Home Blog Page 2

Kazım Mirşan Bilge’mizin Deniz Referansları hakkında bir Değerlendirme

Kazım Mirşan Bilge’mizi (1919-2016) saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz…

Kaynak: Veli Metin Türkoğlu KÂZIM MİRŞAN’IN ÇEVİRİ ve YORUMLARININ BÜYÜK RESMİ OLUŞTURMAMIZA OLAN KATKILARI

Türklerin deniz aşan halk olduğunu Kırgızistan’da bulunan Talas yazıtıyla kanıtlayan Kâzım
Mirşan, Asya’daki iç denizler, Türklerin denizci yönü, Antik Mısır’ın Türk yöneticileri ve bunun gibi daha birçok konu büyük resmi oluşturan pazılın parçalarıdırlar.

Kazım Mirşan’ın çevirileri ve yazıtlar hakkındaki yorumları bu büyük resimlerin oluşturulmasında ciddi katkılar sağlamıştır… Kendisini; saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz… 

Mahmutpaşa and Sultanhamam Bazaars around Covered Bazaar in Istanbul

https://www.youtube.com/shorts/z_laLmtflAM

https://www.youtube.com/shorts/LIQngq1R3-k

https://www.youtube.com/shorts/fv36uU9-Awc

https://www.youtube.com/shorts/fS_O_YFVug4

https://www.youtube.com/shorts/jfbpFDMGvlk

 

Historical Istanbul bazaars are divided by Golden Horn in 2 parts.

Genoan and Venetian bazaars.

Genoan part is concentrated in banking and Venetian part in commodity trade. And these bazaars control all Turkey economy.

These have been established by Italian merchants and still the daily transaction practices are alive and functioning.

 

 

A young man
His gaze is impetuous
Agaoglu, whose heart is on fire
In the Capital of the World
In the centre of the realms

Galata Tower on one side
Galatasaray, Galata Bridge
Bankers, Bankalar Caddesi
Karays of Karakoy
Taşkışla, Beşiktaş,
Dolmabahce Palace

On the other hand
Sarrafs, Grand Bazaar
Tahtakale, Eminonu
Enderun School
Bazaars, Markets
Inns, Baths
Constantine, the Conqueror
Mese, Cemberlitas
Dynasties, Palaces
Courties of the Supreme State

January 1975 photo

Myself in 1975, the sea (golden horn) divides Genoan buildings (on my back side) and Venetian trade (Tahtakale, Sultanhamam districts) areas in my front direction.

Photo very well frozen in time.

 

 

Atatürk’ün En Büyük Arzusu Olan Büyük Türk Birliği Kurulabilecek mi?

https://www.youtube.com/watch?v=9jA09Aujj9g&t=6337s&ab_channel=MGTVT%C3%BCrkD%C3%BCnyas%C4%B1n%C4%B1nSesi

Ege Medeniyetinin Kökenindeki Türk ve Asya Referansları, Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk’ün 1 Temmuz 1932 tarihinde metnini kendi hazırladığı ve Hasan Cemil Çambel tarafından anlatılan “Ege Medeniyeti’nin Kökenine Genel Bir Bakış” Konferansında söz konusu medeniyet Türk ve Asya (Doğu, Orta, Ön, Küçük) kavramları çerçevesinde 10 Alman ve 1 İngiliz bilim adamlarından referanslar ile bilimsel açıdan ispat edilmeye çalışılmıştır.

 **************************************************

Birinci Türk Tarih Kongresi! Konferanslar, Müzakere Zabıtları. TC Maarif Vekâleti, 1932, s. 199214. Birinci Türk Tarih Kongresi’nde 4 Temmuz 1932 günü Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Üyelerinden Hasan Cemil (Çambel) Bey tarafından okunan bu konferans bildirisi Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal tarafından yazdırılmıştır.

Hasan Cemil Çambel bu konuda şunları aktarmaktadır.

“Bir tarih kongresinde ben de ‘Ege Medeniyeti’ hakkında bir konferans verecektim. Kongrenin hazırlık günlerinde, geceleri arkadaşların yazılan birer birer sofrada okunurdu. Sıra gelince ben de okudum. Toplamı sabahın dördüne kadar sürdü.

Dağılırken, Atatürk bana ‘Sen kal’ dedi. Herkes gittikten sonra ‘Gel, şu küçük masaya geçelim, önce birer kahve, sigara içelim. Sen kâğıtlarını bana ver. İyi materyal toplamışsın, fakat dağıtmışsın’ dedi.

‘Ege Medeniyeti’ni iyi biliyordu.

Yeni arkeoloji, filoloji, antropoloji keşiflerini, vesikalarını, Batı bilginlerinin ciltlerle son eserlerini incelemişti. ‘Ege Medeniyeti’ onun için bir dava, medeniyetin ilk kökeni davası, bir Türklük davası olmuştu.

‘Bugün artık Yunan mucizesi diye bir hakikat kalmamıştır…’ ‘Yunanlılar medeniyetin ilk kurucuları olmak şerefini asırlarca hak etmeksizin taşıdılar…’ ‘Medeniyetin ilk beşiği Orta Asya’dır. Sonra Ortadoğu, sonra Girit ve en sonra Yunanistan.’

Bu sözler son keşiflere ve vesikalara dayanan yeni çağdaş Batı bilginlerinin en yeni ilmi hükümleri değil miydi?..

O, benim müsvedde tomarını karıştırıyor, durup düşünüyor, hafızasını canlandırıyor, kafasını işletiyordu. ‘Şimdi sen yaz’ dedi. Dört saat durmadan o söyledi, ben yazdım. Ortalık ağarırken, benim konferans yeni şeklinde meydana çıktı. Bana okuttu ve kendisi dinledi. ‘Şimdi oldu’ dedi, ‘artık gidelim’. Bu benim değil, onun eseriydi.

Ertesi akşam sofra kalabalıktı. Bir aralık bana ‘Sen konferansını hazırladın mı?’ diye sordu ve misafirlere dönerek, ‘Arzu buyurursanız dinleyelim’ dedi. Ben kalktım ve Atatürk’ün eserini kendimin olarak okudum.”

Hasan Cemil Çambel

 **************************************************

Bkz. Hasan Cemil Çambel, Makaleler Hâtıralar, Türk Tarih Kurumu Yayınlan, Ankara, 1964, s.7778. Atatürk‘ün Nöbet Defteri’nde 1 Temmuz 1932 günü “Reisicumhur Hazretleri’nin hiç yatmaksızın saat 13.30’a kadar Hasan Cemil Beyefendi ile çalıştıkları” kaydı yer almaktadır. (Bkz. age. Toplayan: Özel Şahingiray, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınlan, Ankara, 1955, s.72.) Buna göre söz konusu konferans bildirisi bu tarihte yazdırılmış olmalıdır. 

T Ü R K

Kullanılması zaruri olan tabirler arasında mesela “klasik Grek medeniyeti, bağımsız bir medeniyet değildir, Grek dehası yahut Grek mucizesi bir efsanedir” dediğim zaman, tamamen bu tabirleri tarihi ve reel bir hakikatin ifadesi için kullanacağım.

Yoksa, Grek kabilesinin Yunanlılar dediğimiz İyonların yahut İyelerin atalarımız Türkler olduğunu bundan evvelki sözlerim arasında açık olarak işaret etmiştim.

Şunu da ilave etmeliyim ki, efsane olan, yanlış ve haksız olarak, büyük dehayı ve hayret verici mucizeyi, asıl dehalar ve mucizeler kaynağı büyük Türk ailesinin yalnız küçük bir uzvunda görmek ve onunla sınır tanımak ve tanıtmaktadır.

Gerçi asıl kaynağa bakmak, bakabilmek her gözün kân değildir. Bunda takat ve kudret ancak hakikat güneşine bakmaya alışkın gözlerde bulunabilir.

Hanımlar, Beyefendiler,

Bugün Ege havzasına izafetle ve coğrafi bir unvanla Ege Medeniyeti denilen ve Homer devrini Doğu ve Asya medeniyetlerine bağlayan büyük kültür halkası, bundan yarım asır evveline kadar topraklar altında gömülü yatıyordu. Yunanistan’la Asya arasında aşılmaz bir uçurum vehm olunurdu; çünkü Asya, içinde yürünemeyen karanlık bir diyar gibi gösteriliyordu.

**************************************************

Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bir noktayı açık olarak tekrar etmek yerinde olur sanırım:

Dünyada medeniyet merkezi kuranlann tek kökenden çıktıklannda Profesör Walter Götz’le beraberiz dediğim zaman, söylemek istediğim şudur:

Bu medeniyet kurucular Türklerdir (alkışlar) ve Türkler bittabi anayurtları olan bir beşikten, Orta Asya yaylasından çıkmışlardır.

Nitekim, Ege Medeniyetini kuranların dahi, o beşikten çıkan eski atalarımız olduğunu yeri gelmişken söylemiştim.

Fakat arkadaşlarım, müsaade buyurursanız bu nokta üzerinde biraz daha tafsilat vereyim:

Mesela Odise‘de okunan Yunan ananesine göre Girit’in ilk sakinleri, Pelajlar, Eteokretler ve Kidonlardır.

Bu üç kabilenin köken ve mahiyetleri acaba nedir? Herodot: “Pelajlar Grekçe söylemezler” diyor.

Yeni yazarlardan Fougère bunların kökeninin Küçük Asya olduğunu kabul ediyor ve buna delil olarak Turova müttefiklerinin Anadolu kabilelerinden meydana gelen grubunda onların da mevcut bulunduklarını söylüyor.

Ve birtakım tarihçiler bunları Etrükslerle akraba tutar.

Profesör Karst’e göre, Girit ve Yunanistan’daki İlliryaPelaj tabakası AltayUral’dan Pirenelere kadar uzayan Ligy yani LigürUral kavimler âleminin güneydoğu kolunu teşkil eder.

Bu şahitliklerden şu netice çıkar ki, Girit’in ve Yunanistan’ın ilk ahalileri arasında Pelaj adı ile sayılan bu kabile, eski Küçük Asya Türklerine ve Orta Asya‘dan Karadeniz kuzeyiyle Tuna havzasına ve Trakya Makedonya İllirya mıntıkalarına yayılan Asya Türklerine akrabadır.

Eteokretler

Bu isim Girit’in asıl medeniyet kaynağı olan doğu parçasını işgal eden ahaliye verilmiştir. Bunlar da eski Türklerdendir.

Karst bunların Ural camiasından olduklarını tasdik ediyor ve diyor ki, Kret ve Eteokret tabirlerinin Etokrette ve EtiUrkite kelimelerinin değişmiş hali olması muhtemeldir ki, Etrusci, Etunısci kelimelerinin yakın bir şeklidir.

Karst’ın bu tahliline göre, demek ki Eteokretler Etrükslerle ve Etilerle akrabadır ve bittabi onlar gibi Türk ailesindendirler.

Kidonlar

Bunlar adanın batı yarısının ilk sakinleridir. Hanya’ya izafetle kendilerine bu isim verilmiştir. Bunlara dair fazla bir şey bilinmiyor. Esasen adanın bu parçası Minos medeniyetinden uzak kalmıştır. Şu kadarı biliniyor ki, bu mıntıkada tesadüf edilen Ida ve Bergamos isimleri Küçük Asya‘ya işaret ediyor.

Girit’e ve Ege Denizi’nin diğer adalarına. Küçük Asya‘dan gelen Karyalılar ve Likyalılar gibi başka Türk kabilelerinin de hâkim oldukları malumdur.

Herodot Likyalılara mahsus bir harp serpuşundan, tüy taçtan bahsediyor. Hakikaten Mısır duvar nakışlarında (Xm. asır) Likyalılar bu tüy taçla gösterilmiştir. Dikkate değer bir uygunluk olarak Knossos Sarayı’nda dahi tüy taçlı bir erkeği tasvir eden bir duvar kabartması bulunmuştur. Eski Fayestos Sarayı’nda dahi tüy taçlı kafa tasvirlerini içeren toprak levhalar bulunmuştur.

Bu böyle olunca eski Girit saray devrini, yani orta Minos devrini yaratanlar Türk ırkına mensupturlar.

Meşhur Arkeolog Dörpfeld de eserinde, Orta Minos devrini yaratanların Küçük Asyalılar olduğunu söylüyor.

Arkadaşlar, lisaniyat ve modern usulde yer isimleri araştırması da aynı kanaati teyit ediyor. Profesör Karst’ın geçen sene yayımladığı Akdeniz’in Menşei unvanlı eserinde şu sözleri okuyoruz:

“Akdeniz ve Ege alemiyle Küçük Asya ve Orta Asya arasında müşterek lisani bir terkip unsuru vardır. Ege havzasında kocaman bir silsile teşkil eden kelime köklerine tesadüf ediliyor ki, bunların Batı yazarlarınca İndo Öropeen1 denilen dillerden olduğunu izah etmek mümkün değildir.

“Kapadokyalılar, Giritliler ve Karyalılar bir zamanlar etnik bir birliğe mensupturlar. Etrüskler de buna dahildir.

“Protokapadokyalılar yahut Mukaddes Kitap’ta geçen Kaptorimler Turani bir kavimdir. Kapadokya kelimesi sonradan azmadır. Bunun aslı Capfa Torxum’dur. Sonraki Etrüskler yahut Türhenler de tarihten evvelki eski zamanda, ilk Turan kavimlerinin batı kolları ve kabile kardeşleridir. Bunun aslı Tuncum, Tuncne’dir. Bu Prehistorik ilk kavimler Ege’de Turhenli Pelajlar diye tanınmışlardır. Küçük Asya‘da Lido Türhenler diye tekrar görünürler. Bunlar Turanlılarla birdirler ve aynı asıldandırlar. Bu büyük Turan Hitit kabilesi, efendi ve fatih millet olarak, Karya Kilikya Girit’e hâkim olmuştur ve lisanı Turanidir.”

İllirya Trakya lehçesi de asli bir Ural gövdesi üzerine aşılanmış bir Finougrien unsuruyla karıştırılmıştır. Burada yazarın Turan dediğine, ben, biz ve bütün Türkler, “Türk” dersek eski bir yanlışlığı düzeltmiş oluruz.

Eduard Meyer aynı fikre yaklaşıyor ve diyor ki: “Bu memleket birçok yer, dağ ve nehir isimleriyle doludur. Küçük Asyalı kavimlere has bir karakter taşıyan bu kelime teşekküllerine Girit’te ve öbür adalarda da tesadüf edilir. Bunlar Yunanistan’ın aslen Küçük Asyalılar tarafından meskûn bulunduğunun delilleridir.”

Arkadaşlar, antropoloji araştırmaları da aynı kanaati teyit ediyor

Şimdiye kadar bulunan kafataslarının mukayesesinden çıkan netice şudur ki, Girit’te milattan 4 bin yıl evvel uzun kafalılar yani Dolikosefaller çoğunluğu teşkil ediyordu. Bunlar ilk göçler arasında Libya’dan gelen kollar olabilir. Fakat azınlık halinde olmakla beraber, o devre dahi hâkim olanlar, Brakisefal yani geniş kafalı ırktı. Sonra, yavaş yavaş Orta ve Yeni Minos devirlerinde geniş kafalı Alpin Türkler Anadolu’dan yaptıkları istilalarla Girit’e hâkim olmuşlar ve adeden dahi üstünlüğü kazanmışlardır. Girit medeniyeti bu insanlarla yükselerek kendini gösterir. Esasen antropoloji meselelerinin tafsilatını arkadaşlarımız Doktor Reşit Galip ve Şevket Aziz Beyefendilerin kıymetli konferanslarında dinlediniz.

Bu dini kültür münasebeti, Küçük Asya ile Girit ahalisi arasında her halde bir etnografya bağının mevcut olduğunu ve daha geniş olarak adalarla kara Yunanistan’ının da aynı bağ ile Anadolu’ya bağlı bulunduğunu gösteriyor. Girit’in dibinde, ilahların tasvirinde ve ibadet sembollerinde bu ortaklık göze çarpıyor.

Bu Ege dininin en bariz karakterleri bereketli ve müşfik analığı temsil eden kadına ve erkekte zürriyet prensibini temsil eden boğaya verdikleri mevkidir.

Ne Girit’te ne de kara Yunanistan’ında Olemp ilahlarına ibadet edilmiyordu. Oralarda mukaddes ağaçlara, taşlara, oklara, direklere, çift ağızlı baltaya ibadet ediliyordu.

George Grundey bu münasebetle diyor ki: “Bu ibadetler bize Yunanistan’dan ziyade Asya‘yı hatırlatıyor.”

Ege Medeniyetiyle Asya medeniyeti arasındaki bağlar, yalnız fikri ve ruhi sahayla, yazıyla ve dinle sınırlı kalmıyor. Bu vaziyet harp, siyaset ve sanat vadilerinde de bariz bir şekilde göze çarpıyor.

Egelilerin Asya‘dan getirdikleri ve harp sanatında kullandıkları araba yaya askerden çok daha kıymetlidir. Yaya askerleri de Yunan Hoplitlerine benzememek üzere hafif giyinir.

Siyasi sistem Asya tarzındadır ve hükümdarın ülkesi Yunan tarih devrindeki site devletlerinin sınırlarından çok daha geniş sınırlara kadar uzar. Sanat sahasına gelince:

Cilalıtaş devrine ve biraz daha sonraya ait kültür kalıntıları Girit’te, Yunanistan’da, Kıbrıs’ta, İçeri Küçük Asya‘da, Adriyatik Denizi’nin başlı unsurlarında, Tuna’ya kadar ve daha da ötedeki sahalarda yakın bağlar ve münasebetler gösteriyor. Bilhassa toprak çömleklerinde, toprak heykelciklerinde ve kadın heykelciklerinde görülen benzerlikler bu etnografik münasebeti teyit ediyor. Bu medeniyet aynı zamanda İtalya’da görünüyor. Burada bilhassa Etrurya’nın en eski mezarlarında tıpkı aynı çeşit eşya bulunmuştur.

Görülüyor ki, bu devrin medeniyeti bütün saydığımız sahalarda bir birlik manzarası gösteriyor. Bu aynı bir Asyai Doğu medeniyetinin buralara yayılmasının ve uzamasının orijinal bir levhasıdır. Bunu yalnız ticari münasebet ve değiş tokuşlara atfetmek doğru değildir.

Bu medeniyeti kuranların Avrupa’dan gelmediklerinde ve Sami olmadıklarında en tanınmış âlimler mutabıktırlar. O halde bunlar Orta Asya‘dan gelen Türklerden başka kim olabilir?

Dietrich Fimmen, Girit Miken Kültürü adlı eserinde Cilalıtaş devri medeniyetine ve onu takip eden devirlerin gelişmiş kültürlerine dair şu tafsilatı veriyor: “Anadolu’da Firikya ve Pisidya’da bulunan vesikalar (yani vazo şekilleri) ispat ediyor ki, Batı Anadolu sahillerinin bilhassa 2. Turova‘ya yayılan daha eski kültürünün kökleri bizzat bu Anadolu’nun içindedir.

Bozöyük’te, Pınarbaşı’nda, Senirce’de meydana çıkarılan seramikler, Anadolu batı sahilinde, Turova‘daki kültür tezahürleriyle sıkı bir irtibat bulunduğunu gösteren mühim delillerdir.

Girit’te ve Mısır’da bulunan mühürlerin süslemeleri pek bariz bir benzerlik gösterdiği gibi, aynı mühürler Boğazköy ve Kayseri civarlarında da bulunur.”

Muhterem arkadaşlarım,

Eski medeniyetlerden herhangi birinin incelenip araştırılmasının, tabiatıyla insanı Orta Asya‘nın yüksek yaylalarına, o Türk anayurduna götürmemesi mümkün değildir. Nitekim Ege Medeniyetinin aslının ve mahiyetinin incelenmesinde böyle oldu.

Yeni ilimlerin nurlarıyla parlayan gözler artık kolaylıkla görecektir ki, Türk medeniyetinin yaratma kudreti zamanımızın yüksek kültüründe ölmez bir hayat unsuru olarak yaşamakta devam ediyor.

Türkün ezeli elçiliği, ırkının hiç sönmeyen, sonsuza dek genç dehasına yeni hız vererek ve geliştirerek, insani kültür hareketinde atalarının başkalarına bırakmadıkları ön safı yeniden elde etmektir.

Bunu bugünkü ve yarınki nesillere telkin etmek Türk tarih hocasının milli ve insani vazifesidir. (Sürekli alkışlar.)

A S Y A

Alman düşünürlerinden Herder‘in Beşeriyet Tarihinin Felsefesine Dair Fikirler adlı şaheserinde şöyle bir levha çizilmiştir:

“Bir memleketi arzularına göre öğrenip tanıyamadan terk etmeye mecbur kalan bir yolcunun duyduğu teessüfle ben de Asya‘yı terk ediyorum. Bu diyara dair bildiklerimiz ne kadar azdır ve en çoğu ne kadar geç zamanların mahsulüdür ve ne kadar itimat edilmeyecek ellerden çıkmıştır! Doğu Asya bize ancak daha yakınlarda dini ve siyasi fırkalar aracılığıyla malum oldu. Avrupa’nın ulema fırkaları aracılığıyla da karmakarışık bir hale sokuldu ki, onun büyük enginlerine hâlâ bir masal diyarına bakar gibi bakıyoruz. Önasya‘da ve ona komşu olan Mısır’da daha eskice zamanlara ait her şey bize bir harabe gibi, yahut izi kaybolmuş bir rüya gibi görünüyor.

Havadis kabilinden her ne malumumuz oldu ise bunları dar ve yüzeysel olarak Greklerin ağzından biliyoruz. Onlar bu devletlerin eski eserleri için kısmen çok genç, kısmen de çok yabancı bir düşünce tarzına sahiptirler ve yalnız kendilerine ait olanı kavradılar. Babil, Fenike ve Kanaca evrakı artık yoktur. Mısır medeniyeti, hemen de Yunanlılar daha ayaklarım bu topraklara basmadan evvel solmuştu (ME 610665). Her şey kurudu ve birkaç soluk yaprağın üzerinde büzüldü kaldı. Bu tek tük solgun yaprakta yalnız efsanelerden çıkmış efsaneler var, tarih kırıntıları, ilk dünyanın bir rüyası.”

Arkadaşlarım! Klasik Yunan devriyle bundan önce gelen daha eski ve en eski tarih devirleri arasındaki zincirleme bağların unutulduğunu gösteren bu levhayı, Herder bundan bir buçuk asır evvel çizmiştir.

İnsanlık tarihi, böyle daha dün denecek yakın bir zamana gelinceye kadar, yansı karanlık bir âlem manzarası gösteriyor, Asya, anahtarı bulunamayan kapıların arkasında bir muamma gibi duruyordu.

İnsanlık tarihi sanki Asya‘da bitmiş, Yunanistan’da yeniden başlamıştı. Burada doruğuna çıkmış bir sanat ve bütün bir kültür sistemi vardı. Bu, kendi kendini yaratan, kökenini kendinden alan ve ilk olarak kendinden başlayan bağımsız bir âlem miydi? Bu da bir ilk dünya mıydı? Bunun kurucuları ve temsilcileri buraya nerelerden geldiler? Tabiat ilk olarak, onları burada mı yarattı?..

Hayır!.. Bütün bu sorulara tarih felsefesi, varoluş ve gelişme kanunu ve bütün insanlık tarihinin genel zincirleme seyri olumsuz cevaplar verir.

Fakat arkadaşlar, bu kâfi değildir, hakikatin aydınlanması için cevapların olumlu olması lazımdır. Bu ise ancak tarihin olumlu deliller göstermesiyle mümkün olabilirdi. Halbuki ortada bu deliller ya hiç kalmamıştı veya pek az kalmıştı. En çoğu zamanların suikastına uğramıştı.

**************************************************

Herder milletlerin ve kültürlerin gelişmesini birbirine bağlıyor, dünya tarihinde yaratılış ve varoluşa kadar giden deruni bir bağ ve münasebet görüyor ve bundan bir buçuk asır evvel bütün kültürün kökenini Asya dağlarının sırtında buluyor.

Bu buluşu ifade eden sözler aynen şudur.

“İnsan tarihinin ve kültürünün seyri en eski kökeni olarak Asya‘yı gösteriyor. Avrupa milletlerinin oradan göç ettiklerini, geçtikleri yerlerde mesela Karadeniz çevresinde bıraktıkları izler ispat ediyor; Doğu Asya‘nın donmuş insanlarının tek heceli katılığından Avrupa’nın kelimesi zengin fakat daha sakil3 lisanlarının gelişmesi, bütün Avrupai yazı tarzlarının Fenike yazısına tabi bulunuşu ve bunlardan daha az olmamak üzere, ehli hayvanlarımızla yetiştirme bitkilerimizin Asya‘dan çıkması, kültürün aynı seyrini ispat ediyor.

En eski ve en sanatlı mabetler hâlâ Asya‘da duruyor ve en eski şiir orada çiçeklendi; en eski ‘hiörarchie’4 Asya‘da bulunur ve kudretli devlet reisleri oradadır, nasıl

1             Tekevvüni: Oluşla ilgili, genetik. (Y.N.)

2             Sezgi, önsezi. (YN.)

3             Sakil: Telaffuzu ağır ve kalın olan. (Y.N.)

4             Hiyerarşi. (Y.N.)

ki Asya‘nın tesis ettiği Mısır’da da bunlar tabii görünür. Özetle Asya‘nın bütün sanatlarda en eski ustalığı vardır ve bütün ananelerin en erken başladığı yer orasıdır.”

Herder‘den sonra sözü XX. asrın başlarında yaşayan filozof Dilthey’e bırakıyorum. O da Herder‘in imanına iştirak ederek bütün kültür tarihinin Asya‘nın tarihi ve kültürel milletlerinden Yunanlılara ve zamanımıza kadar akıp gelen genel bir hareket olduğunu söyledi.

************************************

Arkadaşlarım,

Her zamanın kurtarıcı bir kelimesi vardır. Bu sözümü biraz izah edeyim.

Bilirsiniz ki her asır kendi içinde meydana gelen fikir cereyanlarıyla kendinden evvelki ve kendinden sonraki asırlardan farklı bir çehre alır. Bu fikir cereyanları birtakım ilmi kelimelerle, terimlerle ifade olunur ve bunlardan bir terminoloji vücuda gelir.

Fakat daima her asrın fikir cereyanlarına eksen teşkil eden merkezi bir fikir ve kavram vardır ki, bunu ifade için kullanılan ilmi terim, o asır için kurtarıcı bir kelime demektir. Bu kelime söylenince, bütün o asra hâkim ve mihrak olan merkezi fikir ve kavram ifade edilmiş olur.

Mesela XVIII. asrın terminolojisi akıl kavramında zirvelenmişti. XUX. asrınki gelişme kavramında doruğunu buldu. Hayat kavramını kendine merkezi fikir yapan XX. asır dahi gelişme ve zincirleme gidiş teorisini kabul ediyor.

Zamanımız düşünürlerinden Profesör Edward Wechsler bütün kültürün bir zincirleme gidiş, bir devam, bir ilerleme olduğunu söylüyor.

Profesör Franz Schnabel, daha bundan birkaç sana evvel “Zamanımızda Tarihi İncelemenin Manası” unvanıyla verdiği bir konferansta aynı fikirleri daha açık olarak şöyle ifade ediyor, diyor ki:

“Birbirini takip eden nesillerde bir birlik ve tarihte bir devamlılık vardır. Tarih bütün zamanların arasından geçip giden ve bir halkayı öbürüne bağlayan büyük bir gelişme zincirinden başka bir şey değildir. Tarihi gelişmenin her kademesi yalnız kendinden evvelki kademenin neticesi ve kendinden sonrakinin etkeni ve sebebidir. Tarihin devamlılığı bize şunu öğretiyor ki, bütün tarih durdurulamayan bir dönüşümdür ve mazinin ipleri hiçbir zaman kopmaz; çünkü bütün insanlık tarihi deruni bir birliktir.”

Fakat arkadaşlar, bütün bu âlimlerin kanaatleri ve tarih felsefesinin prensipleri asırlarca ve asırlarca Asya tarihini aydınlık bir ufka çıkarmaya muvaffak olamadılar. İnsanlık tarihinin bu en eski sahnesi, daha geçen asrın sonlarına kadar “unutulmuş bir dünya” olarak kalmakta devam etti; yazılı tarih devrinden derin bir uçurumla aynı kaldı. Bu sebeple insanlığın gelişmesi temelsiz bir bina, yahut köksüz bir ağaç manzarası gösteriyordu. Çünkü aradaki tabii, kanuni irtibat ve zincirleme gidişi iade ve inşaya yardım edecek vesikalar ve tarih kalıntıları keşfolunamamıştı. Ve birtakım tarihçiler, tarihi, hakikat için değil, bilakis kendi zamanlanın doğrudan doğruya alakadar eden menfaatler için yazmışlardı.

Kolonya Darülfünunu profesörlerinden Leisegang, geçen sene çıkan Denkförmen (Düşünme Şekilleri) unvanlı eserinde der ki: “Tarihçilerin çoğu bilhassa Doğu’ya ait meselelerde zalim bir taassubun yahut tarihi bir gelişme neticesinde kazınamaz bir hale gelen batıl hükmün esiriydiler. Ortaçağ tarihinin en büyük kısmına I Köln Üniversitesi. (Y.N.) o zamanki devrin ve yakın geleceğin menfaatları hâkim olmuştu. Hümanistlerin alakası Grekleri asri ilmin ve kültürün kurucuları olarak göstermek gayretinde toplandı. Homer Yunanlıların ‘İncil’i idi. Hümanistler için de böyle oldu.

XVIII. asırda büyük tarihçiler geldi. Bunlar tarihçinin en büyük şiarlarından birini teşkil eden eleştiri ve tahlil sanatının üstatları idiler, fakat genetik ve sentetik kavrayıştan mahrumdular. Tarihe kendi ölçülerini vurdular. Bu suretle asırlar sübjektif kıymetlerle tartıldı. Doğu onlara zifiri karanlık bir istibdat zamanı olarak göründü. Yalnız klasik devirde ve kendi asırlarında doğan aydınlanma hareketine yüksek kıymet verdiler. Doğuculuk ilmi kâfi derecede açıklık getirememişti. Filozofla filolog nadiren bir kafada toplanıyordu.”

Arkadaşlar, XTX. asırda ve XX. asrın başlarında canlı bir hız alan Doğu ve Mısır incelemeleri, Ege Denizi sahillerinde, Yunanistan’da, bütün Ön ve Orta Asya‘da ve dünyanın başka yerlerinde yapılan kazılar, ananelerin eleştirel surette yapılan tahlilleri ve bunların neticeleri, lehçe araştırması, mukayeseli lisan araştırmaları, edebiyat tarihi ve kitabe bilgisi, hukuk ve anayasa tarihinin, din tarihinin, sosyoloji ve iktisat tarihinin verdiği neticeler son zamanların tarihçileri tarafından nazarı dikkate alındı; araştırma işi bu tarihçilerin inceleme ve hükümleriyle daha ileriye götürüldü.

Bilhassa bundan 50 ve 33 yıl evvel, bir Şliman’ın ve bir Evens’in yeraltından medeniyetler, şehirler ve milletler çıkaran sihirli kürekleri Homer devrini Doğu ve Asya kültürüne bağlayan halkayı nihayet meydana çıkardı.

Asri kültür dünyası, tarihin düne kadar gizli kalan büyük bir hakikatini bugün artık tasdik etmek zaruretinde bulunuyor. Bu hakikat şudur:

Klasik dünya Yunanlaşmadan, Romalaşmadan evvel, Egeleşmiş, tarihte bir Yunan medeniyeti olmadan evvel, yüksek bir Ege Medeniyeti yaşamış ve bütün asırlara tesirli olmuştur.

Daha düne kadar inanılan ve tapılan “Miracle Grec” (Grek mucizesi) tasavvuru artık bugün bir efsaneden başka bir şey değildir. Fougère bunu paradoksal bir ifade ile “Le miracle grec avant les Grecs” (Greklerden evvel Grek mucizesi) diye tarif ediyor.

Jarde dahi bu noktada şöyle diyor:

“Grek kavmini ve onun medeniyetini ararken, Grek kavmini vücuda getiren ve bilhassa Grek kavminden önce gelen kavimlerin kendilerine mahsus dehalarını izah ermek lazımdır. Genel olarak bahsolunduğu gibi ‘bir Grek dehası’ yoktur!”

İşte muhterem arkadaşlarım, az zaman içinde Avrupa’nın görüşünde ve hükmünde bu kadar büyük bir değişiklik hasıl olmuştur. Dünya tarihine bugün büsbütün başka bir açıdan bakılıyor ve tarihin levhası büsbütün başka bir şekil gösteriyor. Tarih araştırması ve yeni yeni keşfedilen eski zaman kalıntıları insanlığın en eski tarihi kültürünün Orta Asya‘da ilk gelişmesini yaptığında ve buradan dünyanın her tarafına yayılarak, muhtelif sahalarda daha yüksek gelişme kademelerine çıktığında artık şüphe bırakmıyor.

Birçok Alman âlimlerinin müşterek çalışmasıyla geçen seneden beri yayımlanmaya başlanan on ciltlik büyük tarihte, Profesör Walter Götz, dünya kültürünün en eski zamandaki ilk başlangıcından bugüne kadar takip ettiği gelişme ve evrim seyrini şöyle izah ediyor:

“Gerçi insan kültürü muhtelif yerlerde bağımsız çıkış noktalarından gelişmiş gibi görünüyor ve göze muhtelif kültür daireleri manzarasını gösteriyor, hüviyetlerine göre muhtelif milletler muhtelif yollar üzerinden kültür gelişmesini yapmış gibi görünüyorlar. Böyle olmakla beraber, Çinlilerin, Hintlilerin, Önasya kavimlerinin, eski Amerika’nın vs. kültürlerinde o kadar çok temas noktalan görülüyor ki, bunların hepsinde insan kültürü büyük bir bütünde yükselir gibi yükseliyor.”

“Fakat insanlığın daha ilk zamanlarıyla bu yüksek kültür seviyesi arasında uzun gelişme devirleri geçmiş olması lazımdır. Öyle görünüyor ki, başka bir yerden göç etmiş yeni kavimler Öndoğu’da, Çin’de ve Hint’te yüksek kültürün en eski merkezlerini yaratmışlardır.

“Mısır’da ve Önasya‘da gördüğümüz gelişme şekilleri, genel olarak her yerdeki şekillere benziyor. Burada vücuda gelen büyük insanlık kültürü, sanat ve ruh hayatı, bu sahaların bütün sonraki gelişmelerini, sonra da Akdeniz memleketlerini ve Avrupa’yı tesir ve nüfuzu altında bulundurmuştu. Bu miras Yunanlılar, Romalılar ve Rönesans yoluyla yeni zamana devrolmuştur. Böylece Cebelitarık caddesinden Çin sınırına kadar uzayan bir birlik yahut akrabalık ve değiş tokuş dünyası teşekkül ediyor.

“Bu gelişme merhaleleri arasında, Önasya, yüksek başıyla hepsinin üstünden bakıyor. O, bu üstün mevkiini bugüne kadar muhafaza etmemiş olabilir. Fakat onun canlı mahsulleridir ki, yeni Avrupa kültürünü doğurmuştur.

“Böylece onun o yaratma kuvveti zamanımızın yüksek kültüründe ölmez bir hayat unsuru olarak yaşamakta devam ediyor.”

Arkadaşlarım,

Profesör’ün sözlerini nakilde tam sadakati muhafaza etmiş olmak için ilave etmeliyim ki, o bütün ırkları tek kökenden çıkarıyor. Çünkü dünyanın muhtelif kıtalarında kurulan ve yüksele yüksele günümüze kadar gelen bütün medeniyetlerin esas unsurlarında o kadar kuvvetli bağlar ve benzeyişler buluyor ki, bunların kurucularının bir beşikten çıktığını kabul etmek kendisi için zaruri bir keyfiyet oluyor.

Bizim Profesör’le aramızdaki anlayış farkı büyük değildir. Çünkü dünyada medeniyet merkezleri kuranların tek kökenden çıktıklarında Profesör’le tamamen beraberiz. Ancak bizim Profesör’den ayrıldığımız yön şudur Bütün insanlık o beşikten çıkmamıştır. Bunu daha açık ifade edersek: Medeniyetin beşiği tektir, fakat insanlığın beşiği tek değildir.

**************************************************

Eduard Meyer diyor ki: “Küçük Asya ile olan sıkı bağlar, bilhassa Girit adasında her şeyden evvel dini sahada göze çarpmaktadır. Bu hakikat hiçbir zaman inkâr edilmemiştir. Giritlilerin Zeus’u Küçük Asya‘nın gök ilahına, Zeus’un anası Küçük Asya‘nın büyük tabiat ilahesine ve Zeus’un doğum bayramı ve ölümü Küçük Asya‘nın ibadetlerine ve efsanelerine tekabül eder. Aynı kavimleri aşan bu bağ ve münasebete göre hükmetmek icap diyor ki, Girit dahi dahil olduğu halde Küçük Asya dini esas anlayışında bir birlik olarak değerlendirilmelidir.

Teşub, Tarku, belki de Attis vesaire gibi bazı ilah adlarının başlıca ilahlar olarak geniş sahalara yayıldıklarını görüyoruz. Etilerde, Kilikyalılarda, Mitanilerde, BabilKafkasya arasındaki mıntıkada aynı zamanda Tarku ilah adı bütün güneybatıda mevcuttur. Labrayn’da Zeus bir Karya ilahıdır. Labrayn’da Zeus eski Girit abidelerindeki Şimşek Allahının aynı vasfım taşıyor: Çift ağızlı balta. Eski Girit’in filizlenme devrine ait abidelerde bu çift ağızlı balta sembolü ibadet timsali olarak her yerde önümüze çıkar. Uluhiyetler arasında bilhassa bir ilaheye tesadüf ediyoruz ki, iki aslan arasında ayağa kalkıyor, işte bu da Küçük Asya‘nın ilahlar anasının karşılığıdır.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

 

Referans Bilim Adamları

  1. Johann Gottfried von Herder (Alman Filozof)
  2. Profesör Edward Wechsler ( Alman filolog, Romancı, kültür bilimci)
  3. Profesör Franz Schnabel (Alman Tarihçi)
  4. Leisegang (Alman Filozof Kolonya Üniversitesi profesörlerinden)
  5. Profesör Walter Götz (Alman Tarihçi)
  6. Profesör Karst (Alman Profesör)
  7. Arkeolog Dörpfeld (Alman mimar ve arkeolog)
  8. Eduard Meyer (Alman Tarihçi)
  9. Fritz Hommel (Alman Oryantalist, Münih Üniversitesi)
  10. George Grundey
  11. Dietrich Fimmen

Üsküp FK 1911, Atatürk Sevgisi ve Üsküp’te Beşiktaş BJK

 

Ege Medeniyeti, Truva ve İda, Mustafa Kemal Atatürk

ATATÜRK EGE MEDENİYETİ TRUVA VE İDA

Atatürk’e Göre İnsan Kişilikleri K300

KUVVETLİ YÖNLER

 

 

 

 

 

 

 

Fikir ve Düşünce, Mustafa Kemal Atatürk

10 Kasım nedeniyle anacağımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk tarihinin atası ve bilgesidir. Kendisini bu yazımızda fikir ve  düşüncelerini nasıl oluşturduğu yönü ile inceleyeceğiz.

Atatürk’ün düşünce ve fikir metodolojisinin sistematiğinin temelinde yatan okuma, dinleme ve halkla yüzyüze temas faaliyetleridir özellikle.

Kendisi halkla her zaman ve ısrarlı bir biçimde yüz yüze temas içinde olmuş, ilhamları ve enerjiyi söz konusu temaslarından edinmiştir. Fikir Sofralarını yılmaksızın toplamış, yurt dışından sürekli kitaplar getirtmiş (ki altı dil bilmekteydi) ve  sofrasındaki düşünürlerin fikirlerini alıp zihninde mayalayarak buralardan tezler ve idealler geliştirmiştir. Okuduğu ve altlarını çizerek yanlarına notlar aldığı kitap sayısı 3997’dir.

Biz sadece bir asker, devlet adamı başkomutan ile karşı karşıya değiliz. Atatürk büyük bir düşünür ve felsefecidir.

Bu yönleri daha henüz yeni incelenmeye başlamıştır. Halktan nasıl ilham aldığını, fikir adamlarından edindiği fikirleri  nasıl  büyüttüğünü, mayalandırdığını çok çeşitli örneklerle görmekteyiz

“Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” özdeyişi ise düşünme yönteminin bilimsel olduğunun en büyük göstergesidir. Askerlik bir sanat olduğu kadar bir bilimdir.

Atatürk, bir dehadır dahidir. 

Onlarca kitap yazmıştır, yüzlerce bilim adamını, Türk Tarih Tezi konusunda teşvik etmiş ve onlara monografiler yazdırmıştır. Atatürk, düşünce yönetiminde, fikirleri ve işleri delege etmeyi bir sanat haline getirmiştir.

Kendisine bir inşaat yapımı ile ilgili SORULAR sorulduğunda, “bana taştan topraktan bahsetmeyin bana deyin ki Ahmet bey var bu iş içi, çok iyi biliyor bana o Ahmet Bey’i getirin” demiştir. Demek ki önemli olan bağlar ve  kişiler ile tanışıklık ve ilişkilerdi. Saha, son derece önemli bir bilgi kaynağıdır

Şimdi burada sormamız gereken soru şudur. Atatürk’ün zihninde Cumhuriyet düşüncesi en önemli kavramdır, çünkü binlerce yıllardır ikinci Göktürk devletinden sonraki dönemde Türkler, hanedanlarla yönetilmekteydi ve halk tamamen ikinci plana atılmıştı, Göktürk’ün yıkıldığı 740 yılından, 1923’e kadar geçen zaman içerisinde Türkler, hanedanlar ve saltanatlar tarafından yönetilmekteydi.

Atatürk zaman tüneline ustalıkla girerek oradan Cumhuriyet düşüncesini zihninde oluşturmuş ve uygulamasını da bilmiştir, uygulamıştır. Burada en önemli nokta Atatürk’ün fikirler düşünceler ve bilgiler üçgeninde uygulamayı en başa koyuyor olmasıdır. Kendi sözleri vardır, “önemli olan uygulamadır, karar vermektir” diye.

Atatürk hep sahada olmuştu, savaş meydanlarında olmuştu, işleri uzaktan kumanda ile yapmamıştı, zihninde savaş meydanlarını tahayyül etmiş ve okuduğu kitaplardan da edindiği bilgilerle, tarihsel bilgilerle (bakın burada bilgi ve ayak izi devreye giriyor) ve artı sezgileri ile karar vermesi ve uygulamasını bilmiştir.

FİKİR

Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak, kendini silmek, karşısındakine samimî bir kanaat ilham etmek lâzımdır. 1919 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 97)

Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez! 1922 (Peyami Safa, Onun Sözleri Üstünde, En Büyük Kaybımız, 1938, s. 248)

Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir.. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak ferdin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara  göre her türlü teşebbüse girebilmek serbestisine sahip olmakla mümkündür. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 64)

En büyük hakikatlar ve ilerlemeler, Fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 473)

Her zamanın kurtarıcı bir kelimesi vardır. Bu sözümü biraz izah edeyim. Bilirsiniz ki her asır kendi içinde meydana gelen fikir cereyanlarıyla kendinden evvelki ve kendinden sonraki asırlardan farklı bir çehre alır. Bu fikir cereyanları birtakım ilmi kelimelerle, terimlerle ifade olunur ve bunlardan bir terminoloji vücuda gelir. Fakat daima her asrın fikir cereyanlarına eksen teşkil eden merkezi bir fikir ve kavram vardır ki, bunu ifade için kullanılan ilmi terim, o asır için kurtarıcı bir kelime demektir. Bu kelime söylenince, bütün o asra hâkim ve mihrak olan merkezi fikir ve kavram ifade edilmiş olur. (11 Temmuz 1932)

Büyük hâdiseler, Fikirlerde büyük inkılâplar yapar. 1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 28)

Fikir akımları, zor ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez; bilâkis takviye edilir.Buna karşı en müessir çare, gelen Fikir akımına, karşı Fikir akımı vermek, fikre Fikirle mu abele etmektir. 1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)

Bir meselenin tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, kanaatini açık söylemeli, yaptıklarını da kendi namına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır. 1935 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, sayı: 74, 1957)

Her münakaşa bir tabiye meselesidir. Ortaya bir Fikir atan, yapılacak itirazları evvelden kestirerek ona göre her cepheden hazırlanmalıdır. (Nuri Ardıç, Hatıralar, Görüşler Adana Halkevi Dergisi, Sayı : 13 – 14, 1939)

İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri kişiselleştirip yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir mutlak şekille kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, fikrin yavaş yavaş hissiyat haline geçerek inanca dönüşmesi ile mümkündür; ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmaya başka hiçbir mantığın, muhakemenin hükmü yetmez. Mustafa Kemal Atatürk – 1914

Fevkalade ve aniden ortaya çıkan duruma ilk temas eden, bir kıtanın en büyük kumandanı değildir. Büyük, küçük her birliğin içinde her subay ve her astsubay ve hatta her er, hareket şekline dair üstünden hiçbir emir ve hiçbir fikir almadığı durum karşısında kalır. İşte bu sebepledir ki, gerek kumandanların ve gerek erlerin, bizzat fikir üreterek kendiliklerinden iş görebilecek meziyette yetişmiş olduğuna kanaat olmadan, bir askeri kıtanın, bir ordunun, güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması gaflettir, felakettir. Mustafa Kemal Atatürk – 1914

Vatanımızın müdafaasında kalp ve vicdanları bizim kadar çırpınmayacağına şüphe olmayan başta Von Sanders olmak üzere bütün Almanların fikirlerinin üstünlüğüne itimat etmemenizi kati surette temin ederim. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Mayıs 1915

  1. Milli gururun bahşettiği azim ve kuvvet
  2. Atalete hınç ve nefret
  3. Kanaatkar oluş
  4. Hayatın ucuzluğu süslemelerin basitliği
  5. Şehvet düşkünlüğü gibi zevklere rağbet etmemek.
  6. Medeni fikirlerin, asri ilerlemelerin, dini ve ananevi engellere maruz kalmaksızın hızla gelişmesi ve yayılması.
  7. Hükümetin kabiliyetli kişiler hakkında teşvik edici bir siyaset takip edişi. Mustafa Kemal Atatürk – 1922

Cumhuriyet Halk Partisi’nin programına temel olan ana fikirler, Türk Devrimi’nin başlangıcından bugüne kadar yapılmış olan işlerle yalın olarak ortaya konmuştur (1931).

Bundan başka, bu fikirlerin başlıcaları, 1927 yılında Kurultayca da kabul olunan Parti tüzüğünün genel esaslarında ve aynı Kurultayca onaylanan Genel Başkanlığın bildiriğinde ve 1931 Kamutay seçimi dolayısıyla çıkarılan bildirikte saptalanmıştır. Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu bir halde yazılmıştır ( 1931 ).

Siz milliyetçi zümre, halkla konuştuğunuz vakit yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, inancın ifadesi olduğu vakit tesir yapmaktan geri kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük mefkureyi halkın kalbinde bir fikir halinden, bir his haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak ,bilhassa sizin vazifenizdir. Birtakım kelimeler var ki, sık sık telaffuz edildiği halde, hatta aydınlarımız arasında onu tamamıyla anlayanlar çok değildir. Halkçılığın ne olduğunu, esasları neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi vazifeler üstlenmek mecburiyetinde kalacaklarını madde madde izah etmek lazımdır. Cumhuriyet’i, onun icaplarını yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet prensiplerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz. Mustafa Kemal Atatürk – 18 Aralık 1930

Amele ve işçilerin hayat ve hakları ve menfaatleri çiftçiler ve diğer vatandaşlar gibi aynı derecede önemli görülerek icapları nazarı dikkatte tutulur. Buna karşılık Türk amelesinin milletlerarası fikirlerden uzak milliyetperverliğe bağlılıkları esastır. Mustafa Kemal Atatürk – 1931

İstanbul’da, 300 milyon Müslüman’ın bugün büyük umutla baktığı hilafet makamında, vatan, millet düşmanı bir hükümet iktidar mevkiinde duruyor.  Damat Ferit Paşa gibi cahil, haris, hodbin bir hanedan mensubu şahıs, yüce saltanata maalesef leke olan bir millet haini, sabit fikirleri ve inadıyla vatan ve milleti, milletsiz saltanat olamayacağı için, bu arada saltanat makamını da muhakkak bir uçuruma sürüklüyor. Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1919

Bir toplumun, zamanla kökleşmiş, örf, adet, duygu ve algılamaları önemlidir. Toplumun bu vasıfları ve huyları, içinde bulunduğumuz yüzyıl medeniyetinin gereklerini kolaylıkla ve çabucak kabule uygun olmadığı takdirde; ilk anda akla gelen yol, tedbirli bir şekilde, okul ve diğer vasıtalarla bilim ve teknik alanında ilerleyerek fikirlerin aydınlatılmasına çalışmak ve zamanla amaca ulaşmak. Yalnız bu metoda bağlı kalarak başarılı olmak isteyenler ya başarıyı yakalamakta çok geç kalmışlar ya da hiç başarılı olamayarak, bunu kabullenmek durumunda kalmışlardır. Oysa milletler için zamanın beklemeye tahammülü yoktur. Mustafa Kemal Atatürk – 1928

Fikirler, manasız, mantıksız, faydasız, belki zararlı birtakım safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Toplum hayatı da akıl ve, mantıktan, insanlıktan, her türlü manadan uzak, faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felç olur. Mustafa Kemal Atatürk – 27 Ekim 1922

Dahil olacağımız barış ve sükun devresinde işler süngü ile halledilmeyecektir. Bu işler fikirle, ilimle, vatan ve milliyet hislerinin tecellisiyle olacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ocak 1923

Askerimizin çoğu, herhalde İzmir’e gitmek istediği için, deniz kıyısına varmadıkça kanmamış, durmamıştır. Çünkü ona verilen emir, “Akdeniz’e!” idi. Türk askerinin sinesi yalnız azim ve inançla doludur. O, göründüğü gibi perişan değildir. O, kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer; yani bir cevherdir. Onunla hasbıhal ederseniz, onun mayasını, tabiatını anlar, öğrenirsiniz; fakat biliniz ki, o herkese de açılmaz. Derdine aşina çıkabilirseniz görürsünüz ki, cahil sandığınız o “Mehmet” neler bilir, kalbinde ne büyük emeller, fikirler besler! Onun için iddia ederim ve son hakikatle ispat ediyorum ki, harpte zafer, azim ve inancı kuvvetli olan tarafındır! Ve biz onunla muzaffer olduk. İşte siz gençler, onu takviye ediniz. Mustafa Kemal Atatürk – 21 Ekim 1922

Elim kalem tutmaya, beynim fikir yürütmeye başladığı günden daha lise sıralarında bulunduğum zamandan beridir ki gönlümde hayatımın akışını kaydetmek için bir arzu duyarım. Birçok defalar, cep defterlerimin boş yapraklarını hayatımın bölümlerinin bazılarıyla doldurdum. Asıl maksadım, ömrümün gerçek akışını yazmak iken, her nedense o yapraklarda, fazlaca duygusallık ve hayallere kapılmıştım. Bunun için o karışık yapraklara rağbet etmedim. Onları karışıklıktan kurtarıp saklamak istemedim. Çünkü çok abartılı idiler. Mustafa Kemal Atatürk – 29 Eylül 1906

Öteden beri gizli celselerimizde tartışılan bütün fikirlerin harice, düşmanlarımıza muntazaman ihbar edilmekte olduğuna dair sağlam istihbaratımız vardır. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Şubat 1921

Bir muhitte yaşadığım ve his ve fikirde tam uygunluğun varlığı sebebiyle haklarında kalpten muhabbetler beslediğim arkadaşlarımla mümkün olduğu kadar sevgi alışverişinde bulunmayı arzu ettiğim gibi, araya uzaklığın girmesiyle yüzlerini göremediğim ve sözlerini işitmek hazzından mahrum bulunduğum kardeşlerimle de her türlü engele göğüs gererek haberleşmeyi son emelim bilirim. Zira bence kardeşlik bağı kutsal bir altın bağdır. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Mart 1904

Benim anladığım gençlik bu inkılabın fikirlerini ve ideolojilerini benimseyip gelecek nesillere götürecek kimselerdir.Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz ihtiyardır; yetmiş yaşında bir idealist kuvvetli bir gençtir.Mustafa Kemal Atatürk – 3 Nisan 1932

Millet ve ordu, padişah ve halifenin hıyanetinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği dini ve ananevi bağlarla bağlı ve sadık. Millet ve ordu kurtuluş çaresi düşünürken bu miras kalmış alışkanlığın sevkiyle kendinden evvel yüce hilafet ve saltanat makamının kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halife ve padişahsız kurtuluşun manasını anlamak kabiliyetinde değil.  Bu inanca muhalif fikir ve görüş ortaya koyacakların vay haline. Derhal dinsiz, vatansız, hain, reddolunmuş olur…Mustafa Kemal Atatürk – 1927

Ciddi, faal, zeki ve becerikli, yüksek fikirli, astlarına ve savaş psikolojisine hakim ve etkili, iyi bir derin görüşe ve çabuk kavrayışa sahip. Kolordunun her türlü ihtiyacını geniş olarak düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan bir an geri durmaz ve başarılı olur. Askeri bilgisi ve kavramı güzel ve geniş; doğru, kesin ve tereddütsüz karar sahibi; cesur ve kişisel kararıyla hareket etmek kabiliyetine sahiptir. Ordu ve memlekette üzerine alacağı vazifelerde ve önemli vatani hizmetlerde kendisinden büyük hizmetler beklenir. Çok mükemmel bir ahlak ve davranış sahibi; görgülü takdire değer. Her zaman üstlerinin, astlarının ve çevresinin emniyet, itimat ve sevgisini çekmeye ve kazanmaya çalışan ve bunu başaran dürüst bir kişidir. Mustafa Kemal Atatürk – 20 Mayıs 1917

Bireyler fikir sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça, kitleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya kötü istikametlere sevk olunabilirler. Kendini kurtarabilmek için, her bireyin geleceği ile bizzat alakadar olması lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 28 Aralık 1919

Hangi tarafın galip geleceğine dair fikri kanaatimi söylemekten sakınırım. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur; Almanlar büyük ve hayret verici bir saldırıyla, birçok Fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris’i geçip Fransız ordusunu -arkası İsviçre’ye olmak üzere- sıkıştırdı. Bunun, Almanların tek maksadı olduğunda ve onu da başardıklarında herkes fikir birliğindeydi. Ve bütün kainat artık son ve kati meydan muharebesini ve onun neticesini bekliyordu. Halbuki bu neticeye karşılık, Alman ordularının Fransız ordusu karşısında yüzlerce kilometre geri çekildiği görüldü. Doğuda Ruslarla Almanlar ve Avusturyalılar arasında cereyan eden vakalarda, Doğu Prusya’da Ruslar bozuldu, fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor, batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Dolayısıyla Alman ordusu serbest değil. Doğuda Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur. Vaziyeti şöyle yorumlayabiliriz: Almanlar Fransız ordusunu kati meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında daha fazla mukavemet edemeyeceğini görerek batıda bütün ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu bırakarak kalan ordularıyla doğuya yönelip, Avusturya ordusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar. Pek güzel! Fakat bu defa, Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım talebine mecbur olursa bu defa gene doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı yönelinecek? Ve böyle mekik gibi, bir doğuya bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur? Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1914

Milli ahlakımız, medeni esaslarla ve hür fikirlerle geliştirilmeli ve takviye olunmalıdır. Bu çok mü­himdir; bilhassa nazarı dikkatinizi çekerim. Tehdit esasına dayalı ahlak, bir fazilet olmadıktan başka, itimada da değer değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 25 Ağustos 1924

Büyük hadiseler, fikirlerde büyük inkılaplar yapar. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Ocak 1922

Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde fikir ve vicdan hürriyeti tahakküm ve baskı altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin hakikati düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 31 Ocak 1930

Bulaşıcı hastalıklara karşı en kati tedbir olan aşılar artık tamamiyle memleketimizde üretilmektedir. Üç milyon küsur kişilik çiçek aşısının Sivas’ta üretilmiş olduğunu zikretmek bu konuda kafi bir fikir verebilir. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Mart 1922

Medeniyet dünyasının, insaniyet dünyasının bu kadar nefret dolu fikirlerin etkisinde olmasına ihtimal veremiyorum. Mustafa Kemal Atatürk – 2 Şubat 1923

Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan, erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. Mustafa Kemal Atatürk – 4 Şubat 1935

İnsan maddi, fikri, toplumsal hayat vasıtalarından mahrum, zaruretler içinde kalırsa, hayatta ümitsizliğe düşer, gözlerini geleceğe çevirmeksizin yaşar. İnceleme ve araştırma için vakit bulamaz. Kendisinde fikir hayatı durur. Hayat, onun için bir esaret olur. İradesinden dahi vazgeçmeye mecbur olabilir. Anlaşılıyor ki, insanın servet edinmesi lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1930

Efendiler, bu münasebetle şunu da beyan edeyim ki, memleket idaresinde yüksekten atarcasına, muğlak, karışık fikirlerle ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, halkın aklıselimine müracaatı tavsiye etmelidir. Mustafa Kemal Atatürk – 21 Eylül 1924

Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar kıymetlerini göstersinler! Mustafa Kemal Atatürk

Parti, vatandaşlar arasında en kuvvetli bağın dil birliği, his birliği, fikir birliği olduğuna kani o larak, Türk dilini ve Türk kültürünü hakkıyla yaymayı ve geliştirmeyi ve bütün faaliyet şubelerinde bu esası itibar ve yürürlük mevkiinde bulundurmayı ve konulacak kanunların her şeyi ve herkesi kapsamasını ve her ferde eşit olarak tatbikini esas umde olarak bildirir. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ekim 1927

Memleket mutlaka çağdaş, medeni ve yenilikçi olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakarlığımızın verimli olması buna bağlıdır. Türkiye ya yeni fikirlerle donanmış namuslu bir idare olacaktır veyahut olamayacaktır. Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır. Mustafa Kemal Atatürk – 2 Aralık 1923

En büyük hakikatler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve alışveri­şiyle meydana çıkar ve yükselir.  Mustafa Kemal Atatürk – 1930

 

Millî dava, ancak bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve
muzaffer olması gereken naçiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek
olan fikirlerdir.
1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K.
Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 203)

Sinir gevşetici sözlere, telkinlere, ehemmiyet ve itimat gösterilmemelidir.
Osmanlı tarzı idare ve siyasetinin yarattığı bu nevi zihniyetler reddedilmelidir.
Ordu ile, muharebe ile, inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, kaynağı dışarda
bulunan öğütlere uymakla, bir vatan, bir millet bağımsızlığı kurtulamaz. Tarih,
böyle bir hadise kaydetmemiştir. Bunun aksini düşünerek hareket edeceklerin acı
neticelerle karşılaşacaklarına, şüphe yoktur. Türkiye, işte, bu yoldaki yanlış
fikirlere.. yanlış zihniyetlere sahip olanlar yüzünden, her asır, her gün, her saat
biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür. Bu çöküş, yalnız maddiyatta olsaydı,
hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ne yazık ki çöküş, ahlâk ve mânevî değerleri de içine
almış görünüyor. Hiç şüphe yok ki, bu büyük memleketi, bu koca milleti yok olma
uçurumuna sevk eden başlıca sebep, bu olmuştur.
1922 (Nutuk II, s.637)

Türkiyenin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün
arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de,bunu bir defa daha doğrulamak lüzumunu
hissediyorum. Türkiyenin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına
olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye,
büyük ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum
milletlerin, bütün doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye,
kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir.
Türkiye, şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakikî
gereklerini takip edecektir. Gerçekten, mevcut tarihlerin kaydettiği hadiseler,
milletlerin hakikî fikirleri, emelleri, hareketleri değildir.
Doğu milletleri, kendi iradeleri, kendi hisleriyle hareket
etmiyorlardı.Onların başında birtakım müstebit, keyfi hareket eden çarlar,
hüdavendler vardı. Tarihte yazılanlar, daha çok onların hırslarını tatmin için
yaptıkları olaylardır.Biz onların hepsini yırtacağız, yeni bir tarih yapacağız.
1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 40)

Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine
kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş
idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 309)

Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi,
bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen
mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin
taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi
kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk.
Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik
edebilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak
mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken,
saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar
ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti
söylemeden geçmekte fayda görüyorduk.
Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî egemenlik esasları
dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye
çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük makam olmadığını aşılamada
ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti idare etmek mümkün
olduğunu ispat etmek lüzumlu idi. Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin, onun
vazifesini fiilen Meclis Başkanı’na gördürüyorduk. Fiiliyatta, Meclis’in Başkanı,
İkinci Başkan idi. Hükûmet vardı; fakat “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti”
unvanını taşırdı.Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik
saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı.
İşte, geçiş devresinin bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek
mecburiyetinde bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti
sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkca ifadesini temine
çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, “Bu yapmak istediğiniz
hükûmet şekli neye, hangi idareye benzer?” Maksat ve hedefimizi söyletmek için
yöneltilen bu nevi suallere, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek
saltanatçıları susturmak zaruretinde idik.
1927 (Nutuk II, s. 838-839)

İkinci nokta Efendiler, yeni Anayasa’nın ikinci maddesinin başında.. “Türkiye
Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesidir. Bu cümle, daha Anayasa’ya geçmeden
çok evvel, İzmit’te, İstanbul ve İzmit basın mensuplarıyla uzun bir görüşme ve
konuşmamız esnasında, muhataplarımdan bir zatın, şu suali ile karşılaştım: “Yeni
hükûmetin dini olacak mı?” İtiraf edeyim ki, bu suale muhatap olmayı hiç de arzu
etmiyordum. Sebebi, pek kısa olması lâzım gelen cevabın o günkü şartlara göre
ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum. Çünkü, tebaası içinde çeşitli dinlere
mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adilâne ve tarafsız
muamelede bulunmak ve mahkemelerinde tebaası ve ecnebiler hakkında eşit adalet
uygulamakla görevli olan bir hükûmet, fikir ve vicdan hürriyetine riayete
mecburdur. Hükûmetin bu tabiî sıfatının, şüpheli mâna verilmesine sebep olacak
sıfatlarla kayda bağlanması elbette doğru değildir.

“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir” dediğimiz zaman, bunu herkes anlar.
Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî
bulur. Fakat, “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesi aynı suretle mi
anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz açıklama ve yoruma muhtaçtır. Efendiler,
gazeteci muhatabımın sualine, hükûmetin dini olamaz! diyemedim; aksini
söyledim. “Vardır Efendim; İslâm dinidir” dedim. Fakat hemen arkasından “İslâm
dini fikir hürriyetine sahiptir” cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama
lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükûmet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve
görevli olur. Muhatabım, verdiğim cevabı, şüphesiz, mâkul bulmadı ve sualini şu
tarzda tekrar etti: “Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?” “Olacak mı,
olmayacak mı bilmem!” dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat, mümkün
olmadı. O halde, denildi; herhangi bir mesele hakkında itikadım ve düşüncelerim
dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükûmet beni menedecek veya
cezalandıracaktır. Halbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi?
O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini
seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin : “Bazı din
âlimi arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat kitaplarında mevcut belli ve
değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak… yanıltıldığı maalesef görülen efkâr-ı
İslâmiyeyi aydınlatmayı gerekli bir vazife saydık” girişini takiben ifade edilen
“İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır;
şeriat hükümleri koymak hususunda Resulü Ekrem Efendimiz’in vekilidir.”
Oysa ki, Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak, millî egemenliği, vicdan
hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca’nın malûmat hazinesi,
Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat idaresine mahsus formülleri kapsamıyor
muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet
ve hükûmet tabirlerini ve millet meclisleri vazifelerini, din ve şeriat kisvelerine
bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Hakikat bundan ibaret olmakla beraber, o
gün İzmit’te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma
gerekli görülmedi.
Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükûmet
tabirinden dinsizlik mânası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek
maksadıyla, kanunun ikinci maddesini mânasız kılan bir tabirin girişine müsamaha
olunmuştur. Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve
yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan
tabirler, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet,
Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.*
1927 (Nutuk II, s. 714-717)

Biz de, uygulanamayacak fikirleri, nazarî birtakım teferruatı yaldızlayarak, bir
kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve
gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve nazariyattan önce davranmayı tercih
ettik. Bununla beraber, “Egemenlik milletindir”, “Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz”, “Bütün
kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilâtta, idarenin bütün teferruatında, genel
eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır”,
“Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır” gibi bilinmesi lâzım
gelen mühim noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün kanunlarımızın
hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, âşar
usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç
olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve fiilî
askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine
çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele ihtiyaçlar prensiplerden hariç kalmamıştı.
1927 (Nutuk II, s. 719)

Tarihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır.
Bir Türk padişahı hilâfeti her nasılsa kendisine mal etmek için nüfuzunu, itiyadını,
servetini kullandı. Bu sırf bir tesadüf eseridir. Peygamberimiz, tilmizlerine dünya
milletlerine İslâmiyeti kabul ettirmelerini emretti; bu milletlerin hükûmeti başına
geçmelerini emretmedi. Peygamberin zihninden asla böyle bir fikir geçmemiştir.
Hilâfet demek, idare, hükûmet demektir. Hakikaten vazifesini yapmak, bütün
Müslüman milletlerini idare etmek istiyen bir halife, buna nasıl muvaffak olur?
İtiraf ederim ki, bu şartlar içinde beni halife tâyin etseler, derhal istifamı verirdim.
Fakat tarihe gelelim, gerçekleri tetkik edelim, Araplar Bağdat’ta bir hilâfet tesis
ettiler; fakat, Kurtuba’da bir hilâfet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, ne
Afganlılar, ne Afrika Müslümanları, İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün
İslâm milletleri üzerinde ulvî ruhanîlik vazifesini yapan yegâne halife fikri,
hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki
Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve gücünü gösterememiştir.
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 69)

Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir
istikbal yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik
itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.
1936 (Atatürk’ün S.D. I, s. 372)

29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in kabulü ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te
yaptığı konuşmadan:
Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi
hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak,
görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu
özelliklerini ve liyakatini, hükûmetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına daha
çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal
ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir surette
yapışarak, onların şahıslarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım.
Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.
29 Ekim 1923 (Nutuk II, s. 814-815)

Atatürk’e ait el yazısı metin :
Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe vasıl olmak için,
muayyen yolda yürüyen arkadaşların muvaffak olması için, başvurulan doğru
yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve faal olmak lâzımdır. Arkadaşlar,
benden iltimas beklenmemelidir. Hepiniz, benim nazarımda kıymetli, yüksek
kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsî bir hedeftir. Oraya
yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, muvaffakiyetlerle oraya vasıl olursanız
onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden iltimas ve tarafgirlik beklemeyiniz
arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar
kıymetlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur.
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar,
nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına
göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din
fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş
ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)

Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti,
kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu görüşümü izah için kültür ne
demektir tarif edeyim : Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında, b- Fikir
hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, c- İktisadî hayatta yani
ziraatte, sanatta, ticarette kara, deniz ve havaya ait ulaşım işlerinde yapabildiği
şeylerin bileşkesidir. Bir milletin medeniyeti denildiği zaman, kültür namı altında
saydığımız üç nevi faaliyet bileşkesinden hariç ve başka bir şey olamayacağını
zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin kültürü, yani medeniyet derecesi bir
olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze
çarptığı gibi bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görünür. Mühim olan bileşkeler
üzerindeki farktır. Yüksek bir kültür, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer
milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıtalara şamil olur. Belki bu itibarla olacak,
bazı milletler yüksek ve kapsamlı kültüre, medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti,
şimdiki çağ medeniyeti gibi.
1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267)

Memleket mutlaka çağdaş, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat
davasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye,
ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır ve yahut olamayacaktır.Halk
ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır.
Yapacağımız işlerde hiçbir zaman bu engeller, kesif tabakadan gelmeyecektir. Halk
müreffeh, bağımsız, zengin olmak istiyor; komşularının refahını gördüğü halde,
fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyenler belli bir sınıfa
dayanabileceklerini zannediyorlar. Bu kat’iyen bir vehimdir, bir zandır. Gelişme
yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenileşme yolunda duracak
değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin haricinde kalabilir
miyiz?
1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 72)

Biz, her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun
sebebi, dünyanın vaziyetini anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden
tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz.
Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, medeniyetin
emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap
içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket
çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak
zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; mutlaka ileri gideceğiz,
çünkü mecburuz! Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki,
ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde
lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk
ve insanlık bundadır.
1925 ( Mustafa Selim İmece,
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ. S., s. 18)

İlerlemeyi, yükselmeyi ve asrın icabını seven ve isteyen güzide bir halkımız
vardır. Türk’e müspet ve iyi bir şey veriniz, bunu reddetmesi ihtimali yoktur. Fakat
düne kadar ona menfi ve ezici şeyler verdikten sonra bunun neticelerinden yine onu
kabahatli görmek haksızdır, haksızlıktır. Halkın karanlığı aşmak, refaha ve iyiliğe
varmak arzusu el ile tutulacak kadar barizdir. Cumhuriyetin eli bu arzuyu tutmuştur
ve bundan dolayı, tarihin daima takdis ettiği, halkı istediği gayeye ulaştıracaktır.
1924 (Reşit Metel, Atatürk
ve Donanma 1966, s. 87)
Vatan artık bayındır hale getirilme istiyor, zenginlik ve refah istiyor! İlim ve
bilgi, yüksek medeniyet, hür fikir ve hür zihniyet istiyor! Şeref, namus,
bağımsızlık, öz varlık, vatanın bu isteklerini tam olarak ve hızla yerine getirmek
için esaslı ve ciddî bir şekilde çalışmayı emreder.
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 180)

Biz Türkler, özellikle bu yüksek Türk İnkılâbı’nı yapmış olanlar bilmelidirler
ki, bizi lâyık olduğumuz seviyeye çıkarmakta herhangi bir yabancı âlim, yabancı
dâhi, dâhi olsa muktedir olamayacaktır. Düştüğümüz uçurumdan bizi kurtaracak,
âlemin en yüksek katlı alanına çıkaracak, yine bu uçurumdan çıkıp yükselmesini
bilenler olacaktır. Bu adamlar, bu uçurumdan kendini ve milletini kurtarmış
olanlar, medeniyet dünyasında yüksek gibi görünen her adamın varlığından,
tetkiklerinden, fikir ve görüşlerinden istifade etmekte daima isabetli davranmış
sayılacaktır; fakat bu noktadaki isabeti, kendisinin mensup olduğu memleket ve
milleti hakkında karar vermesi için asla isabetli sayılamayacaktır. Burda, ihtiyat
kaydını gözden uzaklaştırmayacaktır.
1932 (A.Ü.R.İ.N., s. 9)

İnkılâp hareketlerinde dikkat edilecek nokta, insan cemiyetlerinin emellerini,
fikirlerini teşhis ettikten sonra, onlara yenilikleri kabul ettirebilmektir.
(Afetinan M.Kemal Atatürk’
ün Karlsbad Hatıraları, s. 61)

Genç fikirli demek, doğruya gören ve anlayan hakikî fikirli demektir. Milletin
hâkim emelleri, görüş noktası budur. Hepimiz ona uymaya mecburuz.
1925 (Mustafa Selim İmece,
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 55)

Belediye seçimlerinin sonuçları üzerine Başbakan Celâl Bayar’a çektiği telgraf :
Dün ve bugün olduğu gibi yarın dahi memleket ve millet için yegâne kudret,
ikbal ve refah kaynağı olan inkılâp prensiplerinin ve Cumhuriyet rejiminin tatbikatı
üzerinde fikir ve elbirliğinin bu yeni tezahüründen dolayı aziz vatandaşlarımıza,
Parti ve Hükûmet teşkilâtına tebrik, teşekkür ve muhabbetlerimin ulaştırılmasını
rica ederim.
1938 (Cumhuriyet gazetesi, 16.10.1938)

Milletimiz, çok büyük bir inkılâbın etkeni olmuştur. Gerçekten, asırlardan beri
uymaya alıştığımız bir idare şeklinin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan
bir devlet kurduk. Fakat, bu yeniliğin mutlaka tersine bir hareketi gerektireceğini
hatırımızdan çıkarmamak lâzımdır. Bu harekete özel tabiriyle “gericilik” derler.
Yaptığımız işler ve aldığımız neticelere göre bu gibi gerici hareketler, her vakit
beklenebilir. Kan ile yapılan inkılâplar daha sağlam olur; kansız inkılâp
ebedîleştirilemez. Fakat biz bu inkılâba erişmek için lüzumu kadar kan döktük. Bu
kanlarımız, yalnız muharebe meydanlarında değil, aynı zamanda memleketin
dahilinde de döküldü. Temenniye değer ki, bu dökülen kanlar kâfi gelsin ve bundan
sonra kan dökülmesin. Mesut inkılâbımızın aleyhinde fikir ve his taşıyanları
aydınlatıp doğru yolu göstermek aydınlara düşen millî vazifelerin en mühimi ve en
birincisidir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 68-69)

Çok büyük memnuniyetle görüyoruz ve görmekteyiz ki, her yerde hanımlarımız
erkeklerle fikir ve nur yolunda yarışırcasına yürüyorlar. Yine şükranla ifade etmek
lâzımdır ki, hiçbir yerde kadınlarımız erkeklerin aşağısında değildir. Hemen her
yerde kadın ve erkek seviyesi arasında bir denklik görmekteyim. Bu hal iftihara
lâyıktır. Kadınlarımızın, daha elverişsiz şartlar altında erkeklerden geri kalmayışı
ve belki aynı şartlar altında erkeklerden ileri gidişi övüncü gerektirir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 152)

Şimdiye kadar takip olunan öğretim ve eğitim usullerinin milletimizin gerileme
tarihinde en mühim bir sebep olduğu kanaatindeyim. Bunun için bir millî terbiye
programından bahsederken, eski devrin hurafelerinden ve doğuştan mevcut
özelliklerimizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve
batıdan gelebilen bütün tesirlerden tamamen uzak, millî ve tarihî seciyemizle
orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam gelişmesi, ancak böyle
bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip
olunan yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle
orantılıdır. O zemin, milletin seciyesidir.
1921 (Atatürk’ün S.D. II, s. 16-17)

Aydınların vazifeleri gayet büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına
dayanmadan yükselsin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber
rakip milletlere karşı mevcudiyetin muhafazası için lâzım olan hususları temin
ederlerse vazifelerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.
1919 (Atatürk’ün S.D. II, s. 4)

Fikirler ve inkılâplar, sanatla yayılır.
(Atatürk’ten B.H., s. 84)

Ankara ve İstanbul şehirlerinden birine “Atatürk” adı verilmesi için bir kanun teklifi
hazırlığı üzerine söyledikleri:
Bir adın tarihte kalması ve ağızlarda söylenmesi için, şehirlerin temellerine
sığınmak şart değildir. Tarih, zorlanmayı sevmeyen nazlı bir peridir; fikirleri tercih
eder.
(Falih Rıfkı Atay, Babanız Atatürk, s. 135)

Onlar, uzun görüşmektense, temas edilen esaslı noktalara cevap vermektense
büyük bir devlet adamı vaziyeti alarak ve emsalsiz inkılâpçı ruh sahibi olduklarını
ima ederek ve bilhassa ince diplomatik ve usta politikacılık sanatlarına güvenerek,
o vaktin meşhur tabiriyle “atlatmak”ı tercih etmişlerdir. Bunda muvaffak
olduklarından emin idiler. Farkında değillerdi ki, kendilerini derin bir merhamet
hissiyle dinliyordum. Zavallı Talât Paşa, kendisinin bir çapkın ermeni kurşunuyla
Berlin sokaklarında yere serildiğini işittiğim zaman ne kadar müteessir olmuştum!
Sadrazam olduğu günlerden birinde, Sadaret makamında kendisine bazı hayatî
meselelerden bahsetmiştim. Verdiği cevaplarla beni güzelce atlattığına kani olmuş,
hattâ bu memnuniyetini bir saat sonra görüştüğü yakın bir arkadaşına hikâye
etmişti. Fakat iki gün sonra kendini telâşa düşüren bir vaziyet hasıl olması üzerine,
beni gece yarısında evine davet ederek, çare ve tedbir sormak lüzumunu hissetti. O
gece, telâşlı sadrazamın meclisinde aynı arkadaşım da hazırdı. Şu sözleri
söylemekle kendimi teselli ettim:
– Benden fikir ve mütalâa soruyorsunuz, söylemekte mâzurum. Çünkü, ben size
daha üç gün evvel çok hayatî bir mesele hakkında fikir ve mütalâamı söylemiştim.
Siz ise beni atlattığınıza inanmış, hattâ sevincinizi ilân etmiştiniz.
– Asla! dedi.
– Söylediğiniz zat, yanınızda oturuyor, dedim.
1926 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 9-10)

Gençler! Cesaretimizi takviye ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz
eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en
kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir.
Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz!
1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 182)

Benim anladığım gençlik, bu inkılâbın fikirlerini ve ideolojisini benimseyip
gelecek kuşaklara götürecek kimselerdir. Benim nazarımda yirmi yaşında bir yobaz
ihtiyardır, yetmiş yaşında bir idealist de güçlü bir gençtir.
(Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün
İdeolojisi, Bayram gazetesi, 14. 11. 1978)

Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin
aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk
milleti yükselecektir.
(Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s.37)

Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve
çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt
erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya
koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve koruma vasıtasıdır.
Bu sebeple, Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu,
ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılâpçı bir kültür
seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet
bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde kabiliyeti
artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın
açık dileğidir.
1935 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 573)

Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve
medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin övgüleriyle
doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve toplumsal etkenler birkaç asırdır yolunu
kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, onbin yıllık fikir ve kültür mirası,
ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve
binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun yeri sana
parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de
bir vazifedir!
(Türk Tarihinin Ana Hatları,
Methal Kısmı, 1931, s. 74)

Büyük davamız, en medenî ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı
yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp
yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa bir
zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu
teşebbüste başarı, ancak, türeli bir plânla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün
olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak,
memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları
yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile
yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda
temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır
mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk
milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek
okullarımıza düşen başlıca vazifedir.
1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)

Atatürk tarafından yazdırılmıştır :
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan
çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânada, fikirde,
tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa,
ey Türk çocuğu, o kabahat de senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz
ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyliyeyim ki, çok zekisin, malûm! Fakat zekânı
unut, daima çalışkan ol!
1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)

Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir
milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle telâfiye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki,
milliyet kuramını, milliyet ülküsünü çözüp dağıtmaya çalışan kuramların dünya
üzerinde tatbik kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar, hâdiseler ve
gözlemler insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu
göstermiştir ve milliyet ilkesi aleyhindeki büyük ölçüde fiilî tecrübelere rağmen
yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, 142-43)

Ah Salih, Allah bilir, hayatımın bugününe kadar orduya faydalı bir uzuv olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim. Çünkü vatanın muhafazası, milletin saadeti için her şeyden evvel ordumuzun o eski Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmıştım. Bu kanaate ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni çok fazla aşırı göstermişti. Fakat zaman, saf ve nezih dimağlardan doğan fikri hakikatleri -kabulünden çekinilse de- tatbik ettirir. Mustafa Kemal Atatürk – 8 Mayıs 1912

İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri kişiselleştirip yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir mutlak şekille kendi kendini kabul ettirmektir. Bu ise, fikrin yavaş yavaş hissiyat haline geçerek inanca dönüşmesi ile mümkündür; ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmaya başka hiçbir mantığın, muhakemenin hükmü yetmez. Mustafa Kemal Atatürk – 1914

Haysiyetsiz subayların nasıl felaketler hazırlamaya yatkın olduklarını, maalesef lüzumundan fazla tecrübe ettiğimiz için, ordudaki subayların yetiştirilmesi hakkındaki esas fikrin, şeref ve haysiyeti yüksek tutmaya yönelik olması gerektiği inancındayım. Mustafa Kemal Atatürk – Ocak 1914

Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminiyle ilgili değil. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu muhafaza etmekten geri kalmayacağım. Mustafa Kemal Atatürk – 12 Ocak 1914

Bizim kanaatimizce milletlerarası siyasi emniyetin gelişmesi için, ilk ve en mühim şart, milletlerin hiç olmazsa barışı muhafaza fikrinde samimi olarak birleşmesidir. Biz iktisadi genişliğin temelini de, ancak her milletin refahla yaşamaya ve ilerlemeye hakkı olduğunu kabul eden bir zihniyetle bütün milletlerin birlikte çalışmaları yolunun bulunmasında görüyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Kasım 1932

Bir emirde evvela dikkate alınacak madde, o emrin uygulanabilir olmasıdır. Bu hususta, hakikaten, düşünülenin üstünde hata edilir. Bundan kaçınabilmek için, her ne vakit bir emir verilirse, o emrin, astın bulunduğu vaziyet içinde nasıl uygulanabileceği kendi kendine sorulmalıdır. İşte bu şekilde uygulanamaz olan noktalar açık bir şekilde meydana çıkar. Bir karar almak için nasıl ki düşmanın fikrine nüfuz etmek lazım ise, bir emir verilirken de emir veren kendini astın yerine koymalıdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1915

Efendiler! Bir millet mevcudiyeti ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddi kuvvetleriyle alakadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak mevcudiyet ve bağımsızlığını temin etmezse, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Mustafa Kemal Atatürk – 28 Aralık 1919

Panislamizm, din ortaklığını temel alan bir federasyon demekti. Panturanizm ise, ırkı temel alan aynı çeşit bir çaba ve ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Panislamizm fikri, asırlar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey noktada öldü. Panturanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti. Bu hareketlerin her ikisi de yanlıştı; çünkü, kuvvet ve emperyalizm anlamına gelen fetih fikrine dayanıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923

İş yine sersem neferlerin, budala çavuşların fikriyle, onların istedikleri gibi oluyordu. Hareketten önce verdiğim emir, ne subay ne çavuşlar ve ne de erler tarafından anlaşılmıştı. Tabiatıyla böyle olacaktı. Çünkü subaylar emir ne demektedir anlamıyorlar ve anlamadıklarını da anlamıyorlardı. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Ağustos 1905

Sporun bedeni olduğu kadar, fikri olmasına dikkati çekerim. Mustafa Kemal Atatürk – 19 Eylül 1924

Eski, zor fetih ve yayılma fikri Türkiye’de ebediyen ölmüştür. Eski imparatorluğumuz, Osmanlı’ydı. Bu da, zor demekti. Bu kelime artık lügatımızdan atılmıştır. Biz şimdi Türküz, sadece Türk. Kendi kaderini tayin idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923

Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir. Hiçbir fikri aşağı görmemek lazımdır. Sonunda kendi fikrimi tatbik edecek bile olsam, ayrı ayrı herkesi dinlemekten zevk alırım. Mustafa Kemal Atatürk

Hangi tarafın galip geleceğine dair fikri kanaatimi söylemekten sakınırım. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur; Almanlar büyük ve hayret verici bir saldırıyla, birçok Fransız kalesini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris’i geçip Fransız ordusunu -arkası İsviçre’ye olmak üzere- sıkıştırdı. Bunun, Almanların tek maksadı olduğunda ve onu da başardıklarında herkes fikir birliğindeydi. Ve bütün kainat artık son ve kati meydan muharebesini ve onun neticesini bekliyordu. Halbuki bu neticeye karşılık, Alman ordularının Fransız ordusu karşısında yüzlerce kilometre geri çekildiği görüldü. Doğuda Ruslarla Almanlar ve Avusturyalılar arasında cereyan eden vakalarda, Doğu Prusya’da Ruslar bozuldu, fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor, batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Dolayısıyla Alman ordusu serbest değil. Doğuda Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur. Vaziyeti şöyle yorumlayabiliriz: Almanlar Fransız ordusunu kati meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında daha fazla mukavemet edemeyeceğini görerek batıda bütün ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu bırakarak kalan ordularıyla doğuya yönelip, Avusturya ordusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar. Pek güzel! Fakat bu defa, Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım talebine mecbur olursa bu defa gene doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı yönelinecek? Ve böyle mekik gibi, bir doğuya bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur? Mustafa Kemal Atatürk – 17 Eylül 1914

Efendiler; asri ilerlemeler, milletlerin medeni ihtiyaçlarını genişletir, çoğaltır, çe­şitlendirir ve bu medeni ihtiyaçlar ile orantılı medeni hakların vücudunu lüzumlu kı­lar. Her devletin, mensup olduğu toplumun medenileşme derecesiyle orantılı, hukuki mevzuatı vardır. Dünyada mevcut bütün medeni devletlerin medeni kanunları hemen yekdiğerinin pek yakınıdır. Bizim milletimiz ve hükümetimiz adalet fikri ve adalet zihniyeti noktasında hiçbir medeni kavimden aşağı değildir. Belki tarih bu noktada yüksek olduğumuza şahadet eder. Dolayısıyla; bizim dahi hukuki mevzuatımızın bütün medeni devlet lerin kanuni düzenlemelerinden eksik olması uygun değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 1 Mart 1922

Bedeni idman, fikri idmanla paralel gitmelidir. Mustafa Kemal Atatürk – 16 Eylül 1924

İstila fikri ile açılmış olan Cihan Harbi’ni sona erdiren galipler, teklif ettikleri barış şartları ile ana topraklarımızı, bağımsızlık ve hürriyetimizi elimizden almaya, asırlardan beri İslam’ın ve Türklüğün fedakar muhafızı olan milletimizi esir derekesine indirmeye kalkıştılar. İki senedir Rumeli ve Anadolu’da görülen hareketlerimiz, bu gaddarane tecavüze tepkiden, her mevcudun yaratılıştan sahip olduğu nefsi mü­dafaa hakkının kullanılmasından başka bir şey değildir. Mustafa Kemal Atatürk – 14 Ekim 1921

İnsan maddi, fikri, toplumsal hayat vasıtalarından mahrum, zaruretler içinde kalırsa, hayatta ümitsizliğe düşer, gözlerini geleceğe çevirmeksizin yaşar. İnceleme ve araştırma için vakit bulamaz. Kendisinde fikir hayatı durur. Hayat, onun için bir esaret olur. İradesinden dahi vazgeçmeye mecbur olabilir. Anlaşılıyor ki, insanın servet edinmesi lazımdır. Mustafa Kemal Atatürk – 1930

Osmanlı siyaseti farklı cinsten unsurlardan ve maddelerden meydana gelmişti. Bunlardan bir karışım yapmak mümkün olmadığı için Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset milli siyasettir. Türkçülük siyaseti idi. Bu siyaseti ilan edip yaygın hale getirmekle beraber, fikri, toplumsal, iktisadi hayatı ilerletmek gereklidir. Mustafa Kemal Atatürk – 20 Aralık 1930

Arkadaşlar, bu Anadolu zaferi, tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kudretli ve ne canlandırıcı bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 4 Ekim 1922

Efendiler, bir toplumun mutlaka ortak bir fikri vardır. Eğer bu her zaman ifade edilemiyor ve ortaya konulamıyorsa, onun mevcut olmadığına hükmolunmamalıdır. O, fiiliyatta mutlaka mevcuttur. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün fiil ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin yüksek tecellisi eserinden başka bir şey değildir.Mustafa Kemal Atatürk – 22 Eylül 1924

Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin üzerinde, kapsamlı bir Arap milliyeti siyasetine varıyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeye mecburdurlar. Mustafa Kemal Atatürk – 1930

…………………………………………….

Millî ahlâkımız, medenî esaslarla ve hür fikirlerle beslenmeli ve takviye
olunmalıdır. Bu, çok mühimdir; bilhassa dikkatinizi çekerim. Tehdit esasına
dayanan ahlâk, bir fazilet olmadıktan başka itimada da lâyık değildir.
1924 (M.E.İ.S.D. I, s. 19)

Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun
ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür
ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa tevdi etmek değil, yaratmış
olduğu inkılâbı emniyet altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ inkılâbı kavramış en
yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. İnkılâbı
kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki
onun defni düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine
bağlananların iştirakiyle ve şanına lâyık bir törenle fâni nâşı ebedî istirahat yerine
tevdi olunurdu… Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu
hakikati o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu
Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın
teşebbüsleri ve azimleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. İnkılâbın bu
üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır.
1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, s. 4)

Adî ve alçak hilelerle hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini âlet yapmaya
tenezzül eden sahte ve imansız âlimler, tarihte daima rezil olmuşlar, rezil edilmişler
ve daima cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi ihtiraslarına âlet yapan hükümdarlar
ve onlara yol gösteren hoca namlı hainler, hep bu sonuca sürüklenmişlerdir. Böyle
yapan halife ve din bilginlerinin arzularına kavuşamadıklarını, tarih bize sonsuz
misallerle izah ve ispat etmektedir. Artık bu milletin ne öyle hükümdarlar, ne öyle
âlimler görmeye tahammülü ve imkânı yoktur. Artık kimse, öyle hoca kıyafetli
sahte âlimlerin yalan dolanına ehemmiyet verecek değildir. En cahil olanlar bile o
gibi adamların mahiyetini gerektiği gibi anlamaktadır. Fakat bu konuda tam bir
güven sahibi olmaklığımız için bu uyanıklığı, bu dikkati, onlara karşı bu nefreti,
hakikî kurtuluş anına kadar bütün kuvvetiyle, hattâ artan bir kararlılıkla muhafaza
ve devam ettirmeliyiz. Eğer onlara karşı, benim şahsımdan bir şey anlamak
isterseniz, derim ki, ben şahsen onların düşmanıyım. Onların menfi yönde
atacakları bir adım, yalnız benim şahsî imanıma değil, yalnız benim gayeme değil,
o adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin hayatına karşı bir kasıt,
o adım milletimin kalbine yöneltilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı
fikirde arkadaşlarımın yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı
tepelemektir.
Şüphe yok ki, millet birçok fedakârlık, birçok kan pahasına, en sonunda elde
ettiği hayatî ilkesine kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükûmetin,
meclisin, kanunların, Anayasa’nın nitelik ve sebebi hep bundan ibarettir. Sizlere
bunun da üstünde bir söz söyleyeyim. Farzımuhal eğer bunu temin edecek kanunlar
olmasa, bunu temin edecek meclis olmasa, öyle menfi adım atanlar karşısında
herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler ve yine öldürürüm.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 146)

Muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor
görüyorlar ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoşgörü
yoktur; bunlar bağnazdırlar. Hoşgörü o kimsede vardır ki, vatandaşının veya
herhangi bir insanın vicdanî inanışlarına karşı, hiçbir kin duymaz; bilâkis hürmet
eder. Hiç olmazsa, başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını
bilmemezlikten, duymamazlıktan gelir. Hoşgörü budur. Fakat, hakikati söylemek
lâzım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, hoşgörü kelimesinin ne
demek olduğunu anlayanlar, bütün dünyada pek azdır. Her yerde umumî olarak
geçerli olan bağnazlıktır. Her yerde görülebilen barış manzarasının temeli,
bağnazlık ile hür fikrin, birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin
devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki dengeyi tutan fazla kuvvet sayesindedir.
Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet engellerinin ortadan
kalktığına, bizim gibi düşünen ve hissedenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm
vermek müşküldür. O halde görülen, hoşgörü değil, zaafın dermansız bıraktığı
bağnazlıktır.

Şüphesiz, fikirlerin, inançların başka başka olmasından, şikayet etmemek
lâzımdır. Çünkü, bütün fikirler ve inançlar, bir noktada birleştiği takdirde, bu
hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun
içindir ki gerçek hürriyetçiler, hoşgörünün umumî bir haslet olmasını temenni
ederler. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.
Atatürk’ün El Yazıları s. 509-512)

 

DÜŞÜNCE 

Üç gün evvel yarım kalan bütün duygularımın hangi tecellilerle tamamlanması lazım geldiğini düşünüyorum. Bütün mevcudiyetimi yokluyorum. Anlıyorum ki, hayatımda uyanıklık doğmasını gerektirecek hiçbir hal yoktur. Lakin yine anlıyorum ki, kalbimin sayfaları her gün, her dakika yeni bir acının ortaya çıktığı saha oluyor. Bu zıt düşüncelerin tek sebebi, duygularımın belirsizliklere ait olmasıdır. Belirsiz… O kadar belirsiz ki… Sağ iken oldum harap, helak oldum yeter! Mustafa Kemal Atatürk – 15 Mart 1904
Ve fakat yazı nedir?

Yazı; bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey bilhassa bir şey… O da insan zekasının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın ve o zeka parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir, objedir. Mustafa Kemal Atatürk – 12 Ekim 1937

Gece karanlıkta yaralıları dolaştığım sırada Mehmet Çavuş adında birinin düşmana hücum sırasında elindeki silahının kullanılmaz hale gelmesi üzerine hücuma taşla devam ettiğini anladığımdan, özendirmeye örnek olacağı düşüncesiyle, derhal adı geçenin orada nişanla ödüllendirilmesini arz ve istirham ettim. Mustafa Kemal Atatürk – 1915

Düşmanın mümkün olan düşüncelerini meydana çıkarmak için en iyi vasıta, zihnen düşman tarafına geçmek ve onun bakış açısıyla meseleyi çözmektir. Buna harcanacak zaman, elde edilecek menfaati tamamen karşılar. Akıllı bir düşman -ki biz taktik meselelerinde düşmanı en iyi taktikçi ve kesin kararlı kabule mecburuz- muhakkak bizim en az arzu ettiğimiz şeyi yapar. Mustafa Kemal Atatürk – 1915

İstanbul gazetelerinin, milli harekat mensuplarının resimlerini yayımlamaları ve teşhir eylemeleri hususunda bildirilen görüş ve düşüncelerle tamamen hemfikiriz. Hiçbir tesir ve müdahalemiz olmayan bu halin önüne geçmek için teşebbüslerde de bulunulmuştur. Bundan başka, kati şekilde önlenmesi vasıtalarının tamamlanması için sizce ne gibi çareler tasavvur ediliyor ise tatbik olunmak üzere bildirilmesini bekliyoruz, Efendim. Mustafa Kemal Atatürk – 31 Ekim 1919

Ülkede sağlam ve yeni bir hukuk sistemi kurma düşüncesinde olan seçkin hukukçularla beraber, acı özlemi tekrar ve tespit edelim. Milletin en az üç yüz yıldan beri olan ilerleme atılımları, şimdiye kadarki yetersiz hukuk sistemiyle ve hukukçularla engellenmiştir. Bu yarayı iyileştirmek gereklidir. Mustafa Kemal Atatürk – 1925

Dilinin yabaniliği ve delice düşünceleri karşısında midem bulandı. Mustafa Kemal Atatürk

Gerçek vatandaş nerede ve ne durumda olursa olsun, serbest konuşmalı, kafasından geçen, vicdanından gelen şeyleri söylemeli. İsterim ki, bütün vatandaşlar böyle serbest konuşsunlar. Karşısındaki Cumhurbaşkanı bile olsa, düşüncelerini açıklamaktan çekinmesinler. Mustafa Kemal Atatürk – 1930

Her gün, sabah, akşam, gece, ne zaman sırasına getirebilirseniz; bir çeyrek, yarım saat, ne kadar vakit ayırabilirseniz, kendi içinize çekilin; o gün yaptığınız işi gözünüzün önünden ve düşüncenizin tartısından bir defa geçirin. Şuurunuzdan alacağınız cevapların ne kadar faydalı olacağını tasavvur edemezsiniz. Mustafa Kemal Atatürk

Makamınızda gözüm yoktur! Ve o makamı kendime küçük görürüm. Benim düşüncem ve emelim çok büyüktür. Eğer makamınızda gözüm olsaydı şimdiye kadar çoktan orasını işgal ederdim! Mustafa Kemal Atatürk – 1917

Yüzlerce yıl boyunca Türk Imparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha başka sözde azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının kaynağı olmuşlardı; bu azınlıklar ve eski fetih düşüncesi. Türkiye’nin gerilemesinin bir sebebi, bu ziyadesiyle zor hükümdarlık meselesi yüzünden kendisini tüketmiş olmasıydı. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923

Düşünce akımlarına karşı düşünceye dayanmayan güçle karşılık vermek, o akımı yok etmedikten başka; herhangi bir kişiyle, herhangi bir insanla konuşulduğu zaman, onun herhangi bir düşüncesini güç zoruyla reddederseniz o direnir. Direndikçe kendi kendini aldatmakta çok daha ileri gidebilir. Bu nedenle düşünce akımları, baskıyla, şiddetle, kuvvetle reddedilemez. Tam tersine güçlendirilir. Buna karşın en etkili çözüm, gelen düşünce akımına, karşı bir düşünce akımı vermektedir. Mustafa Kemal Atatürk – 22 Ocak 1921

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli emeller, milli irade yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Mustafa Kemal Atatürk – 7 Şubat 1923

Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf, âdet, duygu ve düşünceleri önemlidir. Bu itibarla, toplumlar, girişimci bireyler üzerinde âdeta amir ve hâkim bir etki yaparlar. Fakat doğal yetenek ve hüneri ile gelişme ve yükselmeyi elde etmiş milletler, medeniyetin bugünkü gelişmelerinden etkilenmiş aydın çocukların, yol göstericiliği ile geçmişte kaçırdıkları fırsatların meydana getirdiği gecikmeleri telafi çaresini bulmakta gecikmezler. Bu hususta, topluma iyi örnek olmanın etkili ve yararlı olduğunda şüphe yoktur. Mustafa Kemal Atatürk – 1928

Yeni Türkiye’nin ilk ve en mühim düşüncesi, siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya tüketiminin olduğu gibi, üretiminin de bir parçası olmak istiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk – 13 Temmuz 1923

İnsanlıkta mutluluk, işte böyle insan oğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz his ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır. Mustafa Kemal Atatürk – 3 Eylül 1936

Mütareke imzalandığı zaman memleketin mühim ve verimli kısımları işgal altına alındı. Silahlarımız elimizden alındı. Vaziyet pek ümitsiz bir halde bulunuyordu. Her şeyden evvel düşmanı memleketten dışarı atmak lazımdı. Bu her düşüncenin, her bakışın üstünde bir gereklilikti. Uzun emekler, gayretlerden sonra buna muvaffakiyet hasıl oldu. Düşman çekilmişti. Lakin memleket harap bir halde kalmıştı. Yıkılmış şehirlerin imarı lazımdı. Mutlaka yapılması lazım gelen şimendiferler, yollar ve limanlar vardı. Su tesisatını unutmamalı. Kısacası koca bir memleket baştan aşağıya kadar donatılmak ihtiyacındaydı. Mustafa Kemal Atatürk – 9 Kasım 1930

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Günümüz medeniyetinin devletler arası münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti demek olan “her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması” hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını istiyoruz. Bu meşru ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların mesuliyeti, şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı takipten yıldıracak hiçbir vasıta hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile, bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdafaaya çalışmasından daha doğal bir şey yoktur. 1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 229)

Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 95)

Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına tecavüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhlı olarak mukabele ve onlarla mücadele etmek gerekiyordu. Bu mühim kararın bütün gerek ve zaruretlerini ilk gününde göstermek ve ifade etmek, elbette doğru olmazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakalar ve hâdiselerden istifade ederek milletin hislerini ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak lâzım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz sene içinde yaptıklarımız bir mantık dizisi ile düşünülürse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz umumî istikametin, ilk kararın çizdiği hattan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden görünür. 1927 (Nutuk I, s. 14-15)

“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir” dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî bulur. Fakat, “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesi aynı suretle mi anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz açıklama ve yoruma muhtaçtır. Efendiler, gazeteci muhatabımın sualine, hükûmetin dini olamaz! diyemedim; aksini söyledim. “Vardır Efendim; İslâm dinidir” dedim. Fakat hemen arkasından “İslâm dini fikir hürriyetine sahiptir” cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükûmet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve görevli olur. Muhatabım, verdiğim cevabı, şüphesiz, mâkul bulmadı ve sualini şu tarzda tekrar etti: “Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?” “Olacak mı, olmayacak mı bilmem!” dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat, mümkün olmadı. O halde, denildi; herhangi bir mesele hakkında itikadım ve düşüncelerim dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükûmet beni menedecek veya cezalandıracaktır. Halbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi? O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin : “Bazı din âlimi arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat kitaplarında mevcut belli ve değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak… yanıltıldığı maalesef görülen efkâr-ı İslâmiyeyi aydınlatmayı gerekli bir vazife saydık” girişini takiben ifade edilen “İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır; şeriat hükümleri koymak hususunda Resulü Ekrem Efendimiz’in vekilidir.”

Oysa ki, Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak, millî egemenliği, vicdan hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca’nın malûmat hazinesi, Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat idaresine mahsus formülleri kapsamıyor muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet ve hükûmet tabirlerini ve millet meclisleri vazifelerini, din ve şeriat kisvelerine bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Hakikat bundan ibaret olmakla beraber, o gün İzmit’te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma gerekli görülmedi.

Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükûmet tabirinden dinsizlik mânası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek maksadıyla, kanunun ikinci maddesini mânasız kılan bir tabirin girişine müsamaha olunmuştur. Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan tabirler, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet, Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır.* 1927 (Nutuk II, s. 714-717)

Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız, muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)

Biz, her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın vaziyetini anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, medeniyetin emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak

zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; mutlaka ileri gideceğiz, çünkü mecburuz! Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 1925 ( Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ. S., s. 18)

Bu memlekette, bir toplumda, bir inkılâp yapıldığı zaman elbette onun sebepleri vardır. Ancak, o inkılâbı yapanlar, inanmak istemeyen inatçı hasımlarını iknaa mecbur mudur? Cumhuriyetin, elbette taraftarları ve aleyhtarları vardı; taraftarlar, ne için ve ne gibi kanaatlere ve düşüncelere dayanarak cumhuriyet ilân ettiğini, aleyhtarlara izah ve kanaatlerinde ve icraatlarında isabet olduğunu ispat etmek isteseler de, onların, kasıtlı kafa tutmalarını giderebileceği kabul olunur mu? Elbette taraftarlar güçlü iseler, ülkülerini herhangi bir suretle; ihtilâlle, inkılâpla veya güvenilir yollardan geçirerek tatbik ederler. Bu, ülkü inkılâpçılarının vazifesidir. Buna karşı itirazlar, yaygaralar ve gerici teşebbüsler de aleyhtarların yapmaktan geri durmayacakları hareketlerdir. 1927 (Nutuk II, s. 826-827)

Türkiye Cumhuriyeti’nin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat, Türk ulusunun yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve uyanık ve faal olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lâzım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı : 80, 1956, s. 742)

Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeye yeltenilen musiki, yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu düzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. 1934 (Ayın Tarihi, Sayı 12, 1934. s. 23)

Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimarî stil yaratmışlardır. Son asrın sanat çalışma ve düşünceleri sonunda da modern bir mimarlık doğmuştur. Fakat, bu modern mimarlık da her milletin düşünce ve karakter farklarıyla birbirinden ayrı bir görünüş ve anlamdadır. Bir İtalyan modern mimarlığıyla bir Alman modern mimarlığı arasında çok değişiklikler vardır. Bu modern mimarlıklar bütün görünüşleriyle de hangi milletin malı olduğunu anlatmaktadırlar. Bizde de asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına cevap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimarlık lâzımdır. Fakat, bu modern mimarlık diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimarlık olmalıdır. Yapılan bazı binaları görüyorum; bunlar bir Avrupa modern mimarlığının aynen kopyasıdır. Bize orijinal bir modern Türk mimarlığı lâzımdır. Eminim ki, yetişmekte olan genç Türk mimarları, bu haklı isteğimde olumlu bir yaratıcılığa erişeceklerdir. (Mimar Hikmet Koyunoğlu, Kültür ve Sanat, sayı : 5, 1977, s. 151)

Timur’un asıl dikkati çeken hali, bir tehlike zamanında sakin ve düşünceli kalışıydı. Bu, büyük iş yapabilmek kabiliyetinde olan adamlarda görülebilir. 1931 (T.T.K. Atatürk Arşivi)

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârane savunma zorunluğu aşılanmalıdır. Yeni neslin bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müthiş bir savaş şeklinde beliren milletler hayatının felsefesi, bağımsız ve mesut kalmak isteyen her millet için bu yüksek özellikleri şiddetle istemektedir. Yeni kuşağın taşıyacağı manevî özellikler yanında kuvvetli bir fazilet aşkı ve kuvvetli bir intizam ve inzibat fikrinden de bahsetmek zaruretindeyim. 1921 (Atatürk’ün M.A.D., s. 4)

Büyük davamız, en medenî ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak, türeli bir plânla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)

Bu millet, gerçek eğilimine zıt düşünceye sapanlara iltifat etmemektedir. Bununla bugün çok övünüyorum. Bundaki isabetin sırrını izah için derhal söylemeliyim ki, bizim ilham kaynağımız doğrudan doğruya büyük Türk milletinin vicdanı olmuştur ve daima olacaktır. Bütün sıcaklığı, verimi, kuvveti millî vicdandan aldıkça, bütün teşebbüslerimizde milletin sağduyusunu rehber saydıkça şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da milleti doğru hedeflere eriştireceğimize imanımız tamdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, S. 214)

Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir, hürdür. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz, din işlerini millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz ve buna asla meydan vermeyeceğiz. (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13.7.1949)

“Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır” kuralını bayrak olarak eline alan kimselerden, iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, asırlardan beri, cahil ve bağnazları, hurafelere inananları aldatarak hususî maksatlar teminine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar gerektiren pis bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek yöneltilmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve ilerici olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyetin, ilerleme ve yeniliğin tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: Biz hilâfeti tekrar isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bizce Mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü, Mustafa Kemal’in partisi hilâfeti kaldırdı. İslâmiyeti bozuyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu! Yeni partinin kullandığı formül, bu gerici feryatlarla dolu değildir denilebilir mi? 1927 (Nutuk II, s. 889-890)

Başkasına olan bir iyilik bize de iyiliktir; başkasına olan kötülük bize de kötülüktür. Bu sebeple iyiliği sevmek ve kötülükten kaçınmak lâzımdır. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde akisler uyandırır; bu hal bize vicdan vazifeleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek ekseriya beraber suçlu olduğumuzu gösterir. Özetle, bağlılık, “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, millîdir, geniş ve yüksek mânasıyla insanîdir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları,s. 73; 529-531)

Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hâdisenin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomik durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadî ve ticarî gelişimin ilk şartı, huzur ve sükûn ile emniyet ve asayişin, bozulması mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvette bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve Cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. Bu şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 520)

Başkomutanlık Kanunu’nun uzatılması vesilesiyle bir milletvekilinin, kendisine “Meclis’in hakkını elinden aldığı, elinden almak istediğini” söylemesi üzerine 6 Mayıs 1922 günü Meclis’in gizli oturumundaki konuşmasından: Efendiler, açık ifade edeceğim, beni mazur görünüz! Her birinizin fevkalâde salâhiyet ile seçilmesine ve fevkalâde salâhiyete malik bir Meclis’in teşekkülüne ve bu Meclis’in, memleketin mukadderatına el koyan bir mahiyet kazanmasına çalışan, benim! Bunda muvaffak olmak için en yakın arkadaşlarımla fikir mücadelesi yaptım. Bütün hayatımı, mevcudiyetimi, bütün şeref ve haysiyetimi tehlikeye attım. Bu sebeple bu, benim eserimdir. Ben eserimi küçültmek ile değil, yükseltmek ile görevliyim. Bu düşünceden sonra Meclis’in hakkını zorla almak sözünü, tamamen …Efendiye ret ve iade ederim. Böyle bir şey söz konusu değildir ve olamaz! 1922 (Nutuk II, s. 655)

Konya’da esnaf ve tüccarlar tarafından tertip edilen ziyafette, bir tüccarın “Hükûmetin, ticaretimizi geliştirmek için ne gibi düşüncelere sahip olduğunu” sorması üzerine verdiği cevap: – Evvelâ şunu söyleyim ki, bendeniz içinizde hükûmet adına değil, meclis adına değil, ordu adına değil, sadece bir milletvekili gibi, belki de yalnız bir arkadaşımız, bir kardeşimiz gibi bulunuyorum. Onun için sualinize hükûmet adına cevap vermeye yetkim yoktur. Eğer sualinizi ‘Sen ne diyorsun? Senin ticaretimiz hakkındaki fikrin nedir?” diye soraydınız o zaman cevap vermekte sakınca görmezdim ve kabul ediyorum ki asıl maksadınız da budur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 135-136)

Asırlardan beri Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yalnız bir şey düşünmemişlerdir: Türkiyeyi! Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir şekilde telâfi edebiliriz. O da, Türkiye’den başka bir şey düşünmemek! Ancak bu zihniyetle hareket ederek her türlü kurtuluş ve saadet hedeflerine erişebiliriz. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 84)

İzlediğimiz yol demek, içimizden herhangi birimizin çizdiği herhangi bir yol değildir. bütün düşüncelerin bileşkesinin çizdiği büyük yol demektir; onun için doğrudur, isabetlidir. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 219)

Milletvekili olarak vazife ve mesuliyet mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın, geçen tecrübelerden de istifade ederek vazifelerini iyi yapacaklarını ve bilhassa milletvekilliğinin, her düşünceden önce bir millet vekâleti olduğunu ve bunun resmî ve hususî hayatta dahi birçok mânevî ve sağduyuyu gerektirici külfetleri bulunduğunu gözden uzak düşürmeyeceklerini kuvvetle ümit ederim. 1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 532)

Sultanlarla, halifelerle idare olunmuş ve olunan memleketlerde vatan için, millet için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır. Bu ekseriya kolaylıkla sağlanagelmiştir. Meclislerle idare olunan memleketlerde de, en öldürücü taraf, bazı mebusların yabancılar ad ve hesabına çalınmış ve satın alınmış olmalarıdır. Millet Meclislerine kadar dahil olmak yolunu bulabilen vatansızlara tesadüf etmenin uzak bir ihtimal olmayacağına, tarihin bu konudaki misalleriyle karar vermek zarurîdir. Bunun için millet, vekillerini seçerken, çok dikkatli ve kıskanç olmalıdır. Milletin hatadan korunması için tek güvenilir çare, düşünce ve hareketleriyle milletin itimadını kazanmış siyasî bir partinin seçimde millete rehberlik etmesidir. Genellikle millet fertlerinin, adaylıklarını ortaya atan her şahıs hakkında karar vermeye yarayacak güvenilir bilgi ve isabetli görüşe malik bulunacağını kabul etmek, teorik olarak tasarlansa bile, bunun tamamen doğru olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle inkâr edilmez bir gerçek olmuştur. 1927 (Nutuk II, s. 501-502)

Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın tabiî kayıtları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların ulus kürsüsünden yapacakları tenkitler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği kanaatinde bulunuyoruz. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 570)

Elbette konuşacaklar, elbette tenkit edecekler! Biz, bu arkadaşların Meclis’e girmelerini neden teşvik ve arzu ettik, bir oyun olsun diye mi? Hayır efendim; bilâkis biz onları gayet ciddî bir düşünce ile, işlerimiz hakkındaki fikir ve kanaatlerini açıkça söylesinler, yaptıklarımızı tenkit etsinler, yani yeri boş kalan muhalefetin, bir dereceye kadar olsun, vazifesini görsünler diye Meclis’e getirdik, öyle değil mi? O halde niçin sinirleniyorsunuz, neden şikâyet ediyorsunuz? Yoksa kendinizden emin değil misiniz; yaptıklarınızda savunamayacağınız noktalar mı var? Şunu açıkça söyleyeyim ki, benim kesinlikle böyle bir endişem yoktur, bütün yaptıklarımı her zaman, her yerde savunabilirim. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 60)

Millet ve memleketten kaynak ve dayanak almayan ve onun gerçek menfaatleriyle hiç münasebeti olmayacak surette ya sırf teorik veya hissî ve şahsî programlar etrafında parti kurmaya kalkışacak insanların, millet tarafından benimsenme şerefine erişeceklerini zannetmiyorum. Benim, bütün hazırlıklarda ve yapılan işlerde hareket kuralı saydığım bir şey vardır; o da meydana getirilen kurum ve kuruluşların şahısla değil, gerçekle yaşayacağıdır. Bundan ötürü herhangi bir program, filânın programı olarak değil, fakat millet ve memleket ihtiyaçlarına cevap verecek düşünce ve tedbirleri içine alması sebebiyle kıymet ve saygı kazanabilir. 1922 (Mustafa Baydar, Atatürk’le Konuşmalar, s. 42-43)

Hazine çıkarı düşüncesinin ve teranelerinin memleket için felâketli bir formül sözlerle halka hükmetmek, müşkülât çıkarmak, zulmetmek değil, hizmet etmektir. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 56)

Memleket idaresinde, çekinmeksizin, kişisel belirsiz düşüncelerle ne yapılmak arzu ettiğini bilmeyenlere, halkın sağduyusuna müracaatı tavsiye etmelidir. Halk, köylüler bana, her yerde iş programını şu iki kelime ile ihtar ettiler: Yol, mektep! Hattâ yoldan bahsederlerken yol köylünün kanadıdır, demeleriyle her şeyden evvel ona ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Gerçekten, bütün ekonomi birinci kelimenin ve her şey ikinci kelimenin içindedir. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 193-194)

En iyi siyasetin, her türlü mânasıyla “en çok kuvvetli olmak”ta bulunduğunu kabul ederim. Bu sözden maksadım, yalnız silâh kuvveti olduğunu zannetmeyiniz, bilâkis asker olmama rağmen bu, bence kuvvet toplamının vücuda getirdiği etkenlerin sonuncusudur. Benim dilediğim mânen, ilmen, fennen, ahlâken kuvvetli olmaktır. Çünkü bu saydığım sıfatlardan mahrum olan bir milletin bütün fertlerinin en son silâhlarla donatıldığını varsaysak bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Bugünkü milletler arasında insan olarak yer alabilmek için silâh elde hazır olmak kâfi değildir. Benim düşünüşüme göre kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lâzım gelen mâna, her ferdi, bilhassa, subayı, kumandanı medeniyetin ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan, yüksek ahlâkta bir topluluktur. Şüphe yok ki biricik gayesi, ödevi, düşüncesi ve hazırlığı vatan müdafaasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin en nihayet verecekleri kararla faaliyete geçer. 1918 (Hikmet Bayur, T.T.K. Belleten, No: 128, 1968, s.488)

Gerek komutanların ve gerek erlerin, bizzat düşüncelerini işleterek kendiliklerinden iş görebilecek meziyette yetiştirilmiş olduklarına kanaat edilmeden, bir askerî kıtanın, bir ordunun güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması ihtiyatsızlıktır, felâkettir. 1914 (Mustafa Kemal, Z.ve K. Hasbihal, s. 22)

Komutanlar, askerlik vazife ve gereklerini düşünürken ve uygularken dimağını siyasî düşüncelerin tesiri altında bulundurmaktan sakınmalıdırlar. Siyasî yönün gereklerini düşünen başka vazifeliler olduğunu unutmamalıdırlar. 1927 (Nutuk II, s. 492)

Çanakkale muharebeleri sırasında verdiği bir emrin son sözleri: Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki üzerimizde bulunan vatan ve namus vazifesini tamamen yerine getirmek için bir adım geri gitmek yoktur! Uyku ve istirahat aramanın, bu istirahatten yalnız bizim değil, bütün milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebebiyet verebileceğini cümlenize hatırlatırım. Bütün arkadaşlarımın benimle aynı düşüncede olduklarına ve düşmanı tamamen denize dökmedikçe yorgunluk işaretleri göstermeyeceklerine şüphe yoktur! 1918 (Ruşen Eşref Ünaydın, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat, 1930, s. 47)

Harbin ve askerlik sanatının öğrenilmesine vesile olan vasıtaların en mükemmeli, en gerçeği ahlâktır. Askerî ahlâk ise, muhtelif rütbelerdeki komuta sahiplerinin iktidar ve ehliyet kazanmalarını temin suretiyle sağlamlaştırılır. Ordularda, subayların büyük bir kısmı harplerde bulunmuş ve mesuliyetli hizmetler ifa etmiş olduklarından, harp ateşini bizzat kalplerinde yakmış olurlar. Bu hal, onların meslek bakımından istifadelerini sağladıktan başka, morallerini de herkesten fazla sağlamlaştırmaya hizmet eder. 1938 (Faik Türkmen, Atatürk’ün Ahlâk Düşünceleri ve Tefsiri, s. 3)

Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir. 1937 (Asım Us, G.D.D., s. 160 – 161)

Şef, görüşünü ve düşüncesini en üstün kabul ettiren, işi yönetendir. Şef. niteliği ve değeri en yüksek olan adamdır. Şef, şef olmalı; ister sivil ister asker… (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 46)

Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarı da faydalı görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi bir hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bundan sonra da saygı ve sevgiyle mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalâde işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğer ki bir umumî hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce ve duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun bu kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum. Milletimdeki, bugünkü zaferleri doğurabilecek özelliği görmüş olmak… Bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 161)

Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumî kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadırlar. Bu istisnaları oluşturanlar da, esas kuralın fenalığından değil ve fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini meneden sebeplerin mahkûmu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır. İnkâr edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli olanlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin! 1914 (Salih Bozok-Cemil S.Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 172)

Çoğu ailelerde öteden beri çok kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca “Sen büyüklerin konuşmasına karışma!” der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 79)

 

“Dünyada en eski denizci Ulus Türk Ulusudur çocuklar. Bunu böyle bilin.” ATATÜRK

Dakika 8:38 ve devamı

 

Şimdi videonuza bakarken enteresan bir bilgi geldi Atatürk’ün tarih tezi konulu diyor ki Edirne kız Muallim mektebinde 24 Aralık 1930’da ziyaret ediyor ve diyor ki

“Dünyada en eski denizci Ulus Türk Ulusudur çocuklar. Bunu böyle bilin.”

İşte bunu söylediği tarihte İffet hanımla öğretmenin sınıfında söylüyor bu da önemli bir tarih şeyi ben gerçekten çok duygulandım o tarihte.

Çünkü bunu bizzat Necmiye öğretmenimden ben dinledim Atatürk’ün sınıflarına geldiğini hatta gözlerine bakamadığı o kadar bir ışık vardı ki kamaştı bakamadık önümüze baktık ve bize bunu söyledi diye bizzat kulaklarımla duydum Necmiye öğretmenden.

Hanımlar geldikleri zaman çünkü gerçekten bu iki öğretmen köyün kaderini değiştiren ilk bayan öğretmenler bunlar hiç gurbete çıkmamış İstanbullu Edirne kız Muallim mektebindeler.

Atatürk’ün Tarih Tezi söyleşisi Dakika 29:46 ve devamında Edirne Muallim Mektebi.

 

“Bir sürpriz de benden gelsin.
O tarihte eşimin dedesi İsmail Vasfi Çobanoğlu o okulda öğretmen. Daha sonra Sinop, Samsun, Tekirdağ ve İstanbul illerinde İl Milli Eğitim Müdürlüğü yapar. Darulfünun Felsefe mezunudur. Demokrat Parti 1946 yılında iktidara geldiğinde İstanbul İl Maarif Müdürüdür. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Samsun’daki öğrencisi olan Tevfik İleri bir gün Cağaloğlu’ndaki Milli Eğitim Müdürlüğüne habersiz gelir ve Hocam ben geldim der.
İl Maarif Müdürü olan İ. Vasfi Çobanoğlu Bakan olarak geldi iseniz haber verip gelin, Öğrenci olarak geldi iseniz kapıyı çalıp girin der ve o gün istifa eder. Bu gerçek olay bir çok kez anlatılmış ve yazılmıştır. Büyükbaba daha sonra Ankara’da kendisini yakinen tanıyanlar tarafından (o tarihte 47 yaşında) ısrar ile İst. Arkeoloji müzesine Müdür olarak atanır.

Günümüzde adı ile anılan Şişli ilçesinde Vasfi Çobanoğlu orta öğrenim okulu vardır. Eşim Kandilli Kız Lisesinde orta ve lisede yatılı okurken Sultanahmet’te oturan ve emekli olmuş dedesine evci çıkarken (1966 yılı), dedesi ona evde bir pano yapmış ve özellikle Türk Tarihi ve Atatürk üzerine makaleler koyar okuyup, yorumlamasını istermiş.1976 yılında vefat etti. Ruhu şad olsun. Rahmet, şükran ve saygı ile… ‎<Bu mesaj düzenlendi>

Necmiye hanım kesinlikle Vasfi Çobanoğlu büyükbabamızın öğrencisidir.

Tabii ki…Vasfi bey Türk Milli Eğitiminin önemli bir ögesi imiş. Mustafa Necati, Hasan Ali Yücel, Tonguç, Eflatun Cem Güney arkadaşları. Kendisi ile ilgili bir çok hatırayı daha sonra çok uzun yaşayan Milli Eğitim Danışmanı Rafet Hanımdan dinlemiştim. Rafet hanım da Edirne Kız Muallim mektebinde Vasfi dedenin öğrencisi imiş. Her Milli Bayramda TV’de büyük babayı anardı. Rafet hanımın da Ruhu şad olsun.

Danyal Hergünsel 

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi Yazıları

*******************************

Atatürk’ün Türk Tarih Tezi

Kendi Sözleriyle Atatürk’ün Tarih Tezi (1908-1938) Levent Ağaoğlu – 03/11/20240 1908 Daha hürriyetin ilan edilmediği günlerde (1908) Selanik’te arkadaşlarına bu konudaki düşüncelerini açıklamıştı. Bir gün arkadaşlarıyla felsefe ve…
Lütfen aşağıdaki linki TIKLAYINIZ. Atatürk’ün Türk Tarih Tezi GÖRSELLİ Sunum
1908 Daha hürriyetin ilan edilmediği günlerde (1908) Selanik’te arkadaşlarına bu konudaki düşüncelerini açıklamıştı. Bir gün arkadaşlarıyla felsefe ve tarih konusunda görüş alışverişinde bulunuyordu. Konu dönüp dolaşmış…
2+4+63+43+15: 127 Türk Tarihinin Ana Hatları 1930 Türk Tarihinin Ana Hatları-Methal 1931 Tarih Ders Kitapları (4) “Tarih I, Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar” Maarif Vekaleti Devlet…
“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları. (1937 yılında, İkinci Türk Tarih…
Atatürk’ün bizzat üzerinde çalışarak ortaya çıkan 4 ciltlik Türk Tarih kitabı, 1947 de Truman Doktrinlerinin kabulü 1949 Fulbright Eğitim modeline geçişle yasaklanmıştı. Atatürk’ün yasaklanan tarih…
The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image Credit: Wikipedia) “The Turkish thesis has matured, it is necessary to walk on it…
Kaan Arslanoğlu’nun, Atatürk’ün Dil ve Tarih Tezi söyleşisi bende Atatürk’ün Tezleri kavramını oluşturdu. Etkileşim her zaman üretkenlik ile eşdeğer. Başlıkları Tezler ve Fikirler olarak ayırıp…
*******************************

Atatürk, Tarih Tezi ile aslında İnsan’a ulaştı, insanlık kavramını geliştirdi. Çünkü Türkistan’da ırkların kaynaşmasını gördü anladı.

Atatürk’ün Türk Tarih Tezini sürekli gündemimizin en baş köşesinde tutmalıyız. Yeni bilgiler ve katkılarla güncellemeliyiz. En büyük emanet Tarih Tezi’dir. Konu ile ilgili konferans, sempozyum, seminer, çalıştay, paneller düzenlenmeli.
Atatürk’ün hazırlattığı Türk Tarih ve Medeniyeti ile ilgili kısımda Göktürk harflerinin şekilleri öğretiliyordu. Daha sonra Bizim “Tanrı Türk’ü korusun” deyişimiz bizden 40 yıl önce “Tanrı Türk’ü yaşatsın olarak” öğretiliyor ve Lise talebeleri tarafından pankartları taşınıyordu. Daha sonra Zeki Velidi Togan ve ardıllarınca reddedilen, küçümsenen, aşağılanan “Türk Tarih Tezi” Aslında Türk Devriminin/Türk’e dönüş devriminin zirvesiydi.

Atatürk’ün Güneş dili Türkçe teorisini kurultaydaki okuduğu metin.

Ulus Gazetesi, 2 Kasım 1935 ile 7 Aralık 1935 arasındaki 35 günde, Atatürk’ün 21 yazısını yayınladı. İsimsiz yayınlanan yazılarda, Türkçenin kökleri çok eskilere gidilerek araştırılıyor, geniş kapsamlı bu çalışmanın sonuçları ‘Güneş Dil Teorisi’ adı verilerek tartışmaya açılıyordu. Gazete, daha sonra Atatürk’ün kitapçık haline getirdiği görüşlerini, ‘Güneş dil Teorisi-Esası ve Kaynakları’ başlığıyla 14 sayfalık bir broşür haline getirdi ve okurlarına dağıttı. Atatürk, broşürde şunları söylüyordu:

“Burada anlatılan düşünceler, Türk dilinin etimoloji (kökenbilim), morfoloji (biçim ve yapı bilimi) ve fonetik (ses bilimi) bakımdan 1932 yılından beri 3 yıldır yapılan inceleme ve araştırmalara dayanır. Güneş Dil Teorisi, Türk dili üzerine inceleme yaparken, başka dillerde yapılan araştırmalardan ve dille ilgili felsefe, psikoloji, ve sosyoloji konularının gözden geçirilmesinden doğmuştur. Bu doğuş flolojide yeni bir teori olarak görülebilir. Bu teorinin temeli, insana benliğini güneşin tanıtmış olması düşüncesidir”.

Tahsin Mayatepek’le beraber kaynaklarına varana kadar açıklama yapmış kaynakları Google den bulabilirsiniz.

Büyük Kurgan Anıtkabir ‘de yatan Bilge Mustafa Kemal Atatürk ‘e en büyük hediye, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere Ön Türk Kurganları’nın önemini anlatıp Türk Tarih Tezinin yine okullarda okutulması için farkındalık oluşturmaktır. Çünkü Türkiye ancak böyle kurtulur MANKURTLUKTAN.

Atatürk Türk Tarih Tezini deniz ve okyanuslar özelinde yorumladım. Detaylı sunum linktedir..

Değerli üyelerimiz ön Türk Akademisi

Akademik ve Araştırmacı gönüllüleriyle Türk Ulusuna Tarih bilincini aktarmaya devam ediyor.
Sözde Atatürkçü Ege bölgesi Belediyelerini uyarma görevini de bundan böyle misyon edinmek zorundadır.
Hepimize çok iş düşüyor.
Depremlerde ve Ak Hastahanelerde yiten Bebeklerimizin öcü mutlaka alınmalıdır.
“Kürtleri ürkütmeden” yapılan siyaset bize uymaz.
Bu güne kadar Partiler üstü davrandık.
Hiç bir parti ile bir işimiz olmadı.
İşimiz Türklük ve Atatürk ün Türk Tarih Tezini bilimsel verilerle aktarmak oldu.
Güneş Dil teorisi Kaan Arslanoğlu ve bu konuda çalışan araştırmacılar la
Akademi üyelerimize ulaştı.
Biz bu yolun doğru olduğunu biliyoruz.
Atatürk hiç yanılmadı.
Bize set çeken her kuruluş bundan böyle bizim uyarı alanımız da yer alacak,
DOĞRU yola ulaşmadan bu etki alanından çıkmayacaktır.
Biz bunda çok kararlıyız.
Sayın Bahtiyar Aydın kardeşim Tweeter da bunları açıklayarak
Atatürk ün Türk Tarih Tezinin anlatılmasına kim karşı çıkarsa ifşa edilecektir..
Bu böyle biline.
Yönetim Kurulu adına
Kurucu Başkan
Vedat Köle

“Değerli arkadaşlar şimdi yayınladım.
“Türk Tarih Tezi”ni Türk-Altay kuramından daha gerilere Paleolitiğe İstanbul’a, 8.5 sene önce keşfettiğim İstanbul PaleoKültürü’ne götürerek TÜRK-İSTANBUL KURAMI’nı ortaya çıkardık.
Bu kitapçıkta İstanbul Paleokültürü’nde 1’i şu an kayıp antropomorfik kurgan steli olan, 9’u bende olan 10 İstanbul PaleoKültürü buluntusu ile bire bir benzerlikleri ve İstanbul kökenini gösterdim.

Atatürk’ün başlattığı yolda Türk Tarihi’nin hatta insanlığın köklerine doğru ulaşma çabasında, yoğun araştırma yolunda çok önemli bir noktaya ulaştık.
Vatanımıza, Türk Milletine, İnsanlığa, Bilime hayırlı olsun, ışık olsun.

Okursanız ve yayılması duyulması için paylaşırsanız çok sevinirim. Çünkü bizim arkamızda siyasi partiler yok, medya gücü yok, hatta onların görmezden gelme ve sansürü ile karşı karşıyayız. Bu yüzden gökte Tanrı, yer yüzünde de biziz diyorum.
Tüm Türkiye’ye ve tüm Türk Dünyası’na yayılması dileğiyle. Tanrı üflesin rüzgarını.” Nazım Derya Varol

ÖnTürk Akademisi’nden gelen bir iletiyi üzüntü ile iletiyorum.İzmir Belediyeleri (Urla,Seferihisar,Büyük şehir) seçim dönemlerinde olabildiğince Gazi M.Kemal Atatürk’ü dillerinden düşürmüyorlardı.Atatürk’ün Türk Tarih Tezi konusunda büyük emek vermiş 15 hocamızın sunum yapacağı BİLGİTAY için iki gece konaklama ve kısa ulaşım hizmeti için talep edilen hizmete olumsuz cevap gelmesi sonrası ÖN TÜRK AKADEMİSİ yanıtıdır..

Danyal abi, CHP nin Dünya Türklüğü filan umurlarında değil. Eğer Atatürk’ü iyi tanısalar onun Türk Varlığının geçmişi ile ne kadar ilgilendiğini bilirler. Ama mateessüf ben CHP’nin Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin binlerce yıllık Türk tarihinin bir devamı olduğunun bilincinde olduğuna inanmıyorum. Bu durumun tasarrufla ilgili olduğunu düşünmüyorum. Onun için milliyetçilik lafını zerre kadar ağzına almazlar. Bizler kerhen destekledik. Ama milli şuuru olmayanların Cumhuriyeti koruyacak güç ve inançta olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan Türk Milliyetçileri hastalıklı bir ruh haline sahip. Ortaya çıkan bir çok lider denen arkadaşın doğru dürüst bir fikri altyapısı yok. Çoğu kerameti kendinde görüyor. Atatürk’ü anlamak her babayiğidin harcı değil. Türk gibi düşünmek feraset ister, bilgi ister, yürek ister, yaratıcılık ister, stratejik bakış ve vizyon oluşturma yeteneği ister. Yoksa tanıdık bir çevre de dönüp durmak Türk’ün Türk’e propagandası ile bu işte sonuç elde etmek zor iş. Şimdilik selamlar ve hürmetler.

CHP’nin şu anki yapisi gerçek Atatürk ile uzaktan veya yakından bir ilgisi yok! olsalardı 22 yildir iktidara gelirlerdi maalesef, bir diğer konu Feto terör örgütü,tarikatlar,pkk ve pyd Amerikanin çatısı altinda işlevlerini surdurduler ve devam ediyorlar digerleride katki sundu yani en büyük düşmanımız Amerikadir.Rusya da aynı,Çin’de aynı durumda bunlar bize günahlarını kiymazlar !Uygur Turkleri ortada,Suriye ve Irak dagilmasi ortada Rusyanin 1000 yildir inmek istedigi sicak denizlere inisi: Kuzey Irakin yapisi, Barzani ve Talabani petrol onlarin bogazlarindan geçiyor Turkmenler ise soykırım a ugruyor
Birileri çuval çuval dolarlarla dolaşıyor bu Gangastellerin yönettiği yerlerde….

Filistin zaten ortada ,Araplar Başka gezegende yaşıyor,İslam dünyası varmi yokmu belli degil ,sonuç Turkler Ve Türk Dunyasi Yani Milliyetçi Atatürkçüler iş düşüyor!

Gaspıralı İsmail Bey’den, Mustafa Kemal ATATÜRK’e

TEK DİL, ORTAK ALFABE…Türk Dünyası ortak dil kullanımında yeni bir adım attı. 9 – 11 Eylül 2024 tarihlerinde, Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleştirilen, TDT (Türk Devletleri Teşkilatı) toplantısında; 34 harften oluşan, Ortak Türk Alfabesi konusunda uzlaşma sağlandı. 1991 yılında başlatılan ortak alfabe çalışmaları 33 yıl sonra da olsa sonuca ulaşmış oldu. Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tataristan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilk etapta, ortak alfabeyi kullanma kararı alan ülkeler. Bu dildeki birlikteliğin diğer Türk halkları arasında da giderek yaygınlaşacağı inancını taşımaktayım.Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları olarak kullanmakta olduğumuz 29 harf’e ek olarak; Ää, Ňn, Qq, Ww, Xx sesleri eklenerek yeni alfabe oluşturulmuş oldu. Bu da bize, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir tek bize değil, bütün Türk Dünyasına ne kadar güzel bir alfabe bıraktığının bir kanıtıdır. Sadece 5 harf ekleyerek, Türk halklarının çoğunluğunun kullanabileceği bir alfabedir ortak alfabe. Türk Dünyasının çoğunluğu diyorum çünkü soydaşlarımız ortalama 29 ile 35 harf arasında konuşuyor.Kısa bir bilgi vermek gerekirse; Türkiye 29 harf, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 29 harf, Azerbaycan 32 harf, Kazakistan 33 harf, Özbekistan 33 harf, Tataristan 35 harf, Kırgızistan 36 harf, Türkmenistan 38 harf ile konuşmaktadır. Elbette istisnalar da vardır. Örneğin, Başkurdistan 42 harf, Gagauzya 31 harf, Tuva 18 harf, Uygurlar 14 harf ile konuşurlar. Bu rakamlar üzerinde uzlaşılan alfabedeki harf sayısının ne kadar isabetli olduğunu gösterir. Ayrıca bir not düşmek gerekirse de; Türklerin ilk alfabesi olan Göktürk/Köktürk bir başka deyişle Orhun Alfabesi de 38 harften oluşur.

İngiliz devletler topluluğu 151 milyon civarında bir nüfusa sahiptir. (yaklaşık rakamlar) Ama 53 ülkede İngilizcenin 1. Veya 2. Dil olarak konuşulduğu bilgisine rastlıyorsunuz. Bazı kaynaklara göre dünyada en çok konuşulan dil İngilizce, bazı kaynaklara göre de dünyadaki konuşulan 3. Dildir İngilizce. (Hindistan’ın 2. Resmi dilinin İngilizce olması bu istatistikleri önemli ölçüde etkilediği bir gerçektir.) Ama dünyanın her bölgesindeki İngilizce konuşan insanlar bir biri ile rahatlıkla anlaşabilirler. Tek gerçek budur.
Yine araştırmalardan çıkan yaklaşık sonuç; Dünyada 330 ile 370 milyon Türk yaşadığıdır. (Ancak benim iddiam şudur ki, çok sağlıklı bir araştırma yapılırsa dünyadaki Türklerin sayısının 400 milyonu geçeceği yönündedir.) Başka bir takım araştırmalara göre de, Türkçe dünyada, (43 ülkede) konuşulan 5 dilden birisidir. Ama ne yazık ki hiçbir soydaşımız ile rahatlıkla anlaşamıyoruz. Bu işte bir yanlışlığın olduğunu her aklı başında bireyin anlaması çok zor olmasa gerek. Kaldı ki, köklerimiz bir, kültürümüz bir. Dağıldığımız coğrafyadan ötürü dilimiz farklı lehçelere ayrılmış. Olmasa iyi idi ancak kısmen de olsa değişmiş. Geçte olsa bu yanlışın düzeltilme çalışmasıdır aslında. Ortak Alfabe çalıştayı.

Hiçbir zaman, hiç kimseye kendi doğrularınızı dayatamazsınız. Sorunların çözümü ortak akıl gerektirir. Uzlaşma gerektirir. Türk dünyasının, 34 harfli bir alfabenin etrafında buluşabilmesi ve bu alfabenin temelindeki 29 harfin, günümüz Türkçesinde kullanılıyor olması, Atatürk’ün nasıl bir dahi olduğunun anlaşılması açısından da çok önemli olduğunu önemsiyorum.

Biraz daha geriye gidecek olursak, Gaspıralı İsmail’e rastlarsınız. Ne diyor Gaspıralı İsmail Bey: “Dilde, Fikirde, İşte Birlik.” Bunu biraz açacak olursak; tek dil, ortak alfabe, ortak siyasi yapılanma, ortak ekonomi diyor.
Gaspıralı İsmail Bey; 1851 yılında Bahçesaray yakınlarındaki, Avcıköy’de dünyaya gelen; ünlü bir Türk düşünürüdür. 1914 yılında yine Bahçesaray da vefat eden Gaspıralı’nın, Turan Birliği düşüncesinin ilk savunucusu olduğu tezini ortaya atanlar da azımsanmayacak kadar çoktur. Tarihte, Tek Dil Ortak Alfabe düşüncesini ilk gündeme getiren bilim insanıdır Gaspıralı İsmail. (Tarihi kayıtlara göre.) Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ de Tek Dil Ortak Alfabe konusunun, öneminin farkındadır aslında.

ATATÜRK’ÜN TEK DİL ORTA ALFABE GÖRÜŞÜ

29 Ekim 1933 gecesi, birçok kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi, Ziraat Bankası Salonunda da, Cumhuriyetin 10. Yıldönümü kutlamaları büyük bir coşku ile gerçekleştiriliyor. Bir başka yerde, bir başka programda olan Gazi Mustafa Kemal Paşa; etrafındaki diplomatların ve yabancı uyruklu davetlilerin ayrılmasından sonra etrafındakilere “Bizimkiler nerede?” diye sorar. Bizimkiler dediği, Salih Bozok, Kılıç Ali, Nuri Conker, Recep Zühtü dür. “Ziraat Bankası Salonundaki Balodalar Gazi Hazretleri.” Cevabını alan Atatürk; “Ne duruyoruz o zaman bizde oraya gidelim.” der .
Salon tıka basa doludur. İçeriye girmenin olanağı yoktur. Atatürk’ü, genel müdürün odasına alırlar. Bir süre sonra Atatürk; “Neden beni buraya kapattınız? Biz buraya resim (Ziraat Bankasını sembolize eden duvardaki tablo.) seyretmeye gelmedik, baloya geldik.” Der. Etrafındakiler salona girmenin güçlüğünü anlatsalar da; “İyi ya, tam yerindeyiz. Aradığımız bu değil mi? İnsanlar demek meclis demek. Meclis demek konuşulacak yer demek.”
Koruma görevlileri salona inerek Atatürk’ün geldiğini haber verirler. Zar zor yol açılır. Salona giren, Gazi Mustafa Kemal Paşa bir sandalye ister ve üzerine çıkarak Kalabalığa hitaben:
“Cumhuriyetimizin onuncu yılını kutlamak için toplanmışsınız! Görüyorum hepiniz neşe içinde, mutluluk içindesiniz. Ben de sizden biri olarak, neşenizi, mutluluğunuzu paylaşmak için geldim. Bu büyük günde, devlet başkanınız olarak, sizin bana soracaklarınız vardır. Benim size söyleyeceklerim olabilir.”

Sandalyede dikeldiği alandaki yurttaşlardan; sağa, sola ve geriye gidebildikleri kadar çekilmelerini ve ortada boş alan yaratmalarını söyler Gazi. Açılan alana bir masa ile sandalye ister. Oturur masaya ve salondakilere sorar, “Bana soracak sorusu olan var mı?”
İlk olarak bir deniz yüzbaşısı söz alır. Sonra bir vatandaş söz alır. Atatürk her ikisinin de sorularını yanıtlar. (Bunların detayına girmiyorum konumuzun dışında çünkü.)
Üçüncü olarak, 24, 25 yaşlarında görünen genç bir doktor kalabalıktan sıyrılıp söz ister. “Benim sormak istediğim bazı şeyler var, Gazi Paşa hazretleri.” Atatürk genç doktoru masanın karşısına oturtur, adını sorar ve dinlemeye başlar. Adının Zeki olduğunu ifade eden genç, bu yıl Tıbbiye’yi bitirdiğini söyler. Genç Doktor Atatürk’ün başarılarını ve kendisine duyduğu hayranlığı ifade eder. “Fakat üç şey var ki, bunları ya ihmal ettiniz, ya da başaramadınız! Ben bu üç şeyi sizden öğrenmek istiyorum Gazi hazretleri.” Der.
Birinci soru; devrimlerdeki başarının bürokraside sağlanamadığıdır. Doktor Zeki, ikinci gözlemini de anlatır ancak kaynaklarda net değildir. Genç doktor üçüncü soruya geçer.
“Gazi Paşam! Saltanatı kaldırdık. Hilafeti, meclisin manevi şahsiyetinin içine aldık; bunlar yapılana kadar bir milletin ideali olabilirler. Fakat yapıldıktan sonra yeni bir düzen kurulur ve işler. Onun iyi işlemesini sağlamaya mecburuz. Yaptığımız öteki devrimlerde, yapıldıkları an ideal olmaktan çıkar. Artık ideallerimiz yaşadığımız gerçeklere dönüşmüştür. İyi ya da kötü sonuç vermesi bizim sorumluluğumuzdur. Ama bir de milletlerin; babadan oğula sıçrayan uzun vadeli idealleri vardır. Siz bize böyle bir ideal aşılamadınız! Yahut benim bundan haberim yok! Bunu bize açıklar mısınız Gazi Hazretleri?
Atatürk genç doktora başka sorusu olup olmadığını sorar. “Hayır!” yanıtını alır. Ve sözlerine devam eder.
“Haklısınız Zeki Bey, söyledikleriniz doğrudur. Eksiklerimiz var. İdeal ele geçince ideal olmaktan çıkar! Artık o, yaşanan korunan bir varlık olmuştur.” İlk iki sorunun yanıtını veren Gazi Paşa devam eder.
“Üçüncü soruya gelince; Bunlar vicdanımıza yazılmış gerçeklerdir. Konuşulmaz yaşanır! Elbet bu milletin bir ülküsü olacaktır. Ama bu ülküler devletler tarafından açıklanmaz. Millet tarafından yaşanır. Nasıl bakarken gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben devlet başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşımla ayrıca konuşacağım.”
Atatürk, salonu dolduran alkışlar arasından kalkarak, Doktor Zekiyi de yanına alarak Ziraat Bankası genel müdürünün odasına geçer, otururlar. Atatürk’ün arkasındaki duvarda bir Türkiye haritası vardır. Karşısında oturan Doktor Zekiye:
“Benim arkamdaki haritayı görüyor musun?”
“Evet Paşam.”
“O haritada, Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var, onu da görüyor musun?”
“Evet, görüyorum Paşa Hazretleri.”
“Hah… İşte o ağırlık, benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için konuşamam! Düşün bir kere. Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya – Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün bunlar vardılar. Dünyaya hükmediyorlardı. Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bu gün ne kaldı? Demek hiçbir şey sür git değildir! Bu gün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ilerde belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler bu idrakin içinde olmalıdırlar.” Ve devam eder.
“Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya, yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir!”
“Bizim bu dostumuzun yönetiminde dil bir, inanç bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız! Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır!”
“Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak! Dil bir köprüdür. İnanç bir köprüdür. Tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan dil bakımından, gelenek görenek ve tarih bakımından ayrılmış çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. Dil bağı kurmamız lazım… Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz; Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumlarını kuruyoruz. Dilimizi onların diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda. Tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimiz olması gerekli. Ortak bir mazimiz var. Bu maziyi bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi Orta Asya’dan başlattık. Bizim çocuklarımız orada yaşayanları bilmelidirler. Orda yaşayanlar da bizi bilmeli… İşte bunu sağlamak için de Türkiyat Enstitüsünü kurduk. Kültürlerimizi, bütünleştirmeye çalışıyoruz. Ama bunlar açıktan yapılamaz. Adı konularak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabileceği gibi savaşlara da sebep olabilir. Bunlar devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.
“Bunları sana akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran. Çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler konuşulmaz yaşanır! İşte senin sorunun karşılığını da böylece vermiş oldum.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, genç Doktor Zekinin kulağına fısıldadığı bu ideal ve görev bilincini, doksan yıldır yeni yeni duymaya başladık. Bu hata Türk gençliğinin değil, Türk gençliğine bu bilinci aşılayamayanlarındır. Ortak Alfabe; Türk Halklarının kaynaşmasında, sosyal, kültürel ve tarihsel bütünleşme açısından yeni bir dönüm noktası olacaktır. Bu bir geçiş sürecidir. İlkokullardan itibaren okutulmaya başlanır ve her geçen yıl yaygınlaşır ve dilde birlik sağlanır. Dünya ile uyum açısından ortak alfabenin Latin harfleri ile oluşturulması doğru bir eylem planıdır bana göre. Anacak bir de Türk’ün öz alfabesi var. Orhun / Göktürk Alfabesidir adı. Bu alfabenin de, atalarımızın mirasına sahip çıkılıp ve yaşatılması açısından, Türk Halklarının çocuklarına okullarda öğretilmelidir.

Dil bir ulusun kimliğidir. Kimliğini kaybeden geçmişini kaybeder. Geçmişini kaybeden geleceğini kaybeder. Bolat Ünsal Şair Yazar Heykel Sanatçısı

Sanıyorum iki bağlantı var.
1.Öntürk bağlantılı Fenike’liler,(Güneye inen Türkler)
2.Kuzey’e Odin ile geçenİskandinav (İskit kökenli) halklar..İskoç,Islanda,İrlanda,vb.lerinin denizci Ataları ki meşhur Altın postu aramaya Kafkasya’ya kadar geldiler…
Tabi Atatürk’ümüzün Türk Tarih tezi devam etse idi araştırmalar farklı gelişirdi..Not : Finike yazılarıda,Kıbrıs yazılarıda Runik yazı olup sanıyorum Mehmet Turgay Kürüm 2500 yıllık Kıbrıs yazılarını okumuştu..  Danyal Hergünsel

Etrüksçe Türkçe’dir

Etrükslerin DNA’sı %97 TÜRK

Renfrew, Stanford (California) Üniversitesi’nden Cavalli ve Sforza, Floransa Etrüskoloji Enstitüsü’nden Camporeale ve öteki üniversite profesörlerinin tekrar tekrar yaptıkları DNA testi ile Etrüsklerin %97 Türk oldukları 2007’de ortaya çıkmıştır!.

Kazım Mirşan, Doğu Türkistan’ın ili Nehri üzerindeki Kulca kentinde, 4 Temmuz 1919’da dünyaya geldi. 1932’de öğrenimine istanbul’da devam etti. Almanya da Berlin Üniversitesi’nde ve istanbul Teknik Üniversitesinde inşaat yüksek mühendisliği okudu.

Almanca, Rusça, ingilizce ve Türk lehçeleri (Tatarca, Özbekçe, Başkurtça, Tarançıca, Kaşkarlıkça (yani Uygurca), Kazakça, Kırgızca, Azerice, Türkiye Türkçesi ile kendi ana lehçesi olan, Tümenlikçe) dışında Yunanca, Latince, italyancayı meslek araştırmalarına yarayacak kadar bilen Mirşan, hayatının büyük bir kısmını Ön Türk tarihi ile ilgili araştırmalara adadı.

Çeşitli Savları

  • Yazı M.Ö 16.000 yılında Türkler tarafından icat edildi!.
  • Kürtçe’nin Ön-Türkçe’den sözcükler barındırdığı gibi bu sözcükleri Arapça ve Farsça’ya da taşımıştır.
  • Anadolu’da da Ön-Türkçe yazıtlar bulunmaktadır.
  • Latin, Yunan, Fenike ve Kril alfabelerinin Ön-Türkçe’den oluşmuştur!.
  • Roma’nın küllerinden kurulduğu medeniyet olan Etrüskler Türk’tür. (Etrüskçe yazıtlar ilk defa 2004 senesinde Kazım Mirşan tarafından çözümlenmiştir.)
  • Etrüskçe Türkçe’dir!.
  • Skandinavya ve Avrupa’da 5000’den fazla Türkçe yazıt bulunmaktadır.
  • Türklerle Almanlar (cermenler) akrabadır.
  • Mısır’daki eşteşlerinden 2000 yıl daha eski ve iki kat daha büyük olan ve şu anda yasaklanmış bölgede bulunan piramitler Türkler tarafından yapılmıştır.

Tarih Türklerde Başlar

#BenimAdımAtatürk

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN..

26 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da başlayan ve 15 bin 55 şehit verilerek yazılan emsalsiz bir kahramanlık destanının adıdır 30 Ağustos..

Bu destan, çoğu ülkenin askeri okullarında ders olarak okutulan ibretlik bir eserdir..

Eserin banisi, tüm cihana tarihi boyunca unutamayacağı bir insanlık dersi vermiş olan askerî deha Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür..

O, gök yüzünden süzülüp bu topraklara düşmüş olan bir yıldız ve yüce Allah’ın Türk Milleti’ne bahşettiği bir lütuftur..

  • Asker olmak için doğmuş,
  • Gözünü cephede açmış,
  • Ömrü boyunca vatanı için savaşmış,
  • Bu yüzden gençliğini yaşayamamış,
  • 57 yıllık kısacık ömrünü milletine adamış,
  • 2100 sene sonra Mete’yi,
  • 1500 sene sonra Atilla’yı,
  • 1150 sene sonra Bilge Kağan’ı,
  • 1000 sene sonra Alparslan’ı unutmamış,
  • Bastırdığı kağıt parayı Bozkurt’la resmetmiş,
  • Yakın arkadaşlarına, “Bozok, Bozkurt” gibi soy isimler koymuş,
  • Manevi kızına “Ülkü” adını vermiş,
  • Önce Türk Tarih Kurumu’nu ardından da Türk Dil Kurumu’nu kurmuş,
  • Kurduğu devlete asırlar sonra yeniden Türk adını vermiş,
  • İbrahim Çallı’ya “Ergenekondan Çıkış” tablosunu yaptırmış,
  • Türk Tarih Tezi’ni hazırlatmış,
  • Anadolu’da yaptırdığı kazı çalışmalarıyla Türklüğün izlerini buldurmuş,
  • Petrol Ofisine, “Göktürk Simgesi” olan “Bozkurt” logosunu koydurmuş,
  • Her konuşmasında mutlaka “Türklük”vurgusu yapmış,
  • Her daim “Anadolu 7 bin yıldır Türk beşiğidir” demiş,
  • Türklüğün ebedî olduğunu haykırmış,
  • Türk devrimlerini, Osmanlı’nın son döneminde unutulmuş olan Türklüğün özüne dönerek yapmış,
  • Türk’ü, Türk yönetmelidir sözünü şiar edinmiş,
  • Türk kültürünü yaşamın her alanında hakim kılmak için çalışmalar yapmış,
  • Anadolu’da unutulmuş, sinmiş, hor görülmüş Türklüğü yeniden şahlandırmış gerçek bir başkomutandır..

Özü de sözü de Türk olan, Türk’ün yanında saf tutmuş her kim varsa ayrım gözetmeksizin bağrına basıp kardeş kabul eden, bu yüzden de “Zafer, zafer benimdir diyebilenindir..” ve “ Ne mutlu Türk’üm diyene..” diye tarihe not düşen, kısacık ömrü boyunca yüreği hep vatan ve millet sevdasıyla atmış olan böylesi bir başkomutanın zaferidir 30 Ağustos..

Haddini bilmez, kanı bozuk, ne idiği belirsiz güruhun her sene maskesinin düştüğü, ecdadın gerçek evlatlarının ve Türk’e her zaman kardeş olanların ise iftihar ve gururla yad edildiği coşkunun adıdır 30 Ağustos..

Kutlu zaferin 102. yılına erişmiş bir nesil olmanın mutluluğu içinde başta büyük önder Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere kahraman silah arkadaşlarını saygı, minnet ve rahmetle yad ediyorum.. Dr. Vecdet Öz

Bilinen İskit tarihi, Homer’e ve Herodot Tarihe göre; 3 bin yıllık ama,
3 ciltlik Dünya Tarihi yazan Babilli Tarihçi Beressos’a göre en az 5 bin yıllıktır.
Beressos, Babilliler Med işgalinden kurtuluş için her yıl Kasım ayında 5 gün boyunca kutladıkları bayramın adı ise İskit Bayramıdır diyerek, İskitlerMeddir, Medlerİskittir demekte ve Eski Avrupalı bilginler de bunu kabul etmektedir.
Örneğin; İran’ın, Persepolis şehrindeki 2500 yıllık Darius Yazıtlarını okuyan Fransız dilbilimci J. Oppert, bu yazıtın orta sütununda yazılan dilin, Macarca, Fince dil grubundan sondan eklemeli Sakaca-İskitçe-Türkçe olduğunu ortaya koymuştur. Doğu Roma-Bizans kaynaklarına göre Göktürkler diye bildiğimiz Türk Kağanlığı’nın konuştuğu dil de İskitçe’dir.
Alman Tarihçi Baron Bunsen’e göre ise, İskitler Sakalardır ve kökeni 18 bin yıl geriye, antik Sibirya havzasına gitmektedir.
Prof Dr İbrahim Çesmeli’ye göre Sakalar/İskitler, Hunlar, Göktürkler hep aynı Türk kavimleridir ve kültürleri birbirinin devamı, Din ve Sanat birbirinin aynısıdır.
Bu yüzden
Atatürk’ün döneminde, liselilere okutulan 4 ciltlik Türk Tarih Tezinin birinci cildinde konu Türk-İskit İmparatorluğu olarak işlenmiştir.
Yapılması gereken,
Türk Tarih Tezini güncelleyerek okullarda tekrar okutulması için çaba göstermektir. Başka türlü milletin mankurtluğunu bitiremeyiz. …
Bu konuda bilinen tüm ezberleri bozan kitabımın 10 baskı da bitti.
2 yeni baskı geldi.
Okuyucularıma çok teşekkür ediyorum
Eski Çağ Tarihi Uzmanı
Bahtiyar Aydın
saygılarımla Arzediyorum

ATATÜRK’ÜN TEZLERİ

1. Güneş-Dil,
2. Türk Dil Tezi,
3. Türk Tarih Tezi,
4. 6 Ok Doktrini
5. Ulus kavramı
6. Savaş Sanatı
7. Bin Yıl: Bin yıllık Ortaçağ Saltanatı ve Hilafet Karşıtlığı
8. Türkiye Cumhuriyeti
9. Dil Tarih Coğrafya
10. Türk Alfabesi

Selamlar, bu saydıklarınızdan bir bölümü yalnıza konu başlıkları, bazıları ise gerçek tezleri. Fikrimi sorduğunuza göre şunu söylememe izin verin: Tezleri öbürlerinden ayırmak gerekir ki, gerçek tezlerin önemi daha çok anlaşılsın, üstünde daha çok durabilelim. Örneğin Güneş-Dil, Türk Dil Tezi, Türk Tarih Tezi, 6 ok doktrini gerçek tezlerdir. Ötekiler ise konu başlıklarıdır ve tabii ki Atatürk’ün üstünde özgün fikirleri olan konulardır. Ama bunlara tez diyemeyiz. Tez olarak buna birkaç ek daha yapılabilir sizin listeden, örneğin Ulus kavramı tezi diyebiliriz. Ama gençlikle ilgili görüşlerine tez diyemeyiz mesela… Gibi… Atlantis konusuna ne görüşte olduğu ise tartışmalı, sanırım sadece ilgi göstermiş.. Ayrıntısını bilmiyorum. Aklıma başka şey gelirse yazarım. Sevgiler ve saygıyla. Kaan Arslanoğlu

İlgi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizin Atatürk’ün Tarih Tezi makaleniz bende Atatürk’ün Tezleri kavramını oluşturdu. Etkileşim her zaman üretkenlik ile eşdeğer.

Fikrinize katılıyorum. Başlıkları Tezler ve Fikirler olarak ayırıp tezleri öne çıkarmamız daha uygun olacaktır. Atatürk sadece cumhuriyet ve laiklik kavramlarına indirgendiği için tezler kaybolup gidiyor.

Onluk bir liste taslağı oluşturdum.

TEZLER

1. Güneş-Dil,
2. Türk Dil Tezi,
3. Türk Tarih Tezi,
4. 6 Ok Doktrini
5. Ulus kavramı
6. Savaş Sanatı
7. Bin Yıl: Bin yıllık Ortaçağ Saltanatı ve Hilafet Karşıtlığı
8. Türkiye Cumhuriyeti
9. Dil Tarih Coğrafya
10. Türk Alfabesi

Sevgi Saygı ve Selamlarımla

Hind-Avrupa tezine karşıt olarak Hazar-Türk ve Hind-Türk tezleri önem kazanıyor. Levent Ağaoğlu

Büyük Kurgan Anıtkabir ‘de yatan Bilge Mustafa Kemal Atatürk ‘e en büyük hediye, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere Ön Türk Kurganları’nın önemini anlatıp Türk Tarih Tezinin yine okullarda okutulması için farkındalık oluşturmaktır. Çünkü Türkiye ancak böyle kurtulur MANKURTLUKTAN.
Ayrıca İbrani toplumu sanılan toplumun nereden baksanız %90 yakını Hazar Türk MUSEVİSİ. Ve bunun en büyük dayanağı Atatürk ve Türk tarih tezi. Atatürk 1930 larda Fransa dan göçen Türk Musevi cemaati olan Amikal cemaatine bir konferans verildi. Bu konferansın ana hatları, Türk devletine katılan bu cemaatin Türk toplumuna kaynaşması. Biliyorsunuz Atatürk her Türk Kaanı gibi dine dayalı bir devlet istemedi. Sebebi bence çok haklı bir gerekçe. Kimseye ruhunun derinliklerinde bir dini zorlayamazsın. İşte bu sebeple bu Musevi Türk cemaatine Türk ulusuna kaynaşması için Türkçeyi kabullenip herkes gibi konuşmasını ve dinlerinde ise istedikleri gibi yaşamakta herkes gibi özgür olduğunu söylemiştir. Geleyim esas konuya, o konferansta özelikle söylenen şu idi. Şu anda İbrani olarak görünen toplumun çoğunun aslında Hazar Türk MUSEVİSİ olduğu. Acaba haksız mı idi ulu önder Atatürk. Bir düşünün derim?
…………………………………

1873 yılından sonra, Fransız Tarihçi-Arkeolog Ernest Renan, batılı arkeologlara şöyle sesleniyordu;

“Arkeolojik bulgular Türkleri işaret ediyorsa da, siz onları Türklere mal etmeyin. Sonu kötü olur. O zaman Türkleri Anadolu’dan sürmek zorlaşır.Renan şöyle devam edecekti: Türkler hiçbir uygarlık kurmadılar. Aksine kurulmuş uygarlıkları yıktılar. Türkler Barbardır. Kızılderililere ne yapıldıysa, Türklere de o yapılmalıdır.”

(Oysa 1873’e kadar, Anadolu’daki arkeolojik bulguların Türklere ait olduğu belgelenmişti)8 Ocak 1918’de ABD Kongresinde okunan ve tarihe “Wilson Prensipleri” olarak geçen bildirinin 12. Maddesi; “Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır.” …10 Ağustos 1920 Sevr’e geldiğimizde, 62-63-64’üncü maddeleri şöyleydi;

“Fırat’ın doğusunda Kürtlerin özerkliğini İngiltere-Fransa-İtalya’dan 3’er üyeli komisyon hazırlayacak. Osmanlı, komisyon kararlarını 3 ay içinde kabul etmeyi ve yürürlüğe koymayı şimdiden kabul eder……Kürtler 1 yıl sonra bağımsızlık için Milletler Cemiyetine başvurursa, Türkiye bölgedeki tüm haklarından vazgeçer…”Atatürk, Türk Tarihini çok iyi inceleyen ve gerçekleri bilen bir liderdi. Anadolu’nun en az 7 bin yıllık öz be öz Türk Yurdu olduğunu biliyordu. Bu yüzden Atatürk, Kurtuluş Savaşımız sonunda, büyük emperyalist oyunu yırttı attı!Bir daha böyle tuzaklara düşmeyelim diye de “TÜRK TARİH TEZİNİ” anlatan dört cilt olarak tarih kitabını hazırlattı. Buna bağlı olarak da gerçek Türk Tarihini anlatan Tarih Kitapları hazırlattı.

10 Kasım 1938’de Atatürk vefat edince, bu kitapların hepsi hemen rafa kaldırıldı..!1939 yılında, daha sonra Başbakan olacak Şemsettin Günaltay’ın, yazdığı tarih kitabı okullara dağıtıldı!

O andan itibaren, Atatürk’ün yazdığı Türk Tarih Tezi kalkmış, yerine Grek Tarih Tezi oturtulmuştu!Bu teze göre, Anadolu’daki tüm medeniyetlerin kaynağı Greklerdi. Doğal olarak Anadolu da bir Grek yurdu oluyordu!

(Bknz: M. Bernal-Kara Atena, Eski Yunan Aldatmacası Nasıl İmal Edildi)12 Mayıs 1939’da, Kültür Reformu kapsamında Türk-İngiliz Ortak Beyannamesi imzalandı ve yabancı ülkelerin eğitimcileri, eğitim sistemimizi istedikleri gibi değiştirdiler. Halkevlerinde dahi, İngiliz öğretmenler görev yapmaya başladı!Köy Enstitülerinin, gerçek işlevlerinden uzaklaştırılmalarının esas nedeni, yabancı eğitimciler ve onların devletlerinin baskılarıdır.Nitekim, Köy Enstitülerinin Kurucuları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, tek parti döneminde yani 1946 yılında R. Şemsettin Sirer (Bakan) ve R. Peker (Başbakan) imzaları ile görevden alındılar!
09.05 1947’de Köy Enstitülerinde Kız-Erkek Öğrencilerin birlikte ders görmesi yasaklandı. 27 Kasım 1947’de uygulamalı Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı! Misyonu bitirilen okullar 1954 yılında da tekrar Öğretmen okuluna dönüştürüldü.İngilizler ve Amerikanlar 1949 yılına kadar hem eğitim sistemimizi, hem de tarihimizi diledikleri gibi çarpıttılar.

Amaç, Türklerin Anadolu ile, geçmişimizle olan bağlarını kopartmaktı!1946 da Truman Doktrini Kabul edildi. 1947 yılında Hilts Raporu kabul edildi. 1948’de Marshall Yardımı kabul edildi!

1949 yılında Türkiye-ABD bir anlaşma imzaladı. Anlaşmanın bir adı, “Fulbright Eğitim Komisyonu”, diğer adı ise; “Türkiye-ABD Kültürel Mübadele Komisyonuydu!Komisyon, Türk Eğitim sistemini yeni baştan hazırlayacaktı!

9 Üyeli komisyonun 4 üyesi Türk, 4 üyesi Amerikalı, Başkanı da ABD Ankara Büyükelçisi olacaktı!

Tarihimizin nasıl kendi elimizle çarpıtıldığını anlatabildim mi?
Bu komisyon hala görevdedir ve merkezi Ankara’dadır…TARİHİ KENDİNDEN GİZLENEN MİLLET!

Almanya’daki “İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü” Türkçe’nin 9 bin yıl önce de konuşulduğunu kanıtladı.

Tarihimizi bizden öylesine sakladılar, öylesine çarpıttılar ki, insanımız ancak yabancılar söyleyince inanır oldu!..A- Linguistik Arkeoloji Araştırma Grubu’nun lideri, Almanya’daki Max Planck İnsan Tarihi Bilimi Enstitüsü’nden ve Nature dergisinde yayınlanan çalışmanın baş yazarı karşılaştırmalı dilbilimci Martine Robbeets: Dünya’daki dillerin kökeni Türkçedir dedi.Turani dil ailesi gruplamasını (1854) yapan Alman Max Müller,Ve Yine; A.V.Edlinger, Herman F.Kevergic ve L. Cahun’a göre, Fransızca dahil, Hint-Avrupa dillerinin kökeni Turanidir ve Dünya’daki ilk dil Türkçe’dir. Bunlarda namuslu Avrupalı bilginlerdi.Prof.Dr. Kazım Mirşan’da fizik bilmini kullanarak elde ettiği algoritma ile “Dünya’nın en eski dili Türkçedir” demişti.O zaman tarihimizi bir de bizden dinler misiniz?

Bize, Türklerin Anadolu’ya ilk geliş tarihi olarak 1071 Malazgirt Savaşıyla olduğu söylendi. Halbuki 1071’de Anadolu’ya gelen Türkler, Müslümanlığı kabul etmiş Türklerdi.
Ne diyordu Ermeni tarihçi Kiragos: İskitler geri döndü.Ön-Türkler, milattan önce 13 bin yılında Anadolu’da idiler ve Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular.

Esas önemli olan, Anadolu’ya gelen Ön-Türkler;
Göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler. O tarihte tamgayı/resim-yazıyı biliyorlardı.Yine Tanrının birliğine inanırlardı. (M.Ö 14 bin yılında ORAL Dağlarındaki Şölgen Taş Mağarasında, Rus ve Fransız araştırmacılar buldukları yazıtlarda bunu kanıtladılar)
Kırgızistan Saymalıtaş Vadisinde bulunan eserlerde, Türklerin tekerleği icat ettikleri, tekerlekli sabanla çift sürdükleri, geyik-at-köpek gibi hayvanları ehlileştirdikleri ispat edilmiştir.Çoğumuz, Prof. Dr. Afif Erzen tarafından 1967 yılında Van’da kurulan ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine bağlı “Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezini” ve yaptığı hizmetleri bilmeyiz. İşte benim için hazine olan bir kaç kitabı.Yine çoğumuz, Prof.Dr Erich Feigl, Prof.Dr Justin McCarty, Andrew Mango, Normon Stone, Stanford Shaw, Kazım Mirşan, Servet Somuncuoğlu, Prof.Dr Semavi Eyice, Ord. Prof. Dr. Ali Tanoğlu gibi isimleri ve çalışmalarını bilmeyiz, öğretmezler ki!..Çoğu rahmete kavuşmuş bu değerlerimiz, Ön-Türkler ve Türkler konusunda mevcut tarihi alt-üst edecek buluşlara imza attılar.Prof. Dr. Erich Feigl ve Stanford Shaw Yahudi’dirler. Bu ikili Ermenilerin soykırım yalanlarına öyle darbeler vurdular ki, Ermeniler onların evlerini yaktılar, defalarca suikast düzenlediler!Ön-Türklerin M.Ö 13 bin lerde Anadolu’ya geldiğini, İst. Ünv. Senatosunun “Şeref Doktoru”, Türk Tarih Kurumu “Onur Üyesi” payesi ile ödüllendirdiği Afif Erzen, yıllar süren araştırmalarını 1984 yılında yayınladığı “Anadolu ve Urartular” kitabında bilimsel olarak kanıtlamıştır.Prof Dr Kazım Mirşan’ın incelediği, Doğu Anadolu’da mevcut yazı öğelerini içeren kaya resimleri ve kaya yazıtları, rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun Orta Asya’dan Anadolu’ya yıllar süren araştırma boyunca belirlediği on binlerce kaya yazıtı, kaya resimleri ve DamgalarÖn-Türklerin Anadolu’ya M.Ö 13 binli yıllarda geldikleri kesin olarak ispat etmişlerdir.Göbeklitepe M.Ö 12 bin yılında kurulmuştur. Göbeklitepe Dikilitaşlarının üzerine resmedilmiş çok sayıda hayvan ve insan figürlerinin, damgaların
Türk Dikilitaşlarındakilerle birebir aynı olması, Ön-Türklerin Anadolu’ya geliş tarihini doğrulamaktadır.Klaus Schmidt, Göbeklitepe de, Asya balbal kültürü var,Yine;
Altaylar’da 12 sütundan oluşan bir kamlar tapınağı var, Göbeklitepe’de de var, OZ tamgası ve çemberli T, Tengri sembolü 9 bin yıllık Çatalhöyük’de de var,7 bin yıllık Hacılar Höyük’te de varGöbeklitepe’deki dikilitaş kültürüyle Türklerin dikilitaş kültürü aynı. Örn:1 sütunda 3 adet hayvan figürü üst üste işlenmiş bir Göbeklitepe sütunu var, Tuva’da ve Moğolistan’da yer alan bazı Türk sütunlarında da aynı üslup var.
Hatta işlenen hayvanların bazıları tamamen aynı.Göbekli Tepe’yi ilk ortaya çıkaran arkeolog Klaus Schmidt, 20 tapınaktan sadece 6’sının gün yüzüne çıkarıldığı ve ortaya çıkan benzerlikler; Türklerin erken kültürünün Göbeklitepe olabileceği yönünde ciddi kanıtlar sunuyor demişti Peters ile birlikte yazdıkları makalede(2004)Dünya tarihini alt-üst edecek bu gelişmeler karşısında nedense dünya basını ve tarihçileri sessizdirler! Niye?..
Bir an için M.Ö 13 binli yıllardaki bulguların Ermenileri ve Yunanı işaret ettiğini düşünün. “Türkler, Anadolu’da işgalcidir” yaygarası tüm dünyayı inletirdi…!Peki, Ön-Türkler M.Ö 13 bin yılında Anadolu’ya gelmiş de, Hıristiyanlar ne zaman gelmiş?
Hz. İsa’nın Havarilerinden Saint Paul M .S 40’lı yıllarda Anadolu’ya (Tarsus) gelmiş ve Anadolu’nun Hıristiyanlaştırılması çalışmalarına başlamıştır. Yani binlerce yıl sonra.Böylelikle, yabancı kaynaklar ve bazı art niyetli bilim insanlarının “Anadolu Medeniyetinin beşiği Helen-Roma-Bizans medeniyetleridir” iddiasının YALAN olduğu ve boşa düştüğü çok açık değil midir?Anadolu, Türklerin öz be öz vatanıdır. Türkler, Anadolu’da yeşermiş medeniyetlere beşiklik etmiştir. Başka bir deyişle; Türkler, Anadolu’da can bulan medeniyetlerin hem anasıdır, hem babasıdır. Türk Tarih Tezi kitaplarını geri getirmek ve Damgalarımıza sahip çıkmak vazifedir!1-Tolunoğulları (868-905)
2-Ihşidoğulları (935-969)
3-Eyyubîler (1171-1250)
4-Mısır Memlüklüleri/Devletü’t-Türkiyye=Türk Devleti/(1250-1517)
Ortadoğu ve K.Afrikada kurulan bu devletleri kuranlar Türklerdi, ama Araplaşıp yok oldular!
Lütfen DAMGALARIMIZA SAHİP ÇIKALIM artık!Hakkari’deki, Van’daki Taşbabalar bile 4.000 yıllık.
E hani ilk kez Anadolu’ya 1071’de gelmiştik? Bunlar 1071’den 3.000 sene daha önce gelen Türklere aittir. O halde hala Anadolu’ya ilk kez 1071’de geldiğimiz yalanı okullarda niye okutuluyor diyen Prof. Veli Sevin haksız mı?Eski Çağlarda Türk ismi yerine Turani kavimlere şu isimler verilmiştir:
Persler: Saka, Sak
Grekler ve Ermeniler: İskit
Urartu: İşgulu-Saga
Asur: Aşguzai yada İşkuzai
Çin: Sai
Tevrat: Aşkenaz
Roma: Hun
D.Roma/Bizans: Türk.
Netekim Dünya da Kımız içen sadece bunlardır…Adı Rus, peki kültürü Rus mu? Saka-Yakut mu?..

Demek ki dil farklılaşıyor diye binlerce yıllık kültürünü kimse terk etmiyor…

Ağız kopuzu ‘Türk Dünyası’nın en eski çalgılarındandır.
Binlerce yıldır Şamanlar bu çalgıyı törenlerinde kullanıyorlar.Osmanlıyı övüp Atatürk’ü ve Türklüğü sileceklerini sanıyorlar ama Osmanlı sülalesinin, “Türk-Oğuz soyuna PARAYLA bağlanma” hikayesinin içyüzünü
Prof Halil İnalcık Tv lerden anlatmıştı
ve anlı şanlı uydurmasyoncu Osmanlı tarihçileri de gık diyememişti.Damgalara neden bu kadar çok önem verdiğimizi anladığınızı umarım.DAMGALARIMIZ ÇOK ÖNEMLİDİR
Şu “4 koç başlı mezar taşının” biri
Rize’de,diğeri Ovacık’ta,
bir diğeri Doğu Beyazıt’ta,
en altta solda ki ise,en eskisi ve teee Hakasya’dan.
Hani Doğu Karadeniz Yunandı-Rumdu! Bunu diyenler belki şimdi biraz utanırlar…
Twitter .Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı)

………………………………………
Hatta Biraz Daha Geri Gidelim..1800 lü Yılların Sonunda Amerikalı Bir Amiral ( Bristol ) Anadoluyu Dolaşmış ve Bir Kıta Yazmış..
Sonuçta Şu Kanıya Varmış ” Anadolu Türklerin Egemenliğine Brakılmayacak Kadar Önemli Bir Toprak Parcasıdır” Ve Amerikan Dış Politikası Bu Tezin Üzerine Kurulmuştur..
Bir Tek Atatürk Dahi Zekası Sayesinde Tarihin Akışını Değiştirmiştir..
………………………………
Hatta Biraz Daha Geri Gidelim..1800 lü Yılların Sonunda Amerikalı Bir Amiral ( Bristol ) Anadoluyu Dolaşmış ve Bir Kıta Yazmış..
Sonuçta Şu Kanıya Varmış ” Anadolu Türklerin Egemenliğine Brakılmayacak Kadar Önemli Bir Toprak Parcasıdır” Ve Amerikan Dış Politikası Bu Tezin Üzerine Kurulmuştur..
Bir Tek Atatürk Dahi Zekası Sayesinde Tarihin Akışını Değiştirmiştir..
………………………………
Bastırdığı kağıt paranın üzerine Bozkurt koyduruyor.
Yakın arkadaşlarına, Bozok, Bozkurt gibi soy isimler koyuyor.
Üvey kızına Ülkü adını veriyor.
Yusuf Akçura beği İstanbulu teslim almaya yolluyor.
Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumunu kuruyor.
Asırlar sonra Türk adını vererek, Türkiye Cumhuriyetini kuruyor.
İbrahim Çallı’ya “Ergenekondan Çıkış” tablosunu yapmasını istiyor.
Petrolofisinin logosunu bozkurt yaptırıyor!
Türk Tarih Tezini hazırlatıyor.
Anadolu da kazı çalışmaları yaptırıp , Türklüğün izlerini bulduruyor.
Her konuşmasında Türklük vurgusu yapıyor.
Anadolunun 7 bin yıldır Türk beşiği olduğunu söylüyor.
Türklüğün ebedi olduğunu haykırıyor.
Türk devrimlerini öze dönerek yapıyor.
Tıpkı Fikirlerinin babası Ziya Gökalp beğin dediği gibi.
Türk’ü Türk yönetmelidir diyor.
Türkiye Türklerindir diyor.
Türk kültürünü yaşamın her alanında hakim kılmak için çalışmalar yapıyor.
Anadolu’da, unutulmuş, sinmiş, hor görülmüş Türklüğü şahlandırıyor..
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. ”
Diyerek kutlamış Türklüğünü hatırlatıyor.
Sarışın kurt Gazi Mustafa Kemal Atatürk..
……………………………….

Kaynaklar

******************************

TÜRK TARİHİNİN ANA HATLARI

I. BEŞER TARİHİNE METHAL 5

II. TÜRK TARİHİNE METHAL 47

III. ÇİN  71

IV . HİNT 127

V. KALDE , ELAM VE ASUR 163

VI. MISIR 193

VII. ANADOLU 227

VIII. EGE HAVZASI 265

IX. ESKİ İTALYA VE ETRÜSKLE R 309

X. İRAN 329

XI. ORTA ASYA 401

******************************
TÜRK TARİHİNİN ANA HATLARI
BU KİTAP NİÇİN YAZILDI ? 1
I. BEŞER TARİHİNE METHAL 5
A ) Kâinat 6
Dünya 10
İnsan 16
B ) Tarih 21
İnsanların geçirdiği devirler 22
C ) Irk 31
Lisan 34
Türk ırkı 37
D ) Fikir 39
II. TÜRK TARİHİNE METHAL 47
A Türklerin Ana Yurdu 47
Umumî muhaceretler ve medeniyetler .. . 49
Ana yurtlarından ayrılan Türkler 59
Göçlerden evvel ve sonra Ana Türk-Yurdu . . 61
III. ÇİN  71
1. Memleke t 73
Şimalî Çin 74
Cenubî Çin 75
Çine tâbi memleketle r 76
Mongolya 77
Mançury a 78
Çin Türkleri 78
2 . Ahali 84
3 . Çi n medeniyeti 87
Cinde türk medeniyetinin kıdemi 87
D in ve felsef e 90
Bugünk ü dinle r 91
; Konfüçiüs 91
>’Ta o dini 93
Buda dini 95
Dil, yazı ve edebiyat 96
Resim, mimarî ve heykeltraşlık 98
Çinicilik ve ipekçilik 99
Ziraat 99
4 . Çinin siyas î tarihi 100
Ü ç sülâle devri 101
Birinc i sülâl e 103
İkinc i sülâle 104
Üçüncü sülâle 106
İmparatorluk devri: T’sin sülâlesi … . 107
Han sülâles i İ H
Milâdın III ünc ü asrından sonr a Çin … . 11 4
Topa Türkleri (Vey Devleti) 116
Tangla r 117
Cengiz Han devri 119
Kubilay 121
Kubilay m Avrupa devletlerile temasları . . • 123
Kubilay devrinde çin medeniyeti 123
Mingle r 125
Mançu sülâles i } • 125
IV . HİNT 127
A) Memleke t 129
B ) Tari h 132
1. Tarihte n evvelk i zamanla r 132
2 . Tari h devri 135
M. E. 100 0 tarihinden sonr a 135
Per s ve İskende r istilâsı . . . . 137
Morya sülâles i 138
Gre k hakimiyeti 139
Sakala r istilâsı 139 ‘
Yueş i Türkleri ve Kuşhanla r 140
Suraştra, Andra 144
Gupta İmparatorluğu 144
Akhunla r 145
Hars a ve Palalar 146
Rajput derebeyliği 147
Müslüma n Türkle r ve Babur İmparatorluğu . 147
C)Hin t medeniyet i 149
1. Dinler 149
Veda dini ve Brahmanlı k 149
Upanişatla r 151
Jenis m 152
Budism 153
Hindu dini . .’ . 155
2 . Cemiye t ve aile . . 156
3 . Lisan, yazı, edebiyat, fen v e felsef e . . . 158
4 . Hint san’ati 160
V. KALDE , ELAM VE ASUR 163
1. Memleke t 165
2 . Ahali 168
3 . Arkeoloj i keşifleri 171
4 . İlk medeniyetleri n banis i , 172
5 . Sümer, Akat, Ela m Devletleri 173
6 . Kalamd a dahilî rekabetle r v e mücadelele r 177
7. Sümer, Akat, Ela m Devletlerinin akıbeti 179
8.Asurlula r 180
9 . Süme r medeniyeti 182
Hayvancılık ve ziraat 182
Sanayi 183
Milliyetperverlik ve kanun 184
Talim ve terbiye 185
Din ve ilimler 186
Edebiyat ve yazı 187
Mimarî ve konfor 188
VI. MISIR 193
1. Mısır v e Nil 193
2 . Mısırın ilk ahalis i 197
3 . Mısırın tarihi 200
4 . Mısırda tarih devirleri 205
Birinci devir: Eski imparatorluk 206
İkinci devir: Yeni imparatorluğun başlangıc ı 207
Üçüncü devir: İkesuslar devri 208
İkesuslarm menşei 209
îkesus İmparatorluğunun genişliği … . 213
5 . Mısırda inhitat v e sebepleri 215
6 . Mısır medeniyeti : Fir’avun 217
Muhtelif sınıflar 217
Halk 218
Mısırda dinî inanışlar 219
Mısırın papazları ve dinî ayinler 222
San’atler 223
Yazı, edebiyat, musiki ve ilim 225
VII. ANADOLU 227
A) Eti İmparatorluğu,-‘ 229
1. Memleket , isim v e vasıfları 229
2. Ahali v e lisan 231
3 . Siyas î tarih 232
° ı Subbilüyuma 234
II. inci Mursil 235
Muvatalla 236
Kadeş muharebes i 237
III üncü Hatusil 238
II inci Dudhalijas 239
Arnuvandas 239
4 . Eti medeniyeti 240
Hüküme t ve ordu 240
Hukuk ve din 242
San’at 245
B ) Frikya 247
1. Ahali, ve memleke t 247
2 . Frikyanı n şevke t devri 249
3 . Friky a medeniyeti 250
Din 250
San’at 251
4 . Frikyanı n inkıraz ı . . • ‘ 252
C) Lidya . 253
1. Memleke t ve ahali 253
2 . Hükümda r sülâleleri 254
Atalar 254
Eti sülâlesi;: Heraklitler 254
Şahin kırallar Sülâlesi’: Mermcnatla r … . 255
Gigesin iktisadî siyaseti 2-55
3 . Kimrleri n istilâsı 256
4 . Lidyanın azame t ve inkıraz ı 259
VIII. EGE HAVZASI 265
A) Yunanistan 267
Memleke t 267
Kara Yunanistan ‘ • 268
Peloponez 270
Deniz ve sahiller 270
Adalar . 271
İklim ve varidat membala n 272
B) Ege medeniyeti 273
1. Umum î naza r 273
2 . Hafriya t 274
3 . Devirler e taksim 275
6000-300 0 arasındaki devir 277
3000-400 0 arasındaki devir 277
2400-200 0 arasındaki devir 281
2000-175 0 arasındaki devir 281
1900-140 0 arasındaki devir 282
Miken medeniyetinin hakimiyeti (140 0 — 1200 ) 282
4 . Dorilerin Yunanista n v e Adaları istilâsı . 283
5- Yuna n medeniyetini n doğduğ u ye r Ana –
doludur 285
6. Mino s medeniyeti 285
Oyunla r 286
San’at 287
Ticaret 288
7. Mike n medeniyeti 288
Binaları 289
C) Aka elleri ve müstemlekeler … . 290
1. İyonla r v e Dorile r 290
İyonlar 290
Doriler . 290
Bunların yayılmas ı 290
Garbı Akdeniz 292
Müstemlekelerin evsafı 293
2 . İlk Yuna n medeniyetini n merkez i . . . 293
3 . Grekleri n miras a konmas ı 295
4 . Atina müstemlekeleri . . . 296
5 . Bir İyony a şehri : Mile 296
D) Grek kavminin teşekkülü 297
E) Irklar ve kavmler 299
1. Efsanevî delille r 299
2 . Lisan delilleri 301
3- Arkeoloj i delilleri 304
4 . Antropoloji delilleri 304
F ) Greklerde n evve l Yunanista n sakin ­
leri hakkınd a kıs a mütale a 305
I X. ESK İ İTALYA VE ETRÜSKLE R 309
A ) Esk i İtaly a 311
1. İtalyanın coğrafî tarifi 311
2 . Tarihte n evvelk i zama n . . , 312
İlk medeniyetler 312
3. Tari h devri 313
4 . Esk i kavmle r hakkınd a izahat … . 314
B ) Etrüskle r . . . . ‘ 316
1. Umum î malûma t 316
2. Etrüskleri n hakimiyeti v e istilâları . . • 319
3. Etrüs k medeniyeti 321
4 . Latiyo m v e Romad a Etrüs k kıralla n . , 322
5 . Romad a Etrüs k hakimiyetini n zevali . . 323
X. İRAN 329
A ) Umum î malûma t 329
1. İranın coğrafî vaziye t v e iklimi … . 329
2. İran adının menşe i 332
3. İran ırkı v e İranın tarihi devreleri . . 336
4 . İran lisanları 341
5 . İran dini 347
6. Medy a v e İran medeniyeti 35^.
B ) Tari h kısmı : Metle r 353
C ) Parsla r 361
1. Kuruşta n evve l v e sonr a 361
Kurusun neş’eti 361
Akamanışlar 368
Kambi s . 379
Sahte Bardiya 382
2. Kuru ş – Daryü s 3S4
3. Daryüste n İskenderi n ölümün e kadar. 389
D) Partlar 392
E ) Sasanîler ve son devir 396
XI. ORTA ASYA 401
A) OrtaAsyada türk medeniyeti tarihine
umumî bir nazar 403
Kurganla r 404
Türklerde madencilik 406
Orta Asyanın kurumuas ı ve ikliminin değişmes i 408
Eski türk şehirleri , . . . 409
Türk ırkı tarihi Orta Asyanın coğrafi şeraiti
neticesidir 411
Türk medeniyeti merkezleri 414
Büyük türk devletleri 414
Eski türk dilinde kitabeler 417
Çini Türkistanda türk medeniyeti 417
Oarbî Türkistanda türk medeniyeti 420
Türklerde yazı 425
Eski Türklerin hukukuna umnmî bir nazar. . 432
Eski Türklerin dini 437
Türkler arasına hariçten giren dinler … . 455
Zerdüş t dini 458
İsa ve Musa dinleri 458
Mani dini 459 %
İslâm dini 461
B) M. E. III üncü asırdan sonra Orta
Asyada kurulan ve oradan yayılan Türk Devletleri 467
1. Asya Hunları (Hyung-Nu ) Devleti . . . 467
Cinde Hyung-N u Hunlan hakimiyeti … . 471
Topa (Vey) Kırallığı 471
Garbi Hun Devleti 472
Avrupada Hun İmparatorluğu 477
Avar İmparatorluğu 477
Akhunlar 477
2 . (Türk ) Tuky u İmparatorluğ u 479
Kutluk Devleti 481
3 . Tuky u Devletinden sonr a Ort a Asyada
Tür k Devletleri 483
Oğuzlar 483
Uygurla r 484
Dokuz Oğuz Devleti 485
Çin Türkistanı Uygurları 485
Kırgızla r 487
Türkeşler 487
Karluklar 489
4 . Garb ı Asya v e şark î Avrupad a Tür k
Devletleri 489
Hazar Devleti 489
Bulgar Devleti Peçenekle r ve Kıpçaklar . . . 491
5 . Sama n Oğulları Devleti 493
6 . Gaznelile r (Sövükteki n Oğulları ) . . . 495
7. Karahanlıla r ve Kar a Hıtayla r 498
8 . Selçukla r 501
Aksungurlulardan Nurettin 506
Harzem Devleti 512
9 . Cengi z devri 513
Büyük Türk-Moğol İmparatorluğu 513
Kıpçak (Altınordu), Çağatay ve İlhanlı Devletleri 521
10. Timu r Devleü 528
Umum î siyasî vaziyet 529
İranın zaptı 535
Timur istilâsının neticeleri 540
Timur ve Timurlular devrinde fikir hayatı . . 541
Cengiz ve Timur orduları 542
11. Osmanl ı tarihi 547
Osmanlı tarihine girmeden evvel 547
Osmanlılar 553
1. İsfendiyar Oğulları 553
2. Balıkesirde Karası Oğulları 554
3. Manisada Saruhan Oğulları 554
4. Aydın Oğullan 555
5. Menteşe Oğulları * • • 555
6. Teke Oğulları 555
7. Eşref Oğullan 555
8. Hamit Oğulları 555
9. Germeyan Oğulları 556
10. Lâdik Beyleri 556
11. Karaman Oğulları 556
12. Zülkadir Oğulları 557
13. Ramazan Oğulları . 557
14. Erdana Oğulları 558
15. Sivas Sultanı Burhanettin Kadı 558
Osmanlı İmparatorluğunun teşekkülü. . . . 568
Tevakkuf devri 581
Ricat devri 587
İnhilâl devri 592
Osmanlı içtimaî heyeti 596
1 2 . Türkiye Cumhuriyet i 605
Notlar iphone. Atatürk tarih . Atatürk tarih tezi