HomeMAINTuran Kavramı

Turan Kavramı

Başlangıçta coğrafi kavram olarak ortaya çıkan ve İran (Aryen) coğrafyası ötesindeki Ceyhun (Amuderya) ırmağının doğusundaki toprakları adlandırmak için kullanılan Turan kavramı, 19.yüzyılda pan-Slavizm ve pan- Germanizm hareketlerine karşıt bir akım olarak Macaristan’da siyasi bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Başlangıçtaki Türklerin coğrafyası nitelemesinin ötesine siyasi bir kavram olarak evrilen Turan, Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Türklerin dışındaki Fin ve Macar gibi Ural-Altay dil ailesine ait halkları dışlayan dar anlamda bir Türkçülük Mefkûresi olarak gelişme durumunda kalmıştı.

Kavramın siyasileşmesinin önünü açan ise Orhun Yazıtları’nı ilk kez bulan İsveçli Yüzbaşı Strahlenberg‘dir. Philip Johan von Strahlenberg (1676–1747) Alman kökenli İsveçli askeri memur ve coğrafyacıdır. Orhun Abideleri’nin bulunmasında ve duyurulmasında önemlidir. Strahlenberg, Avrasya sahasında yaptığı saha çalışmaları ve araştırmalar neticesinde Ural-Altay dil teorisini bir düşünce olarak ortaya atmış, 18.yüzyılda ve ardından 19. yüzyılda Macaristan’da başlayan Turancılık akımına da böylece dildaş bir temel sağlamıştır.

Ural-Altay dildaşlığı olarak kendisine bir temel bulan Turan düşüncesi Japonya’ya da atlamış ve fakat batıda Atlas okyanusu kuzeyde Arktik okyanusu ve doğuda Pasifik okyanusu arasındaki Dünya Adası olarak tanımlayabileceğimiz Avrasya kıtası ile kendisine çok geniş bir zemin bulan Turan düşüncesi maalesef geniş kapsamlı bir cereyan, bir akım haline dönüşememiştir.

Turan düşüncesi festivallerle (Macaristan, Türkiye Azerbaycan, Türkistan ülkeleri) ulaştığı zikir seviyesinden, fikir platformuna atlayamamış ve küresel bir hüviyet kazanamamıştır. Fakat maalesef Atlantik dünyası unsurları olan önce İngiltere ardından da ABD ve Almanya tarafından Rusya’ya karşı olan aksiyonlarında kullanılan bir faaliyet düzeyine indirgenmiştir.

Turan düşüncesinin, küresel bir akım haline dönüşemeyen ve fakat Atlantik dünyasının özellikle Rusya’ya karşı uyguladığı küresel stratejilerinde kullanılan bir unsur haline dönüşmesi, üzerinde derinliğine düşünülmesi gereken bir konudur.

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında Orta Asya’da İngiltere-Rusya rekabeti olarak şekillenen büyük oyunda İngilizler, Turanizm akımlarını icat etmişler ve Rusya’ya karşı kullanmışlardır, daha sonra İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Almanya Rusya’ya karşı Turancılık ile aynı işlevi gördürmüştür. ABD ise İkinci Dünya Savaşı bitiminden sonra başlayan dönemle birlikte Turancılık akımını aynı maksatlarla Rusya’ya karşı desteklemiş ve kullanmaya başlamıştır.

Turan coğrafyası zeminini simgeleyen Karpatlardan Mançurya’ya kadar uzanan geniş bozkır alanlardır. Bu alandaki atlı göçerler sayesinde hızlı iletişim, ulaşım ve etkileşim mümkün oluyordu. Zemindeki bu hareketlilik ise özellikle İpek Yolu üzerinden kültürlerin ve dillerin Avrasya’nın bir ucundan diğer ucuna yayılımını mümkün kılmakta idi.

Avrupa’da yerleşik kavimler olan Turan halklarından Finler ve Macarların kökenleri Asya’nın içlerinde iken daha sonra göçler yoluyla bugünkü coğrafyalarına ulaşmışlardı. Coğrafyanın yarattığı hareketlilik ve dinamizm dilleri de Pasifik okyanusundan Atlas okyanusuna kadar olan zeminde etkileşim içerisine yönlendirmiş ve neticede iki dağ ile simgelenen (Ural ve Altay dağları) bir dil ailesi teorisi ortaya atılmıştır.

Kritik edebileceğimiz konu şudur ki Hint-Avrupa dil teorisi hızla ilerlerken, Ural-Altay dil teorisi uzun bir zaman geçmesine rağmen henüz daha emekleme dönemdedir. Demek ki teorinin biri sahiplenilir ve geliştirilir iken, diğeri ise ortada bırakılmıştı.

Bunun sebebi de Turan mefkure ve düşüncesinin Avrasya’nın bütününe doğru genişleyememesi ve fakat birkaç ülkenin içerisindeki sınırlı bir akım olarak kendisine ancak bir hayat alanı yaratabilmesi idi. Macaristan, Türkiye, Japonya ülkelerinde Turancılık akımlarından söz edilebilir, fakat bu bu ülkeler arasında Turancılık konusunda bir fikri platform daha henüz kurulamamıştır.

Dildaşlık temelli olarak küresel düzeyde bir Turan akımının başlatılması hususunda öncelikle Türkiye’de, Turan ülkelerinden sanatçıların katılacağı bir Turan Festivali’nin her yıl düzenli olarak tertip edilmesi ve eşzamanlı olarak, Turan temalı bilimsel toplantıların düzenlenmesi ilk akla gelen bir çözüm olarak gözükmektedir.

******************************************

Farsça kökenli bir kelime olan tûrân önceleri İranlılar’ın İran’ın kuzeydoğusundaki bölgelere verdikleri bir isimdi. Daha sonra Ural-Altay ve Fin-Macar halklarından oluşan ve Turan ırkı diye tanınan toplumların yaşadığı anayurdu tanımlamak için kullanılmıştır. Turancılık ise bu halkların birliğini savunan ideolojik ve siyasal bir terim halinde “uzak anayurt ideali” mânasında Macaristan’da XIX. yüzyılın ilk yarısında doğmuştur. Kavram, daha çok Macar siyasî kimliğini tehdit eden pancermenizm ve panslavizme bir tepki şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda 1910’da Turan Cemiyeti kurulmuş ve 1944 yılına kadar sürmüştür. Bu çerçevede XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Macar bilim adamlarının yaptığı Türkoloji çalışmalarında Macaristan’da Türkler’le akrabalık tezleri dahi geliştirilmiştir.

1.Meşrutiyet döneminde Türk Ocakları çevresinde toplanan Türkçü aydınlarda ister kültürel ister siyasal mânada ele alınsın pantürkizm anlayışı temel dinamik fikirlerden birini teşkil etmiştir. Ancak Osmanlı Devleti’ndeki aydınların Fin ve Macarlar’ı akraba topluluklar olarak kabul etmekle beraber turan kavramının içine sadece Türk toplumlarını dahil ettiklerini vurgulamak gerekir. Bu sebeple Macaristan’da gelişen turancılıkla Osmanlı Devleti’ndeki turancılık arasındaki asıl fark, Osmanlı Türkçüleri’nin turan kavramını Türk toplumları ile, hatta müslüman olanlarla sınırlı tutmasıdır. Turan, İslam Ansiklopedisi

Turan adı verilen coğrafya Türklerin ve Türklerle akraba diğer kavimlerin üzerinde yaşamış oldukları, İran ve Çin arasında kalan ve hatta Horasan’ı içerisine alan kısımdır. İran ise Aryen kavimlerinin üzerinde yaşamış olduğu ve Turan ile Mezopotamya arasında kalan toprakların adıdır. Turan ve İran kavramları genelde iki milletin adı olarak bilinir. Hâlbuki bu çok basit bir yanılgıdan ibarettir. Dikkatli bir şekilde bu konuyu incelediğimiz zaman Turan ve İran kavramlarının iki millete ait birer isim değil de iki ayrı coğrafyanın adı olduğunu net olarak görürüz. Hem de birbirine komşu iki coğrafyanın hatta iki ayrı ülkenin adıdır. Her iki coğrafya da birbirine yakın kültür, dil, din ve ananeye sahip boy ve toplulukların bir arada yaşamış oldukları iki ayrı ülkeden ibarettir. Çoğu zaman bizler İran’dan kastın Farslar ve Turan’dan kastın Türkler olduğunu zannederiz. Hâlbuki yapmış olduğumuz bu kısa çalışmayla durumun hiçte bundan ibaret olmadığını ve bu iki kavramın anlamlarının daha geniş ve kapsamlı olduklarını görmüş olduk.

İranlılar doğularında yaşayan kavimleri Turan olarak adlandırmışlar ve Ceyhun Nehri’nin kuzeyinde yaşayan bütün kavimleri bu isimle adlandırmışlardır. Buna göre, İran ve Turan arasındaki doğal sınır Ceyhun Nehri’dir. İranlıların Tran kavramıyla sadece Türkleri kastetmemekle beraber, Turan ırkının atası olan kişiyi Tur olarak isimlendirmeleri ilk etapta Türk adını vermektedir.

Bununla birlikte İran kaynakları Turanlıların başında Afrasyab adında bir Türk büyüğünün olduğu bir cihan imparatorluğundan bahsetmektedirler. Bu kaynaklara göre, devlet bir Turan devleti başında bulunan imparator ise bir Türk’tür. Bilimsel veriler ışığında elde edilmiş bilgilere baktığımız zaman, İranlıların kendileri ile amansız mücadelelere girişmiş oldukları bu imparatorluğun MÖ 555’li yıllarda İranlıların kendileri ile savaştıkları Saka Turan imparatorluğunu ve başlarındaki hükümdarın da Alper Tunga adındaki acun beyini işaret etmektedir. Saka Turan İmparatorluğu ile Alper Tunga “Turan” sözcüğün ilk olarak ortaya çıktığı ve İran kaynakları Avesta ve Şehname’nin “Turan” adını verdikleri bu imparatorluk bizim için bu kavramın köklerine inmemiz açısından önemli olup, Turan kavramının ortaçağlarda ortaya çıkmadığını ve milattan önceki birinci bin yılda da kullanılan bir kavram olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Bunun yanında İran kavramına gelince, bu kavramın kaynağını Ari veya Aryen sözcüğünden almış idari bir sözcük olduğunu görmekteyiz. İran, Aryen ırklarının üzerinde yaşamış olduğu coğrafya anlamına gelmekle beraber genelde ülke anlamında kullanılmıştır. Bu kavram her hangi bir Aryen kavmi için özel kullanılmış bir sözcük değildir. Aynı zamanda Fars ırkının bir karşılığı olarak da kullanılmamaktadır. Ari ırklarının yaşamış olduğu ülke anlamında kullanılmış olup, Ari ırkına izafeten eski Perslerin kendi kaynaklarında ifade ettikleri “ir” veya “iry” köklerine “an” çoğul ekini getirerek Arilerin ülkesi anlamında “İran” şeklini vermişlerdir. Buna göre İran ülke anlamındadır ve herhangi bir Aryen ırkının tam olarak karşılığı değildir. Öyleyse bugünkü anlamda Farsları içine alan İran ve Türkleri de içine alan Turan kavramı genel bir isim olup, bu çatı altındaki birçok boy, budun ve ırkı kapsayan terimler olarak karşımıza çıkmaktadır. KLASİK VE ÇAĞDAŞ KAYNAKLAR IŞIĞINDA TURAN-İRAN KAVRAMI VE TARİHSEL COĞRAFYASI

Bizde de Turan büyük evdir. Anadolu, Türk milliyetçilerine hüzün vermiş ; yurdun eksikliğini anlatmıştır. Bu o kadar derin bir psikozdur ki, bazı milliyetçiler, meselâ Anadolucular da olduğu üzere bundan kurtulmak için Turancılıktan bile vazgeçmişlerdir. Ama tuhaftır ki, vatan olarak târif edilen yerde-Anadolu ve Rumeli- ikincisini ilkine aykırı görmüşler, Rumeli-Anadolu sentezi olan Osmanlı’yı bile benimsemekte zorlanmışlar; daha çok Anadolu demek olan Selçuklu geçmişini sâhiplenmişlerdir. https://www.yenisafak.com/yazarlar/suleyman-seyfi-ogun/yurtseverlik-2053605

Târihte doyum tokum savaşmış iki millet; Turlar ve Irlar,Kasr-ı Şirin’den bu yana barışık yaşıyorlar. Ir-Tur savaşının, bırakın uzun vâdeyi orta vadede bile ne Ir’lara ne de Turlara bir faydasının olmayacağını her iki taraf da biliyor. Ama bu kavrayış reelpolitik bir akılyürütmenin hediyesi. Gelin görün ki, İran bir reelpolitik değil teopolitik yürütüyor. Mollalar Rejimi’nin ayakta kalması düşmanın varlığına bağlı. https://www.yenisafak.com/yazarlar/suleyman-seyfi-ogun/insan-kasirgasi-2054437

yorukturkmenbirligi Bir şey biliniyorsa taraftarı ve hatta savunucusu olur. Türkistan Coğrafyası yeniden ders kitaplarında yer almalıdır. Türkistanlılık merkezli yeni bir kimlik oluşmasının zemini oluşturulmalıdır. Bu vesile ile Prof. Dr. Mustafa Kafalı’yı rahmetle anıyoruz Türkistan Coğrafyası, Mustafa Kafalı

 

E-Posta Bültenimize Bekliyoruz.
Haftalık olarak, sizinle tüm içeriklerimizi e-posta yoluyla paylaşıyoruz.
icon
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular