Kişi ve Gönül
Türk insanını ruhunu kavramsal açıdan incelediğimizde iki enteresan sonuçla karşılaşırız. Birincisi kişi kavramı, ikincisi de gönül kavramı.
Diğer bütün dillerde insan kavramı homo, humus, human olarak toprak/zemin temelli bir kelime olarak karşımıza çıkarken sadece Türk dilinde farklı bir kavram olarak su temelli dinamik kişi kavramı kullanılmaktadır ki bir özgünlük ve farklılık sözkonusudur.
Kişi, Sibirya’nın güneyindeki sulak yerlerde, su kenarlarında yaşayan kiş (su samuru) ile ilintilidir.
Farabi’de felsefi olarak ortaya konulan metinler, Yunus Emre’de dizelerle dile gelmiştir. Sibirya’nın güneyindeki su kenarlarında kiş (su samuru) ile başlayan insan yolculuğumuz, Küçük Asya’nın Sivrihisar kasabasında Yunus Emre ile nihai şeklini almıştır. Yunus Emre’nin 417 şiirinde insanı ve evreni tüm yedi kavram ile tanımlayan Türkçe artık kıvamını bulmuş, en üst dereceden bir ifade gücünü kazanmıştır.
Humus (toprak) ve Kiş (su samuru) kökenli farklı etimolojik kökenlerin elverdiği, sabit ve dinamik kişilik farkları da, birörnek (uniform) ve binçiçek (hercai) zenginliğinin zıtlıklarıdır. Birey’in “bir”liği, benciliği ve gönülün bencileyin zenginliği farkıdır bu.
Zemin itibariyle Türkler 3 kıtada hâkimiyet sağlamışlardır. Zeminde sürekli hareket halindedirler. Zaman su gibi akarken, Türkler de zeminde sürekli akmaktadırlar. Batıda insanın toprak bazlı human kavramıyla ifade edilmesi mekânda sabitliği, mekân bağımlılığını, Türk geleneğinde ise su bazlı kişi kavramı ile ifade edilmesi, zeminlerde zaman misali akışı göstermektedir.
Su ile irtibat akışkanlığı, Türklerin konargöçer bir kavim olmasını, Türk devletlerinin şemsiye devlet olabilmesini, Türklerin intibak kabiliyetlerini, sentez oluşturup hem kendilerini, hem diğer kavimleri dönüştürebilmelerini izah eder. Batı, yerleşik toplumları ve mekânı, Türkler göçebeliği ve zamanı temsil eder. (Celal Tahir)
Humus
- Latince humus “toprak” sözcüğünden alıntıdır.
- Humanus: İnsani
- Homo, Homin:
- Toprağa ait, İnsan
- Âdem (İnsan) kelimesi etimolojik açıdan arapça insan ve latince homo, humanus tabirlerinden çok daha eskidir. Hümanist tabiri ilk kez İtalyan şair Lodovicio Ariosto (1474-1533) tarafından kullanılırken, bu sözcük Latince humanus “insani” sözcüğünden türetilmiştir. Latince sözcük Latince homo, homin- “‘toprağa ait’, insan” sözcüğünden türetilmiştir.
Kişi: “Yaşam, Ölüm, Yaratılan”
KİŞİ, es. tr. kiş (okluk, kadın, kürk/samur, atların çıkardığı yansıma ses) ten.
kiş-i/kişi (kök anlamı: okluğu olan, ok taşıyan, atların kişneyişi gibi ses çıkaran, kürk giyen/avladığı yaratığın göründen giysi yapan bg.).
Kişi sözcüğü, Türk dilinin en eski yazılı kaynaklarında, değişikliğe uğramadan, yine “kişi” biçiminde geçmektedir. Ancak, kiş kökünün içerdiği anlamlar çok değişiktir. Nitekim Kâş. Bu konuda değişik içerikli sözcükleri gösteriyor. Hint-Avrupa, İslav, Arap-Fars, Germen dillerinde kişi sözcüğünü “insan” anlamında veren bir sözcük yoktur. Öte yandan Hitit, Sümer, Akad, Asur dillerinde de “insan” karşılığı söylenen kişi biçiminde bir sözcük yoktur.
- Arapça. İns (İnsan), Beşer,
- Farsça. İnsan, Âdem,
- Almanca. Mensch,
- Latince. Homo,
- Fransızca. Homme,
- Sümerce. Ur
- Akadça. Amelu, Avılu (Erkek), Avıltu (Kadın),
- Grekçe. Antropos,
- Hititçe. Antuhsas,
- Sanskritçe. Adamas,
- Gotça. Guma
Bu örnekler kişi sözcüğünün, Asya Türkçesi dışında bir kökene bağlanamayacağını gösteriyor. Kaynak: İsmet Zeki Eyüboğlu. Türk Etimoloji Sözlüğü.
Kelimelerin etimolojik kökenlerine gittiğimiz zaman insan kavramı Arapçadır ve anlamakla ilintilidir. Türklerde karşılığı kişi kavramının kökeni ise su ile alakalıdır.
Dilimizde; yaşam, ölüm, kişi bu üç kavram su ile ilintilidir.
Hint-Avrupa kökenli insan tabirinde esas olan anlamak iken, kişi tabirinde yaratılan olmak (insan tanrı tarafından yaratılmıştır) önem kazanmaktadır.
Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin yazıtlarında bunlar açık açık ifade edilmiştir kişi ölümlüdür.
Hâlbuki Batı anlayışına göre insan ölümsüzlük peşinde koşmaktadır. Türklerin kozmolojisi ise kavram itibariyle böyle bir idealin peşinde değildir çünkü ölümden sonra yaşam devam etmektedir. Batı ise insan kavramından Hümanizm akımını türetmiş ve insanı izm haline getirmiştir. Türklerin anlayışında ise insan, tanrı tarafından yaratılmıştır, insan tanrı değildir. Hümanizm ise insanı tanrı olarak ifade etmektedir.
Arapça insan kavramının kökünde Hint Avrupa kökü olan ins yer almaktadır, anlayan, duyan, bilen, tanıyan anlamlarını taşımaktadır. İnsan kavramı ise sadece insan yetilerinden sadece anlama, duyma, bilmeyi içermektedir.
Kişi kavramı ise yaşam ve ölüm esaslıdır, insanın hayatının başını ve sonunu içermektedir. Yaşam ile ölüm arasındaki süre içerisindeki tüm yetileri içermektedir. Kişi tabirinin kökeni Türkçedir, başka herhangi bir dilden alınmamıştır. Türklerin kendi yaşantılarından süzdükleri bir özdür.
Bütün Evren tasavvurlarının amacı insanın evrendeki yerini göstermektir. İnsanın evrendeki yeri, öncelikle, insanın nasıl ortaya çıktığının belirtilmesi, nasıl yaşaması gerektiği ve öldükten sonra ne olacağının belirlenmesiyle ilişkilidir. Bu sorulara verilecek cevaplar, insan anlayışının zeminini oluşturur. “Hayat kaynağını Gök Tanrı’dan alır” inancı gereği, insanın kökeninin Tanrı’ya bağlandığı görülmektedir.
Göktürk metinlerinde, insanın Tanrı tarafından yaratıldığı açıkça ifade edilmiştir. Söz konusu metne göre, önce Gök, sonra yer ve en sonra da insan yaratılmıştır (Kül Tigin Yazıtı, D 1). Hem Kül Tigin hem de Bilge Kağan yazıtında yer alan bu düşünceler, gök ile yer yaratıldıktan sonra insanın yaratılmış olduğunu açıkça dile getirmektedir. Bunun yanında, insanın sonlu bir varlık olduğunu da “ölmek için doğmuştur” ifadesinden anlamak mümkündür. Yaratma sürecinin nasıl işlediği hakkında bilginin olmamasına rağmen insanlar yaratıldıklarını inanmışlardır.
İnsanın su ile ilişkisi ve suyun kutsal kabul edilmesi göz önüne alındığında insanın sudan yaratıldığına ilişkin bir izlenim doğmaktadır.
Türkçede hayat anlamına gelen yaşamın kökü olan yaş, ıslak ya da nemli manasında kullanılmaktadır.
Yaş, ıslak, nemli takımlarının her biri doğrudan su’yla ilgilidirler. Dolayısıyla hayatın su kökenli olduğu açıktır. Yaş aynı zamanda insanın doğduğu andan başlayarak yıl olarak hesaplanan hayat süresi anlamında da kullanılır. Birey için kullanılan yaşama süreci anlamındaki yaş, hayat ya da canlılık anlamlarını da taşımaktadır. Yaş, bireyin sınırlı ömrünün süresini belirtmek için kullanılmakla birlikte, onun canlı olduğunu, canlılığını da yaşla (ıslak ve nemli), yani su ile beslendiğini ifade etmektedir.
Türkçede ölüm teriminin kökü de suyla ilişkilidir. Ölüm, öl kökünden türetilmiştir. Öl, ıslak, yaş anlamına gelir.
Bu anlamların her biri su kaynaklıdır; yani su aracılığıyla elde edilmektedir. Ölmek fiilinin etimolojik anlamının su olması, suyun da hayat anlamına gelmesi sebebiyle ölümün anlamı, yaşamak, hayat bulmak şeklinde ifade edilebilir. Dolayısıyla Türkler için Ölmek yeni bir hayata geçmektir. Hem yaşamın hem de ölümün aynı kökten, su’dan gelmesi, Türklerin insan anlayışında, suyun ne kadar belirleyici olduğunu göstermektedir.
Eski Türkçede insan anlamında kullanılan kişioğlunun kökü olan Kiş, samur ve sadak anlamında kullanılmıştır. Sibirya bataklık samuru Kişioğlu teriminin ortaya çıkmasında etkili olmuş olabilir. Bataklık samuruna işaret eden kiş ile insan anlamına gelen kişi arasında bağlantı kurmak mümkün gözükmektedir. Samurların yaşadığı su kenarlarındaki sazlık alanla suları bol bir ormanda yaşayan halk arasındaki benzerlikten kiş, kişten de kişi türetilmiş olmalıdır. Böylelikle yaşama alanı insan teriminin kökeni haline getirilmiştir. Göktürkler’de orman ve ırmakların yerleşim yerinin ya da yurdun belirleyici nitelikleri arasında sayılması, bu bağlantıyı güçlendirmektedir. Ayrıca, köken efsanelerinin suyla doğrudan ya da dolaylı ilişkili olması, insanın su kökenli olduğu düşüncesini güçlendirmektedir.
İnsan teriminin kökü ve boyun suyla ilişkili oluşu, ayrıca dünyanın su üzerinde durduğu düşüncesi, suyun Türklerin yaratılışında birinci dereceden görev aldığını göstermektedir.
Ayrıca Türkler, Yer-su adı altında kutsal yerlere ve sulara dualar okumuş, onlardan dileklerde bulunmuşlardır. Bunun başlıca nedenlerinden biri kökenlerini suya dayalı oluşudur. Diğer bir neden de suyun niteliklerinde aranmalıdır. Su, hayatın kökeni olduğundan canlıdır, hareketlidir, esin kaynağıdır, iyileştirir, rehberlik eder. Su kaynağı ya da nehir, güç, yaşam, süreklilik ifadesidir. Suyun ana olarak benimsenmesi, su kaynaklarının kutsal kabul edilmesi, suyu kirletmenin günah sayılması, Türklerin suya olan inançlarının göstergeleri arasındadır.
Suyun değişkenliği, toprağa nüfuz etmesi, buharlaşıp uçması, akışkan olması, ruhun içinde çeşitli katmanlarda dolaşmasını yansıtması açısından önemlidir. Hayatın su kökenli oluşu, yaşama sürecinde ortaya çıkan her türlü iniş çıkışlar ile zorlukları da açıklamaktadır.
Engellerle karşılaştığında suyun yön değiştirmesi, engelleri zaman içinde aşındırarak ortadan kaldırması, buharlaşıp her türlü engeli aşarak kutsal göğe yükselmesi, sel halindeyken çok daha güçlü olması gibi özellikleri, insan hayatı ile büyük benzerlik göstermektedir. İnsanlar da hayatlarında zorluklarla karşılaştıklarında, aşamalı olarak o zorluğun üstesinden gelmeye çalışırlar; ancak sorunu çözemediklerinde hayatlarında değişiklikler yaparlar. Suyun birikerek göl ya da deniz olması, toplumun sayıca fazlalığı ve gücü olarak yorumlanmıştır. Ayrıca suyun sel hali, devletin seferleri ile ilişkilendirilebilir.
İnsanın iki temel özelliği, yani hayatı ve ölümü su temelinde dayandırılması, Türklerin eski dünyanın her yerine dalgalar halinde yayılmasını sağlayan zihniyetin oluşmasında etkili olmuştur. Su, düzen içinde kullanıldığında varlığını korumaktadır. Düzenin dışına çıktığında, yok olmaktadır. Benzer şekilde, Türkler de devletli olduklarında varlıklarını sürdürmüşlerdir, devletsiz olduklarında ise su gibi dağılıp gitmişlerdir.
Göktürk merkezli eski Türkler, insana ilişkin “su kökenli oluş” ve “yaratılmış olmak” üzere iki temel düşünce gelişmişlerdir.
Bunların her ikisi de uyum içinde kullanılmış gibi gözükmektedir. Bununla birlikte, halk arasında su kökenli oluş daha fazla kabul görmüş olabilir. Su kökenli oluşun her bir aşamasında Tanrı’nın bir şekilde devrede olduğu açıktır. İnsanın, Tanrı tarafından yaratıldığı düşüncesi, evren tasavvurunun gelişmesi ve güçlü devletin ortaya çıkması ile yakından ilgilidir. Bireyin ruhu ve canlılığı evren düzeni içinde mümkün olmaktadır. Tanrı evren düzenini belirlendiğinden ruh aracılığıyla kazanılan ölümsüzlük, Tanrı’nın insana bağışladığı bir niteliktir. İnsanın varoluşu Tanrı’ya bağlıyken, varoluşu kazandıktan sonra varlığını sürdürmesi de toplumsal düzene bağlıdır.
İnsanın evren tasavvurundaki yerine bakıldığında, dört elementten biriyle, hayatın kaynağı olan su’yla ilintisi görülmektedir. Tanrı tarafından yaratıldığı inancı bir başka boyutu ortaya koymaktadır. Tanrı’nın verdiği ruh, hem bireyin varoluşunu gerçekleştirmektedir hem de doğadaki diğer ruhlu unsurlarla ortak özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca bireyin toplumun temel birimlerinin ruhlarından da pay alması, onun toplumla olan zorunlu ilişkilerini de belirlemektedir.
Ölümü anlamlandırmak, insanın varoluşunun açıklanmasına bağlıdır. Birey olarak insanın varoluşu birinin doğumu ile başlayan ergenliği, erginliği, yaşlılığıyla devam eden ve ölümle son bulan bir süreçtir. Ancak, insan olarak varolmak, bireysel bir durum değil, kültürel bir durumdur.
Türkçede Hayat anlamına gelen yaşamın kökü olan yaş, ıslak ya de nemli manasında kullanılmaktadır. Ölüm terimi yerine kullanılan terimlere bakıldığında, ölümün bir yok olma değil, dünya değiştirme olduğu görülür. Ölüm yerine kullanılan kaybolmak, yolunu kaybetti, kuş gibi uçtu gibi terimler iki dünya arasındaki geçişi işaret etmeye yöneliktir. Ruhun, bedeni bırakıp gezmeye gittiğine inanıldığından, ölümü de gezmeye giden ruhun dönüş yolunu kaybetmesi olarak yorumlamışlardır. İnsanın ölümlü olduğu inancı çok açık bir şekilde varlığını sürdürmektedir.
Ölen insanların göğe çıktıklarına ve “gökte sanki canlıların arasındaymış gibi yaşadıklarına” duyulan inanç, öte dünya hakkındaki tasavvuru açık bir şekilde göstermektedir. İnsanlar ölümle yerden göğe çıkmakta ve tanrının oturduğuna inanılan yer gitmektedirler. Bir bakıma, boyut değiştirip cennette yaşamaya başlamaktadırlar. Ayrıca, hiçbir şey cehennemin varlığını göstermemektedir. Cehennem karşılığı hiçbir kelime bulunmamaktadır. Ölüm, insanın boyut değiştirerek yaşamını sürdürmesi ve ölümsüzlüğe ulaşmanın tek yoludur. Ölümün su kökünden gelişi ve suyun hayat oluşu göz önünde bulundurulduğunda, ölmek, daha yüksek seviyedeki (Gökteki hayat) ikinci hayata geçiş süreci olarak yorumlanmıştır.
Türk düşüncesinin yapısı, kökenler bağlamında dile getirilen unsurlardan oluşmaktadır. Varlık, insan, devlet, tarih, bilgi, ilim, sanat anlayışları, eğitim sistemi, zanaatler, düşünce üretiminden sorumlu büyücüler ile yaşama şartlarını dayandırdıkları değerler, evren tasavvuru çerçevesinde Türk düşüncesini oluşturmuşlardır. Başka bir deyişle, evren tasavvuru aynı zamanda toplumun düşünce yapısıdır. Dolayısıyla, Türk düşüncesinin yapısından söz etmek, Türk Evren tasavvurundan söz etmeyi gerektirmektedir. (Kaynak: Ayhan Bıçak. Türk Düşüncesi 1: Kökenler. Dergâh. İstanbul.2013)