“Tarih bilmezseniz siyaset üretemezsiniz!”
Doktora konunuz neydi?
Bugün hangi kafadaysam doktorada da aynı kafadaydım. Şevket Süreyya Aydemir üzerine çalıştım. ‘Milli Kurtuluş Hareketi nereden çıkıyor’ sorusu bir sıçrama tahtasıydı benim için. Devrim tarihi çalışmak istiyordum ancak olayları devrimi yapanların ağzından dinlemekten sıkılmıştım. Atatürk ekibinden olmayan kime bakacağım o zaman? Kim var bunu anlatan? Belki komünistler yapmıştır dedim. Baktım onlar da aynı kafada. Onların arasından ayrılıp Kadro dergisini kuran bir grup var. Şevket Süreyya da onlardan.
Ben de Şevket Süreyya çalıştım. Sonuçtan memnun kaldığımı söyleyemem. Onlar da meseleye kendi kafalarına göre çok eğip bükerek bakmışlar. O zaman olmadı ama öyle zannediyorum ki şu anda arzu ettiğim yere gelmiş vaziyetteyim. Geçtiğimiz on, on beş yılda bazıları Kemalist dedi, bazıları Fethullahçı dedi. Kimse memnun olmadığına göre doğru yerdeyim herhalde.
Nedir mesele?
1960’lardan itibaren yaklaşımı biçimleyen, yön veren büyük anlatılar. 1950’lerde Demokrat Parti yönetiminde muhafazakarlığın ciddi biçimde yoğunlaşması Tarık Zafer Tunaya’ları falan sırf ideolojik nedenlerden ötürü ideolojik davranmaya itmiş.
O zamana kadar anayasa denilmiyor mu?
Anayasa lafı yok o tarihe kadar. Bir kavram kargaşası var; 1924 Anayasası’yla anayasa olmadığını söylediğim 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun adı aynı. İkisine de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu deniyor. O yüzden kafalar karışık. Devrim dönemi, pek çok kavram henüz oturmamış. 1960’larda sol ortaya çıkınca şöyle bir yaklaşım geliştiriyorlar: “Atatürk’ün yaptığı devrimi çoluk çocuğa sevdirelim ama bunu yaparken ‘demek ki devrim sevilebilecek, iyi bir şey’ diye de düşündürtmeyelim. Böylelikle gelecekte yeni bir devrim olmasını engelleyelim.” Bu ikisini bir arada yapamazsınız.
Hangi yolla yapmaya çalışıyorlar bunu?
Ezbercilikle! Atatürk iyidir! Çağdaşlık şöyledir böyledir… Bir takım yasal düzenlemeler zaten tartışmanın yolunu tıkamış. Devrimin yaptığı siyasal hileleri anlatmıyorlar haliyle. Mesela asıl devrimin 1923’ün Nisan ayında başladığını, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulurken kendisini yeni bir devlet gibi değil, geçici bir meclis olarak tanımladığını hiçbir yerde görmüyoruz. “Ankara’da yeni bir devlet kuruldu.” diyorlar. Devlet mevlet yok ortada. Bakanı falan var ama o kadar. En başta anayasası yok. Saltanat’ın kaldırılması, Cumhuriyet’in ilanı, Hilafet’in kaldırılması bunların üçünde de anayasa değişikliği yok.
Hepsi Meclis kararına dayanıyor. O yüzden de bir gün başka bir meclis gelir de aynı şeyi tekrar eder diye korkuyorlar. Adnan Menderes bu yüzden “Siz isterseniz Hilafet’i de geri getirebilirsiniz!” diyor. 1950’ler Türkiye’sinde böyle bir laf etmek ayıp ama anayasa hukuku açısından doğru. Çünkü Meclis çoğunluğu yeterli! Anlama sorunu derken bunları anlatmaya çalışıyorum. Öyle bir refleks dizgesi gelişmiş ki hâlâ geçmiyor. İkinci Meşrutiyet’le Milli Mücadele döneminin mutlaka birlikte okunması ve okutulması, üstünde düşünülmesi gerektiğini söylediğim zaman yine ilgilenen yok.
Neden öyle olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Çünkü Milli Mücadele’de kavga edenlerin ikisi de, biri 1908’de diğeri 1911’de kurulmuş iki parti. Anadolu’daki çocuklar İttihatçı, İstanbul’daki Damat Ferit ve Refik Halid Karay da Hürriyet ve İtilafçı, bu kadar basit. Ama bunu görmek istemiyorlar. Cehalet de var tabii. Siyaset Bilimine Giriş 101 bile okuyamamış bir kitleden söz ediyorum. Hakimiyet-i milliye dendiği zaman Cumhuriyet anlıyorlar. Bugün krallık olan Danimarka’da hakimiyet-i milliye yok mu peki? dediğiniz zaman yüzünüze boş boş bakıyorlar.
Kaynak: https://www.nadirkitap.com/ahmet-kuyas-roportaji-blog75.html
Ahmet Kuyaş Arşivi
“Yüzüncü Yıl Notları (1918-1923)” kitabının yazarı Ahmet Kuyaş’
Doç.Ahmet Kuyaş.. Atatürk Diktatör mü Demokrat mı? Milleti yanılttı mı, devrim bilmecesi |31.08.2024
“31 Mart’ın sırrını çözdüm!” / Tarihçi & Yazar Doç. Dr. Ahmet Kuyaş & Fatih Altaylı