Home Blog Page 5

Türk Dünyası İçin Denizlerin Önemi ve Stratejik Bilinci

Türk Dünyası ve Deniz hakkındaki slaytımızı buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Prof. Dr. İlber Ortaylı “”Çaka Bey’den Günümüze Türk Denizciliği” başlıklı söyleşi

Prof. Dr. İlber Ortaylı “”Çaka Bey’den Günümüze Türk Denizciliği” başlıklı söyleşi

 

Maalesef milletlerin denizciliğini bazı şeyler önlüyor mesela aynı yerde insanlar çok iyi paten yaparlar buz pateni şampiyon çıkarlar hiç Rus kayak şampiyonu duydunuz mu duyamazsınız yok. Çünkü kayak yapmak için müsait bir ülke değil, yani herkes yapamaz herkes yapamayınca da iş olmuyor bu bakımdan Türkiye şanslıdır ve tarihte de size ben söyleyeyim ilk defa bizim denizlere ulaşım 1200’lü yıllar. Yani 12.asır.

12.asra kadar Türk kavminin denizle ilgisi yoktu Deniz Derya dedikleri göllerdir o göllerin üzerinde ne kadar seyri sefer yapılabilirse o kadardır. O da yaşadıkları steplerin çok küçük bir kesimini kapsar Baykal Gölü falan. E bunun dışında nehirler vardır. Demek ki bizim ceddimizin denizci olması mümkün değildir o şartlarda.

Ne zaman iyi denizci olacaklar, Akdeniz’e çıktıkları vakit. Akdeniz’e ne zaman çıkıldı 1055 Dandanakan Cengi Gazneli ile Selçuklu Hanedanı arasında. Horasan’dan İran’a yerleşiyoruz. İran’dan açılışımız 1071 değil Malazgirt’ten sonra biz denizlere doğru gitmedik niyetimiz aşağıya Filistin’e Mısır’a falan gitmekti oraya gitmek de nasip olmadı tekrar kuzeye çıktık İznik sultanlığını kurduk aşağı yukarı Alaaddin Keykubat devrinde, yani 12. asırda hem Sinop’ta hem de aşağıda Alaiye’de bir tersane teşkil edildi bir donanma üssü meydana getirildi ve büyük denizci devletlerle de temas hali yukarıda Kırım ve Rusya Ukrayna sahilleri aşağıda da Akdenizle temasımız oldu ama biz Akdeniz’de Filo gezdiren bir ticaret filosu olan bir memleket değildik Dolayısıyla Bahri filomuz da düşüktür bu iş için bir 400 sene daha uğraşmamız gerekti 300 sene bakın dikkat edin ne zamanki Türk imparatoru Tuna mansabına yerleşti Karadeniz’i kontrol etti Akdeniz’in doğusunu ele geçirdi Tabii bundan bir şekilde tüccarlar istifade etmeye başladı.

Bunun gibi Denizcilik Okulları ilk defa çok enteresan Anadolu Kıtası’nda değil fakat Midilli Sakız gibi Adalarda kurulmaya başladı. Yani ilk Türk Denizcilik okulları oralarda kurulmuştur. Hatta Barbaros Hayreddin kardeşi ve babası da böyle bir Denizcilik Okulu işletirlerdi. 19.asırda da bu böyleydi yani denizciliğin elemanları buralarda yetişmeye başladı ve Türk İmparatorluğunun 16.asırdaki donanması her şeye rağmen zafer kazanıyor. Bahri kuvvet ama gemiler çok hafiftir.

Şimdi mesela bir münakaşa var donanma Fatih karadan geçirip de denize nasıl indirmiş halice buna yalan diyorlar bir kısım böyle şeyler çıktı tarihi de mistifiye ediyoruz.

Yalan değil doğru ama gezdirdikleri geçirdikleri gemiler hiçbir zaman Venedik kalyonu değil Okyanusa göre büyük gemiler zaten o devirde yapılmıyordu daha yani 1453’te Denizcilik Akdeniz dünyasında oluyordu ve Akdeniz dünyasındaki gemilerde Akdeniz’e göre çıkan galeone tipli. İşte bütün denizcilik tabirleri İtalyancadan tabirler hem Türkçeye geçmiştir hem de Rumca yani Rumlar da buradaki Bizans takımı da denizcilikte İtalyanlar gibi değil efendim uzak okyanuslarda ne yapılıyordu uzak okyanuslar da efsane halindedir güya bir tarihte Çinliler kocaman bir gemi yapmışlar bilmem neymiş nüfusu içindeki mürettebat sayısı falan.

Bunların hepsi çok iyi ispatlanamamış şeylerdir ama şurası bir gerçektir ki uzak Asya devletlerinin Akdenizliler kadar büyük gemiler barındırmadıkları topografyaya hakim olamadıkları ve onu geriden doğrudan doğruya hepimizin bildiği gibi deniz haritalarıyla ispat edemedikleri ortaya koyamadıkları çok açıktır. Bu tip şeyleri Akdenizliler yapmaya başladılar. Bu çok açıktır. Portolan tipi haritalar bunlar Deniz haritaları adeta bir nevi deniz krokisi gibi ama tabii işe çok yarıyor denizciler biliyorsunuz Ptolemayos haritası kullanırlardı Ptolemayos haritasını kullanmak için ki bu bir Portalandır hepinizin bildiği gibi sistem güneşin dönmesine dayanır yani güneşin etrafında dönen bir dünya değil Dünyanın etrafında bir güneş doğuyor denizcilerin Rotası böyle öyle midir niye hayır öyle Güneş sizin etrafınızda dönüyor gezdiğiniz zaman aksine yeni bir gelişme var mı yani Güneş sizin etrafınızda dönüyor. Siz Ptolemayos sistemini terk etmediniz.

Tabii ki astronomi bilgimiz başka artık Güneşin etrafında biz dönüyoruz ama Denizciler bu hakikat doğru dürüst tespit edilemeden evvel yapılan seyirler ona göre oluyor yani bu ilk Çağın büyük denizcileri Mısırlılar. Mısırlılar en eski denizcilerdir Akdeniz’de ve bu özellikleri devam etmiştir. Bugün de büyük gemi yapamıyorlar ama elan iyi gemiciler. İşte Fenikeliler Lübnanlılar yani bugün artık Fenikeliler gibi değiller Lübnanlılar ataları gibi ama gene denizcidirler. Yunanlılar sureti katiyede denizciliğin tekniğini gemi yapımını falan götüren biri değil ama hepinizin bildiği gibi bilhassa ticareti bahride çok üstün önemli rolleri var zaten Yunanistan‘ın başka üretimi yok yani başka dallardaki üretimi kabili telif değil.

Ve Türkiye büyük iftiharla söylemek gerekir ki bunların içine girmiştir yani Türkiye Akdeniz’de Doğu Akdeniz’de üstün bir Bahri kuvvettir dünyadaki sayılı Deniz kuvvetlerinden birisidir bu özelliğinden dolayı da birtakım mendebur akıllar insanlar nerelerden beslendikleri malum veya namalum adamlar Bahriye’yi ele geçirmeye kalktılar yani çok önemli bir şey bu Türk denizciliğini yok etmek için Ama kimse yok edemez.
Çünkü bu denizlerin korunması lazım Doğu Akdeniz’de de Türklerin bulunması lazım bu çok şarttır stratejik bakımdan bunu Türk olarak söylemiyorum insan olarak söylüyorum Şu son Filistin kavgası da gösteriyor ki Ve karşısındaki dünyanın rolü Türklerin kesinlikle deniz kuvveti olarak devam etmeleri insanlığın hayrınadır bu çok açık bir şey bunu yapamadığınız takdirde sadece memlekete bütün etraf ülkelere bu denizin sükunetine ihanet etmiş olursunuz çok dikkat edeceğiz buna bu son derece önemli.

Şimdi aradaki gelişmeye bakalım 12 asırdan sonra Türkler yavaş yavaş Ege kıyılarına çıktılar ve bizim devletimizde beylikler devri dediğimiz yani İzmir’e hükmedemeyen ama etrafında artık yerleşmeye başlayan Denizci taifesinin bir komutanı var Çaka Bey. Çaka Bey’in ben Akdeniz Denizcilik tarihinde büyük rolü olan büyük bir komutan bir admiral olduğuna inanmıyorum Bu mühim değil ama bizim için çok önemli çünkü denize açılmayı denizde kuvvet olmayı denizde muharebe etmeyi öğrendi.

Bu büyük bir kuvvet ortaya çıkarmadı unutmayın Ege Bölgesi Doğu Akdeniz bölgesinin önemli deniz üssü olan İzmir ki bu isim antiktir bizim üssümüz tam bugünkü İzmir körfezinde değildir biraz ötede Sığacık’tadır biliyorsunuz Osmanlı Bahriyesi temel üssü de Sığacık’tı ve admiral büyük amiralin yani kaptanı derya olan beylerbeyi rütbeli vezirin asıl mekanı orasıdır karargahı değil de üssü orasıdır. Karargahı buralarda oturur Osmanlı kaptanı deryaların hepsinin denizci olması da şart değildir paralı olacak yani gemi için gereken donanma için gereken masrafları karşılamayı maliyeyi idare etmeyi bilen biri olacak bu vasfa bakılır.

Kaptanı deryanın Denizcilik görevleri Reale denen Riyale diyoruz biz asıl denizci amiraller ibarettir ve o böyle mevki mevki iner aşağı. Leventlerin ve komutanların asıl oturduğu yer Kasımpaşa’dır. Piyale Paşa Cami biliyorsunuz böyle bir cami olarak yapılmıştı Barbaros tarafından o zaman etrafı boştu bugünkü gibi mezbele evler yoktu başka birinin daha sitesi yoktu öyle de olması gerekir kanalla denize bağlıdır çok hoş pitoresk bir manzarası olduğu o zaman için belli ama ondan sonra ne olur bilmiyorum. Gölcük Tersanesi vesaire gibi yerler nehir gemileri veya Körfez gemileri için KaraMürsel tipi küçük gemiler için üslerdi.

Bunların önemli donanma merkezleri Tersaneler haline gelmesi Osmanlı 19. asırdır ve tersaneler de bugünkü asırdır yani buradaki hepinizin bu salonda bulunan aşağı yukarı herkesin görüp yaşadığı bir devirdir İstanbul bu bölgesinin kıyılarının Gebze ve Pendik Maltepe arasının sanayiye açılması Tersane kültürüne aynı şekilde körfezin karşısında da Kılıç dediğimiz bölge Yalova ile Karamürsel arasındaki bölge. Bu önemlidir bu gibi körfezlerin bu görevleri yükleneceği daha çok açıktır. Küçük Asya gibi üç tarafı denizlerle çevrili yerde tabii liman çok azdır çok azdır. Sinop vardır bütün Karadeniz’de, Amasra bile pek öyle değildir büyük gemileri barındıramazsın işte biliyorsunuz Sıgacık İzmir bölgesi vardır, Edremit Körfezi olamaz öyle bir şey, daha aşağı inerseniz körfezlerde gene tıkanıklıklar vardır ve büyük liman olacak bölge çok azdır. Onun için biz de bu limanların inşası ve mevcut limanların restorasyonu geç devir inşaat sanatına has bir özelliktir o yüzden hepsi de 20.asrın ortalarında başlamıştır yani siyasi kavgaları hatırlarsanız 1950’ler meclisinde Demokrat partiye bu konularda tenkit ediliyor Samsun Limanı yok bilmem İskenderun Limanı yok Mersin Limanı. Menderes’in de bütün polemikleri çok sert bir polemikçi ve yorulmayan birpolemikçi bunları savunması ve karşı tarafa laf atmasıyla Siz ne yaptınız ki mantığıyla gitmektedir.

Çünkü Türkiye denizciliği kendisi yaratmıştır 4 asır boyunca da kendi öğrenmiştir bu çok açık bir şeydir.

Biz denizciliğe başladığımız zaman 15. asırda Venedik‘ten değil bir tersane uzmanı falan çıkarmak mümkün değildi.

Tersane ustaları İtalyan cumhuriyetlerinde Cenova’da ve Venedik’te rahat yaşayan zengin olan ama dünyanın esir insanlarıdır. Bunlar hiçbir yeri çıkamaz çok enteresan şey onu biliyor musunuz Cenova’da bir tersane ustası Cenova’dan dışarı çıkamaz belirli mahallede yaşamak zorunda ömür boyu. Bu insanlık mı diye sorana şu cevabı verir. Cenova Cumhuriyetinin başkanı olan Duka yani Dük de ki görevi boyunca saraydan dışarı çıkamıyor yani tamamiyle ajanlık ajanlığın kontrolü kontur espiyonaj, istihbarattan korunma üzerine kurulan yerler bunlar yani tersane ustası Cenova’dan dışarı çıkamıyor. Ama öbür zavallının hali daha beter o saraydan çıkamıyor dışarı kimseyle görüşemiyor. Bilgi buna rağmen kaçar, Osmanlı devletinin İtalya’dan zaman zaman uzman kaçırdığı bir vakıadır onun için bizim dökümhanelerimizde de gemilerin tersanelerin kızakların bulunduğu bölgede de müthiş bir faaliyet göze çarpar.

İkinci faaliyet noktası bizim tersanelerimizin yapıldığı yerlerde mekanlarda aynı zamanda taş ocakları vardır. Bu taş ocaklarının Bahriye‘nin tekelinde olması Liman ve korunaklı yani deniz dalga kıranların yapılması tamiri için elde tutulmasıdır, tabii aynı kaynaklardan büyük camilerin vesaire inşaat taşları da çıkartılıyor. Bunların hepsi gizli tutulur tam evrak bulunmadığı için bugüne kadar rastlanmadı İdris Bostan’a sormak gerekir ve şimdi de üstlerine çoğunun ev yapılmıştır. Bu İstanbul’da dolayısıyla biz mesela Süleymaniye vesaire gibi camileri uygun taşla restore etmek imkanından da mahrumuz, çünkü bunlar donanma için tutulan taş ocaklarıyla hepsi bilinen noktalar.

İkincisi biz dışarıdan mal alamıyoruz ibrişim bile alamayız. İpek,  keten yelken bezi halat alamayız bunları vermezler. Bizden de alamazlar yani Osmanlı İmparatorluğu’nun yasak ihraç malları çok bellidir ve bazı bölgelerde de hatta donanma için pirinç yetiştirilir o bölgenin pirincine başkası burnunu sokamaz çok enteresan tahrir defterlerinde bellidir. Bunlar yeniçeriler karadaki kolluk kuvvetleri ve Ordu için kapıkulu takımı için ve tabii aynı zamanda kapıkulundan oldukları için yani devletin askeri kuvvetinden oldukları için donanma içinde bir takım tahıl yiyecek maddeleri kereste türleri yetişen yerler kapalıdır dışarı buradaki üretim doğrudan doğruya devlet tarafından zapt edilir devlet tarafından satın alınır başkalarına da satılamaz yani bu mümkün değil sattığınız takdirde O gemi müsadere edilir mesela Venedik kalyonudur, Fransız veyahut da Katalan kalyonudur, hiç fark etmez bunlar önemli şeylerdir.

Üçüncü madde o zamanlar konsolosluk diye bir şey yoktu İtalyan Devletleri hariç sefaretler yoktu bu sefaretler dışında konsolosluk zaten devletin gönderdiği bir sefir mesafesinde bir değil bir liman bölgesinde oturan tüccar arasından birini seçiyor ona konsol Del Mare diyorlar. Deniz konsolunun yaptığı iş bütün gemilerin durumunu kontrol etmek ve bu çok enteresan genellikle Mısır, Yunanistan bizim Ege Adaları gibi yerlerde Katalan denizci biri oluyordu. Çünkü Katalanlar iyi biliyordu Akdeniz’i bu çok önemli iki tane millet vardır. Biri Katalanlar birisi Cenovalılar, unutmayın Kristof Colomb da Cenovalı arkasından Amerika’ya çıkıp kıtanın ayrı bir kıta olduğunu tespit ettiği için kendi adını taşıyan yani Amerika Vespuci de Cenovalıdır. Cenova kaptanları önemli insanlardır Akdeniz denizciliği kendilerine çok şey borçludur hani böyle teoriler var “İtalya’da niye denizcilik gerilemiş” işte mantalite mi, ne mantalite ya bizim rahmetli Ömer Lütfi Barkan Hocanın söylediği gibi “dünyadan denizcilik kaybolsa bu İtalyanlar yeniden keşfeder onu” diye böyle anasının gözü adamlar.

Yani bunlar olacak şey değil efendim denizlerde emniyet yokmuş istersen yaratırsın Venedik her sene bir konvoy yaratır gemilerden Tıpkı Arapların kervanları kurarken böyle kervanları kuruyor başında Saffar diye bir komutan oluyor seferi idare eden mücehhizler var, teçhiz eden. Bunların yanına mutlaka Bahriyede de yeterince refakat veriliyor buna muda sistemi denir muda. Bunlar hareket ederler böyle komanda ile gider sonra müesseseler gelişir bu gemicilikte mesela herif diyor ki “sen diyor bu gemiyle Mısır’a gidiyorsun Allah yardımcın olsun ama durum kötü diyor ne olacağı belli olmaz diyor kaç malın var senin burada diyor işte 1000 altın dükalık yükün var diyor mesela ha diyor Tamam diyor bin altın dükalık varsa senin yükün diyor sen bana 100 dükka vereceksin insurance sigorta buna karşılık Allah korusun bir şey olur gemin batarsa ben sana diyor 1000’i vermem ama 600’ü veririm” diyor yani bu senin şerefini kurtarır ayakta kalmanı sağlar değil mi 50 duka altın yahut 100 duka 600 duka veririm sana diyor vay soyguncu diyen yok bu organize ediliyor ödeniyor.

Anlaşılacağı üzere bunu böyle biliyoruz başka sigorta çeşitleri de var mesela Yunanistan’ın armatörleri aslında bir merkezleri vardır bunların gitmişsiniz Egine Adası’na giden var mı Efendimiz Yunanistan’ın Atina’nın hemen dışında Egina o devletin başkenti olacaktı. Onun için Belediye Sarayı tıpkı bir saray gibidir Egina yanında geçtikten sonra Hidra diye küçük güzel bir ada var hiç görmediniz mi. Aa ben hayret ediyorum bizim denizcilere var mı gören ha iki tane armatörümüz. Eee adanın şeyini biliyor musunuz Efendim müdürümüz Müdür de mi gitti Peki adanın tarihi üzerinde bazı şeyler malumat arz ettiler mi size.

Peki şimdi bunlar bunlar orada armatörler var. Bunlar çok önemli armatör Bunlar şimdi bunların hepsi armatör o adada hiç kimsenin kalkıp da gemi şey yapıyorlar alacaksınız. Siz bir gemiyi alamazsınız yani gemi benim bu gemi benim bu gemiler böyle bir şey yaparsınız alamazsınız gemi tek başınıza bu gemi benim bir tane de aldım benim o da senin yok öyle birşey bu gemiyi alırsın yanındaki e Başkan alır Cihan Bey öbürü de gelir alır falan böyle 3-4 falan hisse birden 5 hisse birden üstünde daha kocaman bir Kalyon Cihan Bey alır tek başına alamaz öbürü öbürü öbürü 50 kişi alır öbürü öbürü falan Cihan Bey gene zengin bir armatör olabilir hidrada gemilerin üstünde 200 hissesi vardır ondan sonra yarısını işte 150 hissesi öbürü 100 bu şuna yarar gemi battığı zaman vah vah vah ama sen batmazsın çok açık bir şey çok açık bu onun için fevkalade önemli bir şey ve bu imtiyaz.

Ve bu zenginlik dolayısıyla 1600’de 1.Ahmet bu adaya belediye fermanı verdi ilk belediye bunlardır insurance sistemlerinden dolayı çok önemli çünkü gelir getiriyor herifler vergi belli ne yaptıkları belli son derece önemli yani bu bilinmez ama Akdeniz dünyasının Osmanlı topraklarında doğmuş son derece ilginç bir yapısıdır yani devletle donanma açısından ilişki açısından fevkalade bilgili bir şey ve bu usul üzerinde bunlar doğdular geliştiler ve bu sistem bu zenginler devlete de sadıktır size örnek vereyim Yunan ayaklanması patlamış 1821 mora ayaklanması geliyorlar diyorlar ki efendim diyor herifler köyü biçiyorlar bütün gelmiş basmışlar ya vah vah Allah onları korusun huzur içinde yatsınlar bir müddet sonra despotu piskoposu asmışlar vah vah vah vah olacak şey değil bu Türkler de çok dinsiz Ama dikkat etmek lazım falan bir sonra haber geliyor falanca gemimize el koydular Ya öyle mi Allah belalarını versin Hadi ayaklanalım diyorlar yani Bu gayet doğal bir şey yani çünkü o geminin sahibi gene ayaklanmaz. O yanında 10 tane daha adam olduğu için tabii 10 kişinin canı yanıyor hadi hepsi çıkıyorlar bu bir sistem bir yapılanmadır çok ilginçtir.

Belediye işlerine bunlar karışıyorlar Adalarda Ege adalarında ve İyon Adaları bizim değil de Ege adalarında yerel demokrasinin mahalli demokrasinin ilk örnekleri ve ikinci Mahmut ayaklanmadan sonra Samos deniyorlar bugün Sisam Adası’nda bir emaret teşkil etti muhtar bir yapı. Biz hep başkalarını biliyoruz bu anlaşmalarla çıkan bunu kendimiz çıktık yani 8 kişilik Meclisi var bilmem ne küçücük bir adada Bugün bile gitseniz gazete bile çıkarmışlar nüshasını görmedik ama evraklar da var gazete çıktı çok önemli bir şey bu Bunun üzerinde durmamız lazım

Dolayısıyla Bu bir Bahriye sistemi bu gemilerdeki mürettebat bizim Osmanlı Bahriyesinde tabii ki Rumlar var içinde bir sürü Paskalya ve Noel’de demir atıyorlar çünkü insanlar köye gidecekler bu önemli yani hani gayrimüslimden asker olmaz laf o Olmaz olur mu işte donanma gidiyor bu önemli bir şey.

Bütün bu yapılanma 15.asırdan sonra Fatih Sultan Mehmet fakat yani İstanbul kuşatması sırasındaki donanmanın zaafından dolayı fakat aslında Yavuz Sultan Selim donanmayı kuvvetli ve Garp ocaklarını Cezayir ve Tunus’u da Yavuz kontrol altına almıştır Mısır da onundur. Dolayısıyla Akdeniz’deki donanmayı kuvvetlendirmek Yavuz Sultan Selim devrine aittir yani Kanuni devrinde bu iş hazırdı ve donanmanın büyük adamları Barbaros Hayrettin falan bunlar hepsi Yavuz Selim devrinde aslında genç komutanlar olarak istihdam edilmişlerdir gelişmenin ikinci ve son ayağı ikinci Mahmut devridir Navarin’de uğradığımız bozgun daha doğrusu tahribat dolayısıyla buharlı gemi dönemine geçildi donanmanın yeniden düzenlenmesine geçildi fakat herkesin çok üstünde durduğu işte büyük hükümler dediğim bir kısım yenilikler doğru donanmanın asıl gerileme dönemi ikinci Abdülhamid devridir ve o yüzden de Balkan Savaşı’nda çok fenaydı hiçbir savunma tatbik edemedik herifler bir Averof Zırhlısıyla geldiler Midilli Tasos Limnos hepsini aldı geçtiler yani çok kötü tek gemi böyle gerilla usulüyle savaş veren Rauf beydir.

Onun için meşhur oldu çünkü o da liman liman gezip böyle yıkıcı tahripkar hareketlerde bulunuyor topa tutuyor geliyor yakalanması mümkün değil yani İtalyanlar güneyde kuzeyde Yunanlılar onu takip edecek durumda değiller aslında fakat bizim de bir adayı kendi adamızı savunacak bir durumumuz yok.

Çünkü elimizde gemi yok o yüzden böyle adaları vermişiz falan adaları vermedik adalar gitti o Balkan Savaşı’nda İtalya ve Yunanistan biz bunların Lozan’da sözünü bile etmedik.

Tasos adasını alabilirdik oraya da neyle gidecektik şehir hatları vapuru bile yoktu elimizde bugünkü bakışla donanma olmayınca hiçbir şeye sahip olamazsın bu çok açıktır. Birinci Cihan harbinde Hava Kuvvetleri göstermeliktir, bunu herkes söyler yani Hava Kuvvetleri fazla bir şey değildir Trablusgarb’a İtalyanlar ilk defa uçakla savaş uçağıyla hücum ettiler ilk defa uçak vuran da biz olduk onun için yani onu da öyle gümbür etti indirdiler bir şey değildir. Birinci harpte asıl Alman donanmasının çok kof olması denizci millet olmamaları denizaltı yapıyor gemi yapıyor ama denizci değil subayı astsubayı neferi iyi değil hiç baş edemediler İngiltere ile Rusya donanması gösterir.

Dolayısıyla birinci harp asıl bir deniz harbi görmemiştir tek deniz savaşı işte Çanakkale’de o da karayla deniz arasında yani gemileri karadan bombalıyor. Bizimkiler batırıyor Çanakkale Geçilmez bu bir slogan değil bir laftır. Britanya Fransız müşterek donanmasının raporudur Çanakkale Geçilmez deniyor geçilemiyor karadan işgale kalıyorlar. Çünkü oradaki coğrafyanın da yardımıyla Deniz Bahri kuvvet ve kara kuvvetleri arasında kara kuvvet biziz kavgayı Kara Kuvvetleri ve karadan savunma kazandı. Onun için birinci harp Deniz harbi değildir savaşlarının harbidir genelde ve biz çok uzun süre savaştık Britanya’yı biz bunalttık.

Çünkü Britanya Kara Kuvvetleri zayıf onun için de intikamları çok acı oldu istedikleri çok utanmaz şeydi boğazları kontrol etmek istiyorlardı fakat şunu söyleyeyim 1915’te o donanma geçip İstanbul’u alsaydı bu İngiltere bir daha buradan çıkmazdı bunu bilin yani hiç öyle şeysi yok bunun burada İstanbul onların olurdu işte Türkler de turist olarak gelirdi yani burada siz oturamazdınız bunu bilin. Onun için o önemli bir savaştır 1918’de geçtiler ama bitleri kurumuştu artık yani bitap düşmüşlerdi e Pirus zaferi denir ona. Onun için Paşa demiş ya “geldikleri gibi giderler” demiş. Çünkü gidecek halleri vardı biraz aklımızı toplayıp örgütlenmemiz gerekiyordu.

Türk donanmasının kuvvetlenmesi teknolojik bakımdan, Kıbrıs çıkarmaları nedeniyle olmuştur ve arada ticari donanma da tabii büyük bir şekilde istifade etti bundan. 1980’de hatırlıyorum Umman Sultanı’nın gemisindeyiz, officerlar konuşuyor bu Türkler nasıl bir şey diyor birbirleriyle duydum ne biçim şey olduklarını bilmem ama iyi gemi yapıyorlar diyor yani tanımıyor Türkiye‘yi Pek kaale de almıyor herhalde Türk deyince ama iyi gemi yapıyorlar diyor.

Tabii donanma birden bir teknik bakımdan hız kazanmaya başladı bu çok önemli ve Akdeniz’de bir askeri donanma çıktı. Onun için bundan istifade ederek Bahri donanmayı geliştirmek lazım ve sivil denizciliği geliştirmek lazım yani Denizcilik eğitimi fevkalade önemli bir şey, maalesef Türkiye‘de hala Denizcilik eğitimi hala turizm seviyesinde buna birşey demiyoruz ama turizm seviyesindedir. İnsanlar denizciliği bir ekmek kapısı olarak veya günlük bir spor olarak yapma ihtiyacı içinde değiller. Bir luxury dir tekne alıp açılmak için tekne parası kazanacaksın böyle bir şey olmaz yani atın yok diye ata binmeyi öğrenmeyecek misin.

O zaman Ata binemezsin işte bugünkü Türkiye olur yani tarihin en büyük Süvari milleti lisanında binlerce atla ilgili kelime bulunan bir memleket onu kaybetmiş. Başbakan hanımefendi Kırata Beyaz at diyor rezalet ve yazılıyor. Beyaz at denir mi ya kırattır onun adı çok açık öbürü doğrudur beriki yağız attır yani atın dişisi vardır Erk şey vardır değil mi Bunları bilmek lazım şimdi Rusça öğretmeni diyor ki bizim Rusya‘daki dişi at kelimesi loşat diyor Viyana’da Efendim diyor Türkçeden geliyormuş bu kelime diyor alaşa diyor. Söylüyor adam doğru alaşa. Bizim Türkler bakıyor böyle unutmuş.  Çünkü herif dünyayla alakası kesilmiş bu çok kötü bir şey Alaşadır doğru loşat olmuş loşat dişi attır yani çok açık öbürü kısrak. Çünkü falan aygırdır.

Bilmem nedir bilmem nedir bu çok önemli bir şey yani git de böyle nasıl bağıracaksın o koca sürüyü AYD derken aydamak denir ya atlar için. Eee bilmem ne efendime söyleyeyim işte beyaz renkli efendime söyleyeyim dişi atı bilmem ne falan diyene kadar onlar dağılır giderler etrafa. Yani tıpkı Arapçada develerle ilgili lugatında binleri bulması gibidir ve Araplar bunu kullanıyor. Biz kullanamıyoruz

Eğer Denizcilik eğitimine önem vermezseniz anında tıpkı at üzerinde saçmalayan Türkler gibi hiçbir şekilde denizciliği öğrenemeyen bir millet kalır karşınızda. Denizcilik lüks eğitim şeyinden çıkartılması lazım çok açık bir şey lüks eğitimden çıkartılması lazım kesinlikle okul seviyesine inmesi lazım ve çok teşvik edilmesi lazım yani böyle basketbol ve futbol takımları gibi Denizcilik timleri çıkacak. Yani böyle Yelken timleri bilmem neleri Efendimiz mürettebatı çıkacak böyle bütün o kayıkçılık kürekçilik bilmem necilik şey sonra Nehir gemiciliği çok azdır.

Suyla kaynayan memlekette denizle ilgili spor yapan tek Vali çılgın Vali vardı Karadeniz’de Recep Yazıcıoğlu Oh ne adamdı ya vali beyin cipiyle gidiyoruz köylüler bekliyor biz iniyoruz Vali yok ortada meğer altta mayosunu giyermiş pantolon sıyırmış cipin arkasından hop suya atlamış Fırat’ın içine yani enteresan bir adam. Mesela bu tip gittiği yerde teşvik ediyordu deniz rafting.  böyle bu enteresan bu tip bir şey görünmüyor Türkiye‘de böyle Deniz takımları onu takip etme falan yok halbuki heyecanlı bir şey bu.

Bir takım insanlar çok iyi yaparlar mesela ünlü cerrahımız Haldun Karagözoğlu ha Rizeli soyu şimdi bu oğlan çok her sene bunun bir yeni metodu gidiyor kalp cerrahisinde kardiyolojide. Eee devam ediyor literatüre giriyor zaman zaman ameliyatlarına ara veriyor 15-20 gün bir ay yok bu Okyanusu kendi şeyiyle geçiyormuş guletleri ille tek başına çatlak işte ama bunu ancak onun gibi bir cerrah becerebilir tabii yani o kafa o otomatizm o el o fonksiyonel paralelizm beceriyor bu çok enteresan bir şey o Hadi biraz Rizeli ondan diyelim benim kız kardeşim hakikaten 50 yaşında başladı O da geziyor böyle atlıyor teknesine Yunan adalarına gidip geliyor önce bir korktum sinirlendim 50 yaşından yaşlı etleri yemiyor muu balıklar falan dedim hiç umuru değil.

Çünkü o da Cerrah yani Jinekolog operatör bunlar yapabiliyorlar yani şeyi deniz eğitimi atçılık eğitimi falan verdiğiniz zaman futboldan falan daha önemli ve insanların hassasiyeti ve mekanik paralelizm kabiliyeti çok artıyor yani beyinle elin arasındaki işlevsel paralel ik ve işbirliği hakikaten çok büyüyor bu lazım yani böyle büyük kalabalık bir millete denizlerin ortasında yaşayan bir topluma çok lazım bir şey bunu düşüneceksiniz Eee denizcilikle geçinen büyük sektör her zaman için pamuk elleri cebe indirip bu gibi şeyleri teşvik etmesi lazım edilmez Siz de güdüye girersiniz Yani bunu devlete bırakamazsınız devletteki insanlar nereden gelir nereye gider belli değil denizcilikten hakikaten anlıyorum adamda Deniz işlerine bakıyor hiç zannetmem bunun çok örneklerini gördük ya onun için kendiniz yapacaksınız kendi işinizi çok önemli bu Hepinize çok teşekkür ederim beni dinlediğiniz için

Sadun Boro 6. Anma Toplantısı1 Kasım 2024

Dünyanın etrafını dolaşan Kısmet teknesinin mütevazi pervanesi

“Dünyada hiç bir tablo deniz rengi ve ufuk çizgisinin sanat zenginliğini veremez.”

Cem Gürdeniz. 1 Kasım 2024 Koç Müzesi Konferans Salonu Hasköy Haliç.

“Eksik olan özelliğimiz, kendimize güvenimiz”

Cem Gürdeniz

“Ancak fiziksel ve mental olarak hazır olduğunuzda sınırları aşabilirsiniz.”

Gökova Sadun Bora’yı kucaklıyor Heykeli

“Sadun Boro bir doğa filozofuydu.”

Kısmet Deniz Polat

“Nesilden nesile aktarılan birikimlerdir kapital.”

Kısmet Deniz Polat

“Deniz Kızı, denizin insanileşmiş figürü.”

Kısmet Deniz Polat

 

“Sanat ilham almayı, esinlenmeyi gerektirir.”

Kısmet Deniz Polat

“Zamanın bilgeliği”

Oylum Öktem İşözen

 

“Yaşamı sanat haline getirme”

Oylum Öktem İşözen

“Kuçuradi’nin dediği gibi halik bilmese de olur.”

Oylum Öktem İşözen

“Vefa sadece hatırlamak değil aynı zamanda sürdürmek ve yaşatmak.”

Turgay Noyan

   

 

IMG_1646 Video Turgay Noyan 

Haftasonu İstanbul Gezileri/ Weekend Trips in Istanbul: HALİÇ/GOLDEN HORN

Haliç Civarı Ayvansaray ve Hasköy İskeleleri

Golden Horn Surroundings Ayvansaray and Hasköy Piers

 

IMG_1150 Video

IMG_1142 Video

IMG_1141 Video

 

Türklerin Müziği

Evrenin, âlemlerin dili olan müzik Türklerin gönüllerinde bir duygular pınarı olarak dile gelmiş ve bozkırların sessizliği bir anda âlemlerin çoksesliliğine dönüşebilmiştir.

Müziğin evrensel felsefesi ve ruhu, Türk Halk (Bozkır) ve Klasik Türk Sanat müziği olarak zengin müzik akımları şeklinde tezahür etmiştir.

Dünyadaki iki  büyük müzik geleneği Asya’nın derinliğini ve coğrafyalarının çeşitliliğini ses, nefes olarak ve çalgıları ile dillendiren Hint ve Türk müzik geleneklerinde mevcut bulunmaktadır.

İpek Yolu Kitaro müzikleri 20.yüzyılın son çeyreğinden başlayarak İpek Yolu’nun gizemli sessizliğini seslendiren büyük bir eser olarak Japon müzisyenler tarafından sanatlaştırılmıştır.

Türkçe’nin gücü matematik yapısından geliyor iken, Türk müziğinin gücü ise dünyada sadece kendi dilinde olan gönül kelimesinin derinliği ve enginliğini evrensel bir sanat formu olan müziğe dönüştürmektedir.

Gönül telimizi titretenlerin, dile getirenlerin ortaya çıkardıkları makamların her geçen yüzyılda sayıları gittikçe artmış, Türk mûsikîsi 600’e yaklaşan makam sayısı ile çok zengin bir mûsikî halini almıştır.

Türk müziğinde 16 adet basit makam vardır. Bunlar: Çargah Makamı, Buselik Makamı, Kürdî Makamı, Rast Makamı, Uşşak Makamı, Hicaz Makamı, Uzzal Makamı, Hümayun Makamı, Zirgüleli Hicaz Makamı, Neva Makamı, Tahir Makamı, Bayati Makamı, Muhayyer Makamı, Hüseyni Makamı, Karcığar Makamı ve Basit Suzinak Makamı’dır.

Burada sormamız gereken soru Türklerin nasıl olup da böyle yüksek bir sayıda makam zenginliğini müziklerinde geliştirmiş olmalarıdır. Türklerin  müzik ile yakaladıkları evrensellik nedir acaba, neleri içermektedir.

Bozkırların sessizliği, içinde barındırdığı göklerin ve âlemlerin çok sesliliğini gizlerken bu zenginliği ses ve nefesleri ve geliştirdikleri çalgılar yolu ile sanata dönüştürmeleri neticede makamlar olarak ve türkü olarak bilinen yani Türk tarzı olarak bilinen ve ayrıca alaturka olarak da dile getirilen formlar gelişmiştir.

Ve neticede müzik yolu ile Türkler özellikle türküler yolu ile düşünce dünyalarının tüm felsefi zenginliği ve derinliğini ortaya çıkarmışlardır.

Makamlar şeklinde süzülen Türk müziği aslında evrensel bir dil şeklinde gelişmiş olmaktadır. Türkler gezindikleri coğrafyalar arasında yer alan Anadolu, Rumeli-Balkanlar, Kafkasya, Mezopotamya, Horasan, Türkistan, Azerbaycan (Kuzey-Güney), İdil Havzası (Rusya), Doğu Türkistan (Çin) diyarlarından damıttıkları incelikleri müziğe dönüştürerek sanat eseri olarak sonsuzluğa ulaştırmışlardır.

Türkler, bozkırlar, dağlar, kıvrım kıvrım nehirler, çöller, pınarlar, dereler, tepeler, kıtalar, diyarlar ve denizleri müzikleri makamları ile gönül hazinelerimize dönüştürmeyi başarmışlar, tek bir dünya bütünlüğünü ortaya koymuşlar, farklı coğrafyaları ve halkları birleştirmişlerdir.

Türk düşünürü Ziya Gökalp tarafından bir deha kaynağı olarak ifade edilen halkın duyguları ve düşünceleri biçimindeki en zengin kaynakları, Türkler makam formları ile çeşitlendirerek insanlık medeniyetinin en müstesna hazineleri arasında yerini almıştır.

Türklerin müziğinde çalgılar neden çok çeşitlidir?

Türk müziğindeki çalgı çeşitliliği, zengin bir kültürel ve coğrafi geçmişin sonucudur. Bu durum, Türklerin farklı coğrafyalarda yaşamış olmaları, çeşitli kültürlerle etkileşimde bulunmaları ve bu etkileşimlerden yeni çalgılar ve müzikal üsluplar geliştirmiş olmalarıyla açıklanabilir.

Türkler tarih boyunca geniş coğrafyalarda yaşamışlardır. Bu durum, farklı iklim koşulları, malzeme kaynakları ve kültürel etkileşimler sonucu farklı çalgıların ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Türkler, tarih boyunca birçok farklı kültürle etkileşimde bulunmuşlardır. Bu etkileşimler sonucu, Türk müziğine yeni çalgılar ve müzikal unsurlar katılmıştır. Örneğin, Orta Asya’dan gelen göçebe kültürünün etkisiyle yaygınlaşan telli çalgılar, Ortadoğu kültüründen gelen vurmalı çalgılar ve Balkanlardan gelen nefesli çalgılar Türk müziğinin zenginliğini artırmıştır.

Türk toplumunda müzik, sadece eğlence değil, aynı zamanda dini ritüeller, sosyal etkinlikler ve kutlamalar için de önemli bir araç olmuştur. Bu nedenle, farklı sosyal grupların farklı müzikal ihtiyaçları, çalgı çeşitliliğinin artmasına neden olmuştur.

Türkler, doğayla iç içe yaşayan bir halktır. Doğanın sesleri, kuşların ötüşü, suyun akışı gibi doğal sesler, Türk müziğindeki çalgıların ses özelliklerini etkilemiştir.

Türk müziğinde çalgı yapımı ve çalımı, uzun yıllar süren bir eğitim süreci gerektirir. Usta-çırak ilişkisi sayesinde, çalgılar kuşaktan kuşağa aktarılmış ve geliştirilmiştir.

Türk Müziğinde Bulunan Bazı Çalgı Türleri:

  • Telli Çalgılar: Bağlama, saz, keman, kanun, tanbur gibi
  • Nefesli Çalgılar: Ney, kaval, zurna, davul gibi
  • Vurmalı Çalgılar: Def, darbuka, bendir, ritim aletleri gibi

Sonuç olarak, Türk müziğindeki çalgı çeşitliliği, Türklerin zengin bir kültürel mirasa sahip olmasının bir kanıtıdır. Bu çeşitlilik, Türk müziğini dünya müzikleri arasında eşsiz bir konuma getirmiştir.

Türk Müziği türküleri ve şarkıları ile insanları gönüllerinden sanat ile birleştiriyor. Türkler müzik yolu ile Mançurya bozkırlarından Macaristan ovalarına insanları ve gönülleri aynı kalpte buluşturmuşlardır.

Turan coğrafyasının bölgeleri ile birleşmeye şarkılar, türkülerle tek ses, tek kalp, tek gönül ile Türk Müziğinden çalgılarından, ezgilerinden, seslerinden, nefesinden  başlasak iyi olmaz mı?

Türkler için en yüce bir değer olan bilgeliğin aktarılma, yayılma yollarından en etkili olanı ise müzik faaliyetleri ile olmaktadır. Kolça kopuz çalanlar, ayrıca ozanlar ile sanatçılar da bilgelik vasıflarını haiz olan ve özellikle de bilgiyi toplumda yaymaları, sanat yoluyla yaymaları itibarıyla önem kazanmaktadırlar.

Halk şiirleri kapsamı oldukça geniş bir terimdir içine sadece saz şairleri,  aşık edebiyatı ürünleri değil, tekke şiirleri de girmektedir. Hatta mani, türkü gibi anonim ürünler de bu başlık altında ele almak mümkündür.

“Saz çalıp söyleyenlere Türkler neden aşık demekteler?”

Saz çalıp türkü söyleyenlere Türklerin verdikleri ad aşıktır. “Saz çalıp söyleyenlere Türkler neden aşık demekteler?” sorusunun yanıtı, aşıklık geleneğinin köklü bir geçmişe sahip olması, aşkın evrensel bir dil olması ve aşıkların toplumdaki rolüyle yakından ilişkilidir. Aşıklık, sadece bir müzik türü değil, aynı zamanda Türk kültürünün önemli bir parçasıdır.

Aşıklar, sözleriyle, müzikleriyle insanların kalbine dokunur, onları etkiler ve onlara ilham verirler. Bu nedenle aşk, aşıkların en önemli özelliklerinden biri olarak görülür. Aşıklık, toplumda saygı gören bir meslekti. Aşıklar, bilge kişiler, şairler ve ozanlar olarak kabul edilirlerdi. “Aşık” kelimesi, halkın dilinde bu anlamda yerleşmiş ve zamanla geleneğin bir parçası haline gelmiştir.

Halk; ilham kaynağımızdır. düşünce hayatımızın türküler boyutu memur değil halk temelinde. Türki tarzında saz çalanlara verilen bu ad zamanla türkü kelimesine evrilmiştir.

Türklerin müziklerinde doğadaki hangi sesler öne çıkmaktadır?

Türk müziğinde doğanın seslerinin yansımaları oldukça zengin ve çeşitlidir. Bu yansımalar, coğrafi konum, kültürel etkileşimler ve tarihsel süreçler boyunca şekillenmiştir. İşte Türk müziğinde sıkça duyduğumuz doğa sesleri ve bunların önemi:
  • Su Sesleri: Türk müziğinde su, hayatın kaynağı ve bereketin sembolüdür. Derelerin şırıltısı, denizlerin dalgaları, yağmurun sesi gibi suyla ilgili sesler, birçok türkü ve bestede yer alır. Özellikle Anadolu’nun coğrafi yapısı, su seslerinin müzikte bu kadar önemli olmasında büyük rol oynamıştır.
  • Kuş Sesleri: Bülbül, horoz, guguk kuşu gibi kuşların ötüşleri, Türk müziğinde sıklıkla kullanılan bir motiftir. Kuş sesleri, baharın gelişi, aşk ve hasret gibi duyguları ifade etmek için kullanılır.
  • Rüzgar Sesleri: Rüzgarın fısıltıları, ağaçların yapraklarının hışırtısı gibi sesler, Türk müziğinde melankoli ve hüzün duygularını ifade etmek için kullanılır. Özellikle aşıkların feryatlarında ve yalnızlık temalarında sıkça karşımıza çıkar.
  • Hayvan Sesleri: At kişnemesi, koyun melemesi gibi hayvan sesleri, kırsal yaşamın ve doğayla iç içe olmanın sembolüdür. Özellikle yöresel türkülerde bu seslere sıkça rastlanır.
  • Doğal Enstrümanlar: Bambu flüt, ney, davul gibi doğal malzemelerden yapılan enstrümanlar, doğanın seslerini taklit etmek ve müzikte daha doğal bir atmosfer yaratmak için kullanılır.

Türk müziğinde doğa seslerinin önemi:

  • Kültürel Kimlik: Doğa sesleri, Türk kültürünün bir parçası haline gelmiş ve müzik aracılığıyla nesilden nesile aktarılmıştır.
  • Duygusal İfade: Doğal sesler, müziğe derinlik ve anlam katarak dinleyicinin duygularına hitap eder.
  • Estetik Kaygı: Doğal sesler, müziğe farklı bir güzellik katarak estetik bir deneyim sunar.
  • Ritmik Yapı: Doğal seslerin ritmik yapısı, müziğin ritmine ve temposuna çeşitlilik katar.

Örnekler:

  • Su Sesleri: Karacaoğlan’ın “Benim babam balıkçı” türküsü, deniz ve balıkçılık temasıyla su seslerini ön plana çıkarır.
  • Kuş Sesleri: Mevlevi semazenlerin ney üzerindeki icraları, kuşların ötüşünü anımsatan bir melodi içerir.
  • Rüzgar Sesleri: Aşık Veysel’in “Kara toprağım” şiirinde, rüzgarın fısıltılarıyla birlikte toprağın ve doğanın özlemi dile getirilir.

Türk müziğinde doğa seslerinin bu kadar önemli olmasının nedeni, Türklerin doğayla iç içe yaşayan bir toplum olması ve doğayı kutsal saymasıdır. Doğa, Türk müziğinde sadece bir arka plan değil, aynı zamanda bir ilham kaynağı ve bir anlatı aracıdır.

Neşet Ertaş 

tipik bir Asya tefekkürüdür,
düşüncesidir.

Horasan geleneğidir;
abdallık..

Asyalı köklere
uzanmak lazım.

Bozkırın sesi derken
İç Anadolu’yu
kastediyorlar.

Ama aslolan

Uçsuz bucaksız
Asya’nın bozkırlarıdır.

Büyük Asya’nın

Küçük Asya’da

dile gelişidir.

Neşet Ertaş.

25 Eylül 2016

Huqin bir Türk çalgısı mıdır?

Huqin’in (Çin kemanı) kökenleri belirsizdir, ancak hu hecesi bu enstrümanın Türk-Moğol kültürüyle ilişkili olduğunu ima eder.

Huqin, MS 13. yüzyılda Çin’e girdi.

Günümüzde “Çin” olarak bilinen müziğin, esas olarak Orta Asya’da çok derin kökleri vardır.

Huqin – Vikipedi Huqin enstrümanlarının, muhtemelen Xi kabilesi tarafından çalınan Xiqin (奚琴) adlı bir enstrümandan türemiş olan, antik Çin krallıklarının uçlarında yaşayan göçebe Hu halkından geldiğine inanılmaktadır.

Çin halkı gibi Moğol halkı da antik Hu göçebelerinin kültürel ve etnik mirasına sahiptir ve khuuchir olarak bilinen xiqin’in Moğol versiyonu, bu ortak mirasın kanıtıdır.

 

Turkish Music Concerts

Although 22 Arab countries cannot unite politically, Arab music and songs unite Arabs with art from their hearts.

Why can’t Turks unite more countries in the same heart in music? Wouldn’t it be better to unite with the 9 worldwide regions of Turks with songs, folk songs, one voice, one heart, one heart, one heart and start with Turkish music instruments, melodies, sounds and breath?

Anatolia, Rumelia-Balkans, Caucasus, Mesopotamia, Khorasan, Turkistan, Azerbaijan (North-South), Idyll Basin (Russia), Eastern Turkistan (China).

Mozart composed the Turkish Anthem, a great start. I hope there will be a National Turkish Orchestra.

What do you say, dear friends?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk Orkestrası

22 Arap ülkesi siyasi olarak birleşemeseler de Arap Müziği ve şarkıları Arapları gönüllerinden sanat ile birleştiriyor.

Neden Türkler müzikte böyle 20 ülkeyi aynı kalpte buluşturamıyor. Turan’ın 9 Bölgesi ile birleşmeye şarkılar, türkülerle tekses, tekkalp, tekgönül ile Türk Müziğinden çalgılarından, ezgilerinden, seslerinden, nefesinden başlasak iyi olmaz mı?

Anadolu, Rumeli-Balkanlar, Kafkasya, Mezopotamya, Horasan, Türkistan, Azerbaycan (Kuzey-Güney), İdil Havzası (Rusya), Doğu Türkistan (Çin)

Fikrimin ilham kaynağı National Arab Orchestra.

Mozart Türk Marşını bestelemiş büyük bir başlangıç. Umarım Ulusal Türk Orkestrası da olur.

Ne dersiniz sevgili Dostlar?

 

Arap Orkestrası

 

Türk Orkestrası

Türklerin Anavatanı Neresidir?

Osman Karatay, Türklerin Kökeni kitabından

Osman Karatay

“Türk anayurdunun bugünkü Başkırdistan çevresinde olduğunu gösterdi.” “Çok söylenen ama çerçevesi kurulamayan Sümer bağlantısını bu bölge üzerinden kurdu.” “Ergenekon hadisesinin tarihlemesini ilk kez o yaptı.” “Karadeniz kuzeyindeki Türklüğün eskiliğini yine ondan okuduk.”

Türklerin Anayurdu Batıda mı? / Prof. Dr. Osman Karatay

Türklerin Kökeni, Kitap Tanıtımı

Prof. Dr. Osman Karatay ile “Türklerin Tarihi”

Türklerin Kökeniyle İlgili Farklı Bir Tez

Osman Karatay Türklerin Anavatanı

Şevket Dönmez

Archaeology of the First Turks by Prof Dr Şevket Dönmez

Abstract: Archaeology of the Early Turks: An Archaeological Perspective on the Homeland Problem of the Turks, Prof Dr Şevket Dönmez   Writing systems Troubled Homeland…

Archaeology of the Proto-Turks by Prof Dr Şevket Dönmez

Şevket DÖNMEZ* Prof. Dr. Şevket Dönmez, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Anabilim Dalı, Beyazıt 34453 İstanbul, Türkiye. [email protected] Turks are the…

“Sintaşta Kültürü ve Türkler: 4 Bin Yıl Öncesinden Bugüne” Prof Dr Şevket Dönmez

“Türkler Önasya’ya uzak yerlerde değil, yakın bir coğrafyada ortaya çıkmıştır. Dilimizdeki orijinal tarım terimleri de bunu kanıtlıyor.” Prof Dr Şevket Dönmez

Ahmet Taşağıl

Türklerin Anayurdu Neresidir 

Halil İnalcık

Orta Asya Tezi: Bu tezi savunan en önemli isimlerden biri, Türk tarihçiliğine önemli katkılarda bulunan Merkezî Asya Tarihi Araştırmaları Derneği‘nin kurucusu Prof. Dr. Halil İnalcık‘tır. İnalcık, Türklerin kökeninin Orta Asya bozkırlarında olduğunu ve buradan dünyanın çeşitli bölgelerine yayıldıklarını savunmuştur.

Rüstem Erkul

Türklerin anavatanı neresidir? 

Altay, Kafkasya

İlk neresi?

Çıkış Altay, Buzul çağından sonra iklime bağlı olarak Mançurya ile Manş denizi arasında step düzlükleri

Kafkasya?

İdil Volga, Veronej, Saratova, Çelyabinsk vs

Çelyabisnk bir nevi Göbeklitepe

Hazar denizi kıyıları?

Tabiki merkez Kafkasya’nın kuzeyi

Hazar kıyılarında mı ötelerinde mi bu yerleşmeler

Hazar kıyıları, Karadeniz kıyıları

https://en.wikipedia.org/wiki/History_of_human_settlement_in_the_Ural_Mountains

http://arkeotekno.com/

Türklerin Anavatanı Tezleri

Türklerin Anavatanı Neresidir?

Türklerin Anavatanı, Hazar-Türk Tezi
İlk Türk Devletleri Hangileridir? Türklerin Ana Yurdu Neresidir? İşte İlk Türk Beylikleri
“Yoğurt Türklerin Değildir” Demişti: Şengör’ün “Orta Asya Türklerin Anayurdu Değildir” Sözleri de Gündem Oldu
1071’de Türklere Anadolu’nun Kapısının Açılması ve Orta Asya’dan Göç Bir Efsane miymiş?
TÜRK – TDV İslâm Ansiklopedisi
Urmu Teorisi-kadim Türklerin ilk atayurdu – MİSAK- Millî Strateji Araştırma Kurulu
Anadolu’da Erken Dönem Türk İzleri
TÜRKLERİN YAŞADIKLARI COĞRAFYA
Eski Anadolu’da Türkler ve Türkler’in Anayurdu Sorunu. Ekrem Memiş

Answer to Do Turks originate from Central Asia or Mongolia? If so, why do Turkic peoples have such diverse phenotypes across Eurasia (from light-skinned to dark-skinned)? by Berik Baigasin

Türklerin anavatanı konusundaki farklı tezler nelerdir

Türklerin anavatanı konusu, tarih boyunca pek çok araştırmacı ve tarihçi tarafından incelenmiş ve farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bu farklılıklar, kullanılan kaynakların çeşitliliği, coğrafi keşiflerin artması ve bilimsel yöntemlerin gelişmesi gibi birçok faktöre bağlıdır.

Türklerin Anavatanı Hakkında Başlıca Tezler:

  • Orta Asya Tezi: Bu tez, Türklerin kökeninin Orta Asya’daki geniş bozkırlarda olduğunu savunur. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar gibi birçok Türk devletinin bu bölgede kurulması ve Türk kültürünün Orta Asya kökenli olması bu tezin en güçlü kanıtları arasındadır.
  • Kuzey Kafkasya Tezi: Bazı tarihçiler, Türklerin bir kısmının Kuzey Kafkasya bölgesinden göç ettiğini ve bu bölgenin de Türklerin anavatanı olabileceğini öne sürerler. Bu tez, özellikle Oğuzların ve bazı Kıpçak boylarının kökenleri hakkında tartışmalarda sıkça gündeme gelir.
  • İran Platosu Tezi: Bu tez, Türklerin bir kısmının İran platosundan göç ettiğini ve bu bölgenin de Türklerin anavatanı olabileceğini savunur. Bu tez, özellikle bazı Türk boylarının İran kültüründen etkilenmiş olmaları ve İran coğrafyasında yaşayan Türk topluluklarının varlığına dayanır.
  • Sibirya Tezi: Bazı araştırmacılar, Türklerin kökeninin Sibirya bölgesinde olduğunu ve buradan farklı coğrafyalara yayıldıklarını öne sürerler. Bu tez, Sibirya’da bulunan bazı arkeolojik bulgulara ve genetik çalışmalara dayanmaktadır.

Farklılıkların Nedenleri:

  • Kaynakların Sınırlılığı: Tarih öncesi dönemlere ait yazılı kaynakların sınırlı olması, Türklerin anavatanı konusunda kesin bir sonuca varmayı zorlaştırmaktadır.
  • Coğrafi Keşifler: Coğrafi keşiflerin artmasıyla birlikte, Türklerin yaşadığı coğrafyalar hakkında daha fazla bilgi elde edilmiş ve bu da yeni teorilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
  • Bilimsel Yöntemlerin Gelişimi: Genetik çalışmalar, dilbilimsel araştırmalar ve arkeolojik kazılar gibi bilimsel yöntemlerin gelişmesi, Türklerin kökeni hakkında daha detaylı bilgiler sunmaktadır.
  • Siyasi ve Kültürel Etkenler: Bazı tarihçiler, siyasi ve kültürel nedenlerle belirli bir tezi destekleme eğiliminde olabilir.

Sonuç:

Türklerin anavatanı konusunda kesin bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Çünkü Türkler, tarih boyunca geniş coğrafyalara yayılmış ve farklı kültürlerle etkileşimde bulunmuştur. Bu nedenle, Türklerin anavatanı tek bir yer olarak değil, geniş bir coğrafi alan olarak düşünülmelidir. Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalar ve yeni keşifler, bu konuda daha net sonuçlar elde edilmesine yardımcı olmaktadır.

Önemli Not: Bu tezlerin hiçbiri tek başına doğru veya yanlış olarak kabul edilemez. Her bir tez, farklı bir bakış açısı sunmakta ve Türklerin kökeni hakkında daha kapsamlı bir bilgi edinmemizi sağlamaktadır.

Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi almak için şu kaynakları inceleyebilirsiniz:

  • Tarih kitapları: Türk tarihi, dünya tarihi ve Orta Asya tarihi konularında yazılmış kitaplar.
  • Bilimsel makaleler: Genetik, dilbilim ve arkeoloji gibi alanlarda Türklerin kökeni üzerine yapılan bilimsel çalışmalar.
  • Belgeseller: Türklerin göçleri ve kültürel mirasları hakkında hazırlanmış belgeseller.

Türklerin anavatanı konusunda farklı tezleri öne süren düşünürler, bilim adamları kimlerdir

Türklerin anavatanı konusu, tarih boyunca pek çok düşünür ve bilim insanının ilgisini çekmiş ve farklı teoriler ortaya atılmıştır. Bu konuda öne çıkan bazı isimler ve görüşleri şöyledir:

  • Orta Asya Tezi: Bu tezi savunan en önemli isimlerden biri, Türk tarihçiliğine önemli katkılarda bulunan Merkezî Asya Tarihi Araştırmaları Derneği‘nin kurucusu Prof. Dr. Halil İnalcık‘tır. İnalcık, Türklerin kökeninin Orta Asya bozkırlarında olduğunu ve buradan dünyanın çeşitli bölgelerine yayıldıklarını savunmuştur.
  • Kuzey Kafkasya Tezi: Bu tezi savunanlar arasında Rus tarihçi Vasili Bartold gibi isimler yer alır. Bartold, Türklerin bir kısmının Kuzey Kafkasya bölgesinden göç ettiğini ve bu bölgenin de Türklerin anavatanı olabileceğini öne sürmüştür.
  • İran Platosu Tezi: Bu tez, Türklerin bir kısmının İran platosundan göç ettiğini savunan tarihçiler tarafından öne sürülmüştür. Ancak bu görüş, genel olarak kabul gören bir tez değildir.
  • Sibirya Tezi: Bu tez, özellikle son yıllarda genetik çalışmaların gelişmesiyle birlikte daha fazla dikkat çekmiştir. Sibirya’da yapılan arkeolojik kazılar ve genetik araştırmalar, Türklerin kökeni konusunda yeni bilgiler sunmaktadır. Bu alanda çalışan birçok bilim insanı, Sibirya’nın Türklerin anavatanı olabileceği ihtimalini değerlendirmektedir.

Diğer Önemli İsimler:

  • Otto M. Böthlingk: Türk filolojisi alanında önemli çalışmalara imza atmış ve Türklerin kökeni hakkında görüşler bildirmiştir.
  • Vilhelm Thomsen: Göktürk yazıtlarını çözerek Türk filolojisine büyük katkılar sağlamış ve Türklerin kökeni hakkında önemli ipuçları vermiştir.
  • Bertold Spuler: Orta Asya tarihi konusunda uzmanlaşmış ve Türklerin siyasi ve kültürel tarihini incelemiştir.

Günümüzde Durum:

Günümüzde Türklerin anavatanı konusunda tek bir görüş birliği bulunmamaktadır. Genetik çalışmalar, dilbilimsel araştırmalar ve arkeolojik kazılar gibi farklı disiplinlerden elde edilen veriler, bu konuda sürekli güncellenmekte ve yeni teoriler ortaya çıkmaktadır.

Önemli Not: Türklerin anavatanı konusunda kesin bir sonuç elde etmek oldukça zordur. Çünkü Türkler, tarih boyunca geniş coğrafyalara yayılmış ve farklı kültürlerle etkileşimde bulunmuştur. Bu nedenle, Türklerin anavatanı tek bir yer olarak değil, geniş bir coğrafi alan olarak düşünülmelidir.

Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Tüm Bölümler

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Evrim, Beşer ve İnsan | 1. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İnsanın Dünyaya Yayılışı | 2. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Eğitim, Terbiye, Edep | 3. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Eğitim ve Öğretim | 4. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Emek, Üretim, Din | 5. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İlk Konut Örnekleri | 9. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Ehlileştirme ve Evcilleştirme | 6. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İklim ve İnsan | 7. Bölüm @trt
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Buzul Çağı ve Göçler | 8. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hikmet ve Felsefe Geleneği | 10. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Medeniyet ve Yerleşik Hayat | 11. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Köylerin Oluşumu | 12. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Devletlerin Ortaya Çıkışı | 13. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İlk Devletler | 15. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Mezopotamya’daki Keşifler | 16. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Vatan ve Yurt | 18. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Siyaset, Hukuk ve Ekonomi | 17. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Millet-Ulus, Devlet-İmparatorluk | 19. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Çin’in Sosyokültürel ve Siyasi Yapısı | 20. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Bilgelik & Hikmet | 21. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Dergah Geleneği | 22. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Kent ve İmparatorluk Devletleri | 23. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Duyu-Duygu, Bilinçlilik-Farkındalık | 24. Bölüm

TÜRKLER

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Türklerin Tarih Sahnesine Çıkışı | 25. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Kut” ve “Devlet” Anlayışı | 26. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hunların Tarih Sahnesine Çıkışı | 27. Bölüm @trt2

HİNT

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hint Düşünce Sisteminin Temelleri | 28. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Astika” ve “Nastika” Kavramları | 29. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hinduizm’de Atman-Brahman İlişkisi | 30. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hint Düşüncesi | 31. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Reenkarnasyon, Bilinç İrade, Canlılık | 32. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hint Düşüncesindeki Mantık Ekolleri | 33. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Siddharta’nın Yaşamı ve Öğretisi | 34. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Budizm Öğretisinin Ayrıldığı Kollar | 35. Bölüm

ESKİ İRAN

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Zerdüştlüğün Temel Dinamikleri | 36. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Pers Medeniyetinin Temel Dinamikleri | 37. Bölüm

SÜMERLER

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sümerler | 38. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sümerlerin Ortaya Çıkışı | 39. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yazının Ortaya Çıkışı ve Yayılması | 40. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yazı-Akıl İlişkisi | 41. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yazıya Bağlı Oluşan Kurumlar | 42. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yazı Geleneğinin Etkileri | 43. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sümerlerde Toplum | 44. Bölüm @trt2

BATI ASYA

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İbrani İnanç Sistemi | 45. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İnsan-Dil-Akıl-Yazı İlişkisi | 46. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Mısır Medeniyeti | 47. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Batı Asya Medeniyetleri | 48. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Fenike Medeniyeti | 49. Bölüm @trt2

ESKİ YUNAN

  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyeti | 50. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyetinde Din | 51. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | İyonya | 52. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyetinde Din | 53. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyeti | 54. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyeti | 55. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Aile Dini” Kavramı | 56. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Görev” ve “Ödev” Kavramları | 57. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyetinde İktisat ve Siyaset | 58. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Sophos” Kavramı | 59. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Sophos” Kavramı | 60. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyetinde Düşünce | 61. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sokrates Öncesi Düşünce | 62. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon ve Yunan Medeniyetine Etkisi | 63. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Helen Kültürü ve Perikles | 64. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Üretim Kültürü | 65. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Sömürgecilik” ve “Demokrasi” | 66. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Atina Devlet Yapısı | 67. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Çevre-Merkez İlişkisi | 68. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “İktisat” Kavramı | 69. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Atina ve Sparta’da Eğitim | 70. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Yunan Medeniyetinde Eğitim | 71. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sofistlerin Eğitime Katkısı | 72. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Herakleitos Düşüncesi | 73. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Logos” Kavramı | 74. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Diyalog” Kavramı | 75. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Hakikat-Gerçeklik İlişkisi | 76. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Herakleitos ile Parmenides’e Göre “Varlık” | 77. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Logos” ve “Mitos” Kavramları | 78. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sokrates ve Felsefeye Katkıları | 79. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Sokrates ve Platon Çizgisinde Kavramlar | 80. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Bilim Geleneğinin Doğuşu | 81. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon’un “Kavram” Anlayışı | 82. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Diyalektik” Kavramı | 83. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | “Bilgi” Kavramı | 84. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon Felsefesi Çerçevesinde “Bilgi” | 85. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Bilginin Çeşitleri | 86. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Mağara Alegorisi | 87. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon’un “Ahlak” Kavramı | 88. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Düşünce Biçimleri | 89. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Tefekkürün Mahiyeti | 90. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon’da Eğitimin İşleyişi | 91. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Temel ve Yüksek Öğrenimin Önemi | 93. Bölüm
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Aristoteles’in Yaşam Öyküsü | 94. Bölüm @trt2
  • Teoman Duralı ile Felsefe Söyleşileri | Platon’un “Devlet” Kavramı | 92. Bölüm @trt2