Özdemir Asaf
- Abdülhak Şinasi Hisar
- Abidin Dino
- Afşar Timuçin
- Ahmet Hamdi Tanpınar
- Ahmet Haşim
- Ahmet Rasim
- Bedri Rahmi Eyüboğlu
- Bilge Karasu
- Cahit Sıtkı Tarancı
- Cemil Meriç
- Ceyhun Atıf Kansu
- Emil Galip Sandalcı
- Enis Batur
- Ercüment Ekrem Talu
- Falih Rıfkı Atay
- Fazıl Hüsnü Dağlarca
- Füsun Akatlı
- Haldun Taner
- Halide Edib Adıvar
- Haluk Şehsuvaroğlu
- Hikmet Feridun Es
- Hilmi Ziya Ülken
- Hüseyin Cahit Yalçın
- Hüseyin Rahmi Gürpınar
- İsmail Hakkı İzmirli
- İsmet Zeki Eyüboğlu
- Küçük İskender
- Mahmut Sadık
- Mahmut Yesari
- Malik Aksel
- Mehmet Kaplan
- Melih Cevdet Anday
- Mustafa Şekip Tunç
- Mümtaz Turhan
- Naci Sadullah “röportaj kralı”
- Nahit Sırrı
- Nâzım Hikmet (Orhan Selim mahlası)
- Necip Fazıl
- Nermi Uygur
- Nurettin Topçu
- Nurullah Ataç
- Özdemir Asaf
- Peyami Safa
- Refi Cevat Ulunay
- Refik Halid Karay
- Reşat Ekrem Koçu
- Reşat Nuri Güntekin
- Sabahattin Eyüboğlu
- Sabiha Sertel
- Sabri Esat Siyavuşgil
- Sadri Ertem
- Sait Faik
- Salah Birsel
- Sermet Muhtar Alus
- Suat Derviş
- Suut Kemal Yetkin
- Süha Oğuzertem
- Şevket Rado
- Turgut Cansever
- Uğur Kökden
- Vala Nurettin Va-Nu
- Vedat Günyol
- Yakup Kadri
“Buradan bakarak Türkiye’nin fikri ve sanatsal hayatıyla ilgili klasik “yokluk teşhisini” burada da koyabiliriz elbette kolayca: Birkaç istisna dışında bizde deneme yoktur, çünkü ağır talepleriyle eli kalem tutan fikir ve edebiyat adamlarını bunaltan öyle bir sistematik bilgi “arşiv”imiz hiç olmamıştır, denebilir pekâla. Yazıya koyduğum başlık “olmayan şeyin tarihi mi olurmuş” gibi yorumlanabilir; ama benim meramım başka, bu değil. “
………………………………..
Aslında gazete ile fikrin fıtraten birbirine uymadığı hissinin tarihi de eskidir. Mesela Nâzım Hikmet, 30’ların ortalarında Orhan Selim mahlasıyla Akşam ve Tan gazetelerine yazdığı fıkraları sırf geçinmesi gerektiği için yazdığını ara sıra hep belirtip neredeyse özür dileme ihtiyacı duyar, “her gün incir çekirdeğini doldurmayan, düşünceyle alakası olmayan nesneler yazmanın verdiği usanç”tan bahseder. Aslında derdi siyasi fikirlerini açıkça söylemiyor oluşuyladır, yoksa dönemin gündelik hayatının envai çeşit ayrıntısıyla, edebiyat ve sanat meseleleriyle ilgili birçok “fıkrası” bugün yapılacak herhangi bir deneme antolojisine mutlaka alınması gereken güzellik ve derinliktedir.
Refik Halid ise sık sık ele aldığı meselenin derinine inmeye çalışıp da hoşça vakit geçirmek isteyen gazete okurunu kaçırmak istemediği için yüzeyde oyalandığı gibi mahcup mazaretler uydurur; halbuki tam da derinlemesine gitmesini değil de yüzeyde kalıp o müthiş gelişkin duyularıyla akla hayale gelmez şeyler görmesini, kokular ve sesler duymasını, tatlar hissetmesini, olmadık bağlantılar kurup fantaziler geliştirmesini, hep kısmi olanda ısrar etmesini gerektiren kendine özgü düşünme üslubuna sadık kalmaktadır.
Fikir konusunda iddialı olan Peyami Safa ise ”büyük dâvaların derinliğine konuşulacağı yer gazete değil, dergi ve kitaptır” diye kestirip atar 1955’deki bir yazısında. Halbuki o tarihe kadar ciddi bir kısmı modern anlamda deneme türüne de sokulabilecek ve çok büyük bir kısmı gazetelerde ve popüler mecmualarda yayınlanmış makale ve fıkralarında büyüklü küçüklü birçok dava hakkında söz almıştır. 40’ların Sait Faik-Abidin Dino gibi genç nesil edebiyatçılarının, Necip Fazıl’ın gazete köşelerini işgal etmiş kendilerinden önceki nesilleri “fikirsizlik” ve “meselesizlik”le suçladıkları bilinir.
Aslında bu itham o kadar da yeni sayılmaz: Mesela Peyami Safa onlardan birkaç yıl önce, 1936’da çıkardığı Kültür Haftası dergisinin 26 Şubat tarihli 7. Sayısında da “Edebiyatımızın Fikirsizliği” üzerine Hilmi Ziya, Mustafa Şekib, Cahit Sıtkı, Sabri Esat, Mümtaz Turhan, Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal gibi isimlerle yaptığı bir konuşmanın notlarını aktarır; teşhiste herkes hemfikirdir, nedenler konusunda ayrışırlar. Safa, aynı derginin Nisan sayısında da Türk gazetelerinde Meşrutiyet’ten beri Pazar günleri yazılması adet olmuş ve bir kısmı bugün deneme olarak da adlandırılabilecek uzun “musahabe”lere saldırır, “muhtevalarının basitliğini oyuncaklı, süslü, telli pullu bir nahvin [gramerin] dolaşık ifadesinde gizlemeğe çalıştıklarını”, “en yıllanmış fikirleri lüzumsuz hayallerle düzgünlediklerini [süslediklerini]” söyler.
…………….
O dönem gazetelerinde benim şahsen sadece bir kısmına ulaşabildiğim, ama ciddi ve sistemli çalışan araştırmacılar (ve tabii yayıncılar) ilgi gösterene kadar okur çoğunluğunun ulaşması mümkün olmayan o kadar çok yazı var ki deneme sınırları içinde değerlendirilebilecek:
Nurullah Ataç’ın 20’li ve 30’lu yıllarda yazdığı birçok gazete ve dergi yazısı (özellikle de Haber gazetesinde “Hayata Dair” başlığı altında yazdıkları) neden hâlâ kitaplaşmıyor acaba? (Umarım Ataç’ın şiirle ilgili yazılarını 2013’te Şiir, Daima Şiir adıyla kitaplaştıran Şerife Çağın bunlar üzerinde de çalşıyordur).
Halide Edib’in, Reşat Nuri’nin, Yakup Kadri’nin ve Nahit Sırrı’nın en az romancılıkları kadar önemli bir denemecilik kariyerleri olduğunu nereden bileceğiz yazıları derlenip kitap halinde sunulmadıkça?
Peyami Safa’nın Ötüken’in Objektif dizisine girmemiş daha binlerce yazısının kaderi ne olacak?
Şair Dağlarca’nın Daha üstbaşlıklı aforizma-deneme arası metinleriyle ilgilenecek biri çıkacak mı?
Mustafa Şekip Tunç’un, Hilmi Ziya Ülken’in, İsmail Hakkı’nın ve onlar kadar tanınmayan başka felsefecilerin çok sayıda denemesini hatırlayan var mı?
Haldun Taner’in, Melih Cevdet’in denemelerinin bir kısmına ulaşabiliyoruz ama özellikle 50’li yıllarda yazdıkları o kadar çok, o kadar kuvvetli yazıları var ki ilgi bekleyen. Reşat Ekrem Koçu’nun epey bir kitabı yeniden basılıyor son dönemlerde, bu güzel tabii ama gazete ve dergilerde kalan yüzlerce yazısı hep gölgede mi kalacak?
Bu isimlerin en azından belli eserlerine ulaşabiliyoruz, bir de tamamen unutulmanın eşiğinde olanlar var. Tan baskını anmaları vesilesiyle adı hep geçse de yazılarını kimselerin bulup da okuyamadığı Sabiha Sertel; artık adı bile geçmeyen, müthiş siyasi ve edebi makaleler de yazmış “röportaj kralı” Naci Sadullah; binlerce siyasi yazının yanı sıra edebiyat, sanat, gündelik hayat, Türkçe, Anadolu kentleri hakkında da birbirinden önemli yüzlerce yazısı olan Hüseyin Cahit Yalçın; hem dilinin güzelliği hem de inanılmaz genişlikte ilgi alanıyla o dönemin tartışmasız en önemli köşe yazarlarından biri olan Vala Nurettin Va-Nu; yüzlerce tiyatro ve kitap eleştirisi, akla gelebilecek her konuda binlerce köşe yazısı yazmış Refi Cevat Ulunay; devrin sokak hayatının nabzını tuttuğu gibi edebiyat hakkında da bazıları çok güzel yazılar yazmış olan Hikmet Feridun Es; yakın dönem Osmanlı hayatının gündelik yaşamı hakkında müthiş bilgilendirici ve Abdülhak Şinasi, Refik Halid gibi nesir ustalarının takdirini kazanacak kadar iyi yazılmış yüzlerce yazı kaleme almış Haluk Şehsuvaroğlu; özellikle Abdülhamit ve Meşrutiyet devri İstanbul hayatı ve matbuatı hakkında çok sayıda ilginç yazısı olan Ercüment Ekrem Talu; tam bir yazı makinesi gibi çalışıp onlarca roman, yüzlerce hikaye, binlerce hüzünlü ve güzel yazı yazdığı halde beş parasız ölen Mahmut Yesari; artık kısa tariflere sığdırmaya çalışmayacağım Suat Derviş, Sadri Ertem ve Sabri Esat Siyavuşgil gibi daha niceleri…
Bunların yanı sıra yakın zamanlarda yazılarından derlenmiş birkaç kitapları yayınlandığı halde yayıncıların muhtemelen okurdan bekledikleri ilgiyi görmediği için diğer yazılarını kitaplaştırmakla ilgilenmediği Sermet Muhtar Alus, Şevket Rado, Malik Aksel, Emil Galip Sandalcı gibi isimler var ki onların durumu da yazıları hiç derlenmemiş olanlardan daha iyi sayılmaz hatırlanmak konusunda.
Okur bu yazarlara gani gani hak ettikleri ilgiyi göstersin göstermesin Türkiye’de gerçekten sağlıklı ve anlamlı bir deneme ve (dolayısıyla) düşünce tarihi yazılabilmesi için bu saydığım isimlerin en azından büyük kısmının yazılarının kitaplaştırılması gerekir.
Bu kişilerin yazdıklarının ne ölçüde özgün fikirler içerdiğini, hangilerinin fıkra veya makale sayılıp hangilerine deneme denilebileceğini, hangi temalar üzerine yoğunlaşırken neleri göremediklerini, “körlük ve içgörülerini”, bugüne bir şekilde kalabilmiş olanların onlardan daha değerli şeyler yazdıkları için mi kalabildiklerini, hatırlananların da unutulanların da Batı’nın kanonik deneme yazarlarıyla kıyaslandığında nerede durduklarını vs. serinkanlı bir değerlendirme ve analize tabi tutmadıkça anlamlı ve yöntemli bir “Türkçede deneme tarihi” yazmak mümkün değil bana kalırsa. Bunlar yapılmadıkça, “kasti sistemsizlik” anlamında değil de “fikirsizliği veya düşünme beceriksizliğini gizleme” anlamında bir deneme de biz ya(z/p)mış oluruz sadece…” http://t24.com.tr/k24/yazi/turkcenin-deneme-tarihi-yazilabilir-mi,571
————————,
http://t24.com.tr/k24/yazi/konusmalar-deneme,575
http://t24.com.tr/k24/yazi/turkcenin-deneme-tarihi-yazilabilir-mi,571