Home Blog Page 4

Türkistan SuYolları Müziği /Turkestan Waterways Song

Videoyu izlemek için lütfen Linki Tıklayın

Please click the link to listen the song

 

https://www.youtube.com/clip/UgkxH6ycL4sxA2iZzpLHadtdSqpskmVhDB31

Türkistan ve İç Asya’nın sessizlikteki gür sesi hep aynı demek ki.

Sümer’de de izleri var.

 

The loud voice of Turkestan and Inner Asia in silence is always the same, then.

There are traces of it in Sumer too.

 

 

Kendi Sözleriyle Atatürk’ün Tarih Tezi (1908-1938)

1908

Daha hürriyetin ilan edilmediği günlerde (1908) Selanik’te arkadaşlarına bu konudaki düşüncelerini açıklamıştı. Bir gün arkadaşlarıyla felsefe ve tarih konusunda görüş alışverişinde bulunuyordu.

Konu dönüp dolaşmış Osmanlı tarihine gelmişti. Genç Mustafa Kemal, bu konuda bilindik tezlere yer veren bir eser üzerinde çalışan arkadaşı Hakkı Baha’yı dinledikten sonra şunları söylemişti:

“Sen daima Osmanlılık bakımından uğraşıyordun. Eserin bu yolda iyi, muvaffak yürüyor, inkar edilemez. Fakat bu kabuktan ayrılır da etrafına bakarsan iş değişir. Bir defa çık şu çerçeveden, ondan sonra yazmaya başla. O zaman bambaşka bir kainattan ses verdiğine sen de inanacaksın

‘Cihangirane bir devlet çıkardık bir aşiretten’ mısraı, sadece bir Osmanlı fantezisisdir. Evet cihangirhane bir devlet çıkmasına çıkmıştır. Fakat sadece kırk kadarlık bir aşiretin elli altmış atlısından çıkmamıştır. Bunu Türk milleti çıkarmıştır. Osmanlılardan önce Selçuklular vardı. Onlar da bir “Türksüz ülkeyi” istila etmemişlerdir. Batı ve Güney bölgelerinde daha nice müstakil Türk devletleri vardı. Yalnız Alparslan’ın elli altmış binlik bir ordusu Anadolu’da on beş milyon olabilmek için kaç asır hep darp yüzü görmeden müreffeh yaşamalı idi. Bunu hesap etmek. Alparslan Konya’ya geldiği zaman yaban ellerine gelmedi. İrdeleri sarsılmış Türk devletlerini geçerek perakendelenmiş bir halde yaşayan Türk camiaları arasına girdi. Erzurum’dan İskenderun’un güneyine, Sinop’tan Antalya’ya, Pasinler’den İznik’e kadar olan mıntıkalarda Türkler vardı. Selçuklular bunları topladı. Ancak üç yüz yıl kadar tutabildi. İdresizlik yine perakendeliği doğurdu. Osmancık, dirayet ve siyaseti ile yine on­lara dayanarak onlardan bir devlet kurdu. Türk devletlerinin birbiri arkasından batıp kuruluşunu bu ana cevherde aramalıdır.

“Bu cevher ki, ta Hititlere kadar, belki daha eskiye kadar dayanır. Bu keyfiyeti, memelik-i mahsure (Osmanlı ülkesi) dediğimiz yerde göremeyiz. Cihanın muhtelif yerlerinde de böyledir. İşte sen Orta Asya’da, uzak doğu menşelerinden başlayıp bugüne kadar açılan geliş yolları üzerinde çalışmalısın. Osmanlı, batıdaki en son devlet adıdır.

Türk kimdir? Menşeleri nedir? Nerelere gitmişlerdir? Ne yapmışlardır? Nasıl medeniyetler meydana getirmişlerdir? Önce bunu tesis etmeli. Sonra içtimai ve psikolojik durumları araştırmalı. Türk yalnız kılıç devşirmemiştir. Cihangirlikle berber, en yüksek derecede bir takım medeniyetlerde dağıtmıştır. Biz ilk önce bir, “Türkler Tarihine” muhtacız. Bundan sonra yer yer kurdukları devletlerin tarihleri gelmelidir.

Hakkı, bir de bunu tecrübe et. Biliyorum, evet çok paraya, çok zamana ve gayrete vebestedir (bağlıdır). Yeter ki başlanmış olsun. Zarar yok, çığır açılmış olur. . . ” Mustafa Kemal. 1908. Kaynak: Aka Gündüz’ün anlatımı. Salahaddin Güngör, “Salih Bozok’un Ölümü Münasebetiyle Bazı Hatıralar”, Yeni Mecmua, Sene, 3, C.6, Sayfa: 106, 8 Mayıs 1941, s. 6; Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, İstanbul 2006, s. 37-39

1915

“Tam manasiyle Ruslar gibi karaya tıkıldık. Ruslar çökmeye mahkûmdurlar, çünkü Boğazları kapayarak onları Karadeniz’e tıkadım. Bu suretle müttefiklerinden ayrı düşürdüm. Fakat biz de aynı sebep dolayısiyle yıkılmaya mahkûmuz. Gerçekten biz; Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu sahillerine yerleşmiş bulunuyoruz. Fakat herhangi bir okyanusa çıkmayı göze alamayız. Deniz kuvvetlerine malik olmayan bir kara devleti olmak itibariyle biz, yarım adamızı, kara kuvvetlerini hiçbir tehdide uğramaksızın istediği sahile getirebilen deniz kuvvetlerine karşı müdafaaya asla muktedir olamayacağız.” 23 Eylül 1915. Mustafa Kemal’in, – Almanya’nın İstanbul Elçiliği görevlilerinden- Dr. Ernest Jackh’ın çadırında kabulü ve söyledikleri. Çanakkale Savaşları.

1919

Atatürk’ün, 1908 gibi çok erken bir tarihte Türklerin uzak tarihinden söz etmesi, Anadolu eski çağına gönderme yaparak Hititleri hatırlatması, Orta Asya ile Anadolu eski çağı arasında tarihsel bir ilişki kurduğuna ve Eski Anadolu’da Türk izleri aradığına işarettir.

“ Türk milleti! Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın. ”

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne EN AZ YEDİ BİN SENELİK Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu. Bu gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” Türk’ün Tarifi (Hikmet Bayur’un verdiği vesika), Millet Dergisi, Sayı: 116, 1948, s. 10-11)

Milletimiz, ufak bir aşiretten anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka batı âlemine, düşman içine girdi ve orada çok büyük müşkülât içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri tam bir heybet ve azametle devam ettirdi. Buna muvaffak olan bir millet, elbette yüksek siyasî ve idarî niteliklere sahiptir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi. Cihanın malûmudur ki, Osmanlı Devleti pek geniş olan ülkesinde bir  hududundan diğer hududuna ordusunu fevkalâde süratle ve tamamen donatılmış olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce iyi besler ve idare ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilâtının değil, bütün idarî şubelerin fevkalâde mükemmeliyetini ve kendilerinin kabiliyetli olduğunu gösterir. 1919 (Nutuk III, s. 1182-1183)

Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazisi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında tanınan bir milletiz. Cengâverlerimiz ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen hâkimiyetimizle ispat edilmiştir. Fakat son yüzyıl boyunca Avrupa kuvvetlerinin hükûmet merkezimizdeki entrikaları ve bu entrikaların neticesinde bağımsızlığımıza müdahaleleri, iktisadî hayatımızı  engelledikleri kayıtlar, yüzyıllarca bir arada kardeşçe yaşadığımız Müslüman olmayan unsurlarla aramızda ektikleri ihtilâf tohumları ve bu durumlara ilâveten hükûmetlerimizin zayıflığı ve bunun neticesi olan kötü idare, çağdaş seviyede gelişme ve refah yolunda ilerlememize engel teşkil etti. Bugün içinde bulunduğumuz acı durum, hiçbir zaman bizim esastan ehliyetsizliğimizi veya çağdaş medeniyete uyamadığımızı ifade etmez. Bu, tamamen yukarıda sayılan birbirine zıt sebepler yüzünden hasıl olmuştur. 1919 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 83-84)

“Türk milleti, bin yıldan fazla bir zamandır bu topraklarda yaşama hakkına sahiptir. Bu eskiye ait kalıntılarla tespit edilmiştir. Osmanlı Devleti’ne gelince, bu devlet yedi asırdır yaşamaktadır ve muhteşem mazisi ve tarihiyle övünebilir. Biz, kudreti ve haşmeti bütün dünyada, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında tanınan bir milletiz. Cengâverlerimiz ve ticaret gemilerimiz okyanusları aşmışlar ve bayrağımızı Hindistan’a kadar götürmüşlerdir. Kabiliyetlerimiz, bir zamanlar sahip olduğumuz ve bütün dünyaca bilinen hâkimiyetimizle ispat edilmiştir. “ Mustafa Kemal Atatürk. 1919 Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 83-84

1922

“Efendiler, bu dünyada en az yüz milyondan fazla nüfustan oluşan bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında bir derinliği vardır. En açık ve en katı ve en maddi delili tarihe dayanarak beyan edebiliriz ki, Türkler on beş yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde muazzam devletler kurmuş ve insanlığın her türlü yeteneklerine beşiklik etmiş bir unsurdur. Elçilerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın elçilerini kabul eden bu Türk devleti ecdadımız olan Türk milletinin oluşturduğu bir devlettir.” 1 Kasım 1922. TBMM. ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: I, s.261-262; S.MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.318.

Türkler, on beş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyetlerine belirti olmuş birer unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bir Türk devleti, ecdadımız olan Türk  milletinin teşkil eylediği bir devlet idi. 1922 (Atatürk’ün S.D. I, . 262)

1923

“… Haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizlerindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim yüzyıllardan beri çok kere istilalara uğramıştı. Aslında ve en başında Türk ve Turani olan bu ülkeleri İraniler zapt etmişlerdir. Sonra (ülke) bu İranileri yenen İskender’in eline düşmüştü. Onun ölümüyle mülkü taksim edildiği vakit Adana Kıtası da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istila etmiş, sonra Şarki (Doğu) Roma, yani Bizanslıların eline geçmiş, daha sonra Araplar Bizanslıları kovmuşlar. En nihayet Asya’nın göbeğinden tamamen Türk soyundan ırktaşları buraya gelerek memleketi asıl ve eski hayatına yeniden kavuşturdular. Memleket nihayet asıl sahiplerinin elinde kaldı. Ermenilerin vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.” 16 Mart 1923. Adana. ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Cilt: II, s.130; S.MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.316-317.

1924

“En hakiki mürşit ilimdir, fendir. Milletimiz derin ve köklü bir geçmişe sahiptir. Milletimizin yarattığı uygarlıkları düşünürsek, bu düşünce bizi altı yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden Selçuk Türklerine, ondan önce de bu devirler gibi değerli büyük Türk devirlerine götürür.” 1924 Eylül’ünde Samsun’da öğretmenlerle yaptığı toplantı.

1930

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti siyasi ve toplumsal camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Fakat geçmişin baskı dönemleri ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti mürteci beyinsizden başka hiçbir millet ferdi üzerinde elemden başka bir etki bırakmamıştır. Çünkü bu millet fertleri de genel Türk camiası gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka dayanmaktadır. Bugün Anadolu’da yaşayan ve kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ve Boşnaklık fikri propaganda edilmiş olan ‘millet fertleri’ bu vatandaş ve millettaşlarımız da aslında genel Türk camiası gibi aynı ortak geçmişe, tarihe sahiptirler.

Türk Tarih Tezi’nin ortaya koyduğu bu görüşler, böylece Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aynı millet olduğunu da ispatlamış bulunmaktadır. Türk milletini, Kürt, Çerkez, hatta Laz veya Boşnak olarak adlandırmak geçmişin baskı dönemlerinin ürünü yanlış adlandırmalardır. Aslında bunların hepsi ‘genel Türk topluluğu gibi’ aynı geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahiptirler. Türk Tarih Tezi bu gerçeği ortaya koymuştur. Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır ve en az 7000 yıldan beri Türkler buralardan yayılarak Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Bugün yapılan yeni kazılar, ilmi veriler Anadolu’ya yerleşen medeniyetlerin özellikle Etilerin (Hititlerin) MÖ 4000 yılına kadar uzanan bir kültür ve medeniyete sahip olduklarını göstermektedir.” 1930. “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler Kitabı. Prof. Afet İNAN, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, s.376-378; Sinan MEYDAN, AKL-I KEMAL, s.314-315.

Ona kısım 3. sınıf öğrencisi Cahit Günsel de şunları aktarmaktadır:
“Dersimiz tarih idi ve öğretmenimiz Abdullah Bey bize ders veriyordu, Gazi sınıfımıza girerek verilen tarih dersini dinledikten sonra bize dönerek:
-Dünyada denizcilikle uğraşan en eski ulus hangisi idi? diye bir soru sordu.
Birçoğumuz:
-Fenikeliler, diye yanıtladık.
Gazi öğretmenimize dönerek:
-Bana bir Ona Asya haritası ile bir de çomak getirin. dedi.
Ona Asya haritası getirildi ve yazı tahtası üzerine asıldı ve Gazi bize döndü ve elindeki çubuğu Orta Asya’nın büyük bir gölünü işaretleyerek sordu:
-Bu gölün adı nedir?
-Baykal Gölü diye bağırdık.
-Bu gölün suyu tatlı mı yoksa tuzlu mu? söyleyin bakalım.
-Tuzlu göldür, diye yanıtladık.
-O halde tuzlu su olduğuna göre bu göl neyin kalıntısıdır?
-Denizin.
-Bu gölün yerinde eskiden büyük bir deniz olduğuna ve bu denizin etrafında Türkler yaşamış olduğuna göre dünyada en eski denizci ulus Türk ulusudur çocuklar. Bunu böyle bilin.  ATATÜRK Edirne Muallim Mektebi’ni Ziyaret (24 Aralık 1930)

“Türk ırkının kültür yurdu Orta Asya’dır. İlkçağlardan beri yüksek bir ziraat hayatına sahip olan, madeni kullanan bu topluluk sonradan Orta Asya’dan doğuya, güneye, batıya, Hazar Denizi’nin kuzey ve güneyine yayıldı. Bu yayılma neticesinde Türk dili ve kültürü de yayıldı. Gittiği yerlerde yabancı dillere ve kültürlere tesir ettiği gibi onlardan etkiler de aldı.” 1930. Prof. Afet İnan, “Atatürk’ün Tarih Tezi”, Belleten III, 10, (1939), s.245-246.

“Türklerin anayurdu Orta Asya’dır” Ağustos 1930. Yalova’da Afet İnan’ın sorduğu tarihle ilgili bir soruya verdiği yanıt. Ergün SARI, Atatürk’le Konuşmalar, İstanbul, 1981, s.184.

Atatürk, 1930 yılının Ağustos ayında Yalova’da Afetinan’ın sorduğu tarih hakkındaki bir soruya verdiği yanıtta Türklerin uygarlığa katkılarını tüm açıklığıyla ortaya koymuş ve sözlerini: “Türklerin anayurdu Orta Asya yaylasıdır.” cümlesiyle bitirmiştir. Afetinan, Ağustos 1930. “Atatürk’ün Tarih Tezi”, Belletenin, 10, (1939), s.197

1931

“… Türklük hakkındaki görüş doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu nedenlerle üstünlük varsayarak kendini onlardan aşağı görüp nefsine güvenini yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanıtmak gerekmektedir, dedim ve ondan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim.” 14 Eylül 1931 Dolmabahçe Sarayı

Memleketimizin hemen her tarafında emsalsiz defineler halinde yatmakta olan eski medeniyet eserlerinin, ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak ilmî bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan âbidelerin muhafazaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin lüzum vardır. Bunun için Maarifçe dışarıya tahsile gönderilecek talebeden bir kısmının bu şubeye ayrılması uygun olacağı fikrindeyim. 1931 (Mehmet Önder, Atatürk ve Müzeler, Halkevleri Dergisi I, Özel Sayı, 29 X. 1966, s. 13)

Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve geniş medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.  Mustafa Kemal Atatürk – 1931

1932

Tarih yürüdü. Bundan sonra Türk İmparatorluğu, batı medeniyetine karşı kendisini Türk silâhlarıyla değil, daha ziyade batı devletlerini birbirine düşürmek suretiyle müdafaa etti ki bu devletlerin siyaseti de İstanbul’a ve Boğazlara talip olmak isteğiyle birleşiyordu. Avrupalılar bize “Avrupa’nın hasta adamı” adını verdiler ve her tarafta birçok miras davacıları türedi. En sonra batı devletlerinin arasında Büyük Harp çıktı. Biz de, Küçük Asya’da ticarî menfaatler arayan merkezî Avrupa devletlerinin yakın doğu ihtiraslarıyla bu harbe sürüklendik. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)

“Mesela Ege medeniyeti, Küçük Asya’da yerleşen ve gelişen Eti medeniyeti, Tuna yalılarından Akalarımızla akıp gelen İskit medeniyeti, Mezopotamya’da büyük mihrakını kuran Sumer medeniyeti ve Delta’da başlayarak Nil’in çağlayanlarına yükseldikten sonra oradan çağlayanlar gibi Akdeniz sahillerini aşan, Ege havzasına da dalgalarını temas ettiren Mısır medeniyeti, bütün bu medeniyetlerin hepsi, bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır.

Zincirin iki ucu ise halkalarının dövüldüğü Altay’ın demir ocaklarındadır. Şu halde bu medeniyetler o ocaktan gelen feyz ateşini birbirine nakletmiş ve her biri diğeri üzerinde etkili olmuş bir bütün halinde incelenmelidir. Bu saydığım eski medeniyetlerdir ki bugünkü medeniyetin güneşleri olmuşlardır. Biz bu güneşi tutuşturan adamların çocuklarıyız. (Alkışlar) ”Mustafa Kemal ATATÜRK. Ege Medeniyetinin Kökenine Genel Bir Bakış. 1 Temmuz 1932. ABE. Cilt 25. Kaynak Yayınları.https://www.booksonturkey.com/ataturkun-turk-tarih-tezi-ve-sumer-yazi-medeniyeti/

Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga -Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı. ATATÜRK. 1932 (General Sherrill, Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik, Çev: Ahmet Ekrem, 1935, s. 88-89)

1933

Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük
medenî kabiliyeti, bundan sonraki gelişimiyle geleceğin yüksek medeniyet ufkunda
yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük
şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türküm diyene!
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 30. 10. 1933; Atatürk’ün S.D.II, s. 272)

1934

Bizim Türk milletimiz, eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, dimağı olsun hiçbir sıkıcı hudut içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir. İşte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar. Yılmaz atalarımızın bütün bu ilk akınlarıyla bugünün Türk milleti olan bizler pek ziyade alâkadarız.

Ancak, en büyük alâkamız onların Çin büyük duvarını paralayarak o vakte kadar korunabilmiş Çin medeniyetinin tâ yüreğine sokulmalarına yahut kuzey-batıya doğru dönerek geniş İskandinavya sahasına girmelerine ait olmadığı gibi, tarihin Attilâ dediği büyük bir Türk kumandasında Orta Avrupa’ya akın etmesine veya kardeş milletlerin bu gibi istilâ hareketlerine de bağlanamaz. Biz, tabiî olarak ve başlıca o grupla alâkadarız ki tam batı istikametinde yakın doğuya doğru gelerek, bugün Sümer medeniyeti, Hitit medeniyeti denilen medeniyetlerle Anadolu’nun başlıca tarihten önceki medeniyetlerini kurmuşlardır.

Batı medeniyeti, Asya kıtasındaki insan denizinin bu birbirini kovalayan dalgaları önüne bir büyük set kurdu ve bu set en sonra Bizans İmparatorluğu şeklinde meydana çıktı. Bu imparatorlukla atalarımız dövüşmeye başladılar. Zafer tam pençemize girerken bu sefer batıdan gelen başka bir dalga – Haçlılar- Anadolu’ya saldırarak kat’i zaferimizi, yani büyük harp mükâfatı ve geniş imparatorluk sembolü olan İstanbul’u almamızı tam iki yüz sene -1453 senesinde kadar- geri bıraktı.

Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine karayel (kuzey-batı) istikametinde iki büyük met dalgası halinde kullanmakla istifade etti. Kanunî Süleyman zamanında, aradaki bütün Balkanlarla ötelerini zapt ederek Viyana kapılarına dayandı. Türklerin bu istikamette ikinci dalgalanışı Dördüncü Mehmet zamanındadır ki, o da aynı derece cengâverane ve zaferlidir.

Osmanlı  İmparatorluğu, biz kahraman Türkler nedeniyle bir büyük devlet oldu ve dinimiz olan İslâmiyet üzerine büyük bir ruhanî teşkilât yapıldı. İşte bu devlet ile ruhanî teşkilât çok kuvvetli bir müessese halinde İstanbul’da birleştiler. Orada kahraman Türk, saray entrikalarına ve ruhanî teşkilâtın nüfuzuna mağlûp oldu ki, bu iki müessese tahakküm merkezlerinden tâ uzakları ve Avrupa, Anadolu ve Kuzey Afrika’daki mıntıkaları idare ediyorlardı.

İşte birinci büyük tablomuz burada bitiyor. Bu tablo Türkler tarafından boyanmış ve süslenmiş iken bu cengâverler şimdi saray entrikalarından bunalarak arka zemine atılmışlardı.

Bundan sonra Türk ırkı, kadınlarını, erkeklerin yapmaya mecbur olduğu askerlik vazifesi dahil, bütün hizmetlere ortak ederse, Etilerde, İskitlerde, Amazonlarda olduğu gibi, kendi ırkından başkalarının hiçbir yardımına muhtaç olmaksızın büyük milli ülkülerine başlı başına ve bağımsız olarak yürümek kabiliyetini kazanabilir. Mustafa Kemal Atatürk – 1934. (Perihan Naci Eldeniz T.T.K. Belleten, Cilt : XX, Sayı : 80, 1956, s.741)

1936

Tabiatta, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi tabiat içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve mesafe mefhumu yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya akis yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, zapt etmek mümkün olduğunu görüyoruz. Yarın, bizi saran tabian unsurları içinde, binlerce ve binlerce sene evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Tabiatın, bugün için esrar dolu sinesine gireceği muhakkak görülen insan zekâsı, beklenilen hakikatleri ortaya koyacaktır. Yine bu insan zekâsıdır ki, beklediğimiz neticeyi elde etmemiş olmakla beraber, bugünkü araştırıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi aydınlatacak yeni metotlar ve ilimler bulmuştur.

İşte arkeoloji ve antropoloji, o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu son ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır. İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu ilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri vasıtasız tanısın ve tanıtsın. 1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 232 -233)

1937

“Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan: Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir. Şimdi dünya âlimleri yazıdan bahsettikleri zaman bununla Gerek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri kastederler. Bu kasıt şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur?

Sümer’in, Hati’nin, Mısır’ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur’un, Maya’nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazıları, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı abideleri değil midir?” 1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)

******************************************************************

1938

VASİYET

“Türk tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak gerekir. Bazı inançsızlıklar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, onlara aldırmayınız” 1938 sonları.

*******************************************************************

AKTARILAN SÖZLERİ

Atatürk: “Dünyada Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara yoktur.” diyerek Türk yurdunun sınırlarını çizerken, bugünkü Türklerin, eski yurtlarında hak iddia etmek gibi bir düşüncelerinin olmadığını da: “ Bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan memnundur.” şeklinde ifade etmiştir. Atatürk’ün bu sözleri, Türk Tarih Tezi’nin “yayılmacı” ve “ırkçı” amaçlar taşımadığını göstermesi bakımından çok önemlidir. Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi. Yazarı: Sinan Meydan ss.194

“… Türk ulusu Asya’nın batısında ve Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayrılmış dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına ‘Türk eli’ derler. Türk yurdu çok daha büyüktü. Yakın ve uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk et m em iş bir anakara (kıta) yoktur. Bütün yeryüzünde Asya, Avrupa, Afrika, Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir. Fakat bugünkü Türk ulusu varlığı için bugünkü yurdundan memnundur: Çünkü Türk derin ve ünlü geçmişinin, büyük ve güçlü atalarının kutsal katkılarını bu yurtta da koruyabileceğine, o katkıları şimdiye değin olduğundan çok daha fazla zenginleştirebileceğine inanmaktadır… ”A. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, s.14 (sadeleştirilmiş metin)

“Bu memleket (Anadolu) dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine yüksek sahne oldu. Bu sahne en az yedi bin yıllık Türk beşiğidir…” ATATÜRK. Cemal KUTAY, Atatürk Olmasaydı, İstanbul, 1993, s.102-103.

“Türk milleti! Sen Anadolu denilen yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip medeniyet kuranların çocuklarısın.” Prof. Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk ve Türk Devrim Kronolojisi (1918-1938), Ankara, 1973, s.168.

Asya Türk Hun İmparatorluğu’nun kuruluş tarihi Çin’de imparatorluk kuruluş tarihi ile başlar. Çin’in, M.E 13. asra ait vesikaları bunu böyle kaydeder. Ancak, bu büyük Türk İmparatorluğu’nun bizce malûm olabilen imparatoru Teoman’dır.

Teoman, M.E. 13. asır başında yaşamış büyük bir kahramandır. Çinliler, bu kahramanın Çin’de imparatorluk kurmuş olan büyük Türk kumandanlarının neslinden geldiğini iddia ederler. Teoman’ın oğlu Türk İmparatoru Mete de meşhurdur. O, doğuda Kadırgan dağlarından batıda Hazer denizine kadar, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Himalaya eteklerine kadar geniş hudutlar içinde büyük Türk İmparatorluğu’nu teşkil etmiş yüksek bir Türk Hakanı’dır. Mete, Çin İmparatoru ordularını büyük meydan muharebelerinde mağlup etmiş, Çin İmparatoru’nu sığındığı kalede kuşatmış, ancak karısının şefaati ile fakat kendisine vergi vererek, tâbiiyetini de kabul eyleyerek serbest bırakmış bir Türk İmparatorudur. Bence Mete çok büyüktür. Bütün Türk tarihinde Oğuz efsanesinin atf ve isnat olunabileceği adam odur. Fakat düşünülürse Teoman, elbetteki ondan da büyüktür.

Çünkü her şeyi hazırlayan odur. İskender, “Büyük” lâkabı ile anılırdı. Fakat hakikatte ondan büyük olan Filip’tir. Çünkü İskender’in muvaffakiyeti için lâzım olan siyasî ve askerî vasıtaları hazırlayan odur. Eyüpoğullarından Selâhattin, Haçlılardan Kudüs’ü kurtarmış olmakla tanınmış büyük bir Türk’tür. Fakat ondan daha büyük olan bizzat Selâhattin’i ve onun muvaffak ordularını ve vasıtalarını hazırladıktan sonra ölen büyük Türk Nurettin’dir. Beşer tarihinde silinmez satırlarla mevcudiyetini yazdırmış olan odur. (Kâzım Özalp, Özalp, Atatürk’ü Anlatıyor, Milliyet gazetesi, 22. 11. 1969)

“Türk tarihinin inkâr edilmiş unutturulmuş simasını ve mahiyetini bütün gerçekleriyle meydana çıkarmak, Türk tarihini bin bir milletin tarihini bilen, yaşayan sokak politikacısının oyuncağı olmaktan kurtarmak…” TBMM. Prof. Dr. Halil İNALCIK, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007, Kırmızı Yayınları, s.140.

“Türkiye (…) mevcut tarih kitaplarının değil, tarihin gerçek gereklerini izleyecektir. Gerçekten mevcut tarihlerin kaydettiği olaylar, ulusların gerçek düşünceleri, hareketleri değildir”. Ahmet KÖKLÜGİLLER, Atatürk’ün İlkeleri ve Düşünceleri, İstanbul, 2005, 8.Baskı, s.159.

“Bizim Türk milletimiz eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın meziyetlerini daha baştan kazanmıştır. Çok uzakları görür, hızlı uçar ve ruhunu barındıracak kadar güçlü bir beni vardır. İster maddi bakımdan, ister düşünce bakımından olsun sıkıcı sıkıntılar içinde kalamaz. Nitekim Altay Yaylası’ndaki anayurdun dört bir yana uzaklığına da isyan etmiştir. İşte bu isyan sonucu Türkler doğuya ve batıya yayılmaya başlamışlardır.” Charles N. SCHERRİLL, Bir ABD Büyükelçisinin Hatıraları, Mustafa Kemal II, İstanbul, 1999, s.73.

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. Bugünkü Türk milleti, siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri, propoganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsûlü olan bu yanlış tevsimler (aldandırmalar) birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden mada hiçbir millet ferdi üzerinde teellüm den (elem ) başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek mazi, tarihe, ahlaka, hukuka dayanmaktadır. Bugün Anadolu’da yaşayan ve kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ve Boşnaklık fikri propaganda edilmiş olan ‘millet efradı’ bu vatandaş ve milletdaşlarımız da aslında umum Türk camiası gibi aynı ortak maziye tarihe sahiptirler.

Türk Tarih Tezi’nin ortaya koyduğu bu görüşler, böylece Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların aynı millet olduğunu da ispatlamış bulunmaktadır. Türk milletini Kürt, Çerkez,  hatta Laz veya Boşnak olarak adlandırmak geçmişin istibdat devirlerinin mahsûlü, yanlış adlandırmalardır. Aslında bunları hepsi, umum Türk topluluğu gibi aynı geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahiptirler. Türk Tarih Tezi bu gerçeği ortaya koymuştur. Türklerin Anayurdu Orta Asya’dır. Ve en az 7000 yıldan beri Türkler buralardan yayılarak Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Bugün yapılan yeni kazılar, ilmi veriler Anadolu’ya yerleşen medeniyetlerin, hususiyle Etilerin MÖ. 4000 yılına kadar uzanan bir kültür ve medeniyete sahip olduklarını göstermektedir. ” Mustafa Kemal ATATÜRK. Afetinan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 1969, s.376-378

‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir. ’

“ Yeni dünya ufuklarına açacağınız yeni tarih görüşünde dikkatli olunuz. Şöyle böyle bir yapıt ortaya çıkararak sonradan üzülmektense, hiç yapıt vermemek yetersizliğini açıklamak ilk yapılacak şeydir”

“Herhangi bir tarihi elinize aldığınız zaman onun gerçeğe uygun olup olmadığına güven duymak için dayandığı kaynak ve belgeleri araştırın. Bizim şimdiye kadar doğru milli tarihe sahip olmayışımızın sebebi tarihimizin hakiki okuyucularının belgelerine dayanmaktan ziyade ya birtakım meddahların veya birtakım kendini beğenmişlerin hakikat ve mantıktan uzak sözlerinden başka kaynak bulmamak bedbahtlığıdır.” Utkan Kocatürk, “Atatürk’te Gençlik Kavramı ve Atatürkçü Gençliğin Nitelikleri”, Atatürk Araştırma Dergisi, C.ll, Sayı: 4, Ankara 1985,s.l63.

Atatürk’ün, Behçet Kemal Çağlar’ın “Çoban” piyesinin temsilinden sonra Halkevi’nin Şark salonunda kabul ettiği oyunculara hitaben söyledikleri, onun Eski Anadolu tarihine ve Hititlere bakışını göstermesi bakımından önemlidir:

“Dikkat ederseniz, her millet tarihinde kendi toprağının tarihine önemli bir yer ayırır. Şu Hacı Bayram avlusundaki Eti kabartmalarının önünde onları seyreden insanlara bakınız. Sanki o kabartmaları canlanmış zannedersiniz. Ogüst zamanında yapılan nüfus sayım cetvellerine göre Anadolu nüfusu şimdikinden kalabalık. Bunlar ne oldu? Tehcir mi etti? Dilimizdeki en mahrem kelimeler Eti dilindekilerin aynıdır. Halkapınar’lı Ömer’in Yunanlılarla münasebeti, Mevlana’nın Farslılarla münasebeti kadardır. Her ikisi de zamanlarının kültür dillerini kullanmışlar, fakat kendi milli hislerini ifade etmişlerdir. Ege uygarlığı, bizim uygarlığımızdır. Hayır efendiler, bu vatan bize 4000 aslandan yadigar kalmamışlar. Asırlar boyunca milyonların emeğiyle kurulmuştur. Edebiyatımız, tiyatromuz, hissimiz hep bu ilkeden hareket etmelidir ” Münir Hayri Egeli’den Nakleden Niyazi Ahmet Banoğlu, “Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk” İkinci Kitap, Yeni Türk Tarih Dünyası özel Sayısı, İstanbul 1941, s.35

“Ecdadımız büyük imparatorluklar kurmuş, uygarlıklar yaratmış. Bizim görevimiz bunları aramak, incelemek, kendi milletimize ve dünyaya tanıtmaktı.” ATATÜRK. Nihat Dinçer, “Atatürk’ün Milli Eğitimle İlgili Görüşleri’’, İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi 1981 Yılı Sosyoloji Konferansları, Atatürk özel Sayısı, İstanbul 1981, s. 10.

Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. ATATÜRK (Afetinan, Atatürk Hakkında H. B. , s.297)

ŞİİRLERİNDEN

Nehirlerdir Türkün şaşmaz yol mühendisleri
Her nehir Türk’ü bilir her nehri
Tuna’nın da kıyısından gitti eski Türk
Geçti eski Türk Tuna’yı da yararak
Kaç defa, hangi defa?
Sormayınız nafile.
Bilmez tarih bile.

ATATÜRK, Tuna Şiiri

Asya’nın ortasında Oğuz oğulları
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz

Nerede olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendilerini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biziz.

Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.

Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılmış gözlerdeki gafletten perde,
Dünya o zaman görecek hakikat nerede?

ATATÜRK, Oğuz Oğulları Şiiri

 

Türkiye Coğrafyası dışındaki Su Kenarlarında (deniz, nehir, göl) Türkler

Türk Devletlerinin Başkentleri ve Su kenarları

 

Atatürk Türk Tarih Tezi Literatürü

2+4+63+43+15: 127

Türk Tarihinin Ana Hatları 1930

Türk Tarihinin Ana Hatları-Methal 1931

Tarih Ders Kitapları (4)

  1. “Tarih I, Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar” Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, İstanbul 1931;
  2. “Tarih II, Orta Zamanlar ”, Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, İstanbul, 1931;
  3. “Tarih III, Yeni ve Yakın Zamanlarda Osmanlı Türk Tarihi”, Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, İstanbul, 1931;
  4. “Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti”, Maarif Vekaleti Devlet Matbaası, İstanbul, 1931.

I. Seri müsveddeler (1932) (Bu seri kısmen baskı, kısmen teksir halindedir) (63)

1 . A. Süheyl (Ünver), Selçuk tababeti, Büyük Selçuk İmparatorluğu ve Orta zamanda Anadolu Türk Devletleri tababeti tarihi XI – XIV. asırlar, 43 s. baskı.

2. Şevket Aziz (Kansu), Avrupanm başka mıntıkalarında tarihten evvelki devirlerde yaşayan kavimlerin menşelerine dair antropoloji, filoloji ve lengüistik tetkikleri, 16 s. baskı.

3. Galip Ata (Ataç), Stımerlerde hekimlik, Eski Mısır’da hekimlik, işkillerde hekimlik, 53 s. baskı.

4. Halil Etem (Eldem), Anadolu Selçukları devrinde mimari ve tezyini sanatlar, 22 s. baskı.

5. Sadri Maksudi (Arsal), İskitler – Sakalar, Asya Hunları, Tüeçiler, Avrupa Hunları, 61 s. baskı.

6. Esat, Ermeniler, 18 s. baskı.

7. A. Süheyl (Ünver), Türklerde resim, tezhip ve minyatür tarihi (Orta Asya kısmı), 38 s. baskı.

8. Ali Haydar Emir (Alpagut) ve Fevzi (Kurdoğlu), Türklerin deniz harp sanatına hizmetleri, 21 s. baskı.

9. Ahmet Ağaoğlu, Etrüsk medeniyeti ve bunların Roma medeniyeti üzerine tesiri, 24 s. baskı.

10. İhsan Abidin, Ali Riza, Hamdi ve Cevat Rüştü, Ziraat ve hayvancılık, 35 s. baskı.

11. Ahmet Cevat (Emre), I, Türklerin yazıyı icat etmekle medeniyete hizmetleri II, Alfabenin de menşei Sumer Türklerinin yazısıdır, 18 s. baskı.

12. İbnülemin Mahmut Kemal (İnal), Türklerin Arap harflerini tanzim ve ihya etmek suretiyle ilme ve medeniyete hizmetleri, 16 s. baskı.

13. Sedat (Eldem), Osmanlı Türk mimarisi, II s. baskı.

14. Hüseyin Namık (Orkun), r. Avarlar, 2. Peçenekler, 5. Kumanlar, 123 s. teksir.

15. Ali Rifat (Çağatay), Musiki, 8 s. baskı.

16. Yusuf Ziya (özer), Mısır, 32 s. baskı.

17. Reşat, Halıcılık, 25 s. baskı.

18. Selim Sırrı (Tarcan), Türklerde beden idmanları, 6 s. baskı.

19. Saim Ali (Dilemre), Evrazyada Türkçenin lengistik vaziyeti, 8 s. baskı.

20. Muzaffer, Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa ile ticari münasebetleri, 16 s. baskı.

21. İbrahim Hakkı (Akyol), Türklerin ziraat ve hayvancılık sahasındaki tesirleri ve hizmetleri, 22 s. baskı.

22. Reşit Galip ve Mehmet Saffet (Engin), Anadolu-Eti İmparatorluğu devrine kadar.
41 s. baskı.

23. Hâmit Sadi (Selen), Türklerin coğrafya ilmine hizmetleri, 15 s. baskı.

24. M. Niyazi (Erenbilge), Eski zamanlarda Türklerin coğrafyaya hizmetleri, 15 s. baskı.

25. Osman Şevki (Uludağ), Tababet – Ormanlılar devri, 12 s. baskı.

26. Mahmut Ragıp Köscmihalzade, Türk musikisi tarihi, 28 s. baskı.

27. Hâmit Zübeyr (Koşay), Bulgar Türklerinin eski tarihi, 11 s. teksir.

28. Neşet Ömer (îrdelp), Orta zamanda Türklerin tıbba hizmetleri, 12 s. baskı.

29. Naci Paşa (Eldeniz), Büyük İskender – Dara, 91 s. teksir.

30. Nafi Atuf (Kansu), İlk Kültür izleri ve nakil vasıtaları, 18 s. baskı.

31 . Ali Yar, Fatin (Gökmen), Kerim ve Hüsnü Hâmit, Türklerin riyaziyatın terakkisine hizmetleri, 17 s. teksir.

32. Ahmet Refik (Altınay), Osman oğulları, 20 s. teksir.

33. Nizamettin Ali, Türklerde sanayi, tarihden evvel ve tarihten sonra, 15 s. teksir.

34. İsmail Hakkı İzmirli, I-Türk İslâm filozofları, II-Müslüman Türk hukuku ve dini, 48 s. teksir.

35. Şemsettin (Günaltay), Müslümanlığın çıktığı ve yayıldığı zamanlarda Orta Asya’nın umumi vaziyeti, 89 s. baskı.

36. Mustafa Şekip (Tunç), Çin felsefesinin kaynakları, 31 s. teksir.

37. Ferit, Eski İranlılarda Felsefe, 7 s. teksir.

38. Orhan Sadettin, Felsefe, 19 s. teksir..

39. Hilmi Ömer, Çindeki dinler, 9 s. teksir.

40. A. Nevzat Ayaş, Hindistan’da Türk düşüncesi, 27 s. teksir.

41. Hilmi Ziya (Ülken), Türk kozmogenisi, Türk mitolojisi, Türk hikmeti ve teknik tefekkür, 53 s. teksir.

42. Mes’ut Cemil (Tel), Medeniyet tarihinde musiki âletleri, 7 s. teksir.

43. Ahmet Hâmit (Ongunsu), Amerika, 16 s. teksir.

44. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beyliklerinin Kara ve Akkoyunlu devletlerinin kuruluşları ve siyasi hayatları ile bunlar zamanındaki devlet teşkilâtı, fikir hareketleri ve iktisadi hayat, 106 s. baskı.

45/1. Âfet (İnan), Yusuf Hikmet (Bayur), Hindistan, coğrafi malûmat, 15 s. teksir.

42/2. Âfet (İnan), Yusuf Hikmet (Bayur), Hindistan, ırklar, 19 s. teksir.

45/3. Âfet (inan), Yusuf Hikmet (Bayur), Hindistan, Hindistan’da ilk medeniyet (Sint medeniyeti), 6 s. teksir.

45/4. Âfet (inan), Yusuf Hikmet (Bayur), Hindistan, Hindistan’da müslüman Türkler (Gürkant devletinin teşekkülüne kadar), 185 s. teksir.

46. İhsan (Sungu), Türklerin terbiyeye hizmetleri, 35 s. baskı.

47. Hasan Âli (Yücel) ve Abdülkadir (İnan ?), Türk edebiyatı, 11 s. teksir.

48. Ragıp Hulûsi (özdem), Türk medeniyet ve dilinin macar medeniyet ve dili üzerine tesiri, 9 s. teksir.

49. Celâl Esat (Arseven), Türklerde mimari, 16 s. teksir.

50. Hasan Cemil (Çambel), Ege medeniyeti, 18 s. baskı.

51. Mükrimin Halil (Yınanç), Musul ve Elcezirede Oğuz Türkleri, 24 s. teksir.

52. Yusuf (Akçura), Osmanlı devletinin kuruluşu ve bu vakıaya dair başlıca menbalar, 14 s. baskı.

53. Mehmet Fuat (Köprülüzade), Samanoğulları 874- 1005, 22 s. ve 1 şecere, teksir.

54. Reşat Nuri (Güntekin), Dil ve edebiyat, Tanzimattan bugüne kadar, 10 s. Teksir

55. Behçet (Gücer ?), İtalya, 20 s. teksir.

56. Hasan Sabri, Boyacılık tarihinde Türkler, 6 s. teksir.

57. Mustafa Zühtü, Sümmer medeniyeti mali hayatı, 92 s. baskı.

58. Reşit Saffet (Atabinen), Avrupa’da eski Türkler, 49 s. baskı.

59. Ali Rifat (Çağatay), Eski Yunan musikisi, 10 s. teksir.

60. Selim Nüzhet (Gerçek), Türklerde tiyatro, 14 s. teksir.

61. İsmail Hikmet (Ertaylan), Çağatay edebiyatı, 7 s. teksir.

62. Mehmet Vehbi ve Hakkı Nezihi, Türklerin yaşadıkları ilk muhit ve bu muhitin mal yetiştirme noktasından tetkiki, 19 s. teksir.

63. Ali Canip (Yöntem), Anadoluda muhtelif çığırda edebi tezahürler ve inkişafları, 7 s. teksir.

II. Seri müsveddeler (1934) (43)

1. Ahmet Refik (Altınay), Osmanoğulları, 67 s.

2. Şevket Aziz (Kansu), Avrupada neolitik çağ brakisefalleri, 28 s.

3. Ahmet Refik (Altınay), Devşirme usulü, 11 s.

4. Hüsnü Hâmit, Türklerin riyaziyatın terakkisine hizmetleri, 29 s.

4/a. Hüsnü Hâmit, İslâm riyaziyatında Türklerin mevkii, 29 s.

5. Sedat (Eldem), Osmanlı Türk mimarisi. 30 s.

6. Ali Rifat Çağatay, Musiki, 27 s.

6/a. Ali Rifat Çağatay, İlk müsveddeye karşı yapılan tenkidlere cevap, 23 s.

7. Arif Müfit (Mansel), İranın tarih ve arkeolojisi (En eski zamanlardan Sasanilerin sukutuna kadar), 96 s.

8. Hasan Sabri, Boyacılık tarihinde Türkler, 10 s.

8/a. Hasan Sabri, Boyacılık tarihinde Türkler, 11 s.

9. Hilmi Ömer (Budda), Çinlilerin dini, 23 s.

10. Galip Ata (Ataç), Hintlilerin hekimliğe hizmetleri, 16 s.

11. Ahmet Süheyl (Ünver), Selçuklularda ve Ormanlılarda resim, tezhip ve minyatür, 32 s.

12. İbrahim Hakkı (Akyol), Orta veya Içasyanın fizikî coğrafyasına bir nazar, 40 s.

13. Ahmet Ağaoğlu, 1500 ile 1900 arasında İran, 52 s.

13/a. Ahmet Ağaoğlu, İran İnkılâbı, 28 s.

14. Yusuf Ziya (özer), Mısır dili, 36 s.

15. Salih Murat (Uzdilck), Riyaziye tarihi, 37 s.

16. Osman Şevki (Uludağ), Osmanlı tababeti, 66 s.

17. Yusuf Hikmet (Bayur), Teni Türkiye devletinin haricî siyaseti, 162 s.

18. Nevzat Ayaş, Hindistanda Türk düşüncesi : Budacılığı hazırlıyan âmiller, Budacılık, 28 s.

19. Sadrı Maksudî (Arsal), Orta Asya Türk devletleri, 50 s.

20. M. Niyazi (Erenbilge), Eski Mısır’da, lyonya’da, Yunanistan’da, Roma’da ve Orta zamanda coğrafya, 31 s.

21. Ali Haydar Emir (Alpagut) ve Fevzi (Kurdoğlu), Türklerin deniz harp san’atine hizmetleri II, Kürek devri, 34 S.

22. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kuruluşundan onbeşinci asrın ilk yarısına kadar Osmanlı İmparatorluğu teşkilâtı, 97 s.

23. Şemsettin (Günaltay), Suriye ve Palestin, 52 s.

24. Nizamettin Âli, Türklerde sanayi, 50 s.

25. Ahmet Cevat (Emre), Türkçe ve Hint-Avrupa dilleri, 108 s.

26. İsmail Hakkı (İzmirli), Müslüman Türk feylesofları, 119 s.

27. Nafi Atuf (Kansu), Türklerin terbiyeye hizmetleri, 16 s.

28. Celâl Esat (Arseven), Türklerde mimari (Eti ve Selçuk mimarileri), 13 s.

29. Esat, Berlin kongresine kadar Ermenilerin vaziyeti, 24 s.

30. Mes’ut Cemil (Tel), Medeniyet tarihinde musiki âletleri ve Türkler, 4 s.

31. Hasan Cemil (Çambel), Ege medeniyeti, 43 s.

32. Hilmi Ziya (Olken), Türk mistisizmini tetkike giriş, 56 s.

33. M. Şemsettin (Giinaltay), Mezopotamya – Sumerler, Akatlar, Cutiler, Amürüler,
Kassitler, Asurlular, Mittaniler, İkinci Babil İmparatorluğu, 208 s.

34. Hasan Âli (Yücel) ve Abdülkadir (İnan), Türk edebiyatı, 15 s.

35. Yusuf Akçura, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma devri, 176 s.

36. İbrahim Hakkı (Akyol), Türklerin ziraat ve hayvancılık sahasındaki tesirleri ve hizmetleri, 28 s.

37. Hâmit Zübeyr (Koşay), Macarların eski tarihi, 27 s.

38. Mükrimin Halil (Yınanç), Anadolu’nun fethi, 88 s.

39. Reşit Galip ve Mehmet Saffet (Engin), Etiler, 150 s. resimli.

40. Hâmit Sadi (Selen), Türklerde haritacılık ve Coğrafya, 47 s. resimli.

41. M. Fuat Köprülüzade, Anadolu’da Türk dili ve edebiyatının tekâmülüne bir bakış
86 s.

42. A. Riza, Hamdi, 1. Abidin, Türklerde ziraat ve hayvancılık, 24 s.

43. Kâmil, Türklerde spor, 38 s.

III. Seri müsveddeler (1936) (15)

1. Cevat Rüştü, Türklerin ziraate hizmetleri ve Osmanlılar devri, 16 s.

2. İ. Hakkı (İzmirli), Müslüman Türk hukuku, 45 s.

3. Yusuf Hikmet Bayur, Gürgâniğ devleti, 127 s.

4. Şükrü Akkaya, Etrüsk kültürü, ve Roma kültürüne tesiri, 33 s.

5. Fatin Gökmen, 1. Türk takvimi veyeni meydana çıkarılan en eski bir hey’etin esasları, 2. Bu hey’etin 20.000 sene evvel tesis edilmiş olduğu, 3. Bu hey’ete sahip olan kadîm milletin bugünkü Türklere ecdad olması lâzım geldiği hakkında tez, 44 s.

6. Şemsettin Günaltay, İbraniler, 62 s.

7. M. Saffet Engin, Eti medeniyeti, 55 s.

8. M. Ragıp Kösemihal, Türk halk müziklerinin, kökleri meselesi, 62 s.

9. Nuri, Türklerin deri sanayiine yaptıkları hizmetler, 15 s.

10. İhsan Abİdin Akıncı, Riza Erten, Hamdi Dikmen, Şarkta ziraatın inkişaf tarihi ve âmilleri, 20 s.

11. Ziya Karamürsel, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan ondokuzuncu asrın yarısına kadar malî tarihe bir bakış, 213 s.

11. Osman Şevki Uludağ, Osmanlı tababeti III, 100 s.

13. M. Niyazi Erenbilge, Osmanlı Türklerinde coğrafya, 12 s.

14. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı İmparatorluğu teşkilâtı, İkinci kısım, 1453 den 7575 senesine kadar, 94 s.

15. İsmail Hakkı İzmirli, Müslüman Türk filozofları, 9 s.

Kaynak: Atatürk’ün Büyük Bir Tarih Yazdırma Teşebbüsü: TÜRK TARİHİNİN ANA HATLARI 

Doğu ve Batı Arasında: Levent Ağaoğlu ile Türkiye-Çin İlişkilerine Bakış

Ağaoğlu’nun tecrübeleri, sadece ticari ve ekonomik perspektiflerle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Çin ve Türkiye arasındaki kültürel etkileşimlerin önemine de vurgu yapıyor

Ağaoğlu’nun tecrübeleri, sadece ticari ve ekonomik perspektiflerle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda Çin ve Türkiye arasındaki kültürel etkileşimlerin önemine de vurgu yapıyor. Çin’in kadim kültüründen, Türkiye’nin bu kültürle nasıl daha fazla temas kurabileceğine, iki ülkenin ortak tarihsel bağlantılarına kadar geniş bir yelpazede sorularımıza yanıt veriyor.

Levent Ağaoğlu’nun kişisel deneyimlerinden ve stratejik analizlerinden faydalanarak, Türkiye-Çin ilişkilerinin arka planını ve olası geleceğini keşfetmeye davet ediyoruz. (Hayati Esen)

Levent Ağaoğlu

Türkiye ve Çin arasındaki diplomatik ilişkiler nasıl bir evrim geçirdi? Siz daha önce Çin’de bulundunuz, günümüz ile o dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok güzel bir soru. Öncelikle şunu söylemek lazım: Çin’de çok güçlü bir devlet aklı var. Bunu kendi gözlemlerimden de biliyorum, yaşadıklarımı da sizinle paylaşacağım. Bizde ne kadar var, bu da ayrı bir soru. Çin ile Osmanlı ve Türk devlet aklının nasıl farklılıklar gösterdiğini birkaç örnek üzerinden anlatmak isterim.

Bir örnek vereyim: 2 Temmuz 1997’de Hong Kong’un 100 yıllık kira sözleşmesi bitti ve İngiltere Çin’e devretti. Ancak biten şey neydi? Hong Kong aslında üç farklı bölgeden oluşuyor. Burada Türk kamuoyuna pek mal olmamış bir bilgi var: Çin sınırında “New Territories” adında bir bölge var ve İngilizler orayı kiralamıştı. 97’de kira süresi dolunca sadece bu bölgeyi değil, aynı zamanda Hong Kong Adası’nı da devrettiler. Oysa Hong Kong Adası İngilizlerin malıydı. Büyük güçler arasındaki dengeler böyle işliyor; İngiltere o dönemde Çin’i yanına çekti.

Biz de buna benzer bir olayı Abdülhamid döneminde Kıbrıs Adası’yla yaşadık. 1878’de İngilizlere Kıbrıs’ı kiraladık, ama ortada bir yazılı sözleşme ya da belirli bir süre yoktu. İngilizler daha sonra 1. Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs’ı işgal etti. Bu iki olay arasındaki fark devlet akıllarındaki farklılıktan kaynaklanıyor.

Çin’in bu tür stratejik hamlelerini düşündüğümüzde, Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerde geçmişle bugün arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

Evet, çok ilginç bir gelişme süreci var. 1998 yılında Türkiye’nin dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Çin’e bir açılım yaptı ve Şanghay’da bir konsolosluk açıldı. Bu, ilişkilerin yeniden başlaması için önemli bir adım oldu. Çin, Türkiye’ye karşı özellikle ticaret açısından oldukça olumlu bir yaklaşım sergiliyor. Çin, Türkiye’ye yatırım yapma eğiliminde, özellikle elektrikli otomobiller ve benzeri sektörlerde. Bunun sebebi, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmalarından faydalanarak Çin ürünlerini Avrupa’ya gümrüksüz bir şekilde sokabilmesi. Ben merak ediyorum; Avrupa bu konuda ne zaman bir tavır alacak?

Son 20 yılda Çin-Türkiye ilişkilerinin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlişkiler artarak devam ediyor, ancak önemli bir ticaret dengesizliği var. Biz Çin’e 3 milyar dolarlık ihracat yaparken, onlar bize 30 milyar dolarlık ürün satıyorlar. Bu ciddi bir dengesizlik. Bizim masaya oturup “Kardeşim, sen bana 30 satıyorsan, ben de sana satmalıyım” diyerek bu durumu çözmemiz gerekiyor. Çin bu konuda güçlü bir oyuncu ve ticarette bize karşı çok avantajlı durumda.

Çin’le Türkiye arasındaki ticarette ciddi bir dengesizlik olduğunu söylediniz. Türkiye, Çin’e çok daha az ihracat yaparken, Çin’in Türkiye’ye yaptığı ihracat çok daha fazla. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Evet, durum tam da bu. Biz Çin’e 3 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz, onlar bize 30 milyar dolarlık mal satıyor. Bu çok ciddi bir fark. Sormak gerekiyor, neden biz daha fazlasını satamıyoruz? Sorun aslında burada. Sürekli bizden 10 kat fazla satıyorlar ve bu fark giderek büyüyor. Bu durum Türkiye’deki sanayiye büyük bir zarar veriyor. Çin’in bize sattığı ürünler sanayimizi adeta bitiriyor.

Peki, Çin bizim açımızdan fırsatlar sunuyor mu? Ticari olarak Türkiye’nin Çin’de şansı var mı?

Evet, Çin bizim için aslında büyük bir fırsat olabilir. Ben Çin’de 4,5 yıl kaldım ve orada çeşitli ürünler sattım. Örneğin, Türkiye’den kaliteli cam bardaklar sattık, çünkü Çinliler bu kalitede bir ürün bulamıyordu. Bizim bardaklar daha kaliteli olduğu için tercih edildiler. Ayrıca kimyasal maddeler de sattık; mesela Çin’de krom madeni olmadığı için bunu da aldılar. Yani, fırsatlar var. Ancak bizim ihracatımızın çok büyük bir kısmı ithal girdilere bağlı. Halbuki yerli üretime dayalı ürünler geliştirip satmamız gerekiyor.

Çin’de fuarlara katılmanın Türkiye için önemli olduğunu söylediniz. Bu fuarlar konusunda ne düşünüyorsunuz?

Hong Kong’da dünyanın en büyük fuarlarından biri var. Ben Türkiye’den bu fuara katılan kimseyi görmedim. Fuarda birçok uluslararası şirket var, ancak biz orada yeterince temsil edilmiyoruz. Oysa Türkiye’nin de büyük fuar organizasyonlarına katılması gerekiyor. Bizim de güçlü sanayi ürünlerimiz var, ama yeterince değerlendirmiyoruz. İstanbul’da büyük fuarlar düzenlenecek alanlar bile yeterince kullanılmıyor.

Türkiye’nin Çin’e yönelik bir ticaret politikası olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Evet, öyle düşünüyorum. 1998’den bu yana 26 yıl geçti ama hâlâ ortada etkili bir Çin politikası yok. Çin bize 10 kat fazla mal satıyor. Biz neden aynı ölçekte satamıyoruz? Sanayi kapasitemiz var, ama ticarette başarılı olamıyoruz. Çin, bizimle işbirliği yapmak istiyor, hatta fabrikalar kurmak istiyor. Ancak bizim Çin’e gidip orada yatırım yapmak gibi bir düşüncemiz yok. Halbuki bu mümkün, Çinliler akılcı insanlar.

Peki neden Türkiye’de yatırım yapmıyorlar?

Çinliler Türkiye’de yatırım yapmaya başlıyorlar, ancak biz onların pazarına girmekte yetersiz kalıyoruz. Biz Çin’de fabrika kurmayı düşünmüyoruz, oysa Çin’e gidip orada yatırım yapabiliriz. Bu işbirliğinden her iki taraf da fayda görebilir. Çinliler neden yatırım yapmasınlar? Onlar akılcı insanlar, ticarette fırsatları çok iyi değerlendiriyorlar. Ben orada iş yaptım, kaliteli ürün sattım, aldılar. Yani, fırsatlar var ama biz bunları yeterince kullanmıyoruz.

Türkiye’nin Çin’e yönelik yatırımlarının sınırlı olmasının sebebi sermaye eksikliği mi?

Evet, belki de sermaye eksikliği bu konuda bir sorun olabilir. Ancak asıl mesele kültürel ve zihinsel engeller. Biz Çinlilere karşı önyargılar taşıyoruz. “Onlar farklı yemekler yiyor, böcek yiyor” gibi yanlış düşünceler var. Oysa Çin’de farklı yemek kültürleri var ve bizim de yiyebileceğimiz çok güzel yemekler bulmak mümkün. Çin’e giden Türkler bazen yanlarında yiyecek götürüyorlar ve adaptasyon sorunu yaşıyorlar. Ancak bu kültürel önyargıları aşıp Çin pazarına daha fazla odaklanmamız gerekiyor.

Çin’le ilişkilerde sadece kültürel engeller mi var, yoksa siyasi engeller de etkili mi?

Çin’le ilişkilerde siyasi engeller de olabilir. Çin, İran’la yakın ilişkiler kuruyor ve bizi Amerika’ya yakın bir ülke olarak gördükleri için biraz mesafeli duruyorlar. Ancak yine de siyasi engellerin tamamen aşılabileceğine inanıyorum. Asıl önemli olan bizim ticari açıdan aktif olmamız ve Çin’le işbirliği yaparak sanayi kapasitemizi artırmamız.

Levent Ağaoğlu

Çin’le Türkiye arasında yatırım görüşmeleri devam ediyorsa, karşılıklı adımlar atmak gerekiyor değil mi? Mesela Çinli yatırımcılar buraya gelmek istiyor, ama biz de oraya gidip yatırım yapmalıyız. Bu konuda siyasi engeller var mı sizce?

Eğer siyasi bir engel olsaydı, Çinliler buraya gelemezlerdi. Yani sonuç olarak böyle bir engelin olduğunu düşünmüyorum. Zaten Çinlilerle iş yaptığınızda her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplarlar. Kağıt üstünde maliyeti, süreyi net bir şekilde çıkarırlar ve çok hızlı çalışırlar. Bunu övmek için söylemiyorum, gerçeği anlatıyorum. Bizim de hızlı olduğumuz ticaret alanlarında, Çinlilerle iş yapılabilir. Özellikle Hong Kong ve Tayvan’daki insanlar 24 saat boyunca ticaret düşünüyor. Yani ticareti ve parayı çok seven, hızlı çalışan bir toplulukla karşı karşıyayız.

Peki, Türkiye ve Çin arasında teknoloji transferi mümkün mü? Neden Türkiye Çin’den teknoloji transferi konusunda daha aktif olamıyor?

Aslında bu mümkün, ama bizim tarafımızda yeterince istek yok. Mesela Tayvan’dan teknoloji transferi için bazı görüşmeler yaptık. Mühendisler çok ciddiydi, ancak Türkiye’de bu konuda ilgisizlik vardı. İlgisizlikten kastım, işin kamusal boyutu. Kamudaki yetkililer, kişisel çıkarlarla daha fazla ilgileniyor gibi gözüküyor. Yani teknoloji transferi mümkün, ama ilgisizlik ve kamusal çıkarlar bu süreçleri engelliyor.

Son dönemde Türkiye-Çin ilişkilerinde bazı gelişmeler var. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Çin ziyareti ve Türkiye’nin BRICS’e üye olma süreci ilişkileri nasıl etkiler?

Evet, Türkiye BRICS’e üye olacak ve bu önemli bir adım. Bazıları BRICS’i eleştiriyor, ama dünya bu yöne doğru ilerliyor. BRICS, Asya, Afrika ve Güney Amerika’yı bir araya getiren bir blok ve Türkiye’nin bu sürece katılması stratejik olarak önemli. Türkiye’nin bu bloğa katılması, Avrupa ile olan ilişkilerini de etkilemez. Türkiye hala bir Avrupa ülkesi ve demokratik bir ülke. BRICS ülkelerinde Hindistan ve Brezilya gibi demokrasiler var. Dolayısıyla bu süreç Türkiye’nin demokratik yapısını olumsuz etkilemez, aksine olumlu yönde etkileyebilir.

Türkiye’nin BRICS’e katılması Batı tarafından desteklenir mi sizce?

Kesinlikle. Türkiye’nin BRICS’e katılması, Batı bloğu için de stratejik açıdan faydalı olabilir. Türkiye, NATO müttefiği olduğu için BRICS’te yer alması Batı’yı da güçlendirecektir. Türkiye’nin BRICS üyeliği, Batı’nın çıkarlarına zarar vermez, aksine uzun vadede Batı için de olumlu olabilir.

Türkiye’nin demokratik yapısının güçlü olmadığını düşünüyor musunuz? Özellikle Çin gibi ülkelerle yakın ilişkiler kurmak Türkiye’nin demokrasisine zarar verebilir mi?

Hayır, bu ilişkiler Türkiye’nin demokrasisini olumsuz etkilemez. Çin’in siyasi sistemi farklı olabilir, ancak Türkiye köklü bir demokratik yapıya sahip. Çin’in demokrasi modeli “köy demokrasisi” diye adlandırılır. Örneğin, bir köyde seçim yapıldığında, sandıktan kim çıkarsa çıksın, Komünist Parti’nin belirlediği kişi seçilir. Türkiye’de ise demokrasi çok daha derinlere kök salmış durumda. Bizim demokrasimiz, 1850’lerdeki muhtarlık seçimleriyle başladı ve bugüne kadar gelişti. Yani Çin’in modeline benzer bir yapıya dönmemiz mümkün değil.

Levent Ağaoğlu

Türkiye ve Çin arasında kültürel bir etkileşim de mümkün mü? Mesela Türkiye’de Çin kültürü, sinema ve edebiyat açısından pek bilinmiyor. Sizin bu konuda gözlemleriniz neler?

Çin kültürü çok köklü ve derin bir geçmişe sahip. Orada bulunduğum süre boyunca bu konuda çeşitli çalışmalar yaptım. Mesela Çin’de kullanılan bazı müzik aletleri Türklerden gitme, ya da bizim sanatlarımızdan bazıları Çin’e geçmiş olabilir. Ebru sanatı gibi şeyler Asya’dan gelmiş olabilir. Dolayısıyla, sanat ve kültür alanında büyük bir etkileşim potansiyeli var. Türkiye’de Çin kültürü pek bilinmiyor, ama bu iki ülke arasında sanatsal ve kültürel anlamda çok fazla benzerlik var.

Türkiye’de Çin kültürüyle ilgili daha fazla çalışma yapılmalı mı? Özellikle sinema, edebiyat gibi alanlarda?

Evet, kesinlikle daha fazla çalışma yapılmalı. Türkiye’de Japon kültürü üzerine çalışmalar ve çeviriler var, ama Çin kültürü üzerine pek bir şey yok. Asya edebiyatı ve sanatında büyük bir incelik var ve bizim bu dünyaya daha fazla ilgi göstermemiz gerekiyor. Çin’in tiyatro sanatı, felsefesi gibi konularda çok şey öğrenebiliriz. Türkiye’de sinoloji (Çin bilimleri) üzerine yeterince çalışma yapılmadı. Halbuki kültürel etkileşimler, iki ülke arasındaki ilişkilerin diğer alanlarına da olumlu yansıyabilir.

Çin’in Türkiye’de Konfüçyüs Enstitüsü var, peki biz neden Çin’de benzer bir Türk enstitüsü kurmuyoruz?

İşte bu karşılıklılık ilkesi dediğimiz şey. Çin, Türkiye’de Konfüçyüs Enstitüsü kuruyor, ama biz Çin’de benzer bir Türk enstitüsü kuramıyoruz. Mesela, Çin’de “Tonyukuk Enstitüsü” gibi bir yer kurulabilseydi, Türk tarihini ve kültürünü tanıtmak açısından çok önemli olurdu. Ancak bu tür girişimler yeterince desteklenmiyor. Halbuki Çin’de tarihimizle ilgili çok derin bağlar var. Mesela, Tonyukuk Çin topraklarında yaşamış bir Türk başbakanıdır ve tarihte büyük bir stratejisttir. Biz bu tarihi mirasımızı daha fazla gündeme getirmeliyiz.


Levent Ağaoğlu Kimdir

Şair-Düşünür. 1983 yılından başlayarak ihracat profesyoneli olarak çalıştı. 33 ülkeye ihracat için gitti. Levent Ağaoğlu, 1997-2001 yılları arasında Hong Kong’da yaşadı; yaklaşan Büyük Asya Yüzyılı’nın ayak seslerini duydu hep.

İsmail Gaspıralı’nın “Dil’de, Fikir’de; İş’te Birlik” idealinin peşinde koşarak Türk Evi, Düşünce ve İş Ocağı kitap serileri üzerinde çalışıyor; mütefekkir ve müteşebbis gözlem ve birikimlerini https://www.booksonturkey.com/ sitesinde yayınlıyor

Türkçe’nin 9.000 yıldır var olduğu bulundu!

 

Tartışma, Türk dillerinin incelenmesi ve Japon, Kore ve Moğol dilleriyle tarihsel bağlantıları etrafında dönmektedir. Atasal dilleri yeniden yapılandırma yöntemleri, temel kelime dağarcığının önemi, ses karşılıkları ve bu dil ailelerinin kökenlerini ve göçlerini anlamak için dilbilimsel kanıtların arkeoloji ve genetik ile entegrasyonu araştırılmaktadır.

Bu sorular ilginizi çekebilir:

Öne Çıkanlar

05:05

Dilbilim, dillerin zaman içinde nasıl evrimleştiğine odaklanarak dilin hem eşzamanlı hem de artzamanlı olarak incelenmesini kapsar. Tarihsel karşılaştırmalı dilbilim, ata dilleri ve onların kültürel bağlamlarını yeniden inşa eder.

08:42

Çeşitli kanıtların haritalandırılması, insan tarih öncesinin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlar. Bu yaklaşım, daha derin bağlantıları ortaya çıkarmak için birden fazla disiplinden gelen içgörüleri bütünleştirir.

14:47

Türki, Japon ve Moğol dilleri de dahil olmak üzere Trans-Avrasya dilleri, tarihsel dilbilimde önemli bir konu olan ortak bir atayı paylaşıyor olabilir. Bunu destekleyen kanıtlar arasında kelime dağarcığı, ses uyuşmaları ve morfolojik benzerlikler yer almaktadır.

20:54

Eski Türkçe, kökleri sekizinci yüzyıla dayanan önemli bir dildir ve Türk dillerinin soyağacına dair bilgiler sağlar. Bu döneme ait yazıtlar ve söz varlığı, Orta Asya’daki dilsel ilişkilerin anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.

26:55

Klasik yöntemlerle birleştirilen hesaplama teknikleri, kuzeydoğu Çin’i, Türk ve Japon dilleri de dahil olmak üzere çeşitli dil gruplarının muhtemel kökeni olarak tanımlamıştır. Bu bölge, çeşitli dillerin zaman içinde dağılmasında önemli bir rol oynamıştır.

33:08

Kanıtlar, erken tarım uygulamalarının, özellikle de darı tarımının Westlake Nehri bölgesinde ortaya çıktığını ve Avrasya ötesi dillerin başlangıcına denk geldiğini göstermektedir. Bu bulgu, kültürel kimliklerin şekillenmesinde dil ve tarımın birbiriyle bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır.

39:15

Trans-Avrasya dilleri, darı tarımına dair arkeolojik kanıtlar ve konuşanlar arasında ortak bir genetik profil ile desteklenen ortak bir atayı paylaşmaktadır. Bu bağlantı, zaman içinde bu halklar arasındaki kültürel ve dilsel etkileşimleri vurgulamaktadır.

45:20

Tartışma, 10.000 yıl önceki tarihsel önemini vurgulayarak Bering Boğazı’ndaki dilsel ilişki etrafında dönmektedir. Klasik bir tarihsel dilbilimci olan konuşmacı, daha önceki dönemlere odaklanıyor.

***************************************

9.000 yıl önce şu anda kuzeydoğu Çin’de yaşayan ve darıyla uğraşan çiftçiler; Japonca, Türkçe ve diğer modern dillerin ortaya çıkmasına neden olan bir Trans-Avrasya ön dili konuşmuş olabilir. Türkçenin 9.000 yılı. Prof Martine Rabeerts. LİAO Nehrinin Türkçe için önemi. 9.000 yıl önce Çin yok, o topraklarda Altaylardan gelenlerin Türkçe lisanı ile Darı yetiştiren çiftçilerin arasında sonradan Korece, Tunguzca ve bugünkü Japoncanın temelleri atılıyor.

Max Plant Enstitüsünün araştırma sonucu varılan sonuç bu.

Türk Dilleri ve Transavrasya Dilleri

Kendisi bize konular hakkında birazdan daha fazla bilgi verecek. Bu güzel tanıtım için çok teşekkür ederim ve tabii ki beni davet ettiğin için de teşekkür ederim. Cesia, bu önemli soru için çok teşekkür ederim. Evet, dil bilimi dilin incelenmesidir ve dili eş zamanlı olarak belirli bir zaman noktasında inceleyebiliriz. Ancak dili zaman içinde kronolojik olarak da inceleyebiliriz. Bu, dilin zaman içindeki gelişimidir. Benim uzmanlık alanım diyalektik dil bilimidir. Ben tarihsel karşılaştırmalı dilbilimciyim ve tarihsel karşılaştırmalı dilbilimciler sizi ilk yazılı kayıtların tasdik edilmesinden çok öncesine, çok uzaklara götürebilirler. Temel olarak, ata dillerini yeniden inşa etmek için test edilmiş dilleri karşılaştırırız. Ancak ata dili hiçbir zaman yazıya geçirilmemiştir.

Biz onu yeniden inşa ediyoruz ve yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca ilk yazılı kaynaklardan ayrı tutulabiliyor. Yeniden inşa ettiğimiz şey bu ata dili, bu proto-dil. Proto dili yeniden inşa ettiğimizde ataların kelime dağarcığına da bakabilir ve bu ataların konuşmacılarının doğal ve kültürel çevresini yeniden inşa etmeye çalışabiliriz.

Dolayısıyla, tekstil teknolojisi veya mahsuller veya belirli taş aletler veya hayvancılık veya cesaret için kelimeler bulursak, o dilin konuşanlarının bu uygulamalara ve olaylara aşina olduğunu da çıkarabiliriz ve ardından dilbilimciler, atalarının konuşanlarının kimlerle temas halinde olduğunu bulmaya çalışabilirler. Örneğin, proto -Türk konuşanların, atalarının konuşanlarının eski ironik konuşanlarla temas halinde olduğunu bulabiliriz; çünkü iki dil arasında ödünç alınan sözcükler vardır. Ardından dilbilimciler ayrıca dil ağaçları oluşturabilir ve bu dil ağaçları dillerin nasıl parçalandığını ve uzayda ve zaman içinde nasıl yayıldığını görselleştirir ve ayrıca ağaçtaki notaları tarihlendirebiliriz, farklı ayrılıkların hangi zamanda gerçekleştiğini bulabiliriz ve son olarak dilbilimciler ayrıca uzaydaki ata dil ailelerinin anavatanlarını belirlemeye çalışabilirler.

Böylece ataların konuştuğu yerlerin nerede olduğunu bulabiliriz ve son olarak, dilbilimcilerin kendi alanlarının sınırlarını aşmaları ve dilsel kanıt veya dilin yeri, zamanlaması ve göç dinamikleri hakkında kanıt sunmaları gerektiğini söyleyebilirim; bunları arkeolojik arkeoloji ve genetik bulgularıyla bir araya getiriyoruz. Arkeologlar ve genetikçiler ayrıca zaman ve yer gibi değişkenleri de inceler ve ayrıca çalışmalarının nesnesini oluşturan insanların ve kültürlerin göç dinamiklerini de incelerler.

Bu farklı kanıt hatlarını birbirine koyarak veya haritalayarak insan ön tarihine dair daha bütünsel bir bakış açısına ulaşabiliriz. O zaman bu disiplinlerin her biri bize mümkün olduğunca ayrı ayrı bilgi sağlayabilir. Evet, yeniden yapılandırmak için burada dili yeniden yapılandırmalıyım. Gerçekten yaptığımız şey, çağdaş biçimleri veya dilin test edilmiş biçimlerini almak, bunları birbirleriyle karşılaştırmak ve benzerlikleri çözmeye çalışmaktır.

Düzenli benzerlikleri en son ortak ataya geri döndürmeye çalışırız. Ancak, diyelim ki, zaman içinde çok uzak olan ve zaman içinde çok uzak bir şekilde ayrılmış olan dilleri karşılaştırırsanız, örneğin  Türk ve Japon dilleri gibi ve hala benzerlikler bulursanız, o zaman bu benzerlikleri zaman içinde çok derin olan ortak bir ataya geri döndürebilirsiniz. Veya 9000 yıl önce gibi bir durumda. Örneğin, Japonca’da kamu bite chu fiilleri var ve tüm Türk dillerinde ve ayrıca diğer Türk dillerinde bu kelime ısırmak, çiğnemek olabilir. Bunu karşılaştırarak, bunu ataların dilindeki chem için ortak bir kelimeye veya burada katai heart solid ile geri sarabiliriz. Türkçe’de kelime veya kesme de sanırım burada.

Bunu tüm Türkçede görüyorsunuz veya zor olacak şekilde kesiyorsunuz, bunu farklı çağdaş Türkçe dillerinde, örneğin  Türkçede , ayrıca Özbekçe, Şor ve Dolgamda da görüyorsunuz ve hatta Batı Türkçesi’ndeki Çuvaşça’da bile görüyorsunuz ve tüm bu biçimler proto-Türkçede ortak bir atadan kalma biçime geri dönüyor ve bu da diğer Avrasya ötesi dillerdeki bu biçimlerle karşılaştırılabilir, tarihsel dilbilimciler diller arasındaki düzenli benzerlikleri böyle çözüyorlar, evet, şahsen ben tüm işi kendim yapamam çünkü 59 farklı Avrasya ötesi dil olduğunu hayal etmelisiniz.

Dolayısıyla, dediğiniz gibi çok ilgi çekici olan bu çeşitlerin her biri için saha çalışması yapamam ve bazı lehçeler ve dil çeşitleri çok eski kelimeleri ve çok faydalı kanıtları koruyabilir ancak bu saha çalışanlarına bırakılmıştır. Ekibimdeki bazı kişiler saha çalışması yapıyor ancak genel olarak belirli bir dilde ve belirli bir çeşitte uzmanlaşmış, kelime listeleri yazan ve veri toplayan ve/veya tarihsel karşılaştırmalı dilbilimciler olarak tüm bu veri kümelerini bir araya getirerek bunları karşılaştıran ve benzerliklerin altında yatan atasal kelimeleri bulmaya çalışan dilbilimciler var.

Ama diyebiliriz ki, saha çalışanlarının omuzlarında inşa ettik gerçekten de saha çalışması çok önemli, masamın başında oturan bir dilbilimci olduğumu söyleyebilirsiniz ama asıl zor iş sahaya çıkıp dilleri tanımlayan tüm bu insanlar tarafından yapılıyor, evet bu çok temel ve gerçekten önemli bir soru, bu konu, bu trans-Avrasya konusu tarihsel karşılaştırmalı dilbilimin en çok tartışılan sorularından biridir.

Dolayısıyla Türk dillerinin Japon dilleri, Korece, müzik ve Moğolistan dilleriyle aynı aileye ait olup olmadığı sorusu dil biliminde en hararetli tartışılan konulardan biridir ve bu terimi coğrafi olarak bitişik dillerin büyük bir grubunu ifade etmek için kullanırız; burada mor renkte Japonca ve diğer Japon dilleri de dahil. Sonra bugün sadece Korece dilleri var. Sarı renkte Korece. Sonra bugün neredeyse yok olmuş Tunguz dilleri var. Ancak haritada şu küçük kırmızı noktaları görüyorsunuz. Kırmızı renkte müzik dilleri var. Burada mavi renkte Moğol dilleri var. Moğol dilleri sadece bugün Moğolistan Cumhuriyeti’nde konuşulan Calca Moğolcası değil, yaklaşık 15 farklı Moğol dili var. Sonra bu geniş Türk dilleri grubuna sahibiz.

Sadece Türk  Türkiye  Türkçesi değil , bizim iyi bildiğimiz türkçe ve muhtemelen siz ana dili konuşanlarsınız, aynı zamanda tüm Avrasya’ya yayılmış yakından ilişkili dillerden oluşan bir grup. Yakut ve Dolgan gibi kuzey Sibirya’da konuşulan Türk dilleri de dahil olmak üzere ve bu ayrı dil aileleri nispeten tartışmasızdır, kimse bunların birbirleriyle soyağacı açısından ilişkili olduğunu tartışmaz, ancak tüm bu dillerin tek bir ortak ataya dayanıp dayanmadığı sorusu tarihsel karşılaştırmalı dilbilimdeki en çok tartışılan konulardan biridir ve geçmişte bu ilişkiye dair sağlanan kanıtların çoğunun şüpheli olduğunu kabul etsem bile, Türk dilinin japon kore müziği ve moğol dilleriyle soyağacı ilişkisini destekleyebilecek küçük bir kanıt çekirdeği olduğunu düşünüyorum.

Dolayısıyla Trans Avrasyacıların geçerli bir soyağacı gruplaması olduğunu söylemenin mümkün olduğuna inanıyorum, bu iyi bir soru.

Peki, Trans Avrasyacılık için kanıt nedir? Bu aslında son 20 yıldır üzerinde çalıştığım bir sorudur ve bir dilbilimci olarak kariyerimin her zaman merkezinde olmuştur ve dillerin ortak bir kökenden geldiğini göstermek için farklı kanıtlara ihtiyacımız vardır.

O halde öncelikle temel kelimeleri karşılaştırmamız gerekiyor.

Herhangi bir kelime değil, temel kelimeler, dünya dillerinde evrensel olan ve kültürel etkiye karşı nispeten dirençli olan kelimeler, örneğin baş, ağız, burun, çocuk, ebeveyn, yemek, içmek, ay, yıldız, bunun gibi çok temel kelimeler, ilk olarak temel kelime dağarcığına ihtiyacımız var, ancak daha sonra sesleri karşılaştırmamız, fonolojik karşılıkları bulmamız, ses karşılıklarını bulmamız gerekiyor, böylece kelimeler düzenli bir şekilde karşılık gelmeli, her ses düzenli olarak başka bir sesle karşılık gelmeli ve son olarak kelimelerin yapı taşlarının da karşılık gelmesi gerekiyor.

Bu küçük temalar veya dilbilgisi işlevini oluşturan veya birbirlerinden kelimeler türeten yapı taşları, bunların da birbirine uyması gerekir, bu yüzden dilsel ilişkiyi kurmak için ihtiyacımız olan üç temel sütun vardır ve daha önce size gösterdiğim gibi Avrasyaca’da, ısırmak veya izlemek veya yakmak veya kalp gibi temel kelimeler gibi temel kelimeleri ifade eden temel kelime dağarcığını buluyoruz ve ek olarak temel kelime dağarcığına karşılık gelen yaklaşık 93 etimoloji buluyoruz.

Bu yazışma kümelerinin iyi dağıldığını gösterdiğim gibi, bir kelime sadece bir dilde mevcut değil, her ailenin farklı dilleri arasında iyi dağılmış. Sadece eski Türkçede değil, aynı zamanda Türkçe ve Azerice’de , Türkmenistan’da, Özbekçe’de, Vigor’da ve benzeri yerlerde ve hatta kilisede bile ve sonra farklı Avrasya ötesi diller arasında ses yazışmaları buluyoruz, size Katar kalbi örneğini verdim, burada her sesin düzenli olarak karşılık geldiğini görüyoruz.

K düzenli olarak karşılık geliyor, ortadaki ünlü a düzenli olarak karşılık geliyor ve t düzenli olarak karşılık geliyor ve bu karşılıklar yalnızca bu kelimede değil, farklı kümelerde tekrar tekrar ortaya çıkıyor, böylece ses karşılıkları, ünsüz karşılıkları ve trans-Avrasya dilleri için ünsüz karşılıkları ve ayrıca ünlü karşılıkları listesini oluşturabiliriz.

Kelime dağarcığımız ve ses uyumlarımız var ve aslında morfolojiyi de buluyoruz. 2015’te yayınlanan önceki çalışmam fiil morfolojisinin diakronisi üzerine bir kitaptı ve fiillerde düzenli olarak uyum sağlayan küçük unsurların olduğunu gösteriyordu.

Örneğin burada Türkçede sadece bir örnek var,  sonuçsal bir isimleştiricimiz var, fiillerden isimler türeten küçük bir yapı taşı olan küçük bir kelime, örneğin azaltmak fiili var ve sonra kisgah kısa azaltılmış ve bu küçük ga veya ka diğer trans-Avrasya dillerinde aynı şeyi yapan aynı öğeyle karşılaştırılabilir, morfolojimiz, fonolojimiz ve kelime dağarcığımız var ve bu yüzden Türkçenin gerçekten Japonca ve diğer trans-Avrasya dilleriyle ilişkilendirilebilir olduğuna inanıyorum, evet gerçekten de önerdiğiniz gibi bu çok önemli

Burada ot kısaltması eski Türkçe anlamına gelir ve tüm türkçe, yazıtlardaki orkan dilidir, bu yüzden Moğolistan’ın Arkhan vadisinde sekizinci yüzyıla kadar uzanan han yazıtlarında bulunan dil ve eski Türk  dönemi, eski wigar’dan eski Türkçeye ve Terran havzasına, türkçe yazılmış olan Mahmud el Kaşkari’nin Türk dilleri derlemesinin diline kadar uzanır.

Bu dönemin tamamına Eski Çay denir, hepsi Türkçedir ve Eski Türkçedeki kaynaklara güveniyoruz ve bu unsurları karşılaştırmalarımıza ekliyoruz, evet aslında Trans-Avrasya, Japon Korecesi, Moğolca ve Türkçe arasında beş dal var ve temel kelime dağarcığında 200 temel kelime dağarcığında yaklaşık 150 ses kelimesi karşılaştırması bulduk, daha geniş bir alana gittiğimizde kültürel kelime dağarcığını da dahil edersek Trans-Avrasya ilişkisini destekleyen yaklaşık 340 etimoloji var, evet bu dilbilimciler için çok önemli

Kelimelerin çoğu temel kelime dağarcığıyla ilgilidir ve temel kelime dağarcığında çok sayıda fiil buluruz, bu yüzden dediğiniz gibi kapmak, almak, yemek yemek gibi daha fazla kelime var, isimlerden çok nesnelerden çok daha fazla fiil var ve bu çok önemli bir gözlem çünkü dünyadaki dillerde isimlerin kolayca ödünç alındığını görüyoruz

Nesneler bir dilden diğerine kolayca aktarılabilir, örneğin Türkçeden Moğolcaya veya Moğolcadan Türkçeye,   ancak fiiller isimlerden çok daha zor ödünç alınır çünkü daha soyutturlar ve çekimlidirler, insanlar bir fiili o kadar kolay ödünç almazlar, örneğin Türkçe İngilizceden tıklamak fiilini ödünç alırsa, bilgisayarla tıklamak gibi bir şey söyler, bilmiyorum ama bu ödünç almaya özel bir unsur eklemesi gerekir ve fiillerin ödünç alınması oldukça nadirdir ve her zaman normalleştirilmiş biçimin üzerine çıkar ve burada paylaşılan çok sayıda çıplak fiil bulmamız, ödünç almaktan ziyade soybilimsel akrabalığı destekler, eğer bu farklı diller arasında bir ödünç alma ilişkisi olsaydı, çok sayıda nesne bulurdunuz ancak çok sayıda fiil bulmazdınız ve gerçekte sizin de önerdiğiniz gibi bunun tam tersini bulurduk, çok sayıda fiil ve sadece birkaç isim.

Evet, gerçekten de bu trans-Avrasyasal ilişkiyi kabul ettiğimizde bu bizi yeni sorulara getiriyor, yeni sorular ortaya çıkıyor ve sizin de doğru bir şekilde belirttiğiniz gibi büyük sorulardan biri şu: Bu prototrans Avrasyaca konuşanlar kimdi, Türk konuşanların ataları kimlerdi, ataları kimlerdi, nerede yaşadılar ve ne zaman yaşadılar ve bunlar sadece dilbilimle cevaplanamayacak sorular.

Bunu yapmak için arkeoloji ve genetik gibi diğer alanları da resme entegre etmem ve bunu veya yeri bulmak için bu farklı teknikleri entegre ettik, ancak dilbilimsel bakış açısından 98 farklı trans-Avrasya dilinden oluşan devasa bir veri tabanı topladık, bu diller için hem tüm Türk ve tüm Japon gibi tarihsel aşamalar hem deTürkçe ve Özbekçe  gibi çağdaş diller için etimolojiler ve kelime karşılaştırmaları topladık ve temel kelime dağarcığı ve kültürel kelime dağarcığı topladık ve bu dillerde öncelikle tarihli bir ağaç ve dillerin bir sınıflandırmasını bulmak için hesaplamalı teknikler Bayes filogenetiği uyguladık, ancak bu teknikler ayrıca şu amaçlar için de kullanıldı: uzaydaki dilleri modelleyin

Bu sınıflandırmaya dayanarak, bilgisayarın algoritmasının yayılmanın merkezinin gerçekte nerede olduğuna karar vermesine izin verdik ve bu hesaplama tekniklerini daha klasik anavatan tespit teknikleriyle birleştirerek beş farklı grubun en olası kökeninin muhtemelen kuzeydoğu Çin’de, batı Liao nehri bölgesinde bulunduğunu ve ilk bölünmenin Altayca’ya, yani Türk Moğolistan’a ve Japonya Ocorianca’ya, orada gerçekleştiğini bulduk.

Ve böylece Japonya Audung’a gitti ve sonra Türkçe’nin çok erken ayrıldığını görüyorsunuz, sanırım altı bin yıl önce Türkçe adımlayıcıya girdi, sonra Kore dili Kore yarımadasına gitti, Tungus Rusya’nın uzak doğusuna gitti ve son olarak Japonca Kore üzerinden Japonya’ya geçti, böylece uzaydaki bu dağılımı nasıl modelledik, bu çok iyi ve alakalı bir soru. Çin-Tibet, sentetik diller Çince’nin ve ayrıca Tibet dillerinin atasıdır.

Dil Himalayalar’da da konuşuluyor ve hepsi ortak bir ataya dayanıyor ve yakın zamanda 2021’de Nature’da Tibet dillerinin işaretinin atasının muhtemelen Sarı Nehir Vadisi dediğimiz yerde Trans Avrasya dilinin komşusu olarak burada bulunduğunu öne süren ve doğrulayan bir çalışma yapıldı. Trans-Avrasya dilinin güneyindeki kısımlarda dilbilimsel olarak Cynotin’in Avrasya eğilimleriyle ilişkili olduğuna dair hiçbir belirti yok ancak bulduğumuz şey muhtemelen çok erken bir dönemde ödünç almaların çok erken antik ödünçlemeleridir.

Biz çin-tibet dilinin yaklaşık 8000 yıl önce sarı nehir bölgesinde bulunduğunu ve dolayısıyla trans-avrasya konuşanlarla aynı dönemde ve neredeyse bitişik olduğunu düşünüyoruz, bu yüzden büyük ihtimalle bu konuşanlar arasında bir alışveriş olmuştur ancak en azından bizim gösterebileceğimiz ortak bir ataya dayanmıyorlar, elbette asla bilemezsiniz ancak dilbilimde ilişkilendirilebilir veya ilişkili olmak, yalnızca yöntemlerle ilişkilendirilebilen şeyler ilişkilendirilebilir, profesör roberts bilginiz için teşekkür ederiz sizden çok şey öğrendik, öğrenmek istiyorum moğolistan japon kore ve Türkçe ve diğer bazı diller aynı bölgede yakıldı ancak normalde kökenlerden biri hangisinin köken olduğu çünkü köstebek yabancı, bunu böyle söyleyemeyiz ancak Türkçenin Japon Kore Tungusik ve Mongolik ile ortak bir kökeni olduğunu söyleyebiliriz

Tüm bu diller ortak bir anadan gelen kardeş dillerdir ancak Türkçenin ana olduğunu, Türkçenin kardeş olduğunu ve farklı dillerin ortak bir atadan geldiğini söyleyemeyiz. Elbette Türk dillerinin Avrasya’ya bu kadar yayılmasının nedeni çok daha sonra gerçekleşen bir şeydir ve bu da çobanlığın benimsenmesidir.

İlk olarak Türkçe konuşanların ataları muhtemelen çiftçilerdi, darı çiftçileriydi ama MÖ 1000 civarında, 3000 yıl önce batı ucundan doğu ucuna kadar hayvancılık  önemliydi ve muhtemelen Türkçe konuşanlar hayvancılığı benimsediler, tarımsal bilgilerine hayvancılığı eklediler ve hayvancılık ve at binme nedeniyle son derece hareketliydiler ve Tunç Çağı’ndan itibaren Avrasya’nın her yerine yayıldılar ve bu da bugün Türk dillerinin batıda Türkiye’den kuzeydoğuda  Yakut’a kadar yayıldığı bu tablonun oluşmasına neden oldu.

Bunlar son derece iyi sorulardı. Ben Çince konusunda uzman değilim ancak yakın zamanda Çinli bir doktora araştırmacısı işe aldım ve kendisi eski Çin yeniden inşası konusunda uzman. Amacımız, sizin de önerdiğiniz gibi, Trans Avrasya ve Çin-Tibet arasında çok erken ödünçlemelere dair kanıt bulup bulamayacağımızı bulmak ancak Tunç Çağı’na veya daha sonrasına dayanan ödünçlemeler değil, belki de tarımın başlangıcına ve tarımsal uygulamaların değişimine dayanan çok erken ödünçlemeler. Bunların bir resmine sahip değilim ancak nereye gittiğinizi anlıyorum.

Arkeolojiye ve kültüre giriyorsunuz. Bunun hakkında özel olarak yorum yapamam ancak çalışmamızın hedeflerinden biri, yalnızca dilleri karşılaştırmak değil, aynı zamanda kültürü, farklı popülasyonların farklı kültürlerini de karşılaştırmaktı. Bu benim için elbette büyük bir zorluktu çünkü bir dilbilimci olarak dillerin zamanlaması ve mekanı ve dillerin göç dinamikleri hakkında bilgi sahibiydim ancak en büyük zorluklardan biri, bunu şimdi genetik bulgularıyla nasıl birleştirebileceğimizdi. ve arkeolojiden ve ışık veya araştırma altında verilerin bağımsız bir şekilde toplanması ve verilerin bağımsız bir şekilde analiz edilmesinin temel fikirlerinden biri

Buradaki arkeologlar veya arkeolog Mark Hudson gibi o sahaya çıktı ve arkeolojik veri topladı ve genetikçi ve dilbilimciden bağımsız olarak arkeolojik analizler gerçekleştirdi. Bizim genetikçimiz Ningxiao gibi biri sahaya çıktı ve diğerlerinden bağımsız olarak iskelet kalıntılarından örnekler topladı ve böylece her biri kendi verilerini topladı ve analizini yaptı ve sadece son aşamada farklı kanıt hatlarını bir araya getirdik.

Örneğin arkeoloji alanında seramiklerden taş aletlere, yapılardan bitki ve hayvan kalıntılarına, kabuklu deniz hayvanlarından eserlere ve ayrıca mezarlara kadar farklı özellikleri puanladık.

Belki de balon bir yerlerdedir ama emin değilim, bu yüzden tüm bu farklı arkeolojik alanlarda karşılaştırdığımız 172 özelliğimiz vardı

Neolitik alanlarımız ve bronz çağı alanlarımız vardı ve tüm bu alanları özellikler için puanladık ve sonra bu hesaplama tekniklerini farklı kültürel özelliklere uyguladık ve temelde bulduğumuz şey darı tarımının burada, Westlake Nehri bölgesinde başladığını doğruladı, bu yüzden darı tarımının kökenlerini, Trans-Avrasya dillerinin kökenlerini bulduğumuz yerde bulduk ve oradan darı tarımı altı bin beş yüz yıl önce Kore’ye ve beş bin yıl önce Rusya’nın Uzak Doğusuna yayıldı.

Daha sonra pirinç tarımı entegre edildi ve bu Liaodong-Şandong etkileşim alanından Kore üzerinden Japonya’ya taşındı ve burada avcı-toplayıcı Almanlardan iki Yayoi halkına çiftçilere ve Türk halkına büyük bir değişime neden oldu muhtemelen darı çiftçileriydi, burada yaşadılar, ayrılıp buraya daha fazla gittiler ve sonra ancak bronz çağında tüm Avrasya’ya yayılmaya başladılar, bu şekilde aslında darının  büyük arkeolojik ortak bileşen olduğunu bulduk.

Öyleyse, Trans-Avrasyalı konuşanlar ortak bir dilsel bileşen olarak Trans-Avrasyalı ataları paylaşıyorsa, hepsi ortak bir tarımsal bileşen olarak darı tarımını, kültürel ve etnik kökenini paylaşıyor olmalı. Ben şahsen bu tür bir araştırma yapmıyorum ama elbette alfabenin kökenlerini anlamak son derece ilginç ama siz de doğru bir şekilde belirttiğiniz gibi sembol kelimesini vurguluyorsunuz, dolayısıyla alfabe konuşulan dilin bir sembolüdür, bu yüzden birçok insanın konuşulan bir dili var ama alfabeleri yok.

Dolayısıyla odaklanmaya çalıştığımız şey, onaylanmış konuşma dilidir ve bunu tarih öncesindeki konuşma diline geri döndürmektir, evet, sizin kadar iyi değiliz, şimdiye kadar tartıştığımız gibi, Avrasya ötesi dillerin farklı konuşmacıları arasındaki benzerlikler için ortak noktalar, ortak unsurlar arıyorduk.

Bugün, trans-Avrasya dilsel kökenini bulduğumuzu tartıştık; trans-Avrasya topluluklarında arkeolojide ortak bir bileşen bulduk, darı çiftçiliği ve genetikçilerimiz ayrıca trans-Avrasya dillerinin farklı konuşmacıları tarafından paylaşılan amor genetik profili adı verilen ortak bir bileşen olduğunu buldular; bu yüzden şimdiye kadar evet, trans-Avrasya konuşan iki toplulukta hem genetik olarak dilsel hem de arkeolojik olarak ortak bir bileşen olduğunu söyleyebiliriz; ancak gelecekte beni ilgilendiren şey bakış açımızı altüst etmek olacak.

Ortak bileşene bakmak ve ortak bir bileşen belirlemek yerine bundan uzaklaşıp farklılıkları inceleyebiliriz çünkü özellikle kahverengi geç neolitik ve bronz çağından itibaren tüm bu trans-avrasya popülasyonlarının Avrasya’nın her yerine yayılmaya başladığını ve bunu yaptığını görüyoruz.

Böylece farklı genlere sahip diğer dilleri konuşan trans-avrasya dışı popülasyonlarla tanışıyorlar ve bu da karıştırma, karıştırma genleri, genetik ve karışım gibi büyüleyici bir tabloya yol açıyor. Örneğin Türk popülasyonları, Batı Avrasya kökenli insanlarla tanıştıkları bir adım atıyorlar ve Türk popülasyonunda Doğu ve Batı genetik profillerinin yavaş yavaş karıştığını görüyoruz.

Böylece yavaş yavaş Batı Avrasya popülasyonlarıyla karışıyorlar ve aynı zamanda genetik olarak da karışacaklarını görüyoruz, ayrıca tarımlarının pastoralizmle tamamlandığını görüyoruz

Kültürel olarak da karışacaklar ve dillerinin Türkçede de çok eski ödünçlemeler olduğunu görüyoruz, örneğin çobanlık veya at veya atlar ile ilgili ironik ve tarkarian’dan.

Genleri karıştırma, geçim stratejilerini karıştırma ve dilleri karıştırma resminin tamamının gerçekten büyüleyici olduğunu düşünüyorum ve gelecekte bunu incelemek istiyorum elbette sadece basamaktaki Türk dilleri için değil aynı zamanda Kuzey Doğu Asya için de bahsettiğiniz Çin-Tibet ve Trans-Avrasya popülasyonları arasındaki karışım son derece ilginçtir. Rus Uzak Doğu’sunda Nifkof Paleo-Sibirya dillerini konuşanlar ve Trans-Avrasya dillerini konuşanlar bunun üzerine geldiler ve daha sonra Kore ve Japonya’da orijinal Alman popülasyonları olan avcı-toplayıcılar geldi ve bunlar daha sonra gelen çiftçilerle karıştılar.

Gelecekte çalışmak istediğim şey bu karışım ve eşleştirme, bence çok ilginç, her şeyden önce çok iyi bilgilendirilmiş olmanız önemli olan şey kelimelerdeki kelime dağarcığında değil, kesinlikle dil yapısında, insanlar Bering Caddesi’nin karşısında dilsel ilişkili ilişkiler olduğunu öne sürdüler, örneğin, Orta Asya’dan gelen bir Paleo-Sibirya dili olan kedi dilinin, muhtemelen Amerika’nın kuzeybatı Pasifik kıyısında konuşulan Nadene ve Niniseian dilleriyle ilişkili olduğunu bulan bir araştırmacımız var, Eduard Fajda

Orada kesinlikle ilişkiler var, tek sorun bu ilişkilerin 10.000 yıl öncesine kadar uzanması ve daha da derinlere gitmesi ve bizim klasik dilbilimsel yöntemlerimizle kelimeleri ve morfemleri incelerken sizin de dediğiniz gibi 10.000 yıldan daha eskilere gidemeyiz.

Klasik dilbilimcilerin yapabileceklerinin sınırındayız ancak Joanna Nichols ve Balthazar Bickel gibi dilbilimciler de var, bunlar kelimelere değil dilin yapısal özelliklerine bakıyorlar, örneğin dilin sonunda fiil var mı yok mu, dil çok sentetik mi yoksa değil mi gibi özellikleri inceliyorlar ve oradan da sizin söylediğiniz gibi 10.000 yıl öncesine ve daha öncesine dayanan bu dilsel ilişkiyi öneriyorlar ama bu benim alanım değil.

Ben klasik tarihsel dilbilimciyim ve bu nedenle 10.000 yıl öncesine kadar uzanan her şeye odaklanmalıyım, Profesör Roberts çok çok eski zamanlardan, 10.000 yıldan daha eski, çok özel bir yer, eğer zamanınız varsa sizi Türkiye’de bekliyoruz, teşvik edici önerileriniz ve tavsiyeleriniz için çok teşekkür ederim, profesör, teklifinizi kabul ettiğimi ve kesinlikle Türkiye‘ye geleceğimi söylemeliyim,  bu ilginç ve teşvik edici haber için çok teşekkür ederim. konuş teşekkür ederim teşekkür ederim teşekkür ederim Martin Roobets.

 

Türk ve Deniz, Levent Ağaoğlu

Türk ve deniz konulu programda, Levent Ağaoğlu, Türklerin denizle olan ilişkisini, tarihsel ve kültürel bağlarını ele alıyor. Denizlerin Türk kültürü üzerindeki etkisi, iç denizlerin varlığı ve Türk dünyasının ekonomik bağımsızlığı üzerine düşünceler paylaşılıyor. Ayrıca, Türklerin su kaynaklarıyla ilişkisi vurgulanıyor.

  • Türklerin denizle ilişkisi neden önemlidir? 

  • Levent Ağaoğlu’nun görüşleri nelerdir? 

  • Denizlerin Türk kültüründeki yeri nedir? 

Öne Çıkanlar

02:49
Türklerin denizle olan ilişkisi tarih boyunca önemli bir yer tutmaktadır. Bu bağlamda, deniz kültürü ve Türklerin tarihsel kökleri arasında derin bir bağlantı vardır.
06:13
Türklerin Yaratılış Destanı su ile sıkı bir bağlantıya sahiptir. Bu destan, Türk kültüründe suyun ve yaşam felsefesinin önemini vurgulamaktadır.
12:15
Türkistan ülkelerinin stratejik olarak denizlere açılması, önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu, Türk kültürünün ve tarihinin denizle olan bağlantılarını güçlendirecektir.
18:18
Bu videoda Asya’nın tarihi ve coğrafi zenginlikleri üzerinde duruluyor. Nehirlerin medeniyetler üzerindeki etkisi ve Türk kültüründeki yeri vurgulanıyor.
24:22
Eğitim ve insan kalitesinin düşmesi, Türkiye’deki gelişmelerin arka planda kalmasına neden oluyor. Türkistan ülkelerinin gelişimi için doğal kaynaklar önemli bir unsur olarak öne çıkıyor.
30:25
Atatürk’ün tarih tezi, Türk milletinin medeniyet anlayışının derin köklerine dayandığını vurguluyor. Bu tez, sadece geçmişle değil, günümüzle de bağlantılı ve güncellenmesi gerekiyor.
36:29
Turan coğrafyası, Türk kültürü ve tarihi açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu coğrafya, Türk halklarının su kaynaklarıyla olan ilişkisini ve stratejik konumunu ifade etmektedir.
42:32
Mavi Vatan konsepti, Türk denizciliği ve stratejik önemi açısından büyük bir anlam taşımaktadır. Bu düşünce, tarihi bir arka planla günümüze kadar gelmiştir ve yayılması gerekmektedir.

*****************************************

The discussion focuses on the historical and cultural significance of the sea for Turks, emphasizing their maritime connections despite misconceptions of them as landlocked people. Levent Ağaoğlu highlights the importance of water in Turkish mythology and history, advocating for a renewed understanding of Turkey’s strategic maritime role in the modern world.

You may be interested in these questions:
02:56
The importance of the Turkish relationship with the sea is explored, emphasizing its historical and cultural significance. This connection challenges misconceptions about Turks being solely land-based people.
06:13
The video discusses the significance of water in Turkish culture and mythology, emphasizing its connection to creation stories and historical narratives. Water is portrayed as a vital element influencing social and philosophical concepts among the Turks.
12:15
Strategically utilizing the integration of Turkic nations through maritime access to oceans presents significant opportunities. These connections will enhance economic and cultural exchanges among these nations.
18:18
The significance of rivers in Central Asia is highlighted, showcasing their cultural, historical, and geographical importance. These rivers have shaped civilizations and facilitated the development of cities across the region.
24:22
The discussion emphasizes the historical and cultural significance of Turkish influence in various regions, particularly in Central Asia and the Indian subcontinent. It highlights the importance of natural resources and historical connections to present-day geopolitical standings.
30:27
Atatürk’s historical thesis, which emphasizes Turkish civilization’s deep roots and cultural heritage, is often overlooked and must be re-evaluated in light of new archaeological findings. The significance of Göbeklitepe underscores the advanced existence of Turkish civilization over 12,000 years.
36:29
The significance of the Turan geography is emphasized, highlighting its historical and cultural connections across various regions. This interconnectedness is crucial for understanding contemporary geopolitical dynamics.
42:32
The concept of ‘Blue Homeland’ emphasizes the strategic importance of maritime territories for a nation. It highlights historical influences and the necessity to promote this mindset globally.

Turkic Languages and TransEurasian Languages

The discussion revolves around the study of Turkic languages and their historical connections to Japonic, Koreanic, and Mongolic languages. It explores the methods of reconstructing ancestral languages, the significance of basic vocabulary, sound correspondences, and the integration of linguistic evidence with archaeology and genetics to understand the origins and migration of these language families.

05:05
Linguistics encompasses the study of language both synchronically and diachronically, with a focus on how languages evolve over time. Historical comparative linguistics reconstructs ancestral languages and their cultural contexts.
08:42
Mapping various lines of evidence allows for a more comprehensive understanding of human prehistory. This approach integrates insights from multiple disciplines to reveal deeper connections.
14:47
The trans-Eurasian languages, including Turkic, Japanese, and Mongolic, may share a common ancestor, which is a significant topic in historical linguistics. The evidence supporting this includes vocabulary, sound correspondences, and morphological similarities.
20:54
Old Turkic is a significant language with roots in the eighth century, providing insights into the genealogy of Turkic languages. This period’s inscriptions and vocabulary contribute to understanding linguistic relationships in Central Asia.
26:55
Computational techniques combined with classical methods have identified northeast China as the likely origin of several language groups, including Turkic and Japonic. This region played a crucial role in the dispersal of various languages over time.
33:08
Evidence suggests that early agricultural practices, particularly millet agriculture, originated in the Westlake River area, coinciding with the beginnings of trans-Eurasian languages. This finding highlights the interconnectedness of language and agriculture in shaping cultural identities.
39:15
Trans-Eurasian languages share a common ancestry, supported by archaeological evidence of millet farming and a shared genetic profile among speakers. This connection highlights the cultural and linguistic interactions among these populations over time.
45:20
The discussion revolves around the linguistic relationship across the Bering Strait, emphasizing its historical significance over 10,000 years ago. The speaker, a classical historical linguist, focuses on earlier periods.
PROF DR MARTINE ROBBEETS

She will tell us more about the topics herself in a moment thank you very much for this beautiful introduction and thank you of course also for having invited me cesia thank you very much for this for this important  question yeah linguistics is the study of language and we can study the language synchronically that is at a certain point in time but we can also study language iachronically that is the development of language over time and my specialization lies with diachronic linguistics that is i’m a historical comparative linguists and historical comparative linguists can take you back very far in time long before the attestation of the first written records basically we compare tested languages to reconstruct ancestral languages but its ancestral language has never been written down.

So we just reconstruct it and it can be separated for centuries and even millennia from the first written sources so it is this ancestral language this proto-language that we reconstruct and once that we have reconstructed then the proto language  we can also have a look at the ancestral vocabulary and try to reconstruct the natural and the cultural environment of these  ancestral speakers.

 

 

So if we find words say for textile technology or for crops or for certain stone tools or for animal husbandry or daring then we can also deduce that the speakers of that language were familiar with these practices and events and then linguists can also try to find out with whom the ancestral speakers were in contact we could for instance find out that the proto-turkic speakers the ancestral turkic speakers were in contact with old ironic speakers be because there are borrowings loanwords between two languages and then linguists can also build language trees and these language trees visualize how languages broke up and spread over space and over time and we can also date the notes in the tree that is we can find out at which time the different separations happened and then finally linguists can also try to locate the homelands of ancestral language families in space.

So we can find out where the ancestral speakers were located and last but not least i would say it is also important that linguists cross the boundaries of their own fields and that we put or linguistic evidence or evidence about the location and the timing and the migratory dynamics of language that we put that together with findings of archaeol archaeology and genetics archaeologists and geneticists study also variables like time and location and they also study the migratory dynamics of of people and cultures that form the object of their study.

So putting or mapping these different lines of evidence on each other we can reach a more holistic view on human prehistory then each of these disciplines  can provide us with individually as possible yes reconstructing i have to here reconstructing language what we really do is we take we take contemporary forms or we take tested forms of the language we compare them to each other and we  try to unwind the similarities the regular similarities back to the most recent common ancestor but if you  compare let’s say languages that are very that very distant in time that have separated very distantly in time like  turkic and  japonic and you still find similarities then you can unwind these similarities to a common ancestor that is very deep in time in or a case that would be like  9 000 years ago like for instance you have verbs in in  japanese kamu bite chu and you have in all turkic for instance and also other turkic languages this word can to bite to chew you can comparing this you we can wind that back to a common word for chem in the ancestral language or here with katai heart solid you have this word in turkic or cut also i think it’s it’s here.

So you have it in all turkic cut or cut to be hard you have it in in ver in different contemporary turkic languages like in  turkish but also in uzbek and shore and dolgam and it’s even there in in chuvash in in  western turkic language and all these form reconstruct back to one common ancestral form cut in proto-turkic that again can be compared to these forms in the other trans-eurasian languages so that’s how historical linguists so to say unwind regular similarities between languages yes well personally i cannot do all the work for myself of course because you have to imagine there are 59 different trans-eurasian languages.

So i cannot go on field work for every of these varieties that as you say are very intriguing and then some dialects and language varieties may preserve very ancient words and  and and very useful  evidence but that is left  to the field workers some people in my team do field work but also in general there are linguists who specialize in one particular language and one particular variety who write word lists and who collect data and or task then as historical comparative linguists is to put together all these data sets to compare them and to try  to find ancestral words underlying the similarities.

But so to say we built on the shoulders of the field workers indeed the work in  the field is is very important you could say that i’m an armchair linguist sitting behind my desk but the tough work is done by all these people going out in the field and describing  languages yes  that’s very  basic  and an important question indeed this this issue this trans-eurasian issue is one of the most disputed questions of historical comparative linguistics.

So the question whether the turkic languages belong to the same family as the japonic languages and koreanic and to music and mongolia is one of the most hotly debated issues  in linguistics and we use this term trans-eurasian in reference to this large group of geographically adjacent languages including here japanese and other japonic languages in purple then we have koreanic languages today only korean in yellow then we have the tungusic languages that are today almost extinguished but you see these little red spots on the map those are the music languages in red and then we have the mongolic languages here you see in blue the mongolic languages not only calca mongolian as it is spoken in the republic of mongolia today but there are about 15 different mongolian languages and then we have this vast group of turkic languages

So not only turkish   turkey  turkish as we know it well and as you probably are you are native speakers but  a whole group of closely  related  languages stretching all across  eurasia. So  including even  these turkic languages that are spoken in northern siberia like  yakut and dolgan and this separate language families are relatively uncontroversial nobody would dispute that they are genealogically related to each other but the question whether all these languages go back to one single common ancestor is one of the most disputed  issues in historical comparative  linguistics and  even if even when i agree that much of the evidence for this relationship provided in the past is questionable i still think that there is a small core of evidence that can support the genealogical relatedness of turkic to japanese korean music and mongolian languages.

So i believe that it is possible to state that trans eurasian is a valid genealogical grouping that’s a good question.

So what is the evidence  for trans eurasian that is  actually a question that i have been studying over the last 20 years it has been always at like the center of of my career as a linguist and to show that languages descend from a common origin we need different pieces of evidence.

So first we need to compare basic words.

So not just any words but basic words words that are universal across the languages of the world and that are relatively resistant to cultural influence to borrowing words like head mouth nose child parent eat drink moon star like this very basic words that’s the first thing we need the basic vocabulary but then we also need to compare sounds we need to find phonological correspondences sound correspondences so the words need to correspond in a regular way each sound needs to correspond regularly to another sound and then finally we also need the building stones of the words to correspond

So  these little more themes or building stones that make grammatical function or that derive words from each other they need to correspond as well so that are the three  pillars we need to establish  linguistic relatedness and in the case of  trans the eurasian as i already showed to you  we find basic vocabulary that means that these basic words like the word for bite but also watch or burn or heart these basic words are corresponding and we find about 93 etymologies for basic vocabulary corresponding in addition

So as i showed the these correspondence sets are well distributed it’s not as if a word is present in only one language but it’s well distributed over the different languages of each family. So not only in old turkic but also in turkish and azerbaijani in turkmenia in uzbek in vigor and so on and even in church and then we also find sound correspondences  between the different trans-eurasian languages i gave you this example of qatar heart here we see that every sound is corresponding regularly

So the k is corresponding regularly the medial vowel a is corresponding regularly and the t is corresponding regularly and those correspondences do not occur only in this word but they occur again and again in different sets so like that we can establish a list of sound correspondences consonant correspondences these are the consonant correspondences for the trans-eurasian languages but also vowel correspondences

So we have vocabulary and we have sound correspondences and actually we also find morphology my previous study that was published in 2015 was a book on the diacrony of verb morphology showing that there were there are little elements in the verbs that correspond regularly regularly as well

So for instance here there’s only one example in  turkic we have a resultative nominalizer a little word that’s a little building stone that derives  words nouns from verbs like you have for instance the verb to reduce and then you would have kisgah short reduced and this little ga or ka can be compared to the same element that does the same thing in other trans-eurasian languages so we have morphology we have phonology and we have vocabulary and that is why i believe that turkic is indeed relatable to japonic and the other trans-eurasian languages  yes indeed that is very important as you  suggest

So here this abbreviation ot stands for old turkic and  all turkic is the language of the orcan in inscription so the the language  that has been found in mongolia’s  arkhan  valley on the inscriptions of the khans  dating back to the eighth century and the old turkic  period stretches over old wigar  the old turkic and the terran basin to  the language of  mahmoud al kashkari’s compendium of turkic languages which was written in the turkic

So this whole period is called old tea all turkic and we do rely on on sources in old turkic and and we add these elements to our comparisons  yes  between the actually there are five branches to trans-eurasian japanese korean to music mongolic and turkic and  in the basic  vocabulary  we found in the 200 basic vocabulary we found about 150 sound word comparisons when we go larger also include cultural vocabulary there are about 340 etymologies that support trans-eurasian relatedness yes that’s very important for  linguists

So most of the words relate to basic vocabulary  that and in the basic vocabulary we find a lot of verbs so more words for as you say grabbing taking eating and so on more verbs than nouns than objects and this is a very important observation because we see across the languages of the world of the world that nouns are easily borrowed

So objects are re easily transferred from one language into another say from turkic into mongolia or from mongolia into  turkic but verbs are much more difficult to borrow than nouns because they are more abstract and because they are inflected people will not so easily borrow a verb for instance if if turkish borrows the verb to click from english like to click with a computer it would say something like click attack or  click i don’t know but it’s  it would also have to accommodate for this borrowing  with a special element and it’s rather rare that verbs are borrowed and it always goes over normalized form and the very fact that we find so many naked verbs shared here is therefore in support of genealogical relatedness rather than borrowing if this would be a borrowing relationship between the different languages you would find many many objects but not many verbs and in in reality we find it the other way around as you suggest many verbs and just a few nouns

So yes so in indeed when we then accept this  trans-eurasian relatedness it brings us to new questions new questions arise and as you  correctly point out one of the big questions is who were these speakers of prototrans eurasian who were these ancestral speakers to the turkic speakers were their ancestors where did they live and when did they live and that are questions that cannot be answered with linguistics alone in order to do that i needed to integrate other fields like archaeology and genetics into the into the into the picture and to find that out or to find the location out we integrated these different techniques but in from the linguistic perspective we collected a huge database of 98 different trans-eurasian languages we collected etymologies word comparisons for these languages  both for historical stages like all turkic  and all japanese but also  contemporary languages like turkish and uzbek and and so on and we collected basic vocabulary and  cultural vocabulary and  on these languages we applied computational techniques bayesian phylogenetics to find out first a dated tree a classification of the languages but these techniques were also used to model the languages in space

So based on this classification we let the computer the algorithm decide  where the center of the spread really was and what we found converging this computational techniques with more classical techniques of homeland detection we found that the most likely origin for the five different groups was  probably situated in northeast china  in the west liao river area and  the first split into altaic  which is  which is turkic mongolia and to music together and japan ocorianic  happened there

And so japan went to the audung and then you see turkic splitting off very early i think six thousand years ago already turkic goes into the stepper then koriyanic  goes to the korean peninsula tungus to the russian far east and finally japonic moves over korea  to japan so that was how how we modeled this this dispersal in space that’s a very good and relevant question cyano tibetan is the ancestor of the synthetic languages chinese and also the tibetan languages

So the language is also spoken in the himalayas and so on they all go back to one common ancestor and recently  in 2021 there was a study in nature  that suggested and confirmed earlier  studies that the ancestor of  the sign of tibetan languages is probably situated here as a neighbor to trans  eurasian in what we call the yellow river  valley so bits to the south of trans-eurasian linguistically there are no indications that cynotin is  related to trends eurasian but what we find is  probably very early ancient borrowing out of borrowings at a very early level

So we think that  cyano tibetan was situated in the yellow river  area around  8 000 years ago and that it was therefore contemporaneous and nearly adjacent to the speakers of trans-eurasian so most probably there was some exchange between those speakers but they don’t go back to a common ancestor at least not one that we can demonstrate you can never know of course but   relatable or related in linguistics is relatable only what is relatable with the methods can be related professor roberts thank you for your knowledge we learned a lot of things from you i wish to learn you are saying mongolia japanese korean and turkish and other some language was burned same area but normallyone of the origins which one is the origin because the mole foreign  we cannot put it like that but we can say that turkic has a common origin with japanese korean tungusik and mongolic

So all these languages are sister languages that go back  to a common mother but we cannot say that turkic is the mother turkic is the sister and the different languages go back to one common ancestral language  of course the reason why  the turkic languages became so spread across eurasia is something that happened much later and that is the adoption of pastoralism

So first  the the ancestors of the turkic speakers were probably farmers millet farmer farmers but around 1000 bc so 3 000 years ago a pastoralism  was important from the western step to the eastern step and it is probably there that the turkic speakers adopted pastoralism added pastoralism to their agricultural knowledge and due to pastoralism and horse riding they were extremely mobile and from the bronze age onwards they spread all across eurasia and that is what caused this picture today where you find the turkic languages all spread from turkey  in the west to yakut in the in the northeast

So they were extremely good question i’m not a specialist in chinese but just  recently i hired a doctoral researcher who is she is chinese and she’s a specialist in old chinese reconstruction and  our goal is  as you suggest to  find out whether we can find evidence for very early borrowings  between trans eurasian and cyano tibetan but not borrowings that go back to the bronze age or later but really very early ones that are perhaps  going back to the beginnings of agriculture and the exchange of of  agricultural  practices i don’t have a picture of them but  i understand where you’re going you’re going into the archaeology and and into the culture i cannot comment on this specifically but indeed one of our goals the goals of  our study was then not only to compare the languages but also  to compare the culture the different cultures of the different populations and there that was of course a huge challenge for me because as a linguist i knew about the the timing and the space of the languages and about the migra migratory dynamics of the languages but one of the big challenges was how now can we combine that with findings from genetics and from archaeology and one of the basic ideas that under light or research was an independent collection of data and an independent analysis of data

So the archaeologists like here or archaeologist mark hudson he went out in the field and collected archaeological data and performed archaeological  analysis independent from the geneticist and the linguist so our geneticist like here ningxiao went out in the field collected samples  skeletal remains independently from  the other ones and like that  each one collected his data and did his analysis and only in the final phase we brought the different lines of  evidence  together

So for instance in in the case of the are in of archaeology  we  scored different features relating to ceramics to stone tools to buildings to plant and animal remains to shell bones and and artifacts and also to burial

So perhaps the bubble are somewhere in but i’m not sure  so we had say 172 features that we compared across all these different archaeological sites

So we had neolithic sites and we had bronze age sites and we scored all these sites for the features and then we applied also these computational techniques to the different cultural  features and basically  what we found confirmed that millet agriculture originated here in the westlake river area so we find the origins of millet agriculture exactly where we find the origins of the trans-eurasian languages and from there a millet agriculture dispersed  to korea six thousand five hundred years ago and  to  at the russian far east five thousand years ago and then later rice agriculture was integrated and it moved from this liaodong shandong interaction sphere over korea  to japan where it caused a big turnover from hunter-gatherers german people two yayoi people to farmers and  the turkic people were probably also millet farmers they lived here split off went more here and then only in the bronze age they started to spread all over  eurasia so in in this way actually we found that millet  was the big  archaeological shared component

So where at the speakers of trans-eurasian share trans-eurasian ancestry as a common linguistic component they should all share millet agriculture as a common agricultural component cultural ethnic personally i do not make that kind of research but i think it’s extremely interesting of course to to understand the origins of the script but as you correctly point it out you say you you stress the word symbol so script is  a symbol for spoken language so many people have spoken language but they don’t have script

So what we try to focus in on is attested spoken language and to wind it back to spoken language in pre-history so to say so we are not  so much well  yes as you as we discussed  so far we have been searching for commonalities for similarities common elements between the different  speakers of trans-eurasian languages

So we have discussed today that  we found this common  trans-eurasian linguistic ancestry  to  for the trans-eurasian populations we have seen that we find a common component in the archaeology namely the millet farming and then our geneticists also found that there was a common component which is called amor genetic profile that is shared by the different speakers of the trans-eurasian languages so so far we can say yes there’s a common component  two trans-eurasian speaking populations both genetically linguistically and archaeolic archaeologically however what would interest me for the future is  to turn our perspective upside down

So to say so instead of looking at the common component and identifying a common component we could move away from that and study the differences because especially from the brown late neolithic and bronze age onwards we see that all these trans-eurasian populations start to spread all across eurasia and doing

So they meet non-trans eurasian populations speakers of other languages with different genes and this leads to a fascinating picture of mixing mixing genes genetic and mixture for instance the turkic populations go on the step they meet they meet people of west eurasian ancestries and we see gradually in a mixture of east and western genetic profiles for the turkic population

So gradually they mix with western eurasian populations and at the same time that they are going to mix genetically we also see that their agriculture is complemented with pastoralism

So also culturally they are going to mix and we see that  their language that that turkic also has very ancient borrowings relating for instance to pastoralism or horse or horses from ironic and from tarkarian

So this whole picture of mixing mixing genes mixing subsistence strategies and mixing language is something which i find really fascinating and which i would like to study in the future of course not only for the turkic languages on the step but also  for north east asia what you mentioned this mixing between sino-tibetan and trans-eurasian populations is extremely interesting what happened in the russian far east with  speakers of nifkof paleo-siberian languages and and speakers of trans-eurasian languages coming on top of that and then what happened in korea and japan with the original german populations  hunter-gatherers that then are going to mix with incoming  farmers

So it is this mix and match that i would like to study  in the future which is very interesting i think first of all that you’re very well informed  the the thing is that  not so much in the vocabulary in the words but certainly in the language  structure  people have suggested  linguistic related relations across the bering street we have for instance one researcher eduard fajda who has found that the cat language a paleo-siberian language from central asia is probably  related to the nadene and niniseian languages spoken on the north west pacific coast in the americas

So there are certainly relations there the only problem is that these relations go back deep in time 10 000 years ago and deeper and with our classical linguistic methods so studying words and morphemes as you suggest we cannot go back deeper in time than 10 000 years ago

So there we are a bit on the limit of what classical linguists can do however there are also linguists like joanna nichols and balthazar bickel for instance who try not to look at words but look at structural features of language like yes no features of language does the language has  verb in the end or not is the language polysynthetic or not that kind of of features they study and from there they also suggest what you say this linguistic relationship across the bearing straight straight which goes back  10 000 years ago and and earlier but that is not so much my field i’m a classical historical linguist and therefore i i must focus on everything what is before 10 000 years ago professor roberts is some special place very very old times more than 10000 years ago if you have a time we are awaiting you in turkey  thank you very much for your  stimulating suggestions and for your advice professor i must say i take your offer and i will certainly come to turkey  so reportage thank you thank you so much for this interesting and stimulating talk thank you thank you thank you martin roberts

Türkistan Yazıları

1991 yılından sonra bağımsızlıklarını kazanan Türkistan Cumhuriyetleri çeyrek asra yaklaşan bir zaman süreci içerisinde, kuruluş zamanının ruhuna uygun bir şekilde kendilerini derleyip toparlamasını bilmişlerdir. Sovyetler Birliği ülkelerinin pozitif bir özelliği olan kaliteli bir eğitim sisteminden yola çıkarak ilerlemeye devam etmişlerdir.

Bunun neticesinde bölgeye gidip gelen profesör ve  bilişimci dostlarımın aşağıdaki satırlarda okuyacağınız sahadan ilettikleri izlenimlerden görüleceği üzere pozitif gelişmeler somut olarak ortaya çıkmaktadır.

Çeyrek asra yaklaşan süreci Türkiye’nin Türkistan ülkeleri ile olan ilişkileri ve bağları açısından değerlendirdiğimizde ise ortaya parlak bir tablo çıkmamaktadır maalesef. Netice itibari ile Türkistan ülkelerinin dış ticaretinden aldığımız pay %5’i geçememektedir. 

Demek ki %95 dış ticaret payı ise Çin, Rusya, Kore, Japonya gibi doğu ülkeleri ve Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya ve benzeri batı ülkeleri tarafından paylaşılmaktadır. Ağabey söylemlerinin ne kadar boş bir hamaset siyaseti olduğu da bu şekilde apaçık belli olmaktadır.

Dünya Dış basınında da Türkiye&Türkistan bölge sınıflaması yok maalesef. MENA, Balkanlar, Büyük Çin, Kafkasya var ama T&T yok işte.

Diğer yandan, Türkiye Türkleri Amerikancı (İslamcı Arapçı) olarak yabancılaşırken Rusya ve Türkistan Türkleri de Ruslaşarak yabancılaşıyor. Direnen ise sadece Çin’deki Uygur Türkleri.

Sinerji:

Türkiye ve Türkistan arasındaki sinerji ancak Türkistan ülkelerini Beş Denize ve Dört Okyanusa, pusuladaki tüm yönlere, birlikte çıkartacağımız ortak projelerle olacaktır. Aksiyonları hızla uygulamamız lazım.

1982  yılından beri Türkistan ülkelerine gidip gelen yazar dostum şimdi otobüsle Kazak. Kırgız. Özbek kentlerini geziyor. Muazzam olumlu bir değişimden sözediyor. Şaşırtıcı. Bizlere bu haberler nedense hiç yansımıyor. Resmi gezileri yapanlar sokakları gezemediği için, gazeteciler de o ülkelere gitmedikleri için bilgisiz kalıyoruz.

Türkistan Cumhuriyetlerinin İthalatı

  • Dünyadan (2023): 111,5 milyar dolar
  • Türkiye’den: 5,6 milyar dolar

Türkiye’nin pazar payı: %5                                                                                              Kaynak: Trademap

%5 pazar payı ile  “Türk Dünyası” sloganı sadece ve ancak Türkiye’deki siyasetçilerin diline hamaset pelesenki olur.

Türkistan tanımı:

Olumlu gelişmeler olarak, 2024 yılında, MEB kitaplarında Orta Asya yerine “Türkistan” tanımı kullanılmaya başlandı. Türk Devletleri Teşkilatı ortak abeceye geçme kararı aldı!

Müzik:

22 Arap ülkesi siyasi olarak birleşemeseler de Arap Müziği ve şarkıları Arapları gönüllerinden sanat ile birleştiriyor.

Neden Türkler müzikte böyle 20 ülkeyi aynı kalpte buluşturamıyor. Turan’ın 7 Bölgesi ile birleşmeye şarkılar, türkülerle tek ses, tek kalp, tek gönül ile Türk Müziğinden çalgılarından, ezgilerinden, seslerinden, nefesinden  başlasak iyi olmaz mı?

Anadolu, Rumeli-Balkanlar, Kafkasya, Mezopotamya, Horasan, Türkistan, Azerbaycan (Kuzey-Güney), İdil Havzası (Rusya)

***************************

Levent beyciğim, 1974 yılında Balkanlardan başlayarak 1982 yılından beri de Orta Asya ve bütün Türk dünyasından masal ve efsaneleri derlemek için yollarda olduğumu ve bu coğrafyayı hep dolaştığımı biliyorsunuz. Bu günlerde yine Orta Asya’dayım. Çok ilginç gözlem ve önerilerim var.  Ekim 2024. (Yücel Feyzioğlu)

https://www.instagram.com/p/DBNe1rpI1OA/

https://www.instagram.com/p/DBJzPojIIKx/?img_index=1

Levent Bey, iyi akşamlar diliyorum.
Ama orada daha akşam olmadı herhalde.
Ben gezime devam ediyorum.
Şu anda Almata’ya geldim.
Sonra Kazakistan’ın Çim kentine gideceğiz.
Ondan sonra da Özbekistan’a geçeceğiz.
Orada üç dört gün gezimiz olacak ya da beş gün.
Şimdi çok ilginç şeyler tespit ediyorum ben burada.
Çünkü sekseniki yılından beri de burayla, hep buralarla iletişimim var, ilgim var.
Şimdi benim bir önerim var.
Öneri şu, vakıfta bir toplantı yapalım.
Ben bu gezilerin sonuçlarını ve önerilerimi Orada dile getireyim.
Eğer biz bu önerileri yerine getirmezsek bunun yerini şu anda Ruslar doldurmaya çalışıyor.
Sizden rica ediyorum arkadaşlar ikna edin.
Kasım sonu olabilir.

Yani bir ülkede zaten bütün sorunlar baştan aşağı çözüldü demek yanlış bir şey.
Elbette şeyler var, eksikler var.
Ancak tıpkı Almanların yaptığı gibi bir şeyi çok iyi başarmışlar.
Bir kere yeme içme olayı para değil burada ya.
Yani et, sucuk, Ondan sonra sosis, salam, bunların kilosu euroyu falan bulmuyor.
Öte yandan gaz, elektrik, internet, su parası kime sordum?
Halkın içinde soruyorum.
Kime sorduysam, söyledikleri bunların kırk euro aylık, bütün toplam olarak buranın parasıyla söylemek istemiyorum.
Paranın değeri düşük.
Tam da anlaşılmıyor ki.
Ben de anlamadım daha ya.
Dolara çarptığın zaman, kırk-elli dolar civarında insanlar para ödüyorlar.
Bak gaz var, elektrik var, su var, kirada oturan son derece az.
Yok mu?
Var.
O kiralar fazla.
Nasıl fazla?
İki yüz doları olan büyükşehir merkezlerinde iki yüz doları buluyor.
Buradaki ortalama gelir Altı yüz dolar.
Altı yüz, beş yüz, altı yüz doları alıyorlar ama herkesin köyden, topraktan bir geliri var.
Topraktan yararlanıyorlar.
Herkesin köyle, çiftliklerle, bağları var.
Bunlar çok çok önemli şeyler.
Öte yandan eğitim düzeyi yüksek.
Kadın hakları konusunda o konuda bir şey daha çok fazla, daha doğrusu bir şey gözlemedim.
Ama böyle kadın erkek ilişkilerinde bizde olduğu kadar veya Avrupa’da olduğu kadar bir rahatlık var mı?
Onu diyemem.
Onu tekrar yarın, öbür gün araştıracağım, soracağım.
Ama yani izlenimlerimi yazacağım.
Ya bir de öyle bir şey var ki, biliyor musunuz, Levent Bey?
Öyle bir şey var ki.
Mesela dün bir Aksakal Türk, yani doğma büyüme burada, Semerkant.
Semerkant’ta oturuyor adam.
Bir de Türkiye’den gelmiş bir tüccar var.
Şimdi ikisi arkadaş.
Burada işte iş yapıyorlar.
Şimdi insanların kafasında oluşan belli bilgileri değiştirmek o kadar zor ki adam anlatıyor.
Diyor ki işte kardeşim diyor ben çocuklarımı üniversitede okuttum.
para ve ödemedim yani şu kadar.
Şimdi en küçük çocuğumu çok daha…
dilli büyüsün diye İngilizce, Fransızca, Rusça bilmem…
Türkçe bilsin diye…
ona para ödeyerek özel okulda okutuyorum.
Ama onun dışındakilerine para ödemedim.
Ondan sonra diyor ki…
kırk lira ödüyorum, gaz, su, elektrik falan filan.
Şimdi…
Türkiye’den gelen arkadaşı diyor ki…
çok ilginç bir şey.
Ya burada işte şöyle yoksulluk var, böyle yoksulluk var.
Köye gittik şöyle oldu, adam ona cevap veriyor.
Ya diyor hangi köye gittin, gel seni yarın götüreyim falan diyor.
Anlatabiliyorum, böyle çok ilginç psikolojik bir durum var yani.
(Yücel Feyzioğlu)

***************************

Ben de bir yazı taslak hazırlamıştım, sonunu getiremedim. Türklerin Dijital Birleşmesi
bunu tek bir tarafla tek bir devlet gücüyle yapamaz bunun imkanı yok bakın geçen gün çok güzel bir şey oldu çok mutlu oldum mesela Trendyol’u Çinliler satın almıştı. bildiğiniz çin malıdır amazon zaten Amerikan malı Hepsiburada’yı Kazaklar satın aldı 1,1 milyar dolar gibi enteresan bir rakama aldılar. Türkler kazansın tabii ki. (Ali Dindar)

***************************

Sizin görüşünüz nedir değerli hocam?.

Ruslar oraya zaten güçlü bir altyapı ve eğitim sistemi kurmuşlardı. Bağımsızlık ve ayrılma sonucunda hızlı toparlandılar, Kazakistan üniversite ve lisansüstü çok iyi yabancı hocalara iyi para verip getirtti. Şimdi Özbek aynısını yapıyor. Zaten Kırgız dışında diğerleri ciddi doğal zenginliklere sahip. Ben Hazar kenarı limanı Kazakistan‘ın Atrav şehrine doksanlı yıllarda gittim küçük bir kasabaydı 2016 da aynı yer bir petrokimya devi şehir oldu.

Yapılacak hala çok iş var. Ama söylediğin gibi sosyal ve kültürel düzey yüksek. Masalları halk edebiyatı ürünlerini Sovyet zamanı hep toplayıp yayınladılar. Şimdi onları Latin harfli basıyorlar. Bu da bir yeni dinamizm katacak. Ekonomik işbirliğimiz zayıf kaldı. Ayrıca ulaşım entegrasyonu daha güçlendirmeli. Bizim Kobilere uygun bir pazar. Rusya dahil devasa bir alan. Planlama yapılmalı. Türkiye sanılanın aksine sahayı pek bilmiyor. (Prof Dr. Kemal Üçüncü)

Türkistan ülkelerinin dış ticaretinden payımız sadece %5.

***************************

Nasılsınız?
Bu akşam beni Yücel Feyzioğlu aradı, Anadolu Masalları yazarıdır.
Almanya’da ikamet ediyor kendisi.
Eski, benden de yaşça büyük bir insandır.
Ve kendisi Almanya Yazarlar Birliği’nin organizasyonu ile Kırgızistan’a gitti.
On günlük bir seyahat.
Orada yazar birlikleri ile görüşmeler yapıyor.
Ve otobüs ile Kırgızistan’dan Kazakistan’a, oradan da Özbekistan’a geldi.
Şimdi yirmi dakika konuştuk.
Aradı beni.
Çok ilginç şeyler söyledi benim açımdan.
Niye?
Çünkü ben Türkistan ülkelerine gitmemiş bir insanım.
Yani çok sayıda ülkelere gittim ama o bölgeye hiç gitmedim.
Kendisi diyor ki Ben diyor Sekseniki’den beri bu ülkelere gider gelirim sürekli bu ve masallaı için de çok malzeme topluyor bu Türkistan ülkelerinden.
Müthiş malzeme topluyor eski masallar onları uyarlıyor günümüze uyarlayıp yayınlıyor.
Doğu Yatı yayınlarından çıkıyor masal kitapları Yücel Feyzioğlu’nun.
Ve diyor bu gidişimde en son ikibinbeşte gitmiştim.
Şimdi gittim çok şaşırdım.
Muazzam bir değişim var diyor.
Hocam ne dedim Yücel Bey bu değişim?
Ya diyor yani insanların Türkiye diyor bakıldığı zaman çok kayıp gözüküyor.
Fark ne dedim?
Çok kayıp gözüküyor.
İnsanlar yerlere izmarit atıyorlar.
İnsanların birbirlerine davranışları.
Fakat diyor bu işte bu üç ülkede müthiş bir şey var, insanlar birbirlerine çok iyi davranıyorlar, binalar çok yenilenmiş.
Taşkent falan hepsi yenilenmiş.
Ve sokakta bir düzen var.
Şimdi hani bizim heyetler gidiyorlar oraya ama heyetler resmi toplantılar yapıyor.
Sokağa çıkmıyorlar Yücel Bey ise
Otobüsle gidiyor geliyor, halkın içine giriyor.
Demek ki lokantalara da girip çıkıyor.
Halk diyor çok güzel, nece konuşuyorlar dedim.
Kazakça, Türkmence, Özbekçe yani o dilleri konuşuyorlar.
Rusça biliyorlar.
Okulda Rusça eğitimi veriliyor ama kendi aralarında böyle konuşuyorlar.
Davranışlarının çok medeni olduğunu söyledi. (Levent Ağaoğlu)

***************************

Çok teşekkür ederim Levent Bey. Gerçekten Türkistan’da ciddi bir yenilenme kendisini gösteriyor. Şehirleşme hızlanmış, doğal kaynakların dünya piyasalarına çıkmasıyla elde edilen refah da kendisini şehirlerde gösteriyor. Turizme gittikçe daha çok önem veriyorlar. Doğudan ve Batıdan dış yatırımlar da artmış.

Eğitim sektörü hızla büyüyor. Taşkent’te dikkatimi çeken bir üniversite var. Neredeyse her sene %20 büyüyor. Bilimsel araştırma, lisansüstü eğitim vb. alanlarda almaları gereken daha çok mesafe var. Ama lisans eğitimi ve altında epey mesafe alınmış. Türkiye’de eğitim alan kadroları da görüyorsunuz. Aileyi de korumuşlar. Ben de olumlu izlenimlere sahibim. Ancak gelir dağılımı bozuk. Parçalanmış aileler, fakirlik ve bağlantılı meseleler genç kuşaklarda etkisini gösteriyor. Kadının durumunu güçlendirmek için yapılması gerekenler çok. (Prof Dr. Mehmet Akif Okur)

Türkistan tabiri hangi yüzyıllarda kullanılmış ve ne zaman hangi ülkelerde kullanımdan düşmüştür

Türkistan terimi, coğrafi ve siyasi bir kavram olarak yüzyıllar boyunca farklı anlamlarda ve coğrafi bölgeleri kapsayacak şekilde kullanılmıştır. Bu terimin kökeni Farsçadır ve “Türklerin Ülkesi” anlamına gelir.

İlk Kullanımlar ve Coğrafi Kapsamı
  • Antik Çağ ve Orta Çağ: İlk olarak İranlı coğrafyacılar tarafından Orta Asya’da yaşayan Türk halklarının yaşadığı bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Coğrafi sınırları zaman içinde değişmekle birlikte, genel olarak günümüzdeki Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni kapsayan geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir.
  • İslam Dünyası: Arap coğrafyacılar da bu terimi kullanmış ve İslam’ın yayılmasıyla birlikte Türkistan’ın coğrafi kapsamı daha da netleşmiştir.
Rus İmparatorluğu Dönemi ve Yeni Bir Tanım
  • 19. Yüzyıl: Rus İmparatorluğu’nun Orta Asya’yı işgaliyle birlikte Türkistan terimi yeniden canlanmıştır. Ruslar, bu bölgeyi yönetim kolaylığı için “Türkistan Genel Valiliği” gibi idari birimler oluşturmuş ve bu sayede terimin siyasi bir anlamı da kazanmıştır.
  • 20. Yüzyılın Başları: Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla birlikte Türkistan, daha küçük idari birimlere bölünmüş ve terimin coğrafi kapsamı daralmıştır. Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri kurulmuştur.
Günümüzde Türkistan Tabiri

Günümüzde Türkistan terimi, genellikle tarihsel bir coğrafya olarak veya siyasi bir özlemi ifade etmek için kullanılmaktadır. Özellikle Doğu Türkistan (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) konusunda bu terim sıklıkla gündeme gelmektedir.

Özetle:

  • Türkistan terimi, Orta Asya’daki Türk halklarının yaşadığı geniş bir coğrafyayı ifade etmek için kullanılan eski bir terimdir.
  • Rus İmparatorluğu ve Sovyetler Birliği dönemlerinde siyasi bir anlam kazanmış ve idari bir birim olarak kullanılmıştır.
  • Günümüzde daha çok tarihsel bir coğrafya veya siyasi bir özlem olarak anılmaktadır.
  • Türkistan tabirinin kesin olarak hangi tarihlerde kullanıldığı ve hangi ülkelerde kullanımdan düştüğü konusunda net bir tarih vermek zordur. Çünkü bu terimin kullanımı siyasi, kültürel ve coğrafi gelişmelere bağlı olarak sürekli değişmiştir.

Ek Bilgiler:

  • Doğu Türkistan: Günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ni ifade eder.
  • Batı Türkistan: Genellikle Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı kapsayan bölgeyi ifade eder.

Rusya’daki Türkistan Türkleri

Stan’larda?
Maalesef onların da önemli bir kısmı ve önemli bir agirlikla
Türkçe ve Turkiyenin agirligi siliniyor
Rusya – Rusça ve Rusculuk yukseldikce
Tüm Rusya Kiril alfabesi
Latin alfabesine
Orta asya Cumhuriyetleri
Ve Azerbaycan geçti sadece
Stan-larin stanlarini çok abartmak için neden yok, hepsi de Rusya Federasyonu icindeler
Ve giderek merkeze daha da fazla baglaniyorlar
Baskortoston milli sanatcisi bir kadın tanidigim
Rus ve Rusya milliyetcisi
Tatar olmasına karşın
Kuzey kafkasya’nin Yerel halk mensubu gencleri Rusya Montlari- t-shirtleri ile geziyorlar
Cecenler Ruslasiyor dahasi var mi
Kırım Kadınlar Birliği başkanı tanıdığım bir kadın
O da Ruscu
Rusya’da inanılmaz bir değişim gerceklesiyor
Donbass’saki Oset birliginin kurucusu benim tanidikti
1992’te en büyük hayalim Rusyaya karşı savaşmakti diyordu
2015te herkesten çok Rusyaciydi…
Para… konfor… ekonomi…
Uygur Türklerinin kapitalizmle entegrasyon paylari çok zayıf
Baskordostan birlikleri var özel operasyon bölgesinde…
Kendi bayraklari ile dahasi
Hayır bulunmadim
Herkes paranin pesinde
Cecenler inanilmaz bir paraya boguldular
Ben de o kadar çok paradan sonra herkesten çok “Ruscu” olurum…
Ortalama Cecen 3500-4000 dolar alıyor
Bana kalırsa çoğu çok daha fazla…
Para – is ve eglence
Kirimda Ağustos ayında
Basın turundayim
Senatoryum bölgesine geldik
Saki
Demesin mo
Mi
Bu sanatorium ve otellerin
Artık cogunun sahibi Cecen
Simferopol merkerde eylulde kalirken
Her köşe basi kuzey kafkas çocuklarla doluydu
Kadın kız pesinde oradalar
Grozni’ye gitseniz inanmazsiniz
Operasyon bölgesinde
Kötü jeep’e binen yok aralarinda
Ancak…
Enformasyon bakaninin
Korumasi bana şunu dedi bir keresinde
90lardaki kuşak ile kendilerini kıyaslandığında
” biz onların tırnağı olamayız “…
Yani kendilerinin de ne mal olduğunu biliyorlar…
Beslenme bicimleri
Kiyafetleri
Hersey degismis ve bitmis
Bir tek sakal sovlari kaldi…
Sibiryadaki Çin tehdidine de benzer bir çözüm bulurlar
Orası işte zor…
Çine karşı zayıflar
Yetmiyor
Belki de yüz bin
Birkaç yüzbin göç etti
Tanıdığım
Genç kadın ve kizlarin
Yarısinin çocuğu yok
Ha bu arada beter olsunlar
Kendi düşen ağlamaz…
istemiyorlar çocuk demek
Evet
Sonuclarina katlanirlar
Geri kalan yarisinin çoğunun da
Nerelere
Ancak tek çocuğu var
Kazakistan
Azerbaycan
Gürcistan
Diğer orta Asya ülkeleri
Türkiye
Ve Avrupa…
Problem yeni Rus kadın ve genç kız mentalitesinde
Ve onların kölesi Rus erkekleri
Cok çocuk çok para karsiligidir ancak
Parayı bastıran çocuğu yaptırır
Herkesin para için evlendiği gibi
Cok çocuklu adamlar, ya mebustur, ya iş adamı, vs…
Adamın Aylik geliri 1 milyon ruble mesela
Birkac yüzbin ruble birkac yasal çocukları için
Birkac yuzbin de gayri resmi çocukları için..
Bu devran da böyle gidip duruyor…
Irk da değişiyor bu arada
15-20 sene sonra Moskovada Rus hemen hemen kalmayabilir bu gidişle…
Orta Asya’da kimse kalmamis
Korkunç manzara
Orta Asya boşalmış
Moskova orta asyalılarla mı dolu
Her yer
Petersburg
Aynı adlı vilayetinin onlarca kent ve kasabası
Haliyle asimilasyon süreci hizlanip katlanıyor
Orta Asya bence bitmiş, milyonlarcasi sadece birkaç şehirde
10 milyon kişi rahat vardir
Rusyaya giden orta asyalılar ruslaşıyor mu yoksa ruslar mı türkleşiyor
Tüm güney ve kuzey Kafkasya da: Krasnodar, Stavropol, Rusya bölgeleri ile Moskova ve petersburgda
Yanıt tek:
Dil ve kültür olarak Ruslasiyorlar
Irk ise Asyalasiyor
Asya ruslaşıyor
Türkik-Kafkas karisimina evriliyor
Yani mutant yeni bir ırk…
Asyanin Ruslasmasi yeni bir şey degil
1850 den itibaren
Evet ancak öncesi de var
Yani her şeyin çivisi çıkmış halde…
Asyalılar asimile oluyor
Bana parayı verin, yarın her yerde ” milliyetçiliği ” bitireyim..
İngiliz-Rus emperyal politikaları hep aynı
ingilizler arapları altınla dönüştürmüştü
Efendiler
2014 öncesi Ukrayna fena değildi
Milliyetcilik neredeyse yoktu vs
Şirinevlerde tanıştığım Özbek şimdi Petersburgda kurye şöförlüğü yapıyor. Çocukları Özbekte
İşte alin size
Bana kalırsa orta Asya artik yok…
Yaslilarin sadece kaldigi kukla ülkeler
10 milyon Orta Asyalı göçtü demiştin Rusyaya
Bizim boş köyler gibi
Rusya nüfus açığını ortaasya ile kapatıyor demek
Evet
Is acigini evet
Ancak onlarla pek karismiyorlar
Gelen ortaasyalılar ruslarla mı evleniyor yoksa kendi kendilerine asimile mi oluyorlar
Ruslar onlari pek tercih etmiyor
Dolayısıyla kazandiklari
Paralarla
Kendi iclerinde daha fazla uruyor ve cogaliyorlar
Slav kadın ve kızlar da evde oturmaya devam ediyor
ailesini de getiriyor rusyaya
Bir de yeni bir orta sınıf modası: çocuksuz evlilikler
Turkiyede olduğu gibi: beyaz Türklerde
zamanın ruhsuzluğu
Evet, ailesini artık getiren cok
Almanci Türklerin aynı taktiği
ailece ruslaşıyor
Evet doğru
türkiye türkleri almanyaya
Türkistan türkleri rusyaya
Yeni yetme Rus gençlerinde
asimilasyon koşusu
Iktidarsizlik yaygin
allah allah
Evli olmalarina karsin
neden
5 – 10 yıl cocuklari olmuyor
Cok basit :
Besin ve mamalarinin yüzde 90’i suni, kimyasal ve katkı maddeli
Beslenme mi diyecektim
Yalan yere evlenmiş çok yeni yetme çift tanıyorum
Biseksuelizm ve aseksualizm de yayginlasiyor
küresel modalar
Kadıköy – Bakırköy – Beşiktaş connection
Aynı teraneler işte
Tek fark şu ki:
Rusyadakiler, bu kolektif ve ulusal rezaleti: kadın hakları, kadın hareketi, vs. Etiketleri ile maskelemiyorlar…
rezaletin farkında olup da birşey yapamamaları da enteresan.
bizde de nüfus hızla yaşlandı.

Kaynak: Rusya basını. 20 Mart 2023.

Türkistan Yazıları

Sümerler, Türkistan ve Hindistan

Sümerler Kütüphanesi Dravidçe, Sümerce ve Türkçe  Hatti Kültürü ve Sümerce Sümerce  Sümerlerin Ataları  Sümer-İndüs ilişkisi  Turukku Kavmi  Sümerce ve Güneş Kültü  Hind-Türk Tezi  Altay…

Büyük Güçler ile Büyük Oyun ve Türkiye-Türkistan

4-11 Şubat 1945’de gerçekleşen Yalta Konferansı için bir araya gelen üç lider: Churchill (Britanya), Roosevelt (ABD) ve Stalin (Rusya) 19. yüzyılda Büyük Oyun’un aktörleri olan…

Büyük Güçler ve Turan-Türkistan

Armin Vámbery Orta Asya’daki seyahat Haritası 1861-1864 *********************************************** 1865-1918 Turan-Türkistan ile ilgili Alman-İngiliz İstihbarat ve Propaganda Kitapları Turan İdeali Türk Kimliği’nin İnkarı İttifaklar Yalta İttifakı (3+1) İngilizler Almanlar Ruslar Amerikalılar Çinliler Pan-Türkizm. Pan-Turanizm Azerbaycan Kronolojisi 1774-1893 *********************************************** 1865-1918 Turan-Türkistan…

Türkiye ve Türkistan Ülkelerinin Akdeniz Havzasında İşbirliği Olanakları

Türkiye ve Türkistan Ülkelerinin Akdeniz Havzasında İşbirliği Olanakları Bir Akdeniz ülkesi olan Türkiye ile denizlere kapalı karasal bir coğrafyada yerleşik Türkistan ülkeleri Akdeniz havzasında nasıl…

Türkistan/Türk Dünyası İlham Projeleri

Türkistan Bilgelerinden Seçme Sözler Levent Ağaoğlu – 03/06/20240 HAREZMİ Ebu Abdullah Muhammed El-Horezmi (780-850): Harezmlidir (Özbekistan). Bağdat’ta çalışmıştır. Cebiri sistemleştirmiş ve isimlendirmiştir. Arap ve Batı dünyasında küresel geometri…

Türkistan Bilgelerinden Seçme Sözler

HAREZMİ Ebu Abdullah Muhammed El-Horezmi (780-850): Harezmlidir (Özbekistan). Bağdat’ta çalışmıştır. Cebiri sistemleştirmiş ve isimlendirmiştir. Arap ve Batı dünyasında küresel geometri anlayışına katkıda bulunmuştur. Ondalık sistemin…

Türkistan Arkeolojisi

İlk Türk Köyü; MÖ 4500, ANAU, Türkmenistan; Türkistan Atatürk’ün başlattığı çalışmalarla Türkiye’de arkeoloji kazıları yoğunlukla yapılmış ve ortaya bir Anadolu Uygarlıkları tarihi meydana çıkarılmıştır. Osmanlı…

Türkiye, Hindistan ve Türkistan: Birlik Temelinde bir İşbirliği Modeli

VİZYON  Hindistan; Türkiye ve Türkistan’ın Hint’erlandıdır.  Türkiye’nin fikri kaynağı da Türkistan ve Hint’erlandıdır. Öncü düşünürlerimizden İsmail Gaspıralı (1851-1914)’nın Dilde, Fikirde, İşte Birlik ilkesinin en verimli…

Hind Kıtası-Türkistan-Türkiye Demir Yolları Koridoru (Öneri)

Hindistan, Pakistan, Türkistan, Türkiye Ticaret Yolu Türkiye’nin uluslararası ticaretinde Avrupa kıtası ile olan sevkiyatlarda ağırlıklı olarak karayolları tercih edilirken, Afrika, Amerika kıtaları ve Uzakdoğu ülkeleri…

Türkistan ve Dil Birliği

Date: Thu, 1 Mar 2001 04:23:56 -0800 (PST) From: levent tunadan <[email protected]> Subject: Turkistan ve Dil Birligi To: [email protected] Sayin Mehmet Tutuncu, Sayin Ergun Cagatay’in yazisiyla baslatilan Turk Dil Birligi…

Türkiye ve Türkistan

https://www.youtube.com/watch?v=l8GTiW2PxrE&t=5937s&ab_channel=MGTVT%C3%BCrkD%C3%BCnyas%C4%B1n%C4%B1nSesi

Türk Siyasi Düşünürleri (Avrupa/Türkiye-Asya/Türkistan)

Asya/Türkistan Türk siyasi düşünürlerinin sayısının bir miktar daha fazla olduğunu görmekteyiz. Türk Siyasi Düşünürleri başlığı altında bir kitap yayınlanması durumunda, düşünürleri ve kavramlarını topluca inceleme…

1250-1362 Anadolu’da, Türkistan-İran’daki, Şam-Kahire’deki yaşamış ve bulunmuş alimler

1250-1362 Anadolu’da yaşamış ve bulunmuş alimler Esîrüddin Ebherî (ö. 1265) Mantıkî Felsefe, Matematik Hacı Bektâş Velî (ö. 1271?) Tasavvuf Ahî Evran (ö. 1272?) Tasavvuf …

İpek Yolu güzergahı’nın %70’i Türkistan – Türkiye topraklarından geçiyor.

Doğu Türkistan: 1600 km. Kazakistan: 3157 km. Hazar 468 km Azarbeycan 429 km Türkiye 2285 km Toplam  7939 km 7939/11483: %70 Selçuklu ticaret ağı olarak şehir tasavvuru Türk ticaret sistemi olarak…

Güney Türkistan Bilge Düşünürlerimiz

  GÜNEY TÜRKİSTAN BİLGE DÜŞÜNÜRLERİMİZ Mevlana Belh Horasan Afganistan Ebul Kasım Unsuri (968–1039). Belh Afganistan Ebul Fazl Beyhaki (995–1077). Gazne Afganistan Hücviri Ö.1072 Gazne Afganistan Ali Şir Nevai Herat Maveraünnehir Afganistan Kemaleddin Bihzad (1450–1537). Herat Afganistan Hüseyin Baykara. Herat Afganistan Ebul Hasan İbni Culuğ Faruki. Sistan Afganistan Ahmet Ağaoğlu Azerbaycan Azerbaycan Molla Hafız Gence, Berda Azerbaycan Gönül Bünyadzâde Göyce Azerbaycan Abdulkadir…

Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri

Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri. Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri. Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri. Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri. Türk Rönesansı, Türkistan Düşünürleri “En değerli yeraltı kaynağımız Türkistan…

Büyük Asya: Türkiye, Kafkasya ve Türkistan

Haritadaki ülkeler arasında yedi tanesi “istan” ülkeleridir. Sadece Azerbaycan’da “istan” takısı bulunmamaktadır. Bu coğrafya iki deniz coğrafyasıdır; Karadeniz ve Hazar denizi. Büyük Orta Doğu Projesi…

Sumeria, Turkestan and India Articles

Please click on the headings   Ataturk’s Turkish History Thesis and the Sumerian Script Civilization Levent Ağaoğlu – 28/08/20240 The Sumerian Empire under King Shulgi (2094 to 2046 BCE) (Image…

Türk Dünyası Limanları /Turkey and Turkestan Sea/River Ports

    Azerbaycan  Kıbrıs Greece Moldova Russia Turkey Uzbek Kırgız Kazakistan Kuzey Rusya’nın Limanları Tübitak – Kutup Ansiklopedisi Rusya Kuzey Denizi Güzergahındaki Bir Limanı…

Turkestan Articles

 

Selected Quotes by Turkestan Sages

HAREZMI Abu Abdullah Muhammed Al-Khorezmi (780–850): He is from Khwarezm (Uzbekistan). He worked in Baghdad. He systematized and named algebra. He contributed to the global…

Proposal: Indian Continent-Turkestan-Turkey Railways Corridor

India, Pakistan, Turkestan, Turkey Trade Route In Turkey’s international trade, highways are mainly preferred for shipments with the European continent, while sea routes are preferred…

Turkey Russia Turkestan India

Photograph Copyright Coimbatore, South India 2017 IDEA: Turkey Russia Turkestan India QUESTION: Turkey Russia Turkestan India Very true. I expect the balancing game evolves into cooperation between…

Turkey, Turkestan and India

https://www.youtube.com/watch?v=4y5HqxU68zc&t=126s Africa’s population is 1.5 billion now, but will reach 4 billion by the end of the century. It will equalize the population with Asia….

Cultural Heritage of Turks in Eastern Turkestan

Map Monuments Doğu Türkistan (36) Kaşgar (3) Urumçi (1)

Turkey, India and Turkestan

New Perspectives on India and Turkey (Routledge Contemporary South Asia): Jassal, Smita: KOEKBOYA Natural Dyes and Textiles A Colour Journey From Turkey to India and…

Turkey (Türkiye), Hindustan (India) and Turkestan

https://www.youtube.com/watch?v=Zcb_gWAGj88&t=20s Hi my good friends all over the World. How are you all today yeah now. Now it is the weather is getting improved with increasing temperatures in…

Turkestan World

  ARCHAEOLOGY Turkestan Mummies https://booksonturkey.com/turkestan-mummies/   BUDDHISM Buddhism: Buddhist Turks https://booksonturkey.com/buddhist-turks/   ETHYMOLOGY Etymology in English for Turkestan https://booksonturkey.com/turkestan/   INDIA&TURKESTAN Hindustan (India) and Turkestan https://www.youtube.com/watch?v=Kr2aswnV4H4&t=7s Hinterland: Turks and Indians https://www.youtube.com/watch?v=yeDH0ziYOqg&t=40s   SCHOLARS 500 Years of Enlightenment: Turkestan and Turkey https://booksonturkey.com/500-years-of-enlightenment-turkestan-and-turkey/ Southern Turkestan: Turkish Sages,…

Türk Dünyası ve Deniz

Hamit Naci Mavi Vatan Vakfı başkanı Cem Gürdeniz’in öncülüğünde Hasköy Rahmi Koç müzesi bünyesinde yer alan Fenerbahçe vapuru Alt Salonu’nda Türk dünyası konusunda önemli çalışmaları bulunan şair ve düşünür Levent Ağaoğlu “Türk Dünyası ve Deniz” başlıklı bir konferans verdi. Geniş bir dinleyici topluluğu tarafından ilgi ile izlenen konferansta Türk denizciliğinin tarihi ve jeopolitiği ile ilgili kapsamlı bilgiler yer aldı.

Açılış ve kapanış konuşmalarını Cem Gürdeniz’in gerçekleştirdiği iki saat süren Konferans boyunca küresel  ölçekli teorik bir model ortaya koyan Ağaoğlu; Zaman, Zemin, Zihin ölçeğinde Türklerin Teolojik temellerine dayanarak geliştirdiği özgün metodoloji kapsamında, geniş bir kaynak taraması gerçekleştirerek, yeni bilgiler ve yeni kavramları seslendirdi.

Türklerin Avrasya anakıtası ölçeğinde Türkiye ve Türkistan elele sadece denizlere değil kıtayı çevreleyen okyanuslara da (Pasifik, Arktik, Atlantik, Hint) birlikte açılmaları stratejisi hakkındaki aksiyonları Sonuç bölümünde dile getirdi.

Türk aydınlarının, Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’nin, Atatürk’ün 1938 de vefatı ile birlikte üstünün örtülerek yok sayılması karşısındaki sessizlikleri ve fakat bunun yerine bir kesimin Marksçı ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı) teorisi konusunda ve diğer bir kesimin de 1071’den çok sayıda Anadolu’ya geldik teorisi konusunda yayınlar ve teorik tartışmalar yapılmasının tipik bir yabancılaşma göstergesi olduğunu, böylece düşünsel enerjinin bilim merkezli üretim değil de ideoloji rehberliğinde tüketim mecralarında harcandığını belirtti.

Denizler ile ilgili bilgilerin Oğuzlarda, Oğuz Kağan Destanı’ndan başlayarak temel eserlerde dile getirildiğini Orhun Yazıtları’nda, Divan-ı  Lugat it Türk ve Kutadgu Bilig’de denizler ve okyanuslarla ilgili geniş bilgilerin yer aldığını, Oğuz Kağan’ın efsanevi bir evladının Deniz Han olduğunu, “daha deniz daha ırmaklar” idealinin efsanede yer aldığını anlattı.

Ağaoğlu, ilk metinlerde Kimek olarak bugünün Türkçesi ile  Gemi adıyla  isimlendirilen Kıpçakların kuzey steplerindeki özellikle Sibirya‘nın güneyindeki sulak alanlarda, nehirlerde ve su yollarında gemiler ile seyahat ve taşımacılıkta bulunduklarını dile getirdi.

Aral Gölü’ne akan Maveraünnehir (Seyhun ve Ceyhun) nehirleri, Baykal ve Balkaş Gölleri’ndeki nehir/göl gemiciliğinin yanısıra, denizler açısından bakıldığında Hazar ile bağlantılı İdil (Volga) nehri ve Tuna nehri ile bağlantılı Karadeniz ve nihayetinde Akdeniz, Kızıldeniz ile Basra Körfezi öne çıkmaktadır.

Türklerin üç büyük liderinin Tonyukuk, Fatih ve Atatürk olduğunu ve her birinin denizlerle ilgili ideallerinin ve stratejilerinin olduğundan bahseden Ağaoğlu, Pasifik Okyanusu kıyılarına doğru karadan sefer yapan Tonyukuk’un ardından  1200 yıl sonra Atatürk’ün Akdeniz’e doğru “ilk hedefiniz Akdeniz” stratejik emri ile kara seferi yapmasının tarihin tekerrürü olduğundan söz etti.

Donanmasız girdiğimiz 1.Dünya Savaşının ardından 2.Dünya Savaşının bitişi ile birlikte başladığımız çok partili siyasi hayatla birlikte katıldığımız NATO İttifakı çerçevesinde denizciliğimizin durgunlaşma dönemine girdiğini, Kıbrıs Barış Harekatı neticesinde de her ne kadar denizcilikte bir silkinmeye gidilse de hemen karşı sindirme hamlelerinin geldiğinden bahsetti.

Sonuç ve Öneriler bölümünde Sibirya’nın güneyinde ve Asya’nın her yönünde biriktirdiğimiz zengin denizcilik kültürümüz ve bilgilerimizin yoğun aksiyonlarla beş denizler yolu ile okyanuslara açılmanın ve bu açılımda da en önemli araçların denizlere izafeten beş renkli (ak, kara, kızıl, mavi, sarı) özgün pusulamız ile Ata’mızın Nutuk’unun ardından en değerli bir eseri olan ve unutturulan Tarih Tezi’nin bizleri yeni ufuklara taşıyacağından söz etti. 

Dinleyicilerin yoğun ilgisi ile izlenen konferans Cem Gürdeniz’in kapanış konuşması ile son buldu.

Sunum: Türk Dünyası İçin Denizlerin Önemi ve Stratejik Bilinci