(- Hocam çok teşekkür ederiz. Levent Ağaoğlu. Şimdi ben Bilge Tonyukuk ile ilgili bir kitap hazırlıyorum kendim, ilk düşünürümüz Bilge Tonyukuk.)
– Onların Orkun kitabelerinde söylediklerinin takipçisi Osmanlı yöneticileri. “Çıplakken giydirdim, açken doyurdum” diyor. Osmanlı sisteminin özü odur.
Buyrun
(- Orada ve benim Bilge Tonyukuk’ta gördüğüm dilden düşünce yani ilk yazar. İlk yazma eylemini gerçekleştiren Bilge Tonyukuk. İlk yazan kişi. Oradan dilin önemini ben çıkartıyorum Bilge Tonyukuk’tan. Dilden de düşünceye geçiyor. Şimdi sizin düşünceye geçince Kültür Şuranızdaki konuşmanızı ben dinledim. Orada Latincenin, Latin alfabesinin daha analitik olduğunu ifade ediyorsunuz. O görüşünüz var, o konuda detay verebilir misiniz? diye bir sorum olacak.)
Alfabeyle ilgili Osmanlılar hakikaten çok zeki insanlardı. Arap alfabesini Arapçayı kendi malları gibi kullandılar. Muhteşem bir dil yarattılar bir kere. Osmanlı Türkçesi çok büyük bir dildir. Çok büyük muazzam ifade yeteneği olan her türlü karmaşık incelikleri ortaya koyabilen ifade edebilen bir dildir.
Bu dilin İngilizce ile Türkçe arasında Lugat yapan meşhur Sir James Redhouse‘un 1890’da çıkmış lugatı vardır. Turkish-English Lexicon diye. Orada diyor ki dünyada 1890 iki büyük dil var bir İngilizce bir de Osmanlı Türkçesi diyor.
Bu iki dilde yüzer bin kelime var. Ben bunların doksan binini bitirdim lugat olarak yayınlıyorum diyor ömrüm vefa ederse tamamlıyacam. İki büyük dil dediği İngilizce 1890’da biliyorsunuz İngiltere süper güç idi. Dünyaya hakimdi. Dili henüz hakim değildi. Diplomatik dil Fransızca’ydı o zaman yüz sene önce de İtalyanca idi ama İngilizce de büyük bir dildi. Ben Fransızca okudum gençliğimde Fransızlar Fransızcanın vuzuhu diye övünürler. Fransız dilinin kesinliği tamamen laf. Kesinlik İngilizcede. İngiliz dilinin kesinliği İngilizce şimdi herkes bildiğine göre vasat bir İngiliz-Amerikan yazarını alın okuyun vasat yani çok parlak Nobellik veya çok vasatın altında kitap da çıkarmazlar. Çok sansür ederler. Kağıdı kalemi Allah yarattı, herkes böyle harcayamaz diye düşünürler. Kelime çıkaramazsınız bir İngiliz’in, bir Amerikalı Anglofon bir yazarın cümlesinden kelime alırsanız cümle bozulur. Fransız’ınki alsanız bir kelime iki kelime hepsini alsanız fazla değişmez. Bu kadar önemli bir dil gibidir diyordu Redhouse. 1890’da iki dilde de yüzer bin kelime şeyi alırsanız Redhouse’un lugatını görürsünüz orada fakat Redhouse ne yapıyor mesela münafık arapça bir kelime diyor a. koyuyor, münafıklık diyor t koyuyor Türkçe diyor. Ama bizim tasfiyeciler münafıklığı da iyice münafık olarak tamamen attılar. İngilizce bugün bir milyon kelimeye sahip, bizim dilimizde ne kadar kelime var, doksan bin yok.
(- Şimdi Ötüken lugatında 340 küsür bine ulaştı. Ötükenin bastığı lugattı.)
– Tabii Türkçede 600 bin kelime var. Türkçede ama kullanılan yok, o Osmanlıcayı, Türkçe her şeyi sokarak bir şey yaptı. Kullandığımız Türkçe’de 3000 kelimeyle meşhur yazarlarımız var. 3000 kelimeyi tutan çok büyük adam.
(- Hocam Latin Alfabesi?)
– Latin Alfabesine gelcem, şimdi Redhouse’un şeyleri eski harflerledir, kelimeler ama Latin harfleriyle de okunuşunu da yazmıştır. Bizim Türk dili Arap harfleriyle yazılmaz. Şimdi bizim Derin Tarihin yazarı gelirken konuştuk Mustafa Armağan. Bir yazı yazıyor eski harflerle, yeni harflerle. Şimdi bizim Türkçemiz eski harflerle yazılmaz mesela önemli yazamaz yazar okunmaz. Ama Osmanlılar bin sene kullandılar o yazıyı Türkler ve bin senede o yazı ile Türkçe’yi kaynaştırdılar bunu başardılar. Eski kelimelerin nasıl yazıldığı konusunda kimsenin tereddüdü yok. Dağı d ile değil tı ile yazar ta diye yazar ve da olarak okur.
Şimdi Türkçeleşme hızlandı. Bu Cumhuriyette olmadı daha evvel başladı. Bu da sağlıklı normal iyi bir şeydi. Türkçeleşme başladığı zaman Latin harfleri analitik çok kesin olarak doğrudur. Ben elli altmış senedir eski harfleri okuyan bir insanım işim onlarla ama çok kelimeyi okumakta zorluk çekiyoruz. Öyle de okunabilir, bir de şu var. Mesela üstün esre işaretleri Osmanlılar 14. yüzyıldan sonra kullanmadılar. Kullanmadıkları zaman sen Mehmet diye okuyoruz Mehmet Mehmed ama onu Mehemmet mi diyorlardı Muhammet mi onu kestirmek zor. Eskilerde Muhammet diyorlar. Yani bence Türkçeleşme kaçınılmaz bir şey.
Yaptığımız kötülük, tasfiye. Bu tasfiye felaket oldu. Bu felaketi hâlâ Türk eliti anlamış değil. Çünkü mahiyeti itibariyle anlaşılmaz bir şey. Tasfiye olunca düşünemez olduk, çünkü kelimelerle değil kavramlarla düşünürüz. Kavramların adı var.
Benim Karadeniz hikâyesi var. Balukların diyor adını bir Laz koymuş. Denizun dibine inmiş tek tek balıklara madalya takar gibi isim vermiş. Kavramların adı var. O kavramlar o adla anılır. Kavramları siz tercüme ettiğiniz zaman bu iş çorba olur. O çorba olduğu içindir ki Avrupalılar şimdi bu sanayi medeniyeti her gün yeni bir şey icat ederek muazzam İngilizce bir milyona çıktı yeni kelimeler bunların içinde yeni kavramların hepsi Grekçe, Latince köklüdür. Niye onu yapıyorlar da kendisi uydurmuyor, yani düşünmek için epey yerleşmiş kavram onların adlarına ihtiyaç var. Tercüme kavramla düşünülmez bizim başımıza gelen budur. Düşünemez hale gelince tabii ki de düşünemediğimizi bilmiyoruz ve Öztürkçe de devam ediyor.
(- Hocam izninizle Latin harfleriyle ilgili bir anekdot aktarabilir miyim?)
– Latin harflerinin aleyhine bir şey söyleme çünkü Türkçeye hakkaten uygun. Yalnız bir şey söyleyeyim çok kelimeleri değiştirdik ama bu yazıyı bin sene kullandık. O yazıyı ben bir saatte öğrendim, lisedeyken öğrendim. Öğrenmemiz gerekir diye düşündüm. O yazıyı da lütfen entelektüel olanlar öğrensin. O olmazsa ayıp olur. Ve o da bir felakettir. Dili de öğrensin.
Osmanlı Türkçesini öğrenmeli. O da korkunç bir şey. Altmış sene önce yazılmış olanı bugünkü Türkçeye çevirelim diyen insanlar var. Bir elit oluşmaz, kültür oluşmaz, yok olur.
Osmanlı kurumları ne zaman doğdu, ne zaman öldü bilinmez. Şeye benzetiyorum Wagner’in müziğine, Wagner’in operaları başlar belli olmaz çok derinden yavaş yavaş işitmeye başlarsınız, biterken de çok yavaş biter. Bir şey işitmezsiniz ama orkestra şefinin dehli sağlanmaya devam eder. Osmanlı kurumları böyle. Bütün kurumları böyle Şeyhülislamlık ta böyle. Şeyhülislam İslam’ın müftüsü iken Şeyhülislam oluyor. Ne zaman olduğu belli değil. Tartışılıyor.
(Latin alfabesiyle ilgili benim çok dikkatimi çekti başka bir görüş ben duymadım o açıdan sordum.)
– Benim kendim ben dil uzmanı değilim ama benim tecrübem yani eski harfleri okuyorum rahat ama Türkçeye Arapçaya uygun Farsçaya da uydurulmuş ama yeni Türkçe kelimeler olmuyor. Öztürkçe dedikleri ayıp bir şey. Türkçe. Türkçeye giren Türklerin anladığı her şey Türkçe ama Türkçe kökenden gelen kelimeleri eski harflerle ifade etmek zor. Yani -ler -lar mesela -lam ve -le ile -lar da öyle yazıyor -ler i de onu öğreniyoruz. Ama Latin harflerle daha güzel.
(- O zaman bir akıl aldı Latin alfabesi daha uygundur Türkçeye diye)
– Tabi kesinlikle daha uygundur. Onda şüphe yok.
Kaynak: TÜRK TARİHÇİLİĞİ, PROF DR MEHMET GENÇ, 13 Mayıs 2017,Ali Emiri Kültür Merkezi