HomeMAINRomalılar ve Türkler: Dönüşüm Gücü

Romalılar ve Türkler: Dönüşüm Gücü

Osmanlı Sadrazamı Mesih Paşa 

Evrensel zaman zemin zihin döngüsü açısından bakıldığında Romalılar ve Türkler zaman ve zemindeki engelleri aşacak yolları zihinlerindeki dönüşümler ile keşfetmişlerdir. 

Öncelikle Romalılar açısından değerlendirdiğimizde imparatorluğun temel ideolojisi olan Paganizm, halkın tapınaklarda mobilize edilmesi açısından çok önemli bir ideolojik aygıt teşkil etmekteydi. Halk kitlelerinin, İsa’dan başlayarak Hristiyanlaşmaya başlaması karşısında Romalılar önce paniklediler. Romalılar, halkın Paganizmden kayıp Hristiyanlığa yöneldiğini anlamakta çok geç kalmışlardı.

Halk kitlelerinin Hristiyanlığa kayışının neticesinde Romalılar kritik bir karar verdiler ve imparatorluğun resmi dinini de Hristiyanlık olarak ilan ettiler, imparator Konstantin başkenti İstanbul ve dinini de Hristiyanlık olarak ilan etmekte gecikmedi.

Zayıflayarak, barbarlar tarafından yok edilen Roma İstanbul’da yeni Roma olarak yeniden kurulmuştu. Bu ciddi ve başarılı bir dönüşümdür ve bu şekilde İmparatorluk, Hristiyanlığa benimsedikten sonra 1100 yıl daha devam etmiştir.

Trakya’da paganizm’den hristiyanlığa geçiş. Kırklareli, Roma döneminde, Kırkkilise olarak anılırmış. Bir görüşe göre Kırk Kilise ile kastedilen kırk adet kilise değil, “kırk azizler kilisesi” olsa gerektir (III. yüzyılın sonunda Sivas’ta din uğruna şehit olan kırk azizler efsanesi Anadolu Hristiyanlığının en popüler konularından biridir. (Kaynak: Vikipedi)

Hristiyanlığın ilk yayılma alanı Anadolu ve özellikle Kapadokya’dır. Hıristiyanlık yayılması Konstantin’den çok daha öncedir. İşin başlarında MS 1. Yüzyıl başlarında İkinci Roma imparatoru Tiberius (MÖ 42-MS 37)  tehlikeyi anlamış ama iş işten geçmiş ve hemen Hristiyan takibatını, yani işkence ve yasaklamaları başlatmıştır. Hristiyanlığın yayılmaya başlaması Sezar’ın öldürülmesi sonrasındadır, ama tehlikeyi Tiberius zamanına kadar fark etmemişler. Fark etmesi de şöyle olmuş. Artık insanlar tapınaklara gidip kurban satın almamaya başlamışlar ve imparatorluk kültü ekonomik darbe yemiş ve tehlikeyi o zaman fark etmişler.

Mağdur konumundaki Hristiyan kitleler dev gibi bir imparatorluğun, Roma imparatorluğunun dinini dönüştürmüşler neticede. Fakat burada kazanan sadece halk değildi. Roma da bu dönüşümden karlı çıkabilmiş ve tarihteki tek din devleti olan Vatikan din devleti olarak, dünyadaki en büyük bir küresel güç olarak devamlılık sağlamıştır. 

Halik. Halk.

Halef. Halifelik

Müslümanlık açısından konuya yaklaştığımızda ise Müslüman olan kitlelerin, bu tarz bir dönüştürücü gücünden söz edilemez tarih boyunca. Neticede, İslamiyet’in dünyada söz sahibi olabilecek küresel bir gücü de oluşmamıştır. Hristiyanlık ise İsa peygamberin 12 havarisi ve Vatikan Kilisesi üzerinden kurumsallaşırken, İslamiyet ise Hazreti Muhammed’i, peygamberi, halifelik üzerinden devam ettirme çabasına girişmiş, peygambere halefler tayin etmiş ve ilk dört halife devrinin sonunda bölünerek bütünlüğünü kaybetmiştir.

Hristiyanlıkta halkın gücü devasa Roma İmparatorluğu’nun dinini dönüştürebilir iken, İslamiyette maalesef halkın gücü söz konusu olamamış, halk sadece tebaa, kul seviyesinde, itaat eden seviyesinde kalmıştır. 

Halk, Halik‘in halk ettikleri, peygamberin ölümünden sonra icat edilen Halifelik kavgalarında helak olmuştur. Peygamberin halefi, halifesi olmamak gerektir aslında.

Halkın teveccüh gösterdiği, uğruna ölmeyi peşinen kabul ettiği Hristiyanlık dinine düşman olmaktansa, o dini imparatorluk dini olarak benimsemeyi stratejik olarak kabul eden Roma, bu şekilde halkı ile barışmış, ve kendisini dünyadaki tek din devleti olarak olan Vatikan devletine dönüştürerek devam etmiştir, görünüşte yıkılmış olsa bile.

Burada kritik nokta şudur ki Hristiyanlar ile başlangıçta mücadele eden sonra da Hristiyanlığa dönüşen Roma bir devlet ve imparatorluk idi. Güçlü bir devlet yapısı var idi. Fakat İslamiyet’te böylesine bir yapı hiçbir zaman yoktu ve mevcut olmamıştır. Eğer mevcut olmuş olsaydı zaten Halifelik diye bir müessese olmaz ve Müslüman yöneticiler iç kavgalara girmezlerdi.

Kendilerine özgü bir devlet yapısını binlerce yıldır taşıyan Türkler ise İslamiyeti kendi dinlerine dönüştürüp üstlendiklerinde imparatorluk devlet yapısını 600 yıl boyunca yaşatmışlar ve Selçuklu hükümdarı Tuğrul bey 1055 yılında Bağdat’a girdiğinde Halife‘yi bir süs bir biblo konumuna indirgemiş ve Halifeyi devlet işlerinden uzaklaştırmıştır. Devlet ve din işlerini ayırmıştır bu noktada.

Konumuz açısından önemli olan halkın gücü noktasıdır ve Türkler özellikle 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğu Halifeliği üstlenip, imparatorun aynı zamanda halife olduğu noktadan itibaren güçlerini kaybetmeye başlamışlar, halkla temaslarını kesmişler ve halkı sadece bir kul noktasına indirgemişlerdir. Halifelik uğruna kardeşler katledilmişti.

İmparatorluğun çöküş süreci içerisinde saltanat bünyesinde halifeliği de barındırdığı için 1836’da Tanzimat ile getirilen düzenlemeler de boşa çıkarılmış ve Meşrutiyetin çok kısa süreli denenmesinden sonra tekrardan Mutlakiyetçi bir yönetime geçilmiştir. Mutlakiyetçi  yönetimin sonlandırılmasının ardından, imparatorluğun son on yılında  Meşrutiyetçi bir yönetim uygulanmış ve ardından Cumhuriyet yönetimine geçilerek bir İslam ülkesinde ilk kez halk, teba ve kul olmaktan çıkarılmış egemenlik kaynağı olarak benimsenmiştir.

Bu, İslam dinine mensup bir ülkede yapılan bir devrim niteliğindedir. Türkiye Cumhuriyeti deneyimi daha sonra emperyalistler tarafından mandacılar üzerinden ılımlı İslam modeline çevrilmeye çalışılmıştır.
Atatürk’ün Adalet Bakanı Seyyit Bey’in TBMM’deki meşhur konuşmasının bir özelliği İslam düşüncesi içindeki Türk ekolünü, Türkistan’a uzanan ilim geleneğini esas almasıdır. Hilafetle ilgili nihai hükmü şu şekildedir: “Hilafet hükümet demektir. Maksud olan memleket ve milleti adilâne bir surette hüsnü idare etmektir. Yoksa şekl-i hükümet değildir.” https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d02/c007/tbmm02007002.pdf
Türkiye’nin 21. yüzyılda bu konuda alacağı mesafeler, Cumhuriyet yolunda alacağı mesafeler, evrensel manada devletin yani halkın asıl egemenlik kaynağı olduğu, peygamberlik müessesesinin bir halifesinin olamayacağı, bundan ötürü de halifelik kurumunun mesnetsiz olduğu gerçeğinin İslam dünyasında örneklendirilmesi açısından enteresan bir gelişim çizgisi izleyecektir.

Dönüştüremeyen, devamlılık arz etmemektedir. 

Türklerin dönüşüm tarihlerini incelediğimizde ise ezeli düşman Çin’in baskıları karşısında, Çinlilerin düşmanı olan Araplarla işbirliğine giderek Çinlileri Kırgızistan’da durdurmuşlardı. Bu şekilde Çin’in, Orta Doğu‘ya doğru ilerlemesinin önüne geçilmiş, devamında dinsel dönüşüm yaşanmış ve kitleler halinde İslamiyete geçilerek, nihayetinde bu sefer de Arap toprakları ele geçirilmeye başlanmış, öncelikle Bağdat ele geçirilmiş ve Arap halifesi bir süs konumuna düşürülmüştür.

1500’lü yıllarda ise bu kez de doğuda İran ile olan ezeli bir düşmanlığın neticesinde bu kez Kahire’ye girilmiş ve hilafet İstanbul’a getirilmiş İran’a karşı üstünlük sağlanmıştır. Nihayetinde imparatorluğun çöküşü karşısında saltanat ve hilafet kaldırılmış ve Cumhuriyet düzenine geçilerek devletin devamlılığını sağlanmıştır.

Türkler dönüşüm tarihlerinde sadece dinsel dönüşüm sağlamakla yetinmemişler ve fakat kurdukları Osmanlı imparatorluğu ile Roma İmparatorluğu’nun yönetici kadrolarını bünyelerine katmışlar ve Roma aklını devam ettirmişlerdir. 

Kayser–i Rûm (Roma’nın Sezar’ı)
Ebû’l–Feth (Fethin Babası)
Fâtih
Han
Nedir bu Roma aklı?. Roma nasıl çok kültürlü çok dilli çok dinli bir imparatorluk ise aynı şekilde Osmanlılar da yönetici kadrolarını bünyelerindeki bu çeşitlikten oluşturmuşlar ve bu akıl Cumhuriyet sonrasında da devam etmiştir.

Dikkatimizi çeken şudur ki, önemli olan zihindir ve zihinsel dönüşümlerdir. Nicelik değildir niteliktir. Roma nasıl bir köyden neşet edip devasa imparatorluk haline, tarihin en uzun bir imparatorluğu haline gelmişse, Osmanlılar da sarp dağların arasındaki küçük bir kasaba yerleşiminden, beş denize hükmeden bir yapı haline gelmişlerdi.

Zihinsel dönüşümlerle, zamanın ruhuna uygun hareket ederek zemini elinizde tutabilirsiniz bu anlamda Türklerin bir deyimi meşhurdur; ayağı yere sağlam basmak.

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular