HomeMAINYazmak, lüks bir eylem midir yoksa mecburiyet mi?

Yazmak, lüks bir eylem midir yoksa mecburiyet mi?

Yazan: Fahri Akmansoy

Yazmak fiilini gerçekleştirebilmek için insanda yeteneğin, bu fiili yapmayla ilgili arzunun, yazmaya uygun bir ortamın, bunun için sarf edilecek zamanın, kullanılması gereken malzemelerin, yazı yazamaya yeterli olan ekinsel birikimin, ilhanım ve daha sayılabilecek birçok unsurun bir arada olması gerekir.

Bir toplumun en büyük şansı yazı yazan insanlarının olması, en büyük kazancı da bu insanlara yazmaları için uygun ortamı ve imkânları sağlayabilmesidir. Hepimizin malumun olduğu üzere ülkelerin gelişmişlik seviyesi kâğıt tüketim miktarıyla doğru orantılıdır. Ancak bana göre gelişmişliğin asıl göstergesi, kalem erbabının maişetini yazısı sayesinde temin etmesi ve bunun sonucu olarak da eserlerinden elde ettiği gelirlerle gelecek endişesinden kurtulabilmesidir.

Böyle bir habitatın oluşması sayesinde yazarın hayatının finansmanı okurları tarafından karşılanmış olur. Böylece yazar, yazmaktan başka bir şeyle meşgul olmak zorunda kalmaz yani kendisini yazmaktan uzaklaştıracak başka şeylere tenezzül etmez, boyun eğmek durumunda olmaz. Bu seviyedeki bir ortamda yazar okurunu inşa eder, okur da yazarın daha da gelişmesine doğrudan ve dolaylı olarak destek olur. Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz, eğer yazar verdiği eserleriyle okurunu inşa edemiyorsa ondan kendisini destek olmasını da bekleyemez.

Gelişmiş ülkelerde telif haklarıyla ilgili kanunların sıkı sıkıya uygulanması, verilen esere ve o eserin ortaya çıkmasına vesile olan tüm sürece saygı duymanın bir ifadesidir. Bu seviyede bir idrake sahip olan toplumlar, yazarın ve yazının desteklenmesinin aslında tüm ülkeyi desteklemek anlamına geldiğini bilirler.

Yazı aracılığı ile yazarla okur arasında kurulan birbirini inşa etme süreci toplumu belli bir olgunluk seviyesine gerdikten sonra yazının ve yazarın hakkını vermek için kanuni düzenlemelere bile gerek kalmaz. Bu karşılıklılık sayesinde, yazar daha kaliteli ve güzel eserler vererek okurunun gelişmesini sağlar, okur da başka insanların gelişmesi için yazara yeni eserler vermesi için uygun ortamı bulmasına destek olur. Böyle bir durum sonucunda kalem erbabının maişetini eserleriyle temin etmesi hali ortaya çıkar ki bu da o toplumun gelişmişlik seviyesinin en önemli göstergesi olur.

Gelişmemiş ülkelerde ise durum oldukça vahimdir. Yazı yazmak isteyenlerin önünde maddi, manevi, ekonomik, ekinsel, sosyal ve daha sayılabilecek bin bir engel çıkarılır. O yazmak istedikçe sanki bütün düzenek iş birliği yapmışçasına onu yazmaktan alıkoymaya çalışır. Yazarın yazıya olan ilgisi hatta yeteneği ile yaşamak zorunda kaldığı yazma mecburiyeti onu yazmaya zorladıkça başta maişet telaşı olmak üzere kendisinden önce yapılmış tüm hataların faturası sanki ona kesilmeye başlar. Özetle söylemek gerekirse sorunlar yumağı içinde yaşayarak şekillenmiş geri zihinliler, kalem ehli olmak isteyen kişileri yazdığına yazacağına pişman eder ve el birliği etmişçesine yeteneğini yaşamak isteyen kişilerin bu arzularını burunlarından fitil, fitil getirirler.

Böyle ülkelerde bazı imkânlara doğuştan veya şans eseri kavuşmuş olanlar da bulunabilir. Bu tip kişiler, geçirmeleri gereken fikir çilesi sürecini yeterince yaşamadıkları için eserleri genellikle halktan uzak, çiğ ve tatsız olur. Elbette bazı kişiler tarafından çok güzel eserler de verilebilir ama genel olarak bu eserler olması gereken seviyenin uzağında olurlar.

Gelişmemiş ülkelerde neredeyse her şeyin değeri para ile kıyaslandığı için yazarın kişiliği, insani değeri, sahip olduğu yeteneği ve yazdıklarının sadece ekonomik kıymeti göz önüne alınır ve buna göre saygınlık seviyesi belirlenir. Yazarın yazdığı eserler güzelse korsanı basılır, kopyalanır ve istismar edilerek yağmalanır ve bunun sonucunda da yazarın kendini güvende hissetmesine vesile olacak ekonomik duruma ulaşmasına mani olunur. Olumsuzluklara neden olan kıymetsizler, kendilerinin doğrudan veya dolaylı olarak neden oldukları hatalara bakmadan bir de yazarın yazdıklarını kötüler onu ve yeteneğini sorgular hatta kendi vasıfsızlıklarına bakmadan yapılanları aşağılamaya bile kalkarkar. Kendi değersizliğini esas değer olarak görenlerden zaten değerli olanı fark etmesi beklenemez. Yazı ehline ve yazıya yapılacak ihanetin bedelini hem yapanlar hem de gelecek kuşaklar eninde sonunda öder.

Geri kalmış veya gelişmesi engellenmiş ülkelerde, insani gelişme için sağlıklı olması gereken habitatın bozulması yüzünden yazarların nerdeyse hepsi kısır döngüler içine sürüklenir. İyi şeyler yazdığında emeği ve para kazanma şansı elinden çalınır, bunun sonucunda yeni eserler vermekte zorluklar yaşarlar. Muhatap olmak zorunda kaldığı bu şartlar da onların yaşam kalitesini düşürür. Bu sorunlu ortam da yeni eserlerin verilmesi ya çok zor ya da imkânsız hale getirir. Biraz önce de belirttiğim gibi ortamın yazar ve yazı açısından olumsuz yönde şekillenmesinde doğrudan veya dolaylı etkilisi ve katkısı olanlar suçu kendilerinde aramayıp üstüne üstlük yazarların iyi yazamadıklarını, kendi ülkelerinde yeterli kalitede eserler üretilmediğini de söylerler.

Gelişmiş ülkelerde olan okur ve yazar arasındaki olumlu yöndeki karşılıklılık durumunun tam zıddı bu tip yerlerde görülür. Yazar okur inşa edemez, okur da yazarın gelişmesine destek olmaz veya olamaz. Hal böyle olunca telif hakları kanunun yaptırımlarının gücü kimseyi durduramaya yetmez. Yazarlar en başta yayın evleri tarafından sömürür. Yazmak hevesi ile yanıp tutuşan bazı yazarlar da bu sıkıntılı ortamdan bir an evvel çıkabilmek için yanlış yollara tenezzül eder ve olması gereken seviyeden aşağılara savrulurlar.

Bu tip ülkelerde okuma yazma seviyesin yükselmesi okurların kalitesini yükseltmeye yetmez. Böylesi bir durum en çok korsan kitap basanların işine gelir. Bu hırsızlar da diğer tüm hırsızlar gibi bencil ve ahmak oldukları için ne yazının değerinden, ne onun için verilmiş emekten, ne ekinsel kalkınmadan, ne yeteneğin israfından ne de yaptıkları hatanın doğrudan ve dolaylı sonuçlarını umursamazlar. Bu hırsızlığın desteklenmesi de kendisini essahtan okur zanneden cahil sürüsü tarafından yapılır. Kitap okuduğu için kendisini okur olarak niteleyen birinin, sevdiği yazarın emeğinin sömürülmesine katkı sağlamasına, ‘yazıklar olsun’ demekten başka ne söylenebilir ki?

Bunun yanında bazı toplumlarda yazma ile ilgili yeteneğe sahip olup da bunu gerçekleştirmeye yönelik imkân ve fırsatı bulamayan kişiler de olabilir. Böyle bir duruma maruz kalan insanların yani yetenekleri ile imkânsızlıkları arasında zıtlık yaşayanların hayatının tam bir eziyete dönüştüğü söylenebilir. Bu tip bir durumla muhatap olan kişilerin yazı yazabilmeye uygun şartlar ve imkânlar elde edebilmek adına bazı doğrularından fedakârlık yapmak zorunda kalması da yaşadığı toplum için en büyük kayıplardan biri haline gelir. Böylesine bir ikilem içine düşen kişilerin feda ettikleri şeyler hiçbir zaman elde ettiklerine değmez. Başka bir açıdan baktığımızda elde edilen kâr bireysel açıdan uğradıkları toplumsal olarak da neden oldukları zararı karşılamaz.

Bir toplumun, kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak yaptığı hatalar yüzünden, yazı ehlinin yeteneğini sergilemeye gücünün yetmemesi, o toplumun geleceğini tehlikeye atacak kadar ciddi bir durumu ortaya çıkarır. Yazı ehli olan kişiler, geçmişle gelecek arasındaki geçiş köprüleridir. Nasıl ki köprülerin olmaması veya var olanların tahrip olması bir yakadan diğer yakaya geçişi zor veya imkânsız hale getiriyorsa yazı ehlinin istenilen seviyede olmaması da ekinsel nakliyatın aksamasına, bozulmasına hatta imkânsız hale gelmesine neden olur.

Kalem erbabı insanlar, yaşadıkları toplumdaki insanların yanında diğer toplumlara mensup kişilerin de iç dünyalarını şekillendiren, bilgilerin katma değere dönüşmesine aracılık eden, inanç ve diğer ekinsel unsurların devamlılığını sağlayan insanlığın ortak değerleridir. Daha özet bir tabirle söylemek gerekirse; Yazı ehli kişiler ekinsel yolculuğun lokomotiflerdir. Nasıl ki lokomotif olmadan tren yol alamazsa yazı ehli insanlardan mahrum olan toplumlar da ilerleme kaydedemez.

Yazan insanlara sahip olmak elbette önemlidir ancak bundan daha önemli olan şey onlara sahip çıkabilmektir. Yazmak isteyen bir kişinin bu saygın eylemi yapmak için saygın olmayan şeylere boyun eğmek zorunda kalması zaten başlı başına insani ve toplumsal hasarların aynası olmaya yeter. Bu konuya örnek olarak yazıya yeteneği ve ilgisi olan birinin yeteneklerini ortaya çıkarabileceği imkân ve fırsatları bulabilmek için bazı siyasi veya ideolojik ortamlara tenezzül etmesini ve buralara yamanmasını gösterebiliriz.

Bu tip tercihler yapıp da istedikleri şana, şöhrete, imkâna hatta paraya kavuşanların bu süreç içinde ve sonunda ne kendilerine ne de insanlığa söyleyecek sözleri de kalmaz bu sözleri edecek yüzleri de. Başkalarının bencil çıkarları için kurulan düzeneklerin içinde bir parça olup, o düzeneğin topluma verdiği zarara aracı ve/veya ortak olduktan sonra o kişiden geriye ne kalır?

Aynaya bakamayan, kendi iç sesine kulak tıkamış, şahsi egosu için yeteneğine ihanet etmiş kişi bir insanlık posasından veya insani fireden başka nedir ki? Bu konuya en iyi örnek, bazı siyasilere yaltaklanıp para ve çıkar elde edebilmek için yalan söyleyen, fitnecilik yapan, onların hatalarını görmezden gelip yanlışlarına bir yolunu bulup alkış tutan yazar, şair ve gazeteci müsveddelerini vermek mümkündür. İnsanın kendine yalan söylemesi ve kendisini kandırması kadar kendine yapabileceği daha büyük bir kötülük ve aşağılama yoktur.

Bu tip kişiler eninde sonunda elde etmek istedikleri şeylere kavuşsalar da bir insan olarak en çok kaybetmemeleri gereken şeyi yani masumiyetlerini kaybetmişlerdir. Masumiyetini satan insan tamamen satılık bir nesneye dönüşür ve elden ele alınıp satılmaya, devredilmeye ve kullanılıp atılmaya mahkûm hale gelir. Onları kullananlar şöyle düşür; ‘Bende bu güç ve bu para olduktan sonra, bundan çok daha iyisini ve daha cevvallerini kolaylıkla bulurum. Bu mahlûk zaten hainin teki. Ben parayı verdiğimde benim için başkasına ihanet ediyorsa, benden daha fazla para veren olursa bana da ihanet eder. Onun için önemli olan çıkarı olduktan sonra, ha ben olmuşum ha başkası! Onun için fark etmez.

Bu zavallıyı işime geldiği sürece sırtına bindiğim bir eşek gibi kullanır, işim bitince de yularını salarım gider’.Böylesi kişilere ve bunların kurdukları düzeneklere alet olanların ne masumiyet, ne dürüstlük, ne insani değer, ne inanç ne de benzeri şeyler hususunda söz söylemeye hakkı da yoktur haddi de. Yazı gibi masumiyetin korunabilmesi için en büyük kalkan olabilecek bir değerin, masumiyetin satılması için kullanılması çok ama çok acı bir durumdur.

Buraya kadarki yazdıklarımda yazının ve yazanın bulunduğu ortamın şartlarına göre durumunu ele aldım. Elbette yazı ve yazarın durumu sadece gelişmişlik kıstasına göre ele alınabilecek kadar sığ bir konu değildir. Her ülkenin kendine göre olumlu ve olumsuz durumları olur. Hiçbir ülke hiçbir dönemde dikensiz gül bahçesi olmadı olamaz da. İnsanın temel olarak bencil bir varlık olması ve ortaklık kültürünü gerek bireysel gerek toplumsal ve gerekse de uluslararası düzeyde tam olarak içselleştirememesi her yerde ve her devirde sorunlara yol açmıştır. Sorunu yaratan da insan çözümü için çalışan da. Bu hususu belirttikten sonra yazının ve yazarın kendine, toplumuna ve insanlığa nasıl ve ne şekilde değer üretmesi gerektiğine değinelim.

Yazı erbabının en büyük görevi okur inşa etmektir. Bunu yaparken de aşağıda belirttiğim şu hususlara ya katlanmalı ya da görmezden gelmelidir.
1.Yaşadığı toplumun mevcut durumuna,
2.Muhatap olmak zorunda olduğu maddi veya manevi tüm şart ve imkânlara,
3.Karşılaşmak ihtimali olan, kötülüklere, suiistimallere, sömürüye, yalanlara ve istismarlara,
4.Mücadele edeceği korkularına,
5.Kendisinden öncekilerin yaptığı hatalara,
6.Kendisinden sonra gelecekler için ümit beslemeye veya oturup beklemeye bakmamalıdır.

Bu maddeleri arttırmak elbette mümkün ama ben bu kadarı ile yetinmek istiyorum. Yazarın okur inşa etmesi için öncelikle bu işin öneminin ve değerinin farkında olması gerekir. Bunu tam olarak idrak edememiş kişileri böylesine bir fayda üretmeleri mümkün olmaz. Bu farkındalıktan yoksun olan kişilerin göstergesi de yukarıda belirttiğim hususların birine veya birkaçına denk geldiklerinde yeteneklerinden caymaları veya işin kıyısında gezip bir türlü merkeze ulaşmaya gayret etmemeleridir. Nimetin şükrü onunla insanın ve insanlığın hayrına ve faydasına yönelik iş veya işler yapmaktır. Bu bağlamda yeteneğin şükrü de onunla insanlık için değer üretmektir.

Genel geçer bu tespitlere göre konumuza baktığımızda yazarın yapması gereken de yazıyı insanlığın hayrı ve faydası için kullanmak ve onunda insanlığa katkı sağlamaktır. Bunu yapabilmesi için elinde olan imkânlar neyse ve ne kadarsa o kadarını doğru kullanmalı gerekir. Bunun yanında asıl amacının gerçekleşmesi için çalması gereken her kapıyı çalmalı, zorlaması gereken her şartı zorlamalı, bahane üretmek yerine çözüm bulmaya gayret etmeli, sadece ve sadece yeteneğini yaşamayı asıl hedef olarak gözetip yapacağı her şeyle bunu kendine şiar edinmelidir.

Her şeyin tam istediği gibi olmasını beklemek, birinin gelip de ona tüm kapıları açmasını ummak, değer üretmeden değerli olmayı istemek, yan gelip yatarak herkesin onu omuzları üzerinde taşımasını hayal etmek ahmaklığın bile sınırlarını zorlamaktan başka bir şey değildir.

Böylesi bir kaçış yöntemini tercih etmiş olanların en büyük bahanesi eski kuşakları suçlamak ve bu işlerin çözümünü yeni kuşaklara havale etmekti. Geçmişle yaşamak kadar gelecekle ilgili ümit beslemek zaman kayıplarının en önemli nedenidir. Başkasına bahane bulanlara şunu sormak lazım; Sen ne yaptın? Senden öncekiler gereken şeyleri yapmadıkları için şimdi sen bu tip olumsuzluklarla uğraşmak zorunda kalıyorsan, sen yapman gerekeni yapmadığında senden sonra gelecekler de senin tembelliğinin veya iş bilmezliğin bedelini ödeyecekler demektir. Geçmişi övmek veya yermek kadar geleceğe dair ümit beslemek de ahmaklık göstergesidir. Bir kamyon arkası yazıda şu ibareyi görmüştüm; ‘Dünya bir gün o da bugün’! Ne yapacaksan şimdi yap, ne biliyorsun yarına çıkacağını?

Yazının sosyal ortamlardaki durumuna baktıktan sonra şimdi de genel yapısına bakmaya çalışalım. Yazmayı ve okumayı kıyasladığımızda yazmanın okumaya göre, saygınlık, övgü, itibar, takdir edilme, teşvik edilme, korunma, yaygın hale getirilme ve benzeri şeylere göre okumaktan daha ön planda olması gerektiğini söyleyebiliriz. Yazmak olmadan okumak nasıl mümkün olacak ki? Önce yazmak gerekir, okumak sonraki aşama. Okunmaya değer bir şeyin olması için önce o şeyin yazılmış olması gerekir.

Müslüman toplumlarda okuma ile yazma arasındaki kırışma noktası Kuran-ı Kerim’in inen ilk suresi olan Alak Suresi’nin ilk ayetinin; ‘İkra’ yani ‘Oku’ ile başlamasının yanlış yorumlanmasıdır. Bu ayette; Yaratan Rabbinin adıyla oku! Cümlesi vardır. Bu emir elbette önemli ve değerlidir, buna kimsenin itirazı olamaz. (Şu hususu hemen belirterek yazıma devam edeceğim. ‘Oku’ emrinin kapsamına veya başka manalar ihtiva ettiğine girmeyecek, bu kelimeyi sadece okuma filli olarak ele alacağım). ‘Okumanın’ ilk günden beri neredeyse her zaman ve her dönemde yazmaya göre ön planda görülmesi bana göre Müslüman toplumların istenilen bilgi ve bilinç düzeye gelememesinin en büyük müsebbibi olmuştur. Bu tezimi doğrulayacak kanıtı da aynı surenin 4. Ayetinde yer alan; ‘O Rab ki kalemle yazmayı öğretti’, ifadesi neredeyse hiç dikkate alınmamıştır. Bu konudaki en çok dikkatimi çeken şeylerden biri de Allah (c.c.) gibi bir varlığın, emirlerine uyanlara vereceği ödülü, uymayanlara vereceği cezayı yazılı olarak bildirmesi bununla birlikte insanların ve insanlığın gelişmesi için kitap göndermesine rağmen, Müslüman toplumların yazıdan bu kadar uzak olmalarıdır. Yazı kutsal bir şeydir. Onu iyilik için kullanan mükâfatını görür kötülük için israf eden de bunun bedelini ağır bir şekilde öder. Bundan dolayı yazıya ve yazma nimetine karşı her zaman için özenli ve saygılı davranılması, bunları insanlığın hayrı ve iyiliği için kullanılması gerekir.

Genel yapıları itibariyle bireysel açıdan insanların, toplumsal açıdan da milletlerin gelişmesinde okuma ve yazmanın ne kadar önemli olduğu herkesin malumu. Söz konusu gelişim sürecini aşılması gereken bir yola benzetirsek, bu yolun kat edilmesinde okumanın ve yazmanın benzer etkilerin olmadığını görürüz.

Bu yolculukta okumak yürümek gibiyse yazmak uçakla gitmek gibidir. Yürümek, uçakla yol almaya göre kolay, ulaşılabilir, herkes uygun, istenildiği zaman mola verilmeye müsait ve daha sakindir. Ancak yürümek, kat edilen yolun daha uzun gibi görülmesine, sürecin yorucu olmasına ve yoldaki küçük engellerle uğraşılmasına kısaca ifade etmek gerekirse çok ciddi zaman kayıplarına neden olur. Yazmaya da uçak yolculuğu eğretilemesine göre baktığımızda belki havaalanına ulaşılana kadar aşılan yolun uzun, biletin pahalı, zamanın bazı kısıtlamalara bağlı olması ve benzeri şeyleri ihtiva ettiğini görürüz. Ancak havaalanına varıldıktan sonra çıkılan yolculuğun kısa sürmesine rağmen aşılan mesafenin uzunluğu onun için verilen emeğe, harcanan zamana ve katlanılan diğer külfetlere değdiğini de söyleyebiliriz.

Yazmak, onun kapısına gelip içeriye girmeyi talep eden kişiden emek, sebat, tecrübe, gayret ve şuur ister. Bu şartlara razı olup sahip olduğu yeteneğine sahip çıkanlar, yazının kapısından içeriye girmeye, kalem ehillerinden olmaya ve yeteneğinin hakkını vermeye hak kazanırlar. Her alanda olduğu gibi yazı sahasında da ıskartaya çıkanlar, bu yolunda telef olanlar, şartlara yenilenler, çeldiricilere aldananlar, hedefini kaybedip oraya buraya savrulanlar yani kendini ve yeteneğini heba edenler de ne yazık ki olmaktadır.

Bu konuya değer katacak Ekrem Demirli Hoca’nın güzel bir sözü var; Yazmak düşünceyi ifade eden değil düşünce inşa eden bir şeydir. Bireysel ve toplumsal manada yazı olmadan gelişmek, anlamak, idrak etmek, olumlu yönde ilerlemek ve nihai olarak medeniyet üretmek mümkün değildir. Bunun bilincinde olan emperyalist ve kapitalist ülkeler kendi ülkelerinde yazıyı destekler ve onun gelişmesi için ne gerekiyorsa yaralar. Buna mukabil, sömürge haline getirmek istedikleri ülkelerde yazının engellenmesi, daha önce yazılanların imha edilmesi, imha edemediklerinin de anlaşılmasının önüne geçilmesi için ellerinden ne geliyorsa yaparlar. Yani kendi ülkelerinde yazının yazılması için uğraştıklarından çok daha fazla çabayı ezmek istedikleri ülkelerde yazının silinmesi için gösterir.

Emperyalistler tarafından sömürge haline getirilmiş toplumlara baktığımızda onların edebiyatının gelişmemiş olduğunu, yazı yazamadıklarını veya yazamadıklarını, okuma yazma seviyelerinin düşük olduğunu, bilim ve sanat üretemediklerini görebiliriz. S.S.C.B. dönemine bakıldığında farklı ulusları bir arada tutma bahanesiyle kurulan bu sömürü düzeneği altında bulunan diğer toplumlara Rusçanın ve Rus Edebiyatının dayatılmasının özelde o toplumlar genelde dünya edebiyatına nelere mal olduğunu da ayrıca düşünmek gerekir.

Bizdeki bazı çapsız aydınlar ekinsel manada aldığımız hasarı, yakın tarihte yaşanan askeri darbeleri, siyasi istikrarsızlığın olduğu dönemleri ve bu dönemlerde yapılan yolsuzlukları ve bunların doğrudan ve dolaylı maliyetlerini düşünmeden ülkemizde kişi başına okunan kitap sayısının azlığından ve kişi başına okuma süresinin kısalığından dert yanıyorlar. Bunun yanında, gelişmiş bazı ülkelerdeki okuma ve yazma durumunu örnek vererek onlara hayranlığını beyan edip kendi toplumunu da aşağılama ahmaklığını bile gösteriyorlar. Demiyorlar ki, beni bu hale getiren, elimde olanları çalan ve zamanımı heba edenler, şimdi özenerek baktığım o mahlûklardır.

Yazı, düşünceyi inşa eden bir değer olduğuna göre, yazı olmadığında doğal olarak düşünce de inşa edilemeyecektir. 1984 romanında Corc Orvel’in yazdığı gibi; ‘Kelimeler yok edilirse düşünce olmayacak, düşünce olmayınca da düşünce suçu ortaya çıkmayacaktır’. Emperyalist ve kapitalist sistemi tatbik eden toplumların, diğerleri olarak gördükleri milletler için yaptıkları ve ellerinden geldiği kadar yapmaya da devam ettikleri tüm programların temelinde bu bakış açısı vardır.

Yazıya metafizik boyutu itibariyle baktığımızda yazının insanın gelişmesi ve değişmesi için Allah’ın (c.c) lütfettiği kutsal bir nimet olduğunu söyleyebiliriz. Bazı kişiler yazı yazan ilk insanın Hz. Âdem (a.s), bazı kişilerde Hz. İdris (a.s) olduğunu söylerler. Burada yine Ekrem Demirli Hocanın bir sözüne yer vermenin faydalı olacağını düşünüyorum; ‘Öğrenmeye başlama yaşının önemli yoktur, önemli olman öğrenmeyi bitirme yaşıdır’.

Yazı, insanlığın hayrı için insana verildiğine göre ona bu minvalde bakmak ve onunla yapılacakları da bu çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Yaşadığımız dönem itibariyle dünya çapında mevcut duruma baktığımızda çok fazla yazı yazıldığını, çok okuma yapıldığını, binlerce kütüphanenin olduğunu, internet ortamında neredeyse istenilen her bilgiye ulaşıldığını görebiliriz. Bu tespitten sonra şu soru aklımıza gelebilir; ‘Yazı, bu kadar önemli, bilgi bu kadar değerli ve bunlara ulaşmak bu kadar kolayken, neden bu kadar savaş, hastalık, cehalet, yokluk ve benzeri şeyler bertaraf edilemiyor. Yazı bu işin neresinde?

Yazı, gerçek amacına uygun şekilde yani insanın ve insanlığın gelişimi için yararlanıldığında insanlar için ödüle, gerçek amacı dışında kullanıldığında da yapan ve susan için tam bir cezaya dönüşür. Düşüncenin inşası için var olması gereken bir şey düşüncenin imhası için kullanılırsa bunun elbette bir bedeli olacaktır. Bu bedeli en başta böylesi bir insanlık ihanetini yapanlar olmak üzere ona çanak tutanlar, ona doğrudan veya dolaylı destek olanlar, susanlar ve kaçanlar da ödeyecektir. Bütün kalemlerin silgi, bütün silgilerin kaleme dönüşmesi bu ihanetin en bariz göstergesidir.

Yazı amacında sapıp düşüncenin üretimine engel olan bir soruna dönüşürse ne olur? Şimdi de bu sorunun cevabına bakalım.

1.İnsanlar varlıklarının ve var olma amaçlarının farkına varamaz, amaçlarını kaybeder tüketimin aracı, malzemesi, bahanesi ve kölesi haline gelirler,

2.Bireysel kalkınma gerçekleşmediği için toplumsal ve insani kalkınma da ortaya çıkamaz,

3.İnsanının insan olma idrakini yitirmesi onu hayvanlaşmaya iter ve sonuçta da içgüdüleri akılına galebe çalar,

4.Yazının hammaddesi kelimelerdir. Kelimeler ise o dilin yaşandığı toprakların tapudur. Kelimelerin kaybedilmesi tapu senedinin kaybedilmesine benzer. Elinde tapun yoksa sahip olduğun topraklara sahip olduğunu ispat edemezsin. Bu bağlamda şu da söylenebilir. Bir millet dilini nereye götürüyorsa o topraklara sahip olduğunu iddia etme hakkını da kendinde bulur. Bu durum dilini yayma bilinci ve bu bilince uygun hareket edenin başarısı, dilini kaybedenlerin de başarısızlığının sonucudur.

Gözünün önüne bakmayan, tehlike gelirken bunun tedbirini almayan, olan biten olmadan önce kendini muhkem hale getirmeyen kısaca söylersek kendi değerlerinin değerini bilmeyenler onu kaybetmeye mahkûm olurlar.

Dil toprağın tapusudur, onu yazan da kalemdir. Sahip olduklarına sahip çıkamazsan elin oğlu gelir onları elinden alır, sana da kendi mülkünde sığıntı olmayı reva görür.

5.Yazıdan uzaklaşmak kelimelerin gerçek anlamlarından, taşıdığı tarihten, kapsam ve öneminden de uzaklaşılmasına neden olur. Bu durumun sürecinde ve sonucunda bireysel olarak kişiler, toplumsal olarak da kitleler arasında iletişim kopukluğunu ortaya çıkarır. Bu kopmalar sorunların çözülmesinde ortak hareket edilmemesine, bireysel bakış açılarının ön plana çıkmasına, ortak payda bulamamaya veya olanların fark edilmemesine neden olur. Olumsuzlukların ve iletişim bozukluklarının hat safhaya ulaşması ortaklık kültürünün zedelenmesini, bozulmasını ve en sonunda da çökmesini kaçınılmaz hale getirir.

6.Burada yeri gelmişken kendi sözüme yer vermek istiyorum: Yazısı olmayan toplumların kaderini, yazısı olan milletler yazar. Yazı seni değerli yapamıyorsa, başkasının senin için belirlediği değer boyun eğmek ve razı olmak zorunda kalırsın. Bundan dolayı yazıdan uzaklaşmak ekonomik ve siyasi bakımdan bir beka meseledir.

Konuyu toparlayacak olursak, yazı yazmak sadece bir ifade şeklinin ötesinde çok boyutlu ve çok yönlü bir yaşama tercihidir. Bireysel düzeyde kişiler için toplumsal düzeyde de milletler için en önemli kalkınma anahtarı, en büyük gelişme yolu ve kendini korumanın yegâne yöntemidir.

Selami Şahin’in bir şarkısında yer alan; ‘Sen yoksan her şey eksik, sen varsan her şey tamam’ ifadesini yazı için uyarlarsak; Yazı yoksa her şey eksik, yazı varsa her şey tamam’, diyebiliriz.

Saygı ve dua ile
Fahri Akmansoy


Subscribe For Latest Updates
And get notified every monday at 8:00 am in your mailbox
RELATED ARTICLES

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here


Most Popular