakış. 1 Temmuz 1932. ABE. Cilt 25. Kaynak Yayınları.

“Eksikliğiyle, asaletiyle, doğurganlığıyla ve sonsuz yaratma kabiliyetiyle Türk dilinin, bütün dünya dilleri arasında işgal ettiği mümtaz mevkii; Bu dilin başka kavimlere nasıl milli dil olduğunu, yahut başka milletlerin dillerine kendi kelime hazinesinden ve sözdiziminden kök, kelime ve uzviyet vererek hepsine genel bir ana kaynak hizmetini gördüğünü; Türk dilinin bütün dünya dillerinin gelişmesinde en tesirli bir etken olduğunu; Türk dilinin, Sumerlerin, Etilerin ve diğer eski Anadolu kavimlerinin, Mısırlıların, Yunan medeniyetini doğuran Giritlilerin ve Egelilerin ve Roma kültürünü doğuran Etrüsklerin ana dilleri olduğu ispat ederek, bugünkü modern Batı medeniyetine ana kaynak olan bu en eski yüksek medeniyetlerin, Türk kavimlerinin ırki dehasının mahsulü olduğunu göstermek.” 4 Temmuz 1935 Türk Tarihi Araştırma Kurumu Programının Önprojesi: (ATABE, C. 27, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.282-283)

“Türk dili üzerinde ve bu münasebetle diğer dillerde yapılan inceleme ve araştırmalardan ve dille alakadar olan filozofi, psikoloji, sosyoloji bahislerinin gözden geçirilmesinden doğmuştur. Bu doğuş, filolojide yeni bir teori olarak görülebilir. Bu teorinin temeli, insana benliğini veren Güneş’in tanıtmış olması fikridir. (…)

Dil, psikolojik ve sosyolojik kanunlara bağlı olarak meydana gelmiştir. Fikri hayatın en ince teferruatı, harici dünyadan gelen levhalar veya içimizde doğan ruhi cereyanlar şeklinde tezahür eder. İnsanlar bunları dil vasıtasıyla tespit etmeye muvaffak olur. Dil harici dünyayı temsil eden ve bize onu hatırlatan birçok gösterici işaretleri, ince farklarla birbirinden ayırma çabalamasından ibarettir.”  Ekim 1935, Etimoloji, Marfoloji ve Fonetik Bakımdan Türk Dili: (ATABE, C. 27, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2010, s.315, 317)

‘Türk dili yapay bir dil değildir’

Ulus gazetesine dil yazıları : “Çok malum ve anlamları her Türk için besbelli olan şu birkaç öz Türkçe kelimenin analizi, bize açık olarak gösteriyor ki, Türk dili dimağının tam teşekkül ve gelişmesinden sonra düşünülerek kurulmuş, yapay bir dil değildir.

Türk dili, Türk dimağı kadar tabiidir. Türk dili, Türk dimağı ve dahi kadar mantıklıdır, yüksektir, Türk dilinin en küçük bir biçimbirimi, Türk’ün tabiatı incelemekten aldığı en büyük kavramın ifadesidir.2 Kasım-7 Aralık 1935 (ATABE, C. 28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.91-92)

“Bugünkü Cumhuriyet’in aydın Türklerine düşen başlıca vazifelerden biri de bu hakikati ilim dünyasına bütün teknik ve mantıksal tarzlarda göstermektir. Bunda biz Türklerin asla şüphemiz yoktur. Tereddüt noktası hariçte değil, içimizdedir. İçimizi anlamayanlardır.

Biz kendi içimizi egomuzu anlamış olduğumuzu idrak etmişsek, bizim ortaya koyacağımız büyük hakikatleri reddetmek çok küçük, manasız şeyler olacağına vatandaşlarımızın bütün kalpleriyle inanmalarını rica ederiz.2 Kasım-7 Aralık 1935 (age.,s.108)

3. Türk Dili Kurultayı için Afet Hanım’a dikte edilen nutuk: “Türk tarihi, Türk ırkını ancak müspet ilim belgeleriyle bulur. Türk dili bunlardan en önemlisidir. Bugünkü ilim dünyası içinde dili, ırk için esas kabul etmeyen âlimler de yok değildir. Bu esas belki bazı camialar için doğru olabilir. Fakat Türk için, asla…

Türk’ün tarihi varlığını ve bu varlığın dünyadaki yaygınlığını, Türk dili orjinalliği bilhassa çok açık bir kesinlikle göstermektedir. Bu itibarla Türk Tarih Kurumu, birbirini tamamlaması icap eden iki aydın abidedir. Türk Tarih Kurumu, işte bu inanladır ki, Türk Dil Kurumu’nun kurultayını büyük saygı ile selamlar ve onun, dil bakımından olduğu kadar, tarih bakımından da ilmi verimler almasını diler.” 24 Ağustos 1936 (ATABE, C. 28, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2011, s.254)

Tabiatta, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Yarın, bizi saran tabiatın unsurları içinde, binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır.

Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekası, realiteye kavuşmak için çalışanları tatmin edecek ve insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuş ve tespit etmiştir. Tarih bakımından arkeoloji ve antropoloji, bu ilimlerin ba­şında gelir. Tarih, bu ilimlerin bulup meydana çıkardığı belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır.

İşte, bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu ilim belgelerine dayanır. Onun içindir ki, bizim tarih belgelerimizin her parçası, klasik sayılan kültür eserlerinin de anasıdır. Ocak 1936  Mustafa Kemal Atatürk – Ocak 1936

Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir.

Şimdi dünya âlimleri yazıdan bahsettikleri zaman bununla Gerek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri kastederler. Bu kasıt şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur?

Sümer’in, Hati’nin, Mısır’ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur’un, Maya’nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazıları, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı abideleri değil midir? 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)

 

**********************************

Atatürk’ün Sümerlere olan ilgisinin sebebi: Devletin ve milletinin bütünlüğünün sağlanması için kültür birliğinin gerekli olduğunu düşünen Atatürk, bu kültür birliğini sağlamak için ortak paydamız olan Türk dili, tarihi ve kültürünün araştırılması, köklerinin ne kadar eskiye dayandığının ispatlanması konusunda araştırmacıların önünü açmıştır. Kendisinden sonra yetişecek olan Türk aydınlarına da kendisinde var olan bu kültür bilincini miras bırakmıştır.

Türk kültürünün, tarihinin ve dilinin bilimin ışığında araştırılması ve ne kadar köklü olduğunun ispatlanması için açılan kurumlardan ve yapılan çalışmalardan desteğini hiçbir zaman esirgememiştir.

Atatürk’ün Sümerlere olan ilgisinin sebebi dillerinin Türkçeye benzemesi, Mezopotamya’ya Orta Asya’dan gelmiş olabilecekleri düşüncesi ve Sümer Türk kültüründeki paralelliklerdir.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde “Asuroloji” olarak açılacak bölümün adını “Sümeroloji” koydurması, yaptığı okumalarda Sümerlerle ilgili bölümlerin üzerine notlar alması, katıldığı dil kurultaylarında Sümerlerle ilgili görüş bildirmesi araştırmacıların ufkunu genişletmiştir.

Atatürk’ün açtığı bu yolda birçok araştırmacı, Sümer dili ve kültürü ile Türk dili ve kültürü arasındaki benzerlikleri tespit etmiş ve Türklerin binlerce yıl önce de tarih sahnesinde var olduklarını kanıtlamıştır. https://www.academia.edu/38073188/Atat%C3%BCrk_T%C3%BCrk_K%C3%BClt%C3%BCr%C3%BC_ve_S%C3%BCmerler

Türk Tarih Tezi’ne göre tarihteki Türk devletleri şu şekildedir:

  1. Orta Asya’da Türk-Hun İmparatorluğu.
  2. İdilTuna arasında İskit İmparatorluğu.
  3. Ural Dağları ve İdil Nehri arasında Batı HunDevleti.
  4. Avrupa Türk-Hun İmparatorluğu ve Avarİmparatorluğu.
  5. Batı Türkeli ve Kuzey Afganistan’da AkhunlarDevleti.
  6. Orta Asya’da Gök Türk İmparatorluğu, Tukyu ve Kutluk Devleti.
  7. Karadeniz’in kuzeyinde HazarBulgar ve başka isimde Türk devletleri.
  8. Gök Türk İmparatorluğu‘ndan sonra, Orta Asya’da çeşitli isimlerde Türk devletleri.
  9. Aral Gölü güneyinde Samanoğulları Devleti.
  10. Aral Gölü’nden Hint’e kadar uzanan alanda Gazneliler Devleti.
  11. Sir Irmağı doğusunda Karahanlılar ve Karahitaylar Devleti.
  12. İran, Mezopotamya, Anadolu ve Suriye sahalarında Selçuklar Devleti.
  13. Harzem kıtasında ve bütün İran’da Harzemşahlar (Harizm) Devleti.
  14. Başkenti Semerkant olan Büyük Timurİmparatorluğu.
  15. Hindistan’da Babür İmparatorluğu.
  16. Asya, Avrupa ve Afrika’da Türk-Osmanlıİmparatorluğu.
  17. Türkiye Cumhuriyeti.

Medeniyeti öne çıkaran Türk Tarih Tezi ırk temelini savunan Turancı görüşe ters düşmektedir. Türk Tarih Tezi’nde, millet tanımı, bir ırk aidiyetine dayandırılmaz, onun yerine medeniyetleri esas alır. Atatürk Afet İnan’ın 1930 yılında hazırladığı Medeni Bilgiler isimli kitabındaki öne çıkan ırk aidiyetine olan atfı çıkararak millet tanımını bizzat Dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların siyasal ve toplumsal kuruluşu şeklinde düzeltir.

Türk Tarih Tezi’ne, ilmi dayanaktan yoksunluk ve milliyetçilik suçlamaları üzerine gelişen eleştirilerin abartılması, Türklerin tarihi ile ilgilenen araştırmacıların ilkel milliyetçilik ve kafatasçılık gibi suçlamaları göğüslemeyi göze almalarını gerektirmiştir. Türk Tarih Tezi – Vikipedi

KRONOLOJİ

1873 Ernest Renan: Turani halklara uygarlık atfetmeyin (aktaran Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8.. 1:14:20)

1873 senesinde Paris’te verdiği bir konferansta Leon Cahun, Avrupa’ya medeniyetin
Turanlılar tarafından getirildiğini Cahun konferansında Avrupa’da sonu -ac, -aq, -ak gibi
eklerle biten yerleşimlerim Turanî (Türkçe) kökenli olduğunu savunmuştur.

1876  Gladstone: Turani halklara uygarlık atfetmeyin (aktaran Cengiz Özakıncı https://www.youtube.com/watch?v=wLYAlrhPRv8.. 1:14:20)

Atatürk Tarih konusuna çok önem verdiği için Türk Tarih Kurulunun kurulmasına öncülük etmişti. 1930 yılında Afet İnanTevfik BıyıklıoğluSamih RıfatYusuf AkçuraReşit GalipHasan Cemil ÇambelSadri Maksudi ArsalŞemsettin GünaltayVasıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer “Batılı yazarlar tarafından yazılmamış” Türk tarihini araştırmak için çalışmalara başladılar.

1930 yılında Türk Tarihinin Ana Hatları adlı 606 sayfalık eseri hazırladılar. 606 sayfalık bu çalışma sadece bir ön derlemeydi. Sadece 100 adet bastırılarak ülke çapında bilim adamlarına dağıtılarak incelettirildi. İlk derleme kitabı ilim adamlarınca incelendi, tartışıldı ve değerlendirmeler ve düzeltmeler yapıldı.

1931 yılında 87 sayfalık ikinci kitap Türk Tarihinin Ana Çizgileri-Giriş Bölümü hazırlandı. 4 ciltlik bu çalışma bu sefer 30,000 adet bastırıldı. 4 ciltlik eser 1931-1941 döneminde liselerde tarih derslerinde okutuldu.

1935 Etimoloji, morfoloji ve fonetik bakımından Türk dili Ekim 1935 Güneş dil teorisi esas ve kaynakları ss 311-348 ABE Cilt 27

Atatürk son senelerinde yabancı dil kitaplarını okumakta idi. İşte güneş dil teorisi bunun bir neticesidir. Fakat son hastalık günlerinde “dil işimizde henüz bir istikrara varamadık, daha çok ve pek çok çalışmak lazımdır” demişti. Aktaran Afet İnan. Mart 1935.

1935 yılında Atatürk; Afet İnan ve Hasan Cemil Çambel’e yeni bir araştırma programı dikte etti. Tarih konularında araştırma yapacak bilim adamlarının yetişmesi amacıyla, 1935 yılında, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu.

1936 Türk Tarih Kurumu As Başkanı Afet Hanım’ın tarihe giriş dersi için yazdırılan kısım Ocak 1936. Afet İnan’ın Tarihe Giriş dersi için yazdığı kısım. Kaynak: Atatürk’ün Bütün Eserleri, 28. Cilt, s.152

1937 yılında İkinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Bu kongreye yabancı bilim adamları da katıldılar.

1939: Atatürk’ün Türk Tarih Tezi rafa kaldırıldı 

KAYNAKLAR

  • Atatürk’ün Bütün Eserleri:  23.cilt 30.293 / 24.cilt Sümer, 26, 29, 48, -ler, 61. Sumerce, 29./ 25.cilt Sümer, 394, – medeniyeti, 367.
  1. Atatürk ve Sümerler  
  2. Bunu söyleyen suikaste kurban gidiyor: Sümerlerin atası Türkler… Atatürk’ü depresyona sokan çalışması | Kaan Arslanoğlu | Odatv
  3. Gemini. Atatürk hangi yıla kadar tarih tezi ile ilgilendi
  4. Atatürk’ün Tarih Anlayışı Doktora Tezi 1991 İstanbul Üniversitesi. ss.149-151
  5. Atatürk’ün Türk dili üzerine görüşleri, Ercan Dolapçı, Aydınlık
  • Türk Tarih Kurumu
  • Türk Dil Kurumu
  • Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi 1935

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi nedir?

images.jpg

Türk Tarih Tezi, beyaz ırkın kökeninin Orta Asya olduğu hipotezinden yola çıkmaktadır. Buna göre değişik çağlarda, çeşitli göç dalgaları halinde Orta Asya’dan dünyaya yayılan Türklerin de atası olan halklar, dünya medeniyetlerinin önemli bir kısmını kurmuştur.

Muazzez İlmiye ÇIĞ

  • MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE TÜRKİYE’DE ARKEOLOJİ*MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ**
  • Atatürk ve Sumerliler, Muazzez İlmiye Çığ  Atatürk devrimlerini ve Sümerliler ile olan bağlantısını öğrenmek ister misiniz? Cevabınız “Evet!” ise Atatürk ve Sumerliler kitabı tam size göre. Dünyaca tanınan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ bu kitabında Atatürk ve Sümer ilişkisinden cumhuriyet dönemi devrimlerine kadar birçok konuyu anlatıyor. Kadim tarihten günümüze eğlenceli ve öğretici bir maceraya hazır olun! Haydi, bu eşsiz kitaba bir göz atalım. “Atatürk ve Sümerliler” adlı kitabı neden okumalısınız? Muazzez İlmiye Çığ kitabında, kapsamlı bir tarihsel süreçten söz ediyor. Eserde tarihî değeri yüksek olan birçok belge ve kitaba da atıfta bulunuluyor.
  • Atatürk’ün arkeolojiye ve kadim uygarlıklara verdiği öneme değinen kitapta birçok farklı görüş ve düşünceye de değiniliyor. Atatürk devrimleri ve Atatürk’ün bilime verdiği önemin anlatıldığı kitap; sosyolojik ve felsefi unsurları dönemin şartları ile birlikte ele alıyor. Laiklikten demokrasiye birçok siyasi sürece ışık tutan kitap Muazzez İlmiye Çığ’ın yazdığı makale ve kitaplara da atıfta bulunuyor. Tarihî gerçeklerin izini süren yazar, kitapta birçok makaleden ve çeşitli röportajlardan da yararlanıyor. Türk tarihinin ve kültürünün başlangıcını Sümerlere dayandıran yazar; kitapta bu konuda yapılan çalışmaları da okuyucuya belgeler ile birlikte sunuyor. Atatürk ve Sumerliler kitabında akıcı ve sade bir üslup kullanılıyor. Mitler, efsaneler ve tarihî gerçeklerin harmanlandığı kitap, okurlarda büyük bir beğeni yaratıyor. Tarih ve araştırma kategorisindeki bu eser, her kütüphanede bulunması gereken eşsiz kitaplardan biri.
  • Atatürk ve Sumerliler (Muazzez İlmiye Çığ) Fiyatı, Yorumları, Satın Al – Kitapyurdu.com

Cengiz ÖZAKINCI

Milli Eğitim’de Türk Tarih Tezi rafa kaldırılarak Yunan-Roma Tarih Tezi’nin benimsenmesi 1939’da kimlerce nasıl gerçekleştirildi? Belgelerle:

Metin AYDOĞAN

Atatürk’ün Savaş ile ilgili Sözleri.

Ben Almanların bu savaşta muzaffer olacaklarına katiyen emin değilim. Gerçi bir şimşek hızıyla demir kaleler devirip çiğneyerek Paris üzerine yürümektedirler.

Fakat Ruslar da Karpatlar’a dayanmışlar ve Almanların müttefiki olan Avusturyalılara baskı yapmaktadırlar. Bu nedenle Almanlar bir kısım kuvvet ayırarak Avusturyalılara yardım etmek mecburiyetinde kalacaklardır.

Bu defa Fransızlar kendi karşılarında bulunan Almanların kuvvet ayırdığını görerek karşı taarruza geçecekler ve Almanlara baskı yapacaklardır.

Kendilerinin sıkıştırıldığını gören Almanlar, bu defa da Avusturyalılara gönderdikleri kuvvetleri çağırmak mecburiyeti karşısında bulunacaklardır ki, bu şekilde zikzakvari hareket edecek olan bir ordunun akıbeti pek feci ve vahim olacağından, ben bu harbin neticesinden emin olamıyorum.

Mustafa Kemal Atatürk – 1914

Bir aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı’nı müttefiklerin çıkarma teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum.

Bu ana kadar, sevgili Corinne, hep başarılı oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima başarılı olacağım.

Burada benim ismimin duyulmamasına şaşırmamalı, çünkü ben, mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuş’a şeref kazandırmayı tercih ettim.

Tabi şüphe etmezsiniz ki, muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuş’u bulan da o idi.

Mustafa Kemal Atatürk – 30 Mart 1915

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biri, kadın ve erkek arasında kanuni ve toplumsal tam eşitliği temin etmektir.

Kadınlarımız, bağımsızlık savaşı sırasında cesaret ve fedakarlığın en üstün vasıflarını sergilediler. Eğitim almaya ve öğrenmeye çok istekliler ve hatta bazıları şimdiden ilim ve edebiyat sahalarında muvaffakiyetler kazanıyor.

Kadınlar da artık Anadolu’nun her tarafında pek çok sanayi müesseselerinde çalışıyor. Kadının zorla köşeye çekilmesinin aile yaşamını mahvettiği yerde hiçbir ilerleme mümkün değildir.

Mustafa Kemal Atatürk – 23 Ocak 1923

Savaşta yağan mermi yağmuru, o yağmurdan korkmayanları, korkanlardan daha az ıslatır.

Mustafa Kemal Atatürk – 1914

Üzüntü verici geçmiş ebediyen kapanacaktır.

Artık aramızda savaş olmayacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk – 27 Ekim 1930

Biz erkeklerimizi bile savaş felaketinden uzak bulundurmak isteyen insanlarız.

Fakat savaş etmek zorunda bırakılırsak, vatan savunmasında kadınlarımız da, erkeklerimizle beraber dövüşecektir.

İstiklal mücadelesi bunun en yakın örneğidir.

Mustafa Kemal Atatürk – 18 Nisan 1935

Balkan birliğini isteyenler ve onu kendilerine şiar edinenler, savaş ile barışın ne olduğunu tecrübe ile bildikten sonra barışsever olmayı tercih edenlerdir.

İnsanlığın hakiki saadet ve refahının barış içinde yaşamakla mümkün olacağı inancına kani olanlardır.

Bütün barış ve selamet isteyen medeniyet alemi karşısında şüphesiz ki Balkan Anlaşması’nın birleştirdiği çehre, insanlık, barışseverlik, kardeşlik çehresidir. Nurlu çehredir.

Mustafa Kemal Atatürk – 30 Ekim 1934

Bu ikinci dünya savaşı beni yataktan kımıldanmayacak bir halde yakalayacak olursa memleketin hali ne olacaktır?

Ben devlet işlerine mutlaka müdahale edecek bir vaziyete gelmeliyim.

Bizde hiçbir şeyin yataktan idare edilemeyeceğini bilirsiniz.

Mutlaka işin başına geçmem lazımdır.

Mustafa Kemal Atatürk – Kasım 1938

Bizim için barış esastır; tarafımızdan savaşa girişmek, hatta savaşı temenni etmek katiyen olası değildir.

Fakat Mussolini bize taarruz etmek cinnetine kapılırsa, sahillerimize bir çıkarma yaparak gelmelerini temenni ederim.

Sahillerimiz açıktır, arazi itibarıyla müsait gördükleri herhangi bir bölgeye, her zaman bir çıkarma yapabilirler, buna mani olamayız.

Yalnız asıl çıkarma yeri belli olduktan sonra, bütün kuvvetimizi toplayıp üzerlerine gider, gelenleri behemehal denize dökeriz.

Bu suretle yurt korumaktaki eşsiz azim ve kudretimizi cihana, bir kere daha göstermiş oluruz.

Fakat böyle bir şey yapamazlar çocuk!

Mustafa Kemal Atatürk

Gençlik hayatımın en heyecanlı günlerini yaşadım. Yaşımın küçük olmasına rağmen bu savaşa katılmayı çok istemiştim.

Az daha gönüllü müfrezelerin arasına katılıp gidecektim.

Mustafa Kemal Atatürk

Uysal bir halk kitlesi, Doğu geleneklerine bağlı kalmışsa, yanlış ve köstekleyici alışkanlıklar sonunda birtakım kuvvetlerin tekelci vesayeti altına sürüklenebiliyorsa, bu kitle adına, milli iradeyi temsil eden aydınlar harekete geçerler.

Kitleyi çağdaş bir düzene kavuşturmak için, geri düzenle, batıl itikatlarla, hurafelerle savaşırlar. Devrim yaparlar. Geri düzeni değiştirirler.

Bunun için halk iradesine başvurulmaz.

Mustafa Kemal Atatürk

Sınırlarının mühim ve büyük kısımları deniz olan Türk devletinin donanmasının da mühim ve büyük olması gerekir.

O zaman Türk Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır.

Mükemmel ve kadir bir Türk donanmasına sahip olmak gayedir. Bunun ilk çıkış noktası, savaş gemileri tedarikinden evvel onları muvaffakiyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, subaylara, uzmanlara sahip olmaktır.

Mustafa Kemal Atatürk – 20 Eylül 1924

Benim burada kendi vatanımda olduğumu bilmiyor musunuz? Bu gerçeği hala görmüyor musunuz?

Siz hala o zihniyette iseniz birbirimizle esasen savaş halindeyiz demektir.

Öyle ise, evet, bir kere, on kere, yüz kere daha savaş ilan ediyorum!

Mustafa Kemal Atatürk – Eylül 1922

Bu adamlar, filmde gördüğümüz gibi tiyatral bir atılışla işe girişti. Bugün Almanya’nın bütün askeri gücü onun elinde. Yarın savaşa girişecekler. O ve onun taklitçisi Mussolini savaş hazırlıkları ile meşguller.

Evet, savaşı başlatacaklardır, çünkü asker değiller, savaş nedir bilmezler. Savaş bir felakettir, hele bu iki müttefik için kesin ölümdür. Tarih Almanya’ya öyle bir toprak vermiştir ki, daima iki ateş arasında kalmaya mahkumdur.

Körü körüne hesapsız, kitapsız bir kendine güvenme, tamamen mekanik bir ordu sistemi, ilk hamlede korkunç bir kuvvet etkisi yapacaktır.

Fakat bir kere bir tarafı sakatlandı mı, darmadağın olacak, o çalışkan millet yere serilecektir.

Ortada ne Hitler, ne örgütü kalacaktır. Mussolini’den ise söz etmeye hiç gerek yoktur, efendisinin ortadan kalktığı gün, o da yok olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk

Ciddi, faal, zeki ve becerikli, yüksek fikirli, astlarına ve savaş psikolojisine hakim ve etkili, iyi bir derin görüşe ve çabuk kavrayışa sahip.

Kolordunun her türlü ihtiyacını geniş olarak düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan bir an geri durmaz ve başarılı olur. Askeri bilgisi ve kavramı güzel ve geniş; doğru, kesin ve tereddütsüz karar sahibi; cesur ve kişisel kararıyla hareket etmek kabiliyetine sahiptir.

Ordu ve memlekette üzerine alacağı vazifelerde ve önemli vatani hizmetlerde kendisinden büyük hizmetler beklenir.

Çok mükemmel bir ahlak ve davranış sahibi; görgülü takdire değer.

Her zaman üstlerinin, astlarının ve çevresinin emniyet, itimat ve sevgisini çekmeye ve kazanmaya çalışan ve bunu başaran dürüst bir kişidir.

Mustafa Kemal Atatürk – 20 Mayıs 1917

Tarihin en karanlık günlerinde sihirli kalemiyle daima Türk milletinin hakkını teyit ve müdafaa etmiş olan büyük üstad için, Türk milletinin beslediği derin, sarsılmaz sevgi hislerine, Kurtuluş Savaşı’nda şehit düşen erkeklerimizin yetim bıraktığı kızlarımız tarafından gözyaşları arasında dokunmuş olan bu halı tanıklık edecektir.

Mustafa Kemal Atatürk – 3 Kasım 1921

Biliyor musunuz Türk askeri nasıl savaşır?

Ayağı, sırtı giyinik olmayabilir. Bazen gıdası bile az olur; fakat o, daima ileri gitmek ister ve o kabiliyettedir.

Ayağı aksar, yorgundur; görürsünüz ki, yine yürür ve daima ileri gider.

Mustafa Kemal Atatürk – 21 Ekim 1922

Doğu alemi üzerinde rakipsiz manevi nüfuzunu tesise ve Dünya Savaşı yüzünden memlekette bozulan iktisadi dengeyi bu suretle iade ederek Bolşeviklik cereyanını Batı Avrupa’da imhaya çalışan İngiltere hükümetinin pek ustaca olan bu büyük teşebbüsüne fiili ve ciddi bir surette engel olabilecek ve mukavemet edebilecek yegane İslam hükümeti Türkiye devleti olduğu için Batı emperyalizm ve kapitalizminin en ziyade taarruz darbeleri bittabi Anadolu üzerine yöneltilmiş bulunuyor.

Mustafa Kemal Atatürk – 4 Ekim 1920

Savaşları arzu etmiyorum, her türlüsünden kaçıyorum, ama bizi buna zorlarlarsa, bendeki güç, sadece savunmayla sınırlı değil.

Mustafa Kemal Atatürk – 19 Nisan 1926

Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş..

Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı ile tanılan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler…

İşte, Türk genel devriminin bir kısa diyemi…

Mustafa Kemal Atatürk – 9 Mayıs 1935

Şimdi gayet dostane münasebetlerde bulunduğumuz Yunanlılar bir zaman Cumhuriyet merkezi Ankara’ya top menzili bir mesafeye kadar gelmişlerdi.

Milletin mevcudiyetini muhafaza için Yunanlıları geri sürmek vazifesi bana verilmişti. Vazifemi başarıyla yaptım. Fakat sonradan tekrar Yunanlılar ile dost olduk.

Bunu size söylemekten maksadım, Türklerin savaştıkları herhangi milletle ebedi düşman kalmak istemediklerini göstermektir.

Ben askeri hayatımda asla mağlubiyet görmedim. Bunun sebebi yalnız milli bütünlüğümüzün savunması için savaşmış olmamdır.

Mustafa Kemal Atatürk – 18 Eylül 1934

Elimizdeki savaş uçaklarının bir kısmı Fransız sisteminde olup, bazılarının makineli tüfekleri noksandır. Spat on üç uçaklarına mahsus makineli tüfeklerden on beş kadarına ihtiyacım vardır. Suriye’den veya en yakın bir yerden birkaç gün içinde yetiştirilmesine yol göstermenizi rica ederim. Bu makineli tüfekler şu sırada benim için Fransa’nın en kıymetli hediyesi olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk – 29 Ağustos 1922

Gezdiğim ve gördüğüm her yerde millet cehalet ve taassuba savaş ilan etmiş haldedir.

Medeniyet ve yenilik yolunda bir an kaybetmeye rızası yoktur. Paslı beyinlerin şuursuz sözleri, anında milletin müşterek ve müthiş feveranıyla bunalmaktadır.

Bunu gözlerimle gördüm.

Mustafa Kemal Atatürk – 30 Eylül 1924

Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve emniyeti için çalışacağına emin olabilirsiniz.

Türk kadını erginlik savaşına fiilen iştirak etmiştir. Türk kadını, erkek Türk’e bü­yük yardımlarda bulunmuştur.

Türk kadını zaferimizde büyük bir etken olmuştur. Kadınlarımızın geçirdiği gelişme ve bugün elde ettiği mevki bütün cihan kadınları tarafından insaniyet kaygısıyla taklit edilecektir.

Mustafa Kemal Atatürk – 26 Nisan 1935

Kaynak: https://www.ataturkanlatiyor.com/search.php?search=Sava%C5%9F&sozler=on&sene=0000

Konuşarak Yazı ve Kitap Nasıl Yazılır?

Konuşarak yazmak konusundaki deneyimim ilk olarak sokakta halkın içinde iken böyle üç beş dakikalık ses kayıtlarımı oluşturmakla başlamıştır. Bu deneyimin neticesinde konuşurken sadece zihin ve konuşma eylemi yani dilin kullanılmasından ötürü, fikirlerin akışındaki doğallık, düşünceler düşüncelerin kaçırılmamasını anında yakalanmasını temin etmektedir.

Aksi taktirde elinizde kalem kağıt alıp veya bilgisayarın başına geçip tuşlara basma durumunda kaldığınızda direk yazma eylemine geçtiğinizde, dil konuşma eylemi yerine kollarınızı ve parmaklarınızı harfler ve kelimeler oluşturma yönünde kullanmak zorunda kalıyorsunuz.

Parmaklarınızla her Her harfi tek tek yazmak ve on parmak daktilo tekniğini izle eğer söz konusu değil ise, zihninizde akmaya başlayan düşünceler boşa gitmektedir. Çünkü sizin konsantre olduğunuz konu parmaklarınızla tek tek harfleri yazmaktır. Bu durumda yapılması gereken bu işlemi tamamen dışlamak harflerle ve kelimelerle uğraşmamak bırakın siz konuşun gelişen yapay zeka teknolojileri sayesinde halihazırda cep telefonları veya laptoplara siz konuşun o yazsın. Ve sesi tanıma özellikleri de yeni teknolojilerle son derece gelişmiş olduğu için, düzeltme çok sınırlı sayıda yapılması gereken bir işlemdir.

Örneğin videolarda ki YouTube’da örneğin konuşmalar da bir tuşa bastığınızda aynen siz konuştunuz o döküm elde edilmektedir. Teknolojinin geldiği bu aşamada harflerle yazmak konusu artık çağın gerisinde kalmış bir uygulamadır. Önemli olan fikirlerin akışıdır o akışı kaydetmek kaybetmemektir. En önemli güç olan düşünce gücünü, ve bu sayede kaliteli ve zengin düşünce üretimini, Ancak zihnimizin akışını Dilay’dan kayda geçirerek yazmadan konuşarak yazmak suretiyle yakalamış olabiliriz.

İlk olarak anılar (Fatihname)  kitabımı konuşarak yazdım ve ikinci olarak ta konuşarak denemeler başlıklı kitabımı yayımlayacağım. Fatih Sultan Mehmet çağının teknolojik yeniliklerin en yakından takip etmiş bir liderimizdir. Macaristan’dan bir bilim insanını getirmiş Molla Gürani bu konuda görev almış ve çağının çok ilerisinde toplar döktürerek İstanbul’un Fethi’nin mümkün hale getirmiştir. Bu manada Fatih bir liderlik misyonudur. Fikirlerin cesaretle uygulamaya geçirilmesidir. İstanbul’un fethi rahmetli Turgut Özal’ın deyişiyle hayallere sığmayan hayal bile edilemeyecek düzeyde bir ideal idi. Fatih fikir zenginliği ile bu hayali gerçek kılmıştır ve bizler de torunları olarak bu inci şehirde Evladı Fatihan olarak yaşamaktayız.

Türkiye ile İstanbul coğrafi olarak benzer özellikler taşımaktadır her ikisi de yarımada. İstanbul tarihi yarımada olarak adlandırılmaktadır, Türkiye’nin en değerli bir vitrinidir. Bu tarihi yarımada Fatih’tir.

Burada önemli olan özellik öncelikle ve özellikle yazarlarımızdan başlamak üzere konuşarak yazma tekniğinin yaygınlaştırılmasıdır. Bu konudaki çekingenliğin aşılmasıdır. Söz konusu olan sadece hız değildir aynı zamanda esas önemli olan fikirlerin akışını kaçırmamak konusudur. Nasıl ki hızlı okuma teknikleri mevcuttur ve konuşarak yazma da bir teknik sayesinde bir kalıp kavram haline getirilip ülkemizde yaygınlaştırılmalıdır.

Tabiatıyla bu konu hızlı yazma teknikleri başlığı altında da değerlendirilebilir. Bu şekilde konu uygun adlandırmayla daha çok yaygınlık kazanmaya başlayacaktır.

Yazı konusunun tarihine baktığımızda Milat’tan önce 3000 de Sümer‘de başlayan yazı etkinliğinin ve böylelikle 5000 yıllık bir tarihi söz konusudur. Fakat insanın konuşma etkinliği ise insanın insan oluş tarihi ile yaşıttır, yüzbinlerce yıllık bir tarih söz konusudur.

İnsanın yüzbinlerce yıllık tarihi dünyadaki varlığı karşısında bunun sadece son 5000 yıllık döneminin yazı ile ilişkilendirilmiş olması, insanların bu yüzbinlerce yıllık tarih boyunca akıl melekeleri kullanmadığı anlamına gelmez, bilakis bu melekeler konuşarak geliştirilmiştir ve yazı da zaten neticede insanların konuşma faaliyetlerinin neticesinde bu faaliyetlerin kayıt altına alınması gerekliliğinden bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.

Bu gereklilik neticesinde hiyeroglif resimler şekiller ya da harfler ilk kez Fenike alfabesinde ortaya konmuştur. Hiyeroglif yazılar ise Mısır ve Çin alfabelerinde kullanılmıştır. Türkler ise ilk yazılarını tamgalar şeklinde ortaya koymuştur.

Türklerin ilk yazılı belgesi olan Tonyukuk Yazıtında kullanılan ifadeler ve zenginlik, Türk dilinin yazılı devir öncesindeki dönemlerde çok zengin bir yapı taşıdığını net bir şekilde göstermektedir. Bu yazı hızla gelişmiştir, çünkü Türkler konuşan bir toplumdur. Konuşma yoğunluğu neticesinde ve yazının da olmaması nedeniyle ki mevcut olan tamgalar da bu konuşmayı etkinliği dili son derece zenginleştirmiştir. Çünkü Türkler zihinlerinin etkinliğini harflere sığdırmamışlar sığdırmadıkları için de zihinlerini geliştirmişler ve sonunda yazıya geçtiklerinde de bu zenginlik yazılarına yansımıştır.

Şiirsel bir dil olan Türkçeye yanında bir enstrümanın sazın de eşlik etmesi ve atışmalar tarzında şiirlerin de yaygınlık kazanması, aşıklık geleneği, bunlar hepsi zihnin doğal akışı ile ilgili bu akışın engellenmemesi bilakis önünün açılması ile ilgili konularda ve bu akıcılık Türklerin zengin kavramlar geliştirmelerinin de temel nedenidir. Bu Türk dili ve neticede Kaşgarlı Mahmut tarafından Divan-ı Lügat it Türk adlı eserinde kayda alınmıştır, kendisi o zamanki Türk coğrafyası içerisinde köy köy beldeleri dolaşarak bu atalar sözlerini, konuşulan dili kayda geçirmiştir burada atalar sözü dediğimiz de zaten konuşma ile kaimdir. Ve halkın konuşarak kalıplaştırdığı sözler hakkında sosyologlarımızdan Ziya Gökalp’in son derece önemli bir tespiti vardır; “deha halktadır.”

İnsan konuşan hayvan olarak tanımlanmaktadır. Konuşma insanın ayırt edici özelliğidir,  hayvanlarda da zeka söz konusudur, fakat akıl insana ait bir özelliktir ve akıl kendisini  düşünme ve düşündüğünü ifade etme yani konuşma şeklinde ortaya koymaktadır, hayvanda diğer canlılarda ise konuşma olmadığı için ortaya bir akıl çıkmamaktadır.

Konuşma tabirine baktığımızda dilimizdeki burada konuş k kökü oturmak yerleşmek anlamındadır, konut da buradan gelmektedir konar göçer burada iki etkileşim anlamındadır konuşmak iki kişinin sohbet etmesi söyleşmesi anlamındadır. Burada bir etkileşim söz konusudur. Konuşarak yazma eyleminde ise kişi kendisi ile konuşarak düşüncelerini yazıya aktarmaktadır.

Kitap yazılırken konuşma özelliğinden faydalanmak sadece söyleşi kitaplarında otobiyografi kitaplarında kullanılmaktadır. Bunun dışında bir yan kullanım söz konusu değildir. Konuşarak yazan yazarlar var mıdır dünyada bu konunun araştırılması gerekmektedir.

Türkler dili konuşmaktadır. Dil kullanımları içerisinde ağırlıklı olarak şiirler ve destanlar halk tarafından dile getirilirken saz şairleri de bu klasman içerisindedir. Türkler yazarak değil ama konuşarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yerleşik olmayan bir hayat yaşamalarından ötürü yazma eylemine geçmeleri daha sonra gerçekleşmiştir. Buna karşın konuşma yoğunluğundan ötürü zihin son derece gelişmiştir. Kavramlar zenginleşmiştir. Dil de çok kıvraklaşmış ve ifade gücü yüksek bir konuma yükselmiştir.

Hızlı yazma teknikleri konusunda on parmak daktilo, klavye kullanımı gibi teknikler parmaklarla ilintilidir. Ve harfler yazılmakta, harfler ise kelimelere ve kelimeler cümlelere dönüşmektedir. Tabloyu tamamen 180° tersine çevirip klavyeden on parmak daktilodan parmak kullanımından bağımsız hale getirdiğimizde üretilecek olanlar harflerle ilintili değildir konuştuğunuzu yazıya dönüştürmeniz için ihtiyacınız olan bir cep telefonunun mikrofon tuşudur sadece. Bu tuşa bastığınızda konuştuklarımızı yazıya dönüştürmektedir. Geldiğimiz teknolojik devirde daha ilerleyen aşamalarda aslında düşünceler de okunacaktır. Şimdiki aşamada biz düşüncelerimizi konuşarak yazıya geçirmekteyiz.

Kişisel gelişim kitaplarında konuşma konusu özellikle diksiyon temelli olarak incelenmektedir hitabet olarak incelenmektedir yani bir kitleye hitap etme örneğin tiyatro sanatı söz konusudur konuşan insanın sadece konuştuklarını diksiyonu ile yetkinleştirmesi düşünülmektedir. Halbuki, konuşan insan aynı zamanda yazan insandır yazma eylemini kolaylaştırmak da konuşmadan geçmekte, konuşmanın ses kaydı olarak yazıya geçirilmesinden geçmektedir. İnsanlarımız bu konuda bir dilekçe dahi yazamamaktadır, yazı konusunda ne diyelim engellidir, çekingendir.

Konuşmak kendi başına yetkinleştirilecek bir eylem değildir, aynı zamanda güzel konuşmak, konuşmak aynı zamanda yazıya geçirmektir, konuştuğunuzu yazmaktır. Türkler dillerini konuşa konuşa geliştirmişler ve geliştirdikleri bu dili, neticeten yazıya geçirdiklerinde ise çok üst bir düzeye zaten ulaşmışlardı.

Kütüphane

En Beğenilen Türkçe TEDx Konuşmaları

Ted Gibi Konuş

Teknoloji, Eğlence ve Dizayn sözcüklerinin baş harflerinden adını alan TED konferanslarının gördüğü ilgi bütün dünyada artarak sürüyor. “Paylaşmaya değer fikirler” sloganıyla anılan, insanları bu denli etkileyen 18 dakikalık TED konuşmaları internette 4 milyardan fazla izlendi. Peki niçin? Bu kadar çok insanı bu kadar etkileyen konuşmaların sırrı ne? Etkili, ikna edici, ilham veren bir sunum yapmak için en çok neye gereksinim duyarız? Yetenek?

Hayır, bildiğiniz gibi değil. Topluluk önünde konuşmak o kadar da korkutucu değil. Carmine Gallo’nun, Wall Street Journal çoksatar listesine girmiş bu kitabı, 100’den fazla TED konuşmasının çözümlemesi, TED’in en sevilen konuşmacılarıyla söyleşiler, psikoloji, nörobilim ve iletişim uzmanlarının görüşlerini bir araya getiriyor.

TED-Gibi Sunum Yapma

Söz Söyleme ve Diksiyon / Konuşan İnsan

https://www.hepsiburada.com/yazisma-kurallari-ve-hizli-yazma-teknigi-pm-kturkmen351859

Yazışma Kuralları Ve Hızlı Yazma Tekniği

Yazı yazmak, sanatın ve tekniğin güzel bir karışımı olmalıdır. “Nasıl yazacağım” demeden önce, bu teknikte ne gibi bilgiler olduğunu öğrenmek gerekir. Kitap iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde iş yazılarının içerik ve şekil yönünden anlatımı ve örneklerle pekiştirilmesi; ikinci bölümde ise; iş yaşamında ve özel yaşamda, her an yazı yazmak ve hızlı not tutmak isteyenler için geliştirdiğimiz “Hızlı Yazma Tekniği”. (Tanıtım Bülteninden)